"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Hacer Foggo: Yerel Yönetimler Yoksulluk Azaltma Stratejisi Oluşturmalı

  • 22 Kasım 2021

“Derin Yoksulluk”, nesilden nesile aktarılan “geleceksizlik” hâlini de kapsıyor. Derin yoksullukla devreden yoksulluk arasındaki bağı anlatır mısınız? 


HACER FOGGO: Derin yoksulluk, bir bireyin her gün, o günün nasıl geçeceğini, ne yiyeceğini, kirasını nasıl ödeyeceğini, nerede uyuyacağını, temiz suyu nereden bulacağını, bebeğinin altını değiştireceği bezin yenisini, çocuğuna içireceği sütü, eczaneden alması gereken ilacı düşünmektir. Çocuğundan yaşlısına her aile ferdinin zihninde bu düşüncelerin durmaksızın dolaşmasıdır. Ben yoksulluğu ilk kez çocukluğumda, bir odada yaşarken, sonra evleri kentsel dönüşümde yıkılan insanların izlerini yıllarca takip ederken ve şimdi de yüzlerce sokakta, o evlerin içinde öğrendim. Evine buldozer girerken çığlığına tanık olduğum 12 yaşındaki Nurgül, 15 yıl sonra çekçeğiyle kâğıt toplarken buldu beni. Aynı Nurgül yıllarca çocuklarıyla barakada, gecekonduda, yağmurda, karda, kışta nasıl yaşadığını, bebeğinin kulağını fare ısırmasın diye sabaha kadar nasıl beklediğini anlattı. Yoksulluk, geçmişten kalan izleri çoğaltan, insanlık onurunu örseleyen, insanların zihinlerinde ve kalplerinde izler bırakan, nesillerden nesillere aktarılan ve hızla yaşlanan çocuklara devredilen bir miras, bir etikettir. Bu nedenle yoksulluk sadece gelir eksikliği değildir, aynı zamanda çocuklara onurlu bir yaşam teslim etme sorunudur.


Ekonomik kriz ve pandemi dönemi, derin yoksulluğu daha da derinleştirdi. Yoksulluğu önleyici acil müdahale politikalarının geliştirilmesi için sizce neler yapılmalı?


HACER FOGGO: Evet, sizin de dediğiniz gibi ekonomik krizle birlikte yoksulluk derinleşti. Şu anda yoksulluk içinde yaşayanların en önemli problemi, gıdaya erişim ve evsiz kalma korkusu. Pandemi döneminde olası krizlerle ilgili birçok belediyenin acil durum planı olmadığını fark ettik. Aslında var olan acil durum planlarının da deprem, yangın ve sel gibi doğal afetlerle ilgili olduğunu gördük. Yoksulluk ve açlıkla ilgili böylesi bir kriz beklentisi hiçbirimizde yoktu. Beklemediğimiz bir anda böyle bir krizle karşılaştık. Yerel yönetimler, bu krizin uzun süreceğini göz önüne alarak kısa ve uzun vadeli “acil durum planı” oluşturulmalı. Sosyal inceleme sistemlerinde de değişiklik yapılmalı. Sosyal yardım koşullarının gözden geçirilmesi, yoksulluğun boyutlarını  (engelli, yaşlı, yalnız anne, otizmli çocuk vb.) kapsayan bir içeriğe kavuşturulması, sosyal yardım/destek koşullarını sağlayamayan yoksullar meselesini çözecek önlemlerin alınması ve buna yönelik mekanizmaların kurulması, kriz dönemlerine özel düzenlemelerin, uyarlamanın, acil durum öncelemesinin yapılması gerekiyor. Sosyal incelemede takip mekanizmasının kurulması oldukça önemli. Yoksulluğun bir hanede kuşaktan kuşağa aktarılan “devreden yoksulluk” hâlini almaması için bu durumdaki hanelerin daha sık sosyal incelemeden geçirilmesi (en az üç ayda bir ziyaret edilmesi), sorunların erken tespit edilmesi, gerekli önlemlerin alınması ve yönlendirmelerin yapılması lazım. Belediyelerin farklı birimlerinin birlikte çalışacağı bütünlüklü bir sosyal hizmet anlayışına ihtiyaç var. 


Yerel yönetimlerin, dayanışma ağlarının, STK’ların ve diğer paydaşların yoksullukla mücadeleye ilişkin çalışmaları yeterli mi? Bütünlüklü sosyal hizmet modelleri nasıl oluşturulmalı? 


HACER FOGGO: Maalesef yeterli değil. Belediyeler, Derin Yoksulluk Ağı gibi yoksullukla mücadele eden sivil toplum örgütleriyle, konunun uzmanlarıyla, üniversitelerin sosyal hizmet birimlerindeki akademisyenlerle işbirliği yapmalı. Belediyelerin işbirliği, çalıştaylarda ve Zoom toplantılarında akademisyenlerden ve sivil toplum örgütlerinden görüş alma dışına çıkmıyor. Bu fikirler uzun vadede uygulanabilir projeler hâline gelmediğinde de belediyelerin yoksullukla mücadelesi inandırıcılığını yitiriyor. Bu nedenle belediyelerin işbirliği yaptıkları kurumları daha aktif hâle getirecek projeler yapılmalı. Belediyeler kapılarını yapıcı ya da eleştirel bakan sivil toplum örgütlerine kapatmamalı. Sivil toplum örgütleriyle işbirliği çalışmalarını yürütecek personelin de bu bakış açısına sahip olması oldukça önemli. Ayrıca yoksulluk alanında çalışan kurumların birbirleriyle veri paylaşması da faydalı olur. STK’lar ve sosyal hizmet merkezleri, çalışmalarına ve yardımlarına dair verilerini paylaşmalı, veri ve bilgi paylaşımıyla işbirliği süreci bir sistem hâline getirilmeli. 


Sosyal hizmet modeli olarak yoksul mahallelerde çocuklar için yürüme mesafesinde ders çalışabilecekleri mekânların açılmasını önerebilirim. Aynı zamanda yoksul mahallelerde ergen/çalışan ya da çalışmayan gençlere yönelik ucuz, kaliteli, gençlerin kendilerini iyi hissedebileceği, rahatlıkla gidebileceği kamusal alanlar yaratılmalı.


Derin Yoksulluk Ağı, “Yerel Yönetimlerle Yoksulluk Konuşuyoruz” adlı buluşma serisi düzenledi. Yerel yönetimlerle STK’ların işbirliği çalışmalarını pekiştirmek amacıyla düzenlenen bu buluşmanın etkilerinden, sonuçlarından ve çalışmanın sonunda paylaşılan rapordan bahseder misiniz? 

HACER FOGGO: “Yerel Yönetimlerle Yoksulluk Konuşuyoruz” etkinliği kapsamındaki buluşmalarımıza İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kartal Belediyesi, Maltepe Belediyesi, Pendik Belediyesi, Sultanbeyli Belediyesi, Şanlıurfa Belediyesi, Zeytinburnu Belediyesi, Ataşehir Belediyesi, Çekmeköy Belediyesi ve Fatih Belediyesi temsilcileri katıldı. 


“Yerel Yönetimlerle Yoksulluk Konuşuyoruz” buluşmalarının ana amacı, yoksulluk alanında sahada çalışan Derin Yoksulluk Ağı’nın ve yerel yönetim temsilcilerinin bir araya gelerek yoksullukla mücadele yöntemlerini paylaşması ve tartışması. Bu sayede yerel yönetimlerin birbirlerinin deneyimlerinden yararlanması ve örnek çalışmaların görünür hâle gelmesi hedeflendi. Temmuz ayı buluşmalarımızda ana odağımız, kurumların ve kişilerin yoksulluğun sebeplerini ele alış biçimleri ve yoksulluğu önlemeye yönelik temel noktalardı. Toplantımızda yoksulluk koşullarında yaşayan haneleri tanımlamada kurumların benzer mekanizmalara sahip olduğunu gördük.  Bu mekanizmadaki kriterler çeşitlilik gösteriyor, “hak temelli” ve “yardım temelli” olmak üzere iki temel yaklaşımı tartıştık. Yoksulluğun sadece gelir odaklı değil, yaşam koşullarının da göz önünde bulundurularak tespit edilebileceği noktasında tüm kurumların hemfikir olduğunu gördük. Yoksulluğun önlenebilmesi için öne çıkan çözümlerin başında istihdamın, eğitime devamlılığın ve hane bireylerini güçlendirici politikaların geldiğini dile getirdik. Ağustos ayındaki buluşmalarımızda ise, kurumların sosyal inceleme kriterlerini ve bu kriterlerin nasıl geliştirilebileceğini konuştuk. Ayrıca yoksullukla mücadelede yerel yönetimler arasındaki işbirliklerinin nasıl geliştirilebileceğini tartışma imkânı bulduk.  Her kurumun farklı kriteri olduğu için toplantı öncesinde katılımcılardan kurumlarının sosyal inceleme kriterlerini içeren dokümanları bizimle paylaşmasını istemiştik. Bu dokümanlardan yola çıkarak oluşturduğumuz tablo üzerinden kriterlerimizi ve ilkelerimizi tartıştık. Kullanılan sosyal inceleme sistemlerinde farklı paydaşlardan (valilik, kaymakamlık, muhtarlık vb.) bilgi almanın yetersizliği gündemimizdeydi. Örnek olarak e-belediyecilik sistemine geçişin yavaş ama iyi bir çözüm olduğu tartışıldı. Pandemi döneminde yeni yoksullar olduğu olduğu için sosyal inceleme kriterlerinde esneklik yapılabildiğine değinildi. Ayrıca sosyal inceleme uzmanları için eğitimlerin yetersiz kaldığı, daha kapsayıcı olmak için aile takiplerinin sıklığının artırılması ve puanlama sisteminin yeniden düzenlenmesi gerektiği konuşuldu. Yoksullukla mücadelede belediyeler benzer bir mekanizma izliyor. Bu mekanizma, başvuru sürecinden, mevzuata/kriterlere uygunluk açısından ön değerlendirme aşamasından, saha incelemesinden, sağlanması gereken desteğin ve yönlendirilmesi gereken birimlerin tespit edilmesi süreçlerinden oluşuyor. Bazı belediyeler için yoksulluk koşulları altında yaşayan kişilere verilen destekler “yardım” olarak ele alınırken, bazı belediyeler “hak temelli” bir yaklaşım geliştiriyor. Hak temelli yaklaşımda verilen desteklerin kişilerin vatandaşlık hakkı olduğu ve belediyenin bu vatandaşlık hakkını sağlamakla yükümlü olduğu düşüncesi temel alınıyor. 


Katılımcı belediyeler sadece gelir yoksunluğunun değil, yaşam koşullarının da yoksulluğun göstergesi olduğu konusunda ortaklaşıyor. Belediyelere yapılan destek başvuruları değerlendirilirken ev ziyaretleri önemli bir yer tutuyor. 


Pandemiyle ve ekonomik krizle birlikte yeni bir yoksul kesimin ortaya çıktığı görülüyor. Krizler öncesinde çalışan, esnaflık yapan birçok kişi işini ve gelirini kaybettiği için ev koşulları iyi olsa bile sosyal destek alma ihtiyacında oluyorlar. Belediyelerde yoksulluğa karşı sosyal destek anlayışının ekonomik destekle sınırlı olmadığı görülüyor. Yoksulluğa yaklaşım bütünsel bir nitelik kazanmaya başlıyor. İstihdam, eğitim ve psiko-sosyal destek, belediyelerin yoksulluğu ele alırken önceliklendirdiği konular oluyor. 


Birçok belediye, evde çalışabilecek durumda olan kişileri istihdam merkezlerine, psiko-sosyal desteğe ihtiyaç duyan kişileri psikolojik destek birimlerine, sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyan kişileri belediyelerin sağlık birimlerine yönlendiriyor. Sadece maddi desteklerin yoksulluk yaşayan kişilerin hayatlarında uzun soluklu değişiklikler yaratmadığı ortak bir gözlem olarak ortaya çıkıyor. 


Yerel yönetimlerin sosyal inceleme kriterleri çeşitlilik gösteriyor. Bu konudaki önerileriniz nelerdir?


HACER FOGGO: Belediyelerin çoğu için ilk değerlendirme kriteri, kişi başına düşen hane gelirinin açlık sınırının altında olması veya hane gelirinin asgari ücretin üçte birinden az olması. Belediyeler, hanelerin daha çeşitli özelliklerini değerlendirme süreçlerine dahil etme çabasında olduklarını belirtiyor. Örneğin, sağlık durumu, eğitime devam eden öğrencilerin varlığı, medeni durum, ev koşulları gibi değişkenler de bazı belediyelerin değerlendirme sistemleri içinde yer buluyor. Fakat birçok belediyede gelir dışı kriterler çoğunlukla geri planda kalıyor. Belediyeler, hane değerlendirilirken görüşmelerle ve ev ziyaretleriyle haneler hakkında genellikle şu bilgileri alıyor: Kişilerin sahip olduğu taşınmaz mallar, evde yaşayan kişi sayısı, haneye giren gelir, ev koşulları, evde çalışan kişi sayısı, çocuk sayısı, öğrenci sayısı, engellilik/hastalık durumu, diğer kurumlardan alınan destekler, medeni durum, kira ve fatura miktarları. Hane geliri dışındaki kriterleri değerlendirmeye katabilmek amacıyla belediyelerin kendi puanlama sistemlerini geliştirdiği görülüyor. Puanlama sisteminin bilimsel ve adil olması için uzmanlarla birlikte çalışılması ve sistemin bu doğrultuda oluşturulması gerektiği vurgulanıyor. Belediyeler, kendilerine başvuru yapan kişileri tespit edebildikleri için sistemin dışında kalan kişiler oluyor. Bu noktada STK-belediye işbirliklerinin kurulması faydalı olabilir. Sigortalı olan kişilerin değerlendirme süreci genellikle olumsuz sonuçlanıyor. Bu durum hem kişileri kayıtdışı çalışmaya itebiliyor hem de bazı yoksulluk durumlarının tespit edilememesine sebep olabiliyor. Belediye temsilcileri, evlere giden sosyal inceleme görevlisinin ailenin alacağı desteği belirlediğini, farklı uzmanların aynı hane için farklı kararlar verebildiğini belirtiyor. 



Dezavantajlı grupların (çocuk, genç, kadın, yaşlı ve engelli) yaşadığı yoksulluğu ortadan kaldırmak için neler yapılmalı? Yerel yönetimler, özellikle bu gruplara yönelik olarak yoksulluk azaltma stratejisi oluştururken hangi konulara dikkat etmeli?


HACER FOGGO: Yerel yönetimlerin destek verdiği hanelerle ilgili olarak hanelerin temel haklarına erişimini destekleyecek projeler üretmesi, derin yoksulluk için kalıcı çözüm yaratacak öneriler geliştirmesi, raporlama yapması ve bu önerilerin hayata geçmesi için aileleri takip edecek bir mekanizma oluşturması gerekiyor. Çünkü yoksulluğun azaltılması, hafifletilmesi ve ortadan kaldırılması, yerel yönetimlerin, kamu kurumlarının, özel sektörün ve sivil toplum örgütlerinin birlikte üstlenmesi gereken ortak bir sorumluluk. Bu sorumluluk paylaşıldığında gerçekçi ve hak temelli bir çözüm üretmek söz konusu olabilir. 


Ülkenin her köşesinde, her mahallede, her sokakta, herhangi bir bölgedeki kulübede yoksulluk yaşayan yurttaşıyla diyalog kuracak ve böylece yoksulluğu ortadan kaldıracak bir ülkenin inşasına bütün yurttaşların ihtiyacı var.  Derin yoksulluk yaşayanları, yeni yoksullaşan orta sınıfı, “Bir Basamak Yukarı” sloganıyla yoksulluktan yukarıya çekecek ve herkesin ekonomik büyümeden yararlanacağı bir ülke için yoksullukla mücadelenin ön saflarında olan yurttaşlar, sivil toplumla güçlü bağlar kuracak ve birlikte hareket ederek her bölgede belediyelerle yakın bir şekilde çalışacak. 

 

Derin yoksullukla mücadelede kurum ve kuruluşlar arasında neden bir iletişim mekanizması kurulmalı? Yerel yönetimlerin bu süreçte alması gereken inisiyatifler sizce nelerdir?


HACER FOGGO: Şu âna kadar sahada yaptığımız çalışmalara ve gözlemlere bakarsak, bu konudaki sorunları ve önerileri şöyle sıralayabilirim: 


  • Belediyelerde sosyal çalışmacı sayısının yetersizliği sebebiyle sosyal inceleme sisteminde aksaklıklar yaşanıyor.  İstanbul’da birçok ilçe belediyesinde olduğu gibi, 500.000 nüfuslu bir ilçede dahi 5 tane sosyal hizmet uzmanı, sosyal çalışmacı var. Personel sayısındaki yetersizlik, sosyal hizmet uzmanları tarafından da vurgulanıyor. Belediyeler, kriz dönemlerinde, örneğin pandemi döneminde, artan sosyal çalışan ihtiyacını farklı birimlerdeki personeli sosyal destek birimlerinde görevlendirerek karşıladı. 


  • Sosyal inceleme sürecinden sonra hanedeki değişiklikler izlenemiyor. Belediyelerin, desteklediği aileleri takip etmesi, hanedeki acil durumlardan veya değişikliklerden haberdar olması çok önemli. Fakat bu takibin yapılabilmesi için de yeterli sayıda çalışan olmadığını gözlemledik. Örneğin, bizim de takip ettiğimiz seyyar satıcı bir baba kanser olduğunda çalışamayacak duruma düşüyor, liseye giden çocuk okuldan alınıyor, berberde çalıştırılıyor, böylece devreden yoksulluk için ilk adım atılıyor. Belediye, duruma o anda müdahale edebilse (belki küçük bir destekle, başka kamu kurumlarının da desteğini alarak), çocuğun okuldan alınmasını önleyebilir. Takip sisteminin oluşturulması için belediyelerin mahalle evleri veya mahalle danışmanlığı birimleri çözüm olabilir. 


  • Yaşadığımız kriz, hayatını idame ettirebilen ailelerin de aniden yoksulluk koşulları altında bir hayat sürmeye başlayabileceğini gösterdi. Bu duruma karşı sadece yoksulluk koşullarında yaşayan hanelerin değil, yoksulluk riski olan hanelerin de desteklenmesi ve takip edilmesi gerekir ki, yoksulluk çoğalmasın. Kriz ortaya çıktıktan hemen sonra müdahale edilse de, önleyici hizmetler sayesinde hanedeki krizin derinleşmesi engellenebilir. (Yani asgari ücretlilerin doların artmasıyla birlikte birdenbire derin yoksulluğa düşmesi gibi.) Hayatında hiç sosyal yardım almamış bir esnafın işyerini kapatmak zorunda kalması, onu gıdaya dahi erişemez hâle getiriyor. Bu da yoksulluğu çoğaltan başka bir unsur. Bu durumu hemen tespit edecek bir mekanizma oluşturulmalı. 


  • Yerel yönetimler, yoksulluk azaltma stratejisi oluşturmalı, merkezî yönetimden yetki ve bütçe almalı, mahallenin içinde çocuklara, kadınlara yönelik sosyal hizmet modellerini uygulayacağı çalışmalar yapmalı.

 

  • Yerel yönetimler, sürdürülebilir bir değişim için kaymakamlık, bakanlık, il belediyesi ve ilçe belediyeleriyle ortaklaşa çalışmalı. Yerel yönetimlerin bir haneye gönderdiği sosyal hizmet uzmanı, bir hak ihlaline karşı kaymakamlığın ya da merkezî yönetimin yapması gereken ama yapmadığı (sosyal yardımın kesilmesi vb.) çalışmalarla ilgili kamu kurumunu uyarmalı, bu konuda aileye bilgi vermeli, aileyi yönlendirilmeli ve takip etmeli. Kamu kurumlarıyla birlikte aileyi güçlendirecek bir sistem oluşturulmalı.


  • Hanelere farklı kurumlar tarafından verilen destekler hakkında kurumlar arasında bilgi paylaşımının yapılması, kaynağın verimli kullanılmasına katkı sağlıyor. E-belediyecilik, bu sorunu çözebilecek bir sistem. Bu nedenle her belediye mutlaka e-belediyecilik sistemine girmeli ve aileyi takip etmeli. 


  • Sosyal destek başvurularının incelenmesi sürecinde inceleme yapan çalışanın kişisel yaklaşımının kararı değiştirebildiği görülüyor. İncelemelerin adil yapılması, hanelerdeki gelişimin ve yoksulluğun azalıp azalmadığının göz önünde bulundurulması, bu doğrultuda sosyal inceleme sistemlerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca incelemede görev alan çalışanların objektif ve etik değerlendirme yapabilmek için kapasite geliştirme eğitimlerine katılması ve sosyo-duygusal anlamda desteklenmesi önemli. Sosyal inceleme uzmanlarıyla yerel yönetimde bağlı oldukları yöneticiler arasındaki güven ilişkisi de çok önemli.


  • Her aile için ayrı ayrı hazırlanacak müdahale planı, yoksulluk döngüsünün kırılması ve desteklerin değişmesinin hedeflemesi açısından önemli. Yani hane içindeki otizmli çocuğu, yalnız anneyi ya da yaşlı yalnız bir bireyi güçlendirecek ayrı planlar yapılmalı.


  • Kriz durumlarında sosyal hizmet ve sosyal inceleme sistemlerinde ailenin aciliyet durumuna göre değişiklikler yapılmalı. 


  • Kriz durumlarında bazı hizmetler ertelenmeli, sosyal hizmetlere ayrılan bütçe artırılmalı.


  • Belediyeler arasında koordinasyon sağlanmalı (iyi modellerin hızlıca aktarılması açısından ayrıca önemli).


  • Sosyal belediyecilik modellerinde örnek olan belediyelerin (ulusal/uluslararası) katılım gösterebileceği koordinasyon sistemi, özellikle büyükşehir belediyeleri için yeni işbirlikleri üretilmesi açısından faydalı olacaktır.


  • Yoksullukla ilgili güncel süreci takip edecek bir yerel yönetim ağı, uzun vadede belediyelerin birlikte hareket edebileceği haber, bilgi ve koordine ağı olarak şekillenebilir. Oluşturulacak bu ağ, yoksulluğun siyaset üstü değerlendirilmesine katkı sağlayabilir.

 

  • Temiz suya erişemeyen ailelere haftalık olarak temiz su sağlanması, bakım ihtiyacı olan kişilere (engelli, yatalak vb.) sağlık ekibinin yönlendirilmesi için gerekli planlamalar yapılmalı.


  • Düzenli geliri olmayan ailelerin sağlıklı beslenmesi için yeterli miktarda ve nitelikte gıda temin edilmeli. Bebek bezi ve maması, kadın pedi, temizlik malzemeleri, cerrahi maske gibi temel ihtiyaçlar ulaştırılmalı. 


  • Yoksul mahallelerdeki okullar kaynak yetersizliğinden söz ediyor. Her belediye bu okullarla işbirliği yapmalı. Okulların temel ihtiyaçları dışında çocukların ihtiyaçları da karşılanmalı (beslenme, mont, bot vb.).


  • Belediyelerin ve yoksulluk alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin birbirlerinin hizmetlerinden haberdar olacakları, gerektiğinde yönlendirme yapabilecekleri, çözümler hakkında birlikte çalışabilecekleri bir ağın gerekliliği de ortaya çıkıyor. 


Önerilen Haberler