"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Şevval Şener: Sosyal Yardım Süreçleri Hak Temelli Bir Bakış Açısına Sahip Olmalı

  • 22 Kasım 2021

Derin Yoksulluk Ağı’nın parçası olan on dört kişinin hikâyesinden oluşan, katılımcıların anlattıklarının yanı sıra ilgili mevzuatın, araştırma verilerinin ve haberlerin yer aldığı “Hikâyenin Yok Hâli” adlı kitap geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitabın hazırlanma sürecini anlatır mısınız?


ŞEVVAL ŞENER: Derin Yoksulluk Ağı olarak yola çıktığımız ilk günden beri artan yoksulluğun yol açtığı insan hakları ihlallerini izlemeyi, derin yoksulluğun sürdürülemez koşullarını görünür kılmayı amaçladık. Kasım 2020’de yayımladığımız “Pandemi Döneminde Derin Yoksulluk ve Haklara Erişim Araştırması: Yerel Yönetimlere Kriz Dönemi Sosyal Destek Programları İçin Öneriler” raporunu Ataşehir, Beyoğlu, Çekmeköy, Fatih, Şişli ve Ümraniye ilçeleri odakta olmak üzere Avcılar, Esenyurt, Üsküdar, Sancaktepe, Sultangazi ve Sultanbeyli ilçelerinden toplam 103 katılımcıyla görüşerek hazırladık. Bu araştırma raporunda istihdam, yaşam alanı, güvenlik, barınma, beslenme, sağlık, eğitim, sosyal desteklere erişim gibi alanlarda kişilerin haklarına ne derece erişebildiklerini, pandeminin bu durumu nasıl etkilediğini araştırdık. Ortaya çıkan veriler bizim için bile çarpıcıydı. Bu araştırma raporu İstanbul’da derin yoksulluk alanında savunuculuk faaliyetleri yaparken ve dayanışma kampanyasını sürdürürken temel aldığımız bir yoksulluk gerçeği oldu. Ancak biliyorduk ki, her verinin arkasında uzun uzun anlatılması gereken hikâyeler vardı.  


“Evden Değiştir” dayanışma modeliyle destek olduğumuz kişilerle birebir iletişimimiz devam ediyor. Risk altındaki kişileri ve evleri düzenli takip ve ziyaret ediyoruz, nasıl destek verebileceğimiz konusunda çalışıyoruz. Aslında her risk durumunun önlenebilir olduğunu fakat derin yoksulluk yaşayan kişilerin sistematik olarak dışlanmaya ve ayrımcılığa maruz kaldığını görüyoruz. Tam da bu nedenle, Derin Yoksulluk Ağı’na dahil olan, uzun süredir izlediğimiz ve dayanışma içinde olduğumuz on dört kişinin hikâyesini, o kişilerin hayallerini, direnme biçimlerini, dayanışma yöntemlerini ve en başta o hikâyeye neden olan sorumluları ortaya koyarak aktarmak istedik.


Görüşmeler yarı yapılandırılmış bir şekilde ancak sohbet havasında yapıldı. Ardından hikâye sahiplerinin dilinden okuyucuya aktarıldı. Kimisi isminin görünür olmasını, kimisi görünür olmamasını istedi. Bahar Coşkun, İstanbul’da gezdiği çeşitli mahallelerde çizdiği yağlıboya tablolarını Hikâyenin Yok Hâli için bağışladı. Tülay Demircan, o yağlıboya tabloları kitabın tasarımına aktardı. Kitap, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’nde derinyoksullukagi.org web sitesinde Türkçe ve İngilizce dillerinde ücretsiz erişime açıldı. Ayrıca sesli kitap olarak da Spotify üzerinden ücretsiz dinlenebiliyor. 



“Hikâyenin Yok Hâli”, yoksulluğun bir insan hakları meselesi olarak ele alınmasına sizce nasıl bir katkı sağlayacak? Derin yoksulluğu farklı bir yöntemle, bizzat yaşayanların deneyimleriyle hikâyeleştirerek anlatma yöntemini neden tercih ettiniz? Bu anlamda zorluk yaşadınız mı?


ŞEVVAL ŞENER: Bakanlık tarafından “Ülkemizde aşırı yoksulluk sıfırlandı,” açıklamaları yapılırken, ülkedeki ekonomik kriz görmezden gelinirken ve artan enflasyona karşı bir koruma geliştirilmezken pandemi gibi bir süreçte yoksulluğun yok sayılması, bizi gerçeklerin gözler önüne serilmesi ihtiyacıyla yüzleştirdi. Bir hak ihlalini yalnızca verilerle ya da teknik bir dille anlatmak, bu durumu yaşayan insanların hayatının nasıl etkilendiğinin anlaşılması konusunda yetersiz kalabiliyor. Ayrıca yoksulluğun her insandaki etkisi farklı oluyor. Bunu anlayabilmek için de öznel hikâyeleri duymaya ve dinlemeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.


Barakada oturan kişilerin yüzdesini verirken, bir aile neden barakada yaşamak zorunda kaldı, barakada yaşam nasıl, o barakayı nasıl yaptı, barakayı yapana kadar neler yaşadı ve nasıl çözümler üretmeye çalıştı, hangi kurumlara gitti, o kurumlarda neler yaşadı, o kişinin barakada yaşamasının sorumluları kimler gibi soruların yanıtlarını göremeyebiliyoruz. 


Kâğıt ve plastik toplayan kişilere dair bir araştırma verisi paylaştığımızda bir hanede plastik toplama işi nasıl yürüyor, günde kaç saat, hangi koşullarda plastik toplanıyor, evdeki çocuklar o sırada ne yapıyor, kâğıdın kilosu, kişilerin hissettikleri, okulu bırakıp kâğıt toplamaya başlayan çocuğun olmayan seçenekleri gözden kaçabiliyor.



 

“Ben çıktığım zaman eşim çocuklara bakıyor. Çocukları asla yanıma almıyorum, perişan olurlar. Öğrensinler de istemiyorum, okula gitsinler, bilmesinler bu işi istiyorum. Ancak yaşayan bilir, çok zor, kaç kilo oluyor çekçek, yokuşu çıkması çok zor. Kan ter içinde kalıyorsun, bırakayım diyorsun. Sonra trafiği var, arabaların kenarından, peşinden hızlı hızlı gitmeye çalışıyorsun. Yokuş aşağı inmesi ayrıca zor. Hepsi çok zor. Ağırlaşsa bir dert, ağırlaşmasa para kazanamıyorsun.”

Hikâyenin Yok Hâli, s. 19





Kanser hastalığıyla mücadele eden, bebeği olan ancak seyyar satıcılık yaparak geçinen, dengeli ve sağlıklı beslenmesi gereken, düzenli olarak tedavi gören bir kişi yoksulluk nedeniyle neler yaşıyor? Her gün öğün atlarken doktor tarafından verilen diyete nasıl uyacak? Evde dinlenmesi gerekirken günlük işini kaybettiğinde nasıl geçinecek? Tedavi görmek için hastaneye ulaşımını nasıl sağlayacak? Sistemik olarak çözülmesi gereken meseleler neler, o kişinin yapabilecekleri neler?


Otizm tanısı olan bir çocuğa bakan yalnız bir anne, eski eşinden nafaka alamazken, günlük işler yapmaya çalışırken çocuğa kim bakacak? Çocuk, konuşma terapisine nasıl başlayacak? Düzenli ve dengeli beslenme, yeterince uyaran ve sosyal hayat bu çocuğa nasıl sağlanacak? Anayasa ve taraf olduğumuz BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, her çocuğun temel haklarına adil bir şekilde erişmesini korurken, bazı çocuklar neden “yoksulluk” nedeniyle temel haklarına erişemiyor? 


Tüm bu soruların yanıtları da yaşanan insan hakkı ihlallerine, yoksulluğun aslında bir “suç” olarak görüldüğüne, önyargılara ve yapılan ayrımcılığa ışık tutuyor. Belki de çözüm üretirken bu soruları sormak, bu soruları sorabilmek için de kişilerin yoksulluk nedeniyle yaşadığı sorunları görebilmek gerekiyor.



“Bir senedir kemoterapi alıyorum, ameliyat olma ihtimalim var. Doktorum son bir kemoterapi daha almamı söyledi. Önce kan tahlili vereceğim, sonra son kez kemo alacağım, sonra PET tarihi… Eğer PET’te küçülme çıkarsa, ufalma varsa karaciğerdekinde, ameliyat olacağım. Eğer yoksa kemoterapiye devam edeceğiz. Riskliymiş benim ameliyatım, o yüzden… “Ne kadar küçülürse senin için o kadar iyidir. Kemoterapiden canının yandığının ben de farkındayım. Daha ilaçlar veriyorum, vereceğim sana. Acı çektiğini biliyorum ama en iyisi, en hayırlısı kemoterapi” diyor doktorum. Ben ameliyat olsam da kurtulsam diye düşünüyorum. Ama doktor da, “Ameliyat olanlar hâlâ kemoterapi görebiliyor” diyor. Evde de ilaç kullanıyorum. Ağrılarım çok fazla olduğu için evde ağrı kesici serum aldığım oluyor. Beslenme biraz zor, günü geliyor hiç yemediğimiz oluyor. Pandemi de başladı, herkes işsiz güçsüz. Seyyara çıkan para getiremiyor, çekçeğe çıkan para getiremiyor. Markete gitsen biri bin para. Annem ve kız kardeşim yemek yaptıkça bana da getiriyor. Kardeşimle aramda dört yaş var, ama ben ona değil o bana ablalık yapıyor, biliyor musun? Yokluk çok zor bir şey. Doktor diyor, sağlıklı beslenmelisin. Besleneyim de, nasıl?”


Hikâyenin Yok Hâli, s. 67




Yaptığınız mahalle ziyaretleri, telefon görüşmeleri ve destek süreçleri esnasında dinlediğiniz insan hakları hikâyelerinin kamusal alanda görünür ve bilinir olması için neler yapılmalı? Yerel yönetimler bu süreçte sizce nasıl bir rol üstelenebilir? 


ŞEVVAL ŞENER: Görüşmelerimiz esnasında karşılaştığımız hak ihlallerini “günlük insan hakları” hikâyeleri olarak birkaç cümleyle özetlemeye ve sosyal medya üzerinden yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Görüşmeler sırasında yerel yönetimlerin kriz durumlarında etkili bir aksiyon almakta zorlandığını, bürokrasinin işleri zorlaştırdığını, derin yoksulluk koşullarında yaşayan kişilerin bazen ikamet adresi dahi olmadığı ya da 3-4 hanenin aynı adreste göründüğü gibi durumlar göz önünde bulundurulmadan destek süreçlerinin yürütüldüğünü, sosyal inceleme süreçlerinin hak temelli bir bakış açısıyla tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini görüyoruz. 


Özellikle CHP, ülkede artan yoksulluğun farkında, verilerle ve kişilerin aktarımlarıyla yoksulluğu görünür kılmaya çalışıyor. Ancak söz konusu siyasi partiler ve yerel yönetimler olduğunda farkındalık düzeyinde kalmak yeterli olmuyor. Belirli sınırlar çizilmiş olsa dahi yerel yönetimlerin önemli bir özerk alanı var. Bu nedenle en başta, yoksulluğu nasıl tanımladıklarına dair özeleştiri vererek başlayabilirler. Yoksullukla mücadelede önleyici politikaları var mı, strateji planlarında vaat ettikleri taahhütleri yerine getiriyorlar mı, yoksulluğun nesilden nesile aktarılmaması için kendi il ve ilçe sınırlarında önleyici ve güçlendirici nasıl bir takip sistemi kurabilirler gibi sorular üzerinde çalışmalılar. Sosyal inceleme ve destek verme süreçlerini hak temelli bir bakış açısıyla ve derin yoksulluk koşullarının yarattığı durumlara dair bir farkındalıkla tekrar gözden geçirmeli ve bununla birlikte sosyal inceleme görevlilerinin mesleki kapasitelerini güçlendirmeliler. 




“Otizm tanısı olan bir çocuğun dengeli beslenmesi, spor yapması, eve kapanmadan, mümkünse akranlarıyla normal yaşantının içinde olması gerektiğinin, bunlara ilaveten özel eğitim ve konuşma eğitiminin bu çocuklar için çok kıymetli olduğunun bilincindeyim. Bu bir takım çalışması, bir zincir… Hepsi yerine getirilmeli, durum bu… Bu arada bir şeyler olsun diye çabalarken pek çok kurumla görüşüyorsun. Belediyedeki ve partilerdeki insanlar bu çocuklarla fotoğraf çekiliyorlar, sözler veriyorlar, yaparız ederiz... Sonrasında insan zannediyor ki bir çözüm olacak. Yok öyle bir şey. Gerisi yerine getirilmiyor.”


Hikâyenin Yok Hâli, s. 111



“Derin Yoksulluk”, aynı zamanda bir sosyal dışlanma ve eşitsizlik meselesi. Yoksulluğun ortadan kaldırılması için geliştirilecek politik önerilerin kapsamı sizce nasıl olmalı? 


ŞEVVAL ŞENER: Öncelikle yoksulluğa karşı kaderci, sorunu ve dolayısıyla çözümü kişiye yükleyen anlayıştan vazgeçilmeli, yoksulluğun tercih edilen ve uygulanan politikaların sonucunda ortaya çıktığı kabul edilmeli. Dolayısıyla yoksulluk bir insan hakları ihlali olarak ele alınmalı. Hak temelli bir yaklaşım, yoksulluğun doğasındaki çok boyutluluğun altını çizmektedir, yoksulluğu birbiriyle ilişkili ve birbirini pekiştiren bir dizi yoksunluk bağlamında tanımlamaktadır ve yoksullukla ilişkili damgalama, ayrımcılık, güvensizlik ve sosyal dışlanma durumlarına dikkat çekmektedir. Hükümet, ulusal ve uluslararası mevzuatta taahhüt edilen hakların korunması için önlemleri bütüncül olarak ele almalı, yoksulluğa neden olan yapısal ve sistemik sorunları tespit etmeli ve ortadan kaldırmalıdır. 


Ayrıca yoksulluk içinde yaşayan insanların onuru ve özerkliği saygıyla ele alınmalıdır. Çalışmalarımız esnasında en sık karşılaştığımız önyargılardan biri de yoksul kişilerin makarna ve kömürle kandırılabilen, pasif, daha iyisini hak etmeyen kişiler olduğu düşüncesi. Oysa, yoksulluğu bizzat deneyimleyen kişilerin hak sahibi birer özne olarak görülmesi, kamu politikalarının tasarımı da dahil olmak üzere kamusal hayata anlamlı ve etkili bir şekilde katılması ve yükümlülük sahiplerini bu konuda sorumlu tutmaları yönünde güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. 


Önerilen Haberler