- 28 Mart 2021
YÜKLENİYOR
Türkiye’de kentsel ulaşım sorunlarını oluşturan başlıca nedenler nelerdir? Bu sorunları çözmek için nasıl bir ulaşım planlaması yapılmalı?
HALUK GERÇEK: Kentsel ulaşım ve trafik sorunları, çok katmanlı bir ekonomik-mekânsal yapının sonucu olarak karşımıza çıkar, bu yüzden yalnızca ulaşıma ve trafiğe odaklanarak çözülemez. Bu sorunları kentlerin şehircilik ve mekânsal planlama geçmişleriyle birlikte anlamak ve değerlendirmek gerekir. Türkiye’de kentler, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi büyük kentler, son 40-50 yılda hızla büyüdü. Büyük kentlere göç nedeniyle bir yandan nüfus artarken, diğer yandan da motorlu araç sayısı ve yapılaşmış alanlar arttı. Bunun sonucunda, örneğin İstanbul, ”ucu olmayan bir bölge kent” hâline geldi.
1980’li yıllardan sonra izlenen neoliberal politikalar, kent mekânını ve kentleşme süreçlerini derinden etkiledi. Kent mekânı kullanım değeriyle değil, değişim değeriyle ön plana çıkan bir meta hâline dönüştü. Kentin yeniden inşası, kent politikalarının ana teması olmaya başladı. Kentler, doğal ve ekolojik sınırlarını aşarak hızla büyürken, uygulanmayan “Çevre Düzeni Planları” ve “Ulaşım Ana Planları” gibi stratejik planlar yapıldı. Tepeden inme kararlarla bu planlarda yer almayan büyük ölçekli ve simgesel projeler ön plana çıktı. Bunların ulaştırmadaki başlıca örnekleri, otoyollar, köprüler, tüneller ve havalimanlarıdır.
Kent mekânının piyasa odaklı dönüştürülmesi süreci, devlet, küresel ve yerel şirketler, müteahhitler, spekülatörler, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, kredi ve finans kuruluşları gibi aktörlerin işbirliğiyle gerçekleşti. Kentsel mekâna ilişkin kararlarda devletin gücü giderek arttı, yerel yönetimlerin yetki alanları ve mali kaynakları kısıtlandı. Bu yönetişim yapısı, kentlerdeki hareketlilik biçimlerini yönlendiren arazi kullanımını ve ulaşım kararlarını derinden etkiledi. Son yirmi yılda yapılan yasal ve yapısal düzenlemelerle merkezî hükümet, yerel ölçekteki kararlar dahil her türlü kararların alınmasında daha güçlü hâle geldi. Kentin kaderini belirleyen önemli imar ve ulaşım yatırımlarına ilişkin kararların merkezî otorite tarafından verildiği, vatandaşlar bir yana, yerel yönetimin bile bu kararlara müdahale etme olanağının olmadığı ve bu kararların olumsuz etkilerine karşı bağımsız denetim süreçlerinin devre dışı bırakıldığı bir süreç yaşanmaktadır.
Bu sorunları çözebilmek için her şeyden önce neoliberal politikalar nedeniyle terk edilen “planlı kalkınma” anlayışı ekonomik ve mekânsal kalkınma planlarıyla yeniden uygulamaya dahil edilmelidir, kentlerin plan dışı ve rant odaklı yapılaşması durdurulmalıdır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerin birer çekim merkezi olmasını önlemek için ülke ölçeğinde dengeli ekonomik kalkınmayı hedefleyen stratejik planların uygulanması ve bölgeler arasındaki gelişmişlik uçurumlarının giderilmesi gerekiyor. Merkezî yönetimin, yerel yönetimlerin ve sivil insiyatiflerin işbirliğiyle ülke, bölge ve kent ölçeğinde kapsamlı ekonomik ve mekânsal gelişme planlarının yapılması ve uygulanması, kuşkusuz, uzun soluklu bir süreç. Daha demokratik, hakça, eşitlikçi ve kapsayıcı bir kentsel sürdürülebilirlik, yerel yönetimlerin karar verme yetkilerinin güçlendiği, vatandaşların ve farklı paydaşların katılımına dayalı, aşağıdan yukarıya karar süreçlerinin geliştirildiği bir yönetişim yapısıyla mümkün olabilecektir.
Ulaşım hakkı neden önemli? Kentlerde yaşayanların yaşam alanlarını ilgilendiren ulaşım hakkıyla ilgili sizce yerel yönetimler neler yapmalı?
HALUK GERÇEK: Toplumsal bir hak olarak ulaşım hakkının en belirgin biçimde ortaya çıktığı ölçek, kentsel ölçektir. Ulaşım hakkıyla ilgili en temel konularından biri, vatandaşların kendi yaşam alanlarını ilgilendiren her türlü karar, planlama ve uygulama süreçlerine katılımını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmektir. Ülkemizde kente ve ulaştırmaya ilişkin kararlar, bu kararlardan etkilenecek geniş kitlelerin görüşleri alınmaksızın, “Sizin için bu iyidir,” yaklaşımıyla ele alınıyor. Şeffaf ve hesap verilebilir bir süreç söz konusu değil.
Dünyadaki iyi örnekler hep katılımcı, kapsayıcı, şeffaf ve hesap verilebilir uygulamalarla gerçekleştirilmiştir. Sorunların mahalle meclisleri, kent konseyleri ve sivil toplum örgütleri gibi vatandaşları temsil eden ortamlarda tartışılması ve en uygun çözümlerin belirlenmesi gerekir. Yerel yönetimlerin özellikle yoksullar, kadınlar, engeli olan bireyler, kronik hastalıkları olan bireyler, yaşlılar, göçmenler vb. gibi yeterince temsil edilemeyen grupların hareketlilik ve erişim ihtiyaçlarını göz önüne alan kapsayıcı planlama ve uygulama politikalarını benimsemesi gerekir. Sonuçta bütün bu planlar ve projeler, insanların yaşam kalitesini yükseltmek için yapılıyor. Türkiye’den iyi bir güncel örnek olarak Birleşik Krallık Fonu’yla “Küresel Geleceğin Şehirleri Programı” kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi için iki yılı aşkın süredir yürütülen İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı’nı gösterebilirim. Bu planın vizyonu, senaryoları, amaçları, temel politika önlemleri ve uygulama projeleri, toplumsal kapsayıcılık ve cinsiyet eşitliği çerçevesinde katılımcı bir süreçle belirlendi.
Kentsel ulaşımda akıllı ve sürdürülebilir kentsel hareketlilik yaklaşımı nasıl uygulanabilir? Sürdürülebilir kentsel hareket planları hangi özellikleri içermeli ve kentsel ulaşım politikaları nasıl yapılandırılmalı?
HALUK GERÇEK: Avrupa Komisyonu’nun Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı Rehberi’nde (2019) sürdürülebilir kentsel hareketlilik planı (SKHP), “Daha iyi bir yaşam kalitesi sağlamak amacıyla kentlerdeki ve çevrelerindeki insanların ve ticari kuruluşların hareketlilik gereksinmelerinin karşılanması için hazırlanan stratejik bir plandır,” şeklinde tanımlanıyor. Sürdürülebilir kentsel hareketlilik planları, son on yılda özellikle Avrupa’da birçok kentte geleneksel ulaşım planlarının yerini alan değişik bir anlayışla uygulanıyor. Geleneksel ulaşım planlarından temel farkı; araç odaklı değil, insan odaklı olması, trafik akımları için kapasite ve hız artışı hedefleri yerine toplumsal eşitlik, sağlık, çevre kalitesi ve ekonomik uygulanabilirlik de dahil olmak üzere erişilebilirlik ve yaşam kalitesi hedeflerini gözetmesi, kentlerin idari alanlarının dışında etkileşimde olduğu işlevsel kentsel alanı göz önüne alması ve yalnızca uzmanlar tarafından yapılan bir plan değil, çok disiplinli planlama ekipleriyle şeffaf ve katılımcı bir anlayışla, paydaşların ve vatandaşların katılımıyla yürütülen bir süreç olmasıdır. Bu planlarda tüm ulaşım türleri (toplu taşıma, yaya, bisiklet, mikro hareketlilik, özel araç ve yük taşımacılığı), planlama kuruluşları (merkezî, yerel, kamu ve özel), tüm disiplinler ve paydaşlar açısından bütünleşik bir yaklaşımın gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Son olarak, belirlenen hedeflere ulaşılmasını ölçmek ve gerektiğinde politika önlemleri alınmasını ve projelerde değişiklikler yapılmasını sağlamak üzere SKHP’nin uygulama aşaması için sistematik bir izleme ve değerlendirme süreci tanımlanmaktadır. SKHP, yalnızca ulaşımla ilgili değildir, mekân odaklı bir planlamadır. Bu özellikleriyle İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı, Türkiye’de yapılan ilk SKHP’dir. Dünyada da nüfusu 15 milyonu geçen bir metropolde yapılan ilk SKHP’dir.
SKHP’nın strateji geliştirme ve politika önlemlerinin planlanması aşamalarının temel amaçları, vatandaşların ve paydaşların katılımıyla geleceğe ilişkin olası senaryoları ve plan vizyonunu ortaya koymak, planın temel amaçlarını ve bu amaçlara ulaşmayı ölçmek için kullanılacak göstergeleri ve hedefleri belirlemek, bu hedeflere ulaşılmasını sağlayacak önlem paketlerini ve projeleri geliştirmektir.
Bu sistematik planlama sürecinde önceliklerin doğru belirlendiği bütünleşik ve kapsayıcı bir yaklaşımla toplu taşımayı, yaya ve bisikletli ulaşımını destekleyen ve özel araç kullanımını azaltacak politikalar ve projeler ortaya konmalıdır. Uzun dönemli ve stratejik düzeydeki projelerin yanı sıra kısa ve orta dönemde semt, mahalle, meydan, cadde ölçeğinde birbirini tamamlayan, düşük maliyetli, olumlu etkileri kısa zamanda algılanabilecek, yerel halkın ve paydaşların katılımıyla geliştirilmiş küçük ölçekli ulaşım çözümlerine ağırlık verilmelidir. Çünkü halk, günlük ulaşıma ve sorunlarına ivedi çözümler beklemektedir.
Sürdürülebilir bir ulaşım sistemi ve yaşanabilir bir kent için yöneticilerin, profesyonellerin ve kentlilerin kente ve ulaştırmaya bakışlarında temel bir değişiklik yapması gerekiyor. Kentsel ulaşım planlaması ve politikaları araçlara değil, insanlara odaklanmalı, yatırımlar, araç trafiğiyle tıkanan yolları açmak yerine insanların erişebilirliklerini kolaylaştırmalı, kent mekânları otomobillere değil, insanlara ayrılmalıdır. Bir yandan toplu taşıma sistemi yaygınlaştırılıp hizmet kalitesi iyileştirilirken, diğer yandan da otomobillere ayrılan kent mekânlarını akılcı ve yenilikçi politikalarla (kent merkezlerine otomobil girişini fiyatlandırma, yayalaştırma, trafiği sakinleştirme, otopark alanlarını fiyatlandırma ve azaltma, vb.) azaltılmalıdır. Mevcut veriler ve analizler, kentlerimizde otomobil kullanımını azaltacak politikalar uygulanmadığı takdirde gelecekteki olası otomobil sahipliği artışının, kentlerin trafik sıkışıklığı sorununu daha da derinleştireceğini göstermektedir. Otomobiller, kişi başına çok fazla kent mekânını işgal eder ve mekânın sınırlı geometrisine uymaz. Diğer bir anlatımla otomobil ve kent, birbirlerine uymayan mekân profillerine sahiptir. Öte yandan, akıllı teknolojik gelişmelerin hiçbiri, kent mekânının basit geometrisini değiştiremez.
Merkezî ve yerel karar vericilerin ulaştırma konusundaki en önemli yanlışı, kent mekânını kimin daha çok kullanacağı konusundaki yanlış tercihleridir. Birçok kişi, kentiçi otoyollar, kavşaklar, köprüler ve tüneller gibi altyapı yatırımlarıyla trafik tıkanıklığının azalacağını ve motorlu araçların daha hızlı hareket edeceğini düşünür. Oysa, bu yatırımlarla yaratılan yeni kapasiteler kısa bir süre sonra dolar, insanlara ayrılması gereken kentsel mekânlar araçlara ve otoparklara ayrılır, vatandaşların yürüyerek ya da bisikletle erişim olanakları kısıtlanır, kazalar ve motorlu araçlardan kaynaklanan karbon salımlarının, hava kirliliğinin ve gürültünün yaşam kalitesi, insan sağlığı ve iklim değişikliği üzerindeki olumsuz etkileri artar.
Ulaşımda kentlilik bilincini oluşturmak için hangi uygulamalar yaygınlaştırılmalı? Bu konuda yerel yönetimlerin alacağı inisiyatifler sizce nelerdir?
HALUK GERÇEK: Kentlilerin, yaşam alanlarını ilgilendiren yanlış karar ve uygulamalara karşı çıkabilmesi için öncelikle doğru bilgilendirilmesi gereklidir. Kentlilik bilincinin oluşması her şeyden önce kente ve ulaştırmaya ilişkin konularda doğru bilgilerin kentlilere aktarılmasını gerektirir. Yerel yönetimlerin, mesleki ve akademik kuruluşların halkı bilgilendirmek amacıyla yaptıkları kongre, sempozyum, çalıştay, panel gibi çalışmalar genellikle geniş halk kesimlerine bilgi aktarılması konusunda etkili olmamakta, akademik ve profesyonel çevrelerle sınırlı kalmaktadır. Doğru bilgilerin geniş kitlelere aktarılmasında yazılı ve görsel medyanın da değişik nedenlerle ama en çok da bağımsız olmaması nedeniyle etkili olmadığı, hatta bazen kamuoyunu yanlış bilgilendirdiği bilinmektedir. Kırsal kesimlerden büyük kentlere göç eden ve kentin çeperlerinde kurdukları zor yaşam koşullarında tutunmaya çalışan insanların kendi sınırlı yaşam alanları dışında olup bitenlere karşı duyarlı bireyler olmasının sağlanması kolay değildir.
Bilgilendirme ve kentlilik bilinci oluşturma çabalarına mahalle ve semt ölçeğindeki çalışmalarla başlamak, bu çalışmaları yenilikçi iletişim ve bilgilendirme araçlarıyla yaygınlaştırmak gerekir. Semt girişimleri, sivil dayanışma insiyatifleri ve kimi ilçe konseylerinin değişik kentsel projelere karşı başlattıkları bazı kampanyalar gibi örneklerin çoğaltılması ve yeni oluşumların yaratılmasıyla yerel yönetimlerin ve merkezî yönetimin yanlış kararlarından döndürülmesi mümkün olabilecektir.
Ulaştırma ve ulaşım hakları konusunda bilgilendirme ve toplumsal bilinç oluşturma çalışmaları kapsamında, toplulukları etkileyebilecek, toplumun tanıdığı ve güvendiği kişilerin desteğinin sağlanması, medyanın ve yenilikçi araçların daha etkili kullanılması, belgesel kısa filmlerin ve radyo programlarının yapılması, mahalle/semt toplantılarının düzenlenmesi, ulaştırmadan kaynaklanan sera gazı ve kirletici salımları, küresel iklim krizi, yaya hakları ve bisiklet ulaşımı gibi konulara öncelik verilmesi yararlı olacaktır.
Emisyon, gürültü ve görüntü kirliliğinin azaltılması için ulaşımda çevre ve iklim duyarlılığını artırmaya yönelik hangi önlemler alınmalı?
HALUK GERÇEK: Çağımızın en büyük sorunu olan ve etkileri her geçen gün artan iklim krizi karşısında kent ve ulaşım sorunlarına bakışımızı ve çözümlerimizi hızla değiştirmemiz gerekiyor. 2019 yılında Türkiye’de sera gazı salımlarının yaklaşık beşte biri ulaştırma kesiminden kaynaklandı. AB ülkelerinde ise, ulaştırmadan kaynaklanan sera gazı salımlarının oranı 2019 yılında %23.9 oldu. İstanbul’da iklim değişikliğine neden olan karbondioksit salımının %23-25’i ulaşımdan, bunun %75’i ise, motorlu kara taşıtlarından kaynaklanmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın “2050 yılına kadar karbon nötr bir kent” taahhüdü, motorlu araç salımlarını azaltmak ve İstanbulluların yaşam kalitesini artırmak için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. İstanbul C40 İklim Eylem Planı çalışması, karbon salımında 2030 yılına kadar %70, 2040’ta %95 ve 2050’de %100 azalma sağlamayı hedeflemektedir.
İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı’nda “Düşük Karbona Geçiş” teması altında kentin ulaşım sisteminin çevre dostu olmasını sağlamak ve vatandaşlar arasında sürdürülebilir, aktif ve sağlıklı yaşam tarzlarını teşvik etmek amaçlanmıştır. Bu bağlamda, 2040 yılında, ulaştırmadan kaynaklanan sera gazı salımlarında %60 azalma hedeflenmiştir. 2040 yılında İstanbul’daki otobüslerin tamamının elektrikli ve hibrit olması öngörülmektedir. İklim krizi karşısında, otomobile bağımlılığın azaltılması, ulaşım sisteminin karbonsuzlaştırması ve dayanıklılığının artırılması, metro ağı, yaya ulaşımının ve bisikletli ulaşımın yaygınlaştırılması politikaları yaşamsal öncelik taşımaktadır.
İklim etkisi dışında motorlu araç trafiği, insan sağlığını tehdit eden hava kirliliği ve gürültü gibi olumsuz çevresel etkilerin de çok önemli bir kaynağıdır. Çoğunlukla kentin çeperlerinde yaşayan yoksullar, hava kirliliğinden kaynaklanan sağlık sorunlarına karşı daha savunmasız durumdadır. İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı’nda, 2040 yılında, kentin merkez bölgelerinde trafik kazalarında sıfır ölüm, kişi başına ciddi yaralanma sayısında ise, %70 azalma hedeflenmiştir. Ayrıca ulaştırmadan kaynaklanan 65 dB ve üzeri gürültüden etkilenen nüfusta %75 azalma, 55 dB ve üzeri gürültüden etkilenen nüfusta ise, %50 azalma öngörülmektedir.