"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Hasan Efe Uyar: Aydınlık Bir Gelecek İnşa Edeceğiz

  • 11 Ekim 2021

Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete giriş motivasyonunuz neydi?


HASAN EFE UYAR: 1991 yılında Amasya’da doğdum. Aslen Tokat/Erbaalıyım.  Doğumumdan üniversite eğimime kadar kesintisiz olarak Erbaa’da yaşadım. Ailem ve akrabalarım hâlen memleketimde ikamet etmektedir. 2010 yılında kısa bir süre CHP Erbaa Gençlik Kolu Başkanlığı yaptım. Bu süreç, 2010 referandumu dönemine tekabül etmekteydi. 18 yaşımı doldurduğumda parti üyesi oldum. 2010 yılında İstanbul Kültür Üniversitesi’nde hukuk eğitimine başladım ve 2014 yılında üniversiteden mezun oldum. Mezuniyetimden itibaren kesintisiz olarak serbest avukatlık yapmaktayım. Aslında kendimi bildim bileli politik bir insandım. Üniversitede öğrenci konsey başkanlığı yaptım. Demokratik koşullarda siyaset mücadelesinde istikrarla bulunduğumu söyleyebilirim. Kendimi toplumsal duyarlılığı olan aktivist bir parti üyesi olarak tanımladım. 2018 yılında ani ve plansız bir şekilde Tokat 2. sıra milletvekili adayı oldum. Profesyonel siyasete girdiğim ânı, bu an olarak değerlendirebiliriz. O zamana kadar aklımda siyasi gelecek planlaması yoktu. Milletvekili adayı olarak insanları soldan, emekten, evrensel değerler penceresinden dünyaya bakmaya ikna edebilir miyim düşüncesi ilk anda beni çok heyecanlandırmıştı. Sonrasında iktidarın, hayatın her alanındaki baskısı, toplumsal refahın düşmesi, geleceksizlik kaygısı beni sorumluluk üstlenmeye itti diyebilirim. Adaylık başvurumu, başvuruların son gününde yaptım. Ankara’ya yola çıkmadan bir gece önce uyuyamadığımı hatırlıyorum. Hayatım tümden değişebilirdi ve genç yaşta bunun beni nasıl etkileyeceği soruları kafamda döndü durdu. Hatta hiç başvurmasam mı diye aklımdan geçmişti. Nazım Hikmet’in otobiyografisinde bir bölüm vardır: “Doğduğum yere dönmedim bir daha, geriye dönmeyi sevmem…” Bu dize, benim için ilk gençlik yıllarımdan itibaren hayat sloganı olmuştu aslında. Bu kadar hazırlıktan sonra geri dönemezdim. O günden sonra hayatım değişti. Hayatımın odağına politik mücadelem oturdu. Partimizin son kurultayında, 25-26 Temmuz 2020’deki 37. Olağan Kurultay’da Parti Meclisi üyeliğine seçildim. Parti Meclisi üyesi olarak Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde yurdun her bölgesinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Aydınlık bir geleceği inşa etmek için mücadeleye devam ediyoruz.


Doğu Masası’ndaki göreviniz kapsamında çalışmalarınızdan, saha deneyimlerinizden ve bölgedeki gözlemlerinizden bahseder misiniz? Ankara gündeminin odağında Doğu Masası’ndaki çalışmaların toplumsal rolü ve siyasi tutum üzerindeki etkisi sizce nasıl olacak? 


HASAN EFE UYAR: Doğu Masası faaliyetleri kapsamında öncelikle Bingöl’de ve Muş’ta incelemelerde bulunduk. Bölge halkıyla ve sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yaptık. Ardından geçtiğimiz hafta Parti Meclisi üyemiz Kastamonu milletvekili Hasan Baltacı’yla beraber Van’da çalışmalarımıza devam ettik. Yaptığımız çalışmalar neticesinde önümüzdeki seçim dönemi için bölgedeki seçmen sayısında büyük bir değişiklik olmayacağını gördük. Bölge seçmeninin, talep ve önerilerini dikkate alacak, hassasiyetlerini göz önünde bulunduracak siyasilerle karşılaşmak istediklerini tespit ettik. Doğu Masası’ndaki çalışmalar kapsamında görüştüğümüz kişiler ve sivil toplum örgütleri, genel anlamda partimizin son dönemdeki duruşundan memnun olduklarını, iktidarın ülkeyi sürüklediği koşullardan sosyal ve ekonomik anlamda endişe duyduklarını dile getirdiler.


Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu dürüst ve güvenilir bulduklarını, Türkiye’nin temiz ve namuslu siyasetçilere ihtiyaç duyduğunu, genel başkanımızın da bu profile uygun bir siyasetçi olduğunu vurguladılar. Ayrıca bölge halkının, yıllardır bir devlet politikası hâline gelen Kürt kimliğine yönelik ayrımcılıktan ve ötekileştiren tutumlar karşısındaki kırgınlıklarının devam ettiğini gözlemledik. Kürt halkının her şeyden önce kimliğine saygı beklediğini ve eşit yurttaşlık özlemi beslediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Kürt sorununun kalıcı ve barışçıl çözümü için anadilde eğitim ve savunma gibi evrensel insan hakkı olan normların yasal güvence altına alınmasını ciddiyetle konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir hukuk insanı olarak şunu örneklemek isterim: Ülkemizde suça karışan yabancı kişilere adli makamlarda kendilerini rahat ifade edebilmeleri ve rahat savunma yapabilmeleri için tercüman yardımı sağlanıyor. Fakat aynı ülkede bir arada yaşadığımız Kürt yurttaşların aynı şekilde adli makamlarda kendilerini rahat ifade etmeleri için anadilde savunma yapma hakları ne yazık ki yok. Bu durumu AİHS hükümlerince savunma hakkının kısıtlanması olarak da değerlendirebiliriz. Bu çalışmaların ayrıntısını, partimiz özelinde bölgedeki çalışmalarımızın hangi aşamada olduğunu, gözlemlerimizi ve neler yapılabileceğine dair düşüncelerimizi genel merkezimize ilettiğimiz faaliyet raporlarında belirttik. Sadece merkez il teşkilatımızla değil, bölgedeki ilçe örgütlerimizle de temaslarda bulunduk, durum değerlendirmeleri yaptık. 


Doğu Masası’ndaki çalışmaların temel amacı, bu zamana kadar CHP’yle arasında mesafe olan kitlelerin partiyle olan mesafesini kapatmak ve partiye yeni kadrolar kazandırarak belli ilkeler çerçevesinde bölgede uzun soluklu ve etkili siyaset yapmak olarak tanımlanabilir. Özellikle cumhuriyetin ikinci yüzyılına yaklaştığımız bu süreçte halktan yana, demokratik ve adil yeni bir iktidarın oluşumunda Kürt seçmenlerin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Aslında saray rejimi de bu durumun farkında. Muhalefete yönelik terör yaftalamasının altında iktidarı muhafaza etme arzusu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.


Pandemi sonrası üniversitelerin açılmasıyla birlikte yurtlarda yer bulamayan, kira oranlarındaki artış nedeniyle ev kiralayamayan üniversite öğrencileri barınma sorunu yaşıyor. Bir hukukçu olarak süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Hukuki açıdan ve anayasal sorumluluk dahilinde barınma sorununun çözümü için yapılması gerekenler sizce nedir? Yerel yönetimlerin bu konuda alacağı inisiyatifler nelerdir?


HASAN EFE UYAR: Pandemi sonrasında üniversitelerin açılmasıyla birlikte üniversiteli gençlerin aslında uzun yıllardır yaşadığı barınma sorunu hem yurt hem de kira bedellerindeki fahiş artış nedeniyle bir kez daha gün yüzüne çıktı. 


İktidar, üniversite öğrencilerinin “Barınamıyoruz!” sloganıyla ortaya koyduğu demokratik tepkiye ne yazık ki haksız ve hukuka aykırı gözaltı uygulamasıyla karşılık verdi. Üniversite öğrencilerinin barışçıl protestolarında barınma hakkı, temel bir insan hakkı olarak karşımıza çıkmaktadır. Konut hakkıyla birlikte değerlendirildiğinde konut hakkını da içeren ve aşan temel bir insan hakkıdır. Bu nedenle konut hakkı, anayasal güvence altındadır. Anayasanın 57. maddesinde “Konut Hakkı”, “Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler,” şeklinde düzenlenerek devlete konut ve barınma hakkı kapsamında pozitif bir yükümlülük yüklemektedir. Bununla birlikte uluslararası sözleşmeler bağlamında da barınma hakkı düzenlenmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi “Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.” Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesinde, “Bu sözleşmeye taraf devletler, herkesin yeterli beslenme, giyim ve konut da dahil olmak üzere geliştirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler,” ibaresi barınma hakkı kapsamında değerlendirilir.


Hukuk devletinin gereği olarak anayasal güvence altına alınan barınma hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülüğü olması sebebiyle sorunun ana muhatabı iktidardır. Ancak iktidar, her zamanki gibi üniversiteli gençlerin bu talebine karşılık onları kriminalize ederek sorunlarını yok saymıştır.


Akp iktidarı, yönetmiş olduğu devletin anayasal niteliklerinin farkında olsaydı, sosyal ve laik devlet olma prensipleri çerçevesinde hareket eder, yurt konusunda tarikatları kendisine taşeron yapmazdı. Tarikat yurtlarında ve vakıflarında kalan öğrencilerin can güvenliğinin ve vücut bütünlüklerinin güvencede olmadığını acı hadiselerle defalarca gördük. Ensar Vakfı’ndaki tecavüzler, Aladağ’daki yurt yangınlarında kaybedilen genç kızlar dün gibi aklımızda. Her alanda plansız bir yönetim örneği gösteren iktidar, eğitim alanında da bu plansızlığın bedelini vatandaşlara ödetti. Apartmandan özel üniversite kuran bir zihniyetten, sözünü ettiğimiz disiplinleri beklemek beyhude olacaktır. Tüm bu sorunların temelinde Akp iktidarının neoliberal, piyasacı ve gerici eğitim politikasının yattığını söylemek gerekir.


Siyasetçiler olarak son dönemde vatandaşlardan aldığımız taleplerin önemli bir bölümünü öğrencilerin yurt ihtiyacı oluşturdu. Başta büyükşehir belediyelerimiz olmak üzere yerel yönetimlerimizle bu sorunun çözümü için acil eylem planı oluşturarak “Barınamıyoruz,” diyen üniversiteli gençlere yurt imkânı sağlamaya çalıştık. Bu kapsamda hemen her belediyemiz, barınma sorunu yaşayan üniversiteli gençler için telefon destek hattı oluşturdu, imkânları ölçüsünde misafirhanelerini ve bünyesindeki yurtları öğrencilere açtı. Yetersiz kaldıkları durumlarda ise, otel kiralaması yaparak sorunun ilk elden çözümü için mücadele ettiler. Bu çözüm kısa vadede olsa da etkin olmuştur. İktidarın eliyle yaratılan bir sorunu, muhalefet olarak minimize ettik diyebiliriz. Ancak uzun vadede yurt ve konut planlamasının yapılması elzemdir. 


Önerilen Haberler