"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Zeynel Emre: Hiçbir Düzenleme Türkiye’yi Hukuk Devleti Olmaktan Uzaklaştıramayacak

  • 22 Kasım 2021



Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete giriş motivasyonunuz neydi?


ZEYNEL EMRE: Babamın hukukçu olmasının da etkisiyle hukuk fakültesini bitirdim Başta ceza davaları olmak üzere farklı içerikteki birçok davada müdafi oldum. Mesleğimi hem hak savunuculuğu hem araştırma yönü hem de bir mağduriyeti giderebilme özelliklerinden dolayı severek sürdürdüm.

 

Avukatlığın ifade ettiğim yönleri zaman içinde siyaset alanına kaymama neden oldu. Yaşanan sorunlara bireyin değil, toplumun örgütlenme şeklinin ve toplumu yönetenlerin neden olduğuna avukatlık mesleğini icra ederken daha sık şahit oldum. Bu, sosyal ve kültürel politikalarla ekonomik sistemin yanlışlarının yansımasıydı. Yanlışları tamamen ortadan kaldırmak kolay değildi, ama bir yere kadar ‘dur’ denebilirdi. Bu motivasyonla Türkiye’nin dününü kuran, aydınlık yarınlarının da öncüsü olan CHP’de görev almaya karar verdim. Evrensel bir siyasi anlayışı geliştirme idealiyle üyesi olduğum CHP’de mahalle delegeliğinden başlayarak il delegeliği, Bakırköy İlçe Örgütü avukatlığı, seçimlerde sandık görevliliği gibi çeşitli kademelerde görev yaptıktan sonra İstanbul İl Başkanı yardımcılığı ve 2012-2015 yılları arasında da İstanbul İl Sekreterliği görevlerinde bulundum, CHP tarihinde bu göreve gelen en genç üyelerden biri oldum.

 

Partimin İstanbul örgütünde aldığım görevlerin ardından 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde ön seçime girerek İstanbul 3. Bölge milletvekili seçildim. 25. dönemin ardından 26. ve 27. dönemde de aynı bölge milletvekili oldum, görevimi sürdürmekteyim.


TBMM Adalet Komisyonu’nda kamudaki bürokratların maaşlarıyla ilgili araştırma önergesi verdiniz. Yoksulluğun ve işsizliğin giderek derinleştiği ülke koşullarında adalet sizce nasıl tesis edilecek? Komisyondaki çalışmalarınızdan ve bu araştırma önergesine ilişkin süreçten bahseder misiniz?

ZEYNEL EMRE: Ülkemizde güçler ayrılığı her zaman sorunluydu, ancak son on yıldaki kadar vahim bir duruma gelmemişti. AKP iktidarı tarafından özellikle yargının, siyasi alanın dizaynında manivela şeklinde kullanılmasının ağır bedelini (FETÖ’yle yapılan kirli ortaklığın ardından) toplum olarak yakın bir geçmişte ödedik. Bu ağır bedelden hâlâ ders çıkarılmamış. Yargı nasıl ki FETÖ’nün elinde Türkiye’de demokrasiyi ve hukuku savunanlara karşı silah olarak kullanıldıysa, bugün Saray’dan güç alan anlayışın elinde de aynı şekilde kullanılıyor. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun öncülüğündeki Adalet Yürüyüşü’nün amacı da buydu. Mücadelemizin haklılığı bugün daha iyi anlaşılıyor. Adaletin günümüzde su ve ekmek kadar önemli olduğunu dört yıl önce, yirmi beş gün süren bir yürüyüşle anlattık, bugün de halkın içinde anlatmaya devam ediyoruz. Meclisteki çalışmalarımızı da bu çerçevede yürütüyoruz. Bu bağlamda kamudaki bürokratların birden fazla maaş alması, hatta bazılarının 3-4 maaşı birlikte alması bir adalet sorunu. Türkiye’de genç işsizliğin %32’ye çıktığı, neredeyse her ailede bir gencin işsiz olduğu şartlarda birilerinin halkın vergileri üzerinden birkaç maaş alması, aslında adaletsizliğin göstergelerinden biri. Bu bürokratlar kim diye baktığımızda daha da vahim bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz. Hatırlayacağınız üzere çift maaş alanlardan biri, spordaki başarılarından ötürü gurur duyduğumuz ancak bankacılıktan anlamadığı bilinen Hamza Yerlikaya’ydı. Hamza Yerlikaya hem Gençlik ve Spor Bakanı yardımcısıydı hem de Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesiydi. Özelliği neydi? AKP eski milletvekili ve tabii ki AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakın isimlerden olmasıydı. Şunun altını çizmek lazım. Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlık derecenize göre devletten istediğiniz kadar maaş alabilirsiniz. Verilen işle ilginizin olmaması, liyakat sahipliğiniz hiç önemli değil. Bu kişileri saysak, herhâlde sayfalarca liste oluşur. Bu adaletsizliğin hangi boyutlara ulaştığı, kimlerin kaç maaş ve ne kadar aylık aldığının tespit edilmesi, uygulamaya son verilmesi ve verilen maaşların geri alınması için TBMM’yi göreve çağırdık, bir araştırma önergesi verdik. Liyakatsizliğin prim yapması, AKP’li olmanın iş bulma aracı hâline gelmesi ve kamuda birden çok maaş verilmesinin normalleştirilmesi, yeni neslin bu durumu benimsemesine neden oluyor. Bu, birilerinin zengin edilmesinden daha büyük bir zarardır ve tersine çevrilmesi neredeyse imkânsızdır. İfade ettiğim üzere konu sadece maaş konusu değil, toplumda hâkim olan adaletsizliğe yönelik bir karşı duruş.

Merkezî yönetimin STK’lar ve dernekler üzerinde denetimin artırılmasına yönelik kanun değişikliğine itirazınız oldu. Hukukçu kimliğinizle bu düzenlenmenin sivil toplum nezdindeki etkilerinden bahseder misiniz? Değişiklik, yerel yönetimlerle STK’lar arasındaki ilişkiyi sizce nasıl etkileyecek?

ZEYNEL EMRE: Bahsettiğiniz düzenleme geçen yılın son aylarında TBMM’ye sevk edilen ve hızla yasalaştırılan bir torba kanun teklifi. Söz konusu kanun teklifi aslen kara para aklamanın, terörün finansmanının ve kitle imha silahlarının yayılmasına ilişkin finansmanın önlenmesine yönelikti. Uluslararası bir örgütlenme olan Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF), Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmaması üzerine yaptığı uyarıların ardından gündeme gelen yasa teklifi, gereklilikleri yine tam olarak sağlamamıştı. CHP’li milletvekilleri olarak teklifin görüşmeleri sırasında ısrarla uyarmamıza karşın gerekli değişiklikler yapılmadı. Aradan geçen on ayın ardından ne yazık ki Türkiye, uluslararası alanda kara para aklamaya, terörün finansmanına ve kitle imha silahlarının yayılmasına ilişkin finansmanın önlenmesine ilişkin gerekli tedbirleri almadığı için gri listeye girdi. Bu kanun teklifindeki başka bir düzenleme de İçişleri Bakanlığı’nın dernek yönetimlerine yargı kararı olmaksızın müdahalesini içermekteydi. Anayasanın hukuk devleti ilkesini öngören 2., dernek özgürlüğünü öngören 33. ve temel hakların sınırlanmasında kanunilik ilkesini öngören 13. maddelerine açıkça aykırı olan bu düzenlemeye de karşı çıktık, ancak iktidar mensuplarının otoriterlik arzusunu aşamadık. Temel sorun, iktidarın hayalindeki toplumsal örgütlenme şekli. Tek başına iktidarının yirminci yılına giren AKP, tam bir güç zehirlenmesi yaşıyor. İlk yıllarında ademimerkeziyetçiliği savunan, hatta bu görüşün arkasına saklanarak cumhuriyetin kazanımlarını eleştirip tepki gösteren AKP, geldiğimiz aşamada tüm gücün tek adamda toplanmasını hedefliyor. Bunu yaparken ne anayasayı ne de hukuk devleti kurallarını tanıyor. Her geçen gün yerel yönetimlerin bir yetkisini tırpanlayan, kayyum yöntemiyle seçilenlerin yerine atamalar yapan AKP, sivil toplumu da, sosyal medyayı da önünde engel olarak gördüğü için antidemokratik ve hukuk dışı uygulamalarını yaygınlaştırıyor. Kısa evrede olumsuz bazı etkiler yaratsa da, bu ve benzeri hiçbir düzenleme Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan uzaklaştıramayacaktır. Anayasanın 1. maddesinde yazan, Türkiye’nin “…demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu hükmünün en önemli özelliklerinden biri tabii ki sivil toplum örgütlenmeleridir. Sivil toplum, sosyal hayatın iç dinamiklerinden beslenmektedir, her türlü baskıya ve sınırlamaya karşı kendine yaşam alanı açma özelliği taşımaktadır. Bu bağlamda merkezî yönetimden gelen her türlü baskının, yerel yönetimlerle sivil toplum arasındaki işbirliğini daha da artıracağını düşünüyorum. Bu yakınlaşma, birçok olumlu sonucu da ortaya çıkaracaktır.



Önerilen Haberler