- 28 Şubat 2021
YÜKLENİYOR
Kadın yoksulluğunun belirleyicisi olan toplumsal dinamikler nelerdir?
ŞEMSA ÖZAR: Kadın yoksulluğunda belirleyici olan toplumsal dinamikler, patriyarka ve kapitalizmdir. Patriyarka, toplumsal yapı ve ilişkiler içinde erkekleri birincil, kadınları ikincil konuma yerleştirir. Kapitalizm de kadınların bu ikincil konumundan çıkar sağlayarak patriyarkayla uyum içinde kadınlara yönelik daha derin bir sömürü sistemi işletmekten geri durmaz. Toplumsal açıdan bu şekilde temel bir çatı oluşturduktan sonra bununla bağlantılı farklı toplumsal dinamikleri detaylandırmamız mümkün. Burada ev içi ve ev dışı ayrımından yararlanabiliriz. Bu ayrım, birbirinden bağımsız kategorilere işaret etmiyor tabii. Patriyarkanın ve kapitalizmin birbirini nasıl beslediğini anlatırken işimizi kolaylaştırması açısından bu kategorileri kullanıyoruz. Bu nedenle konuyu detaylandırmadan önce şu notu bırakmak isterim. Ev içi ve ev dışı aynı toplumsal dinamiklerden beslenerek şekilleniyor, birbirleriyle etkileşim süreci de kadın yoksulluğuna neden oluyor.
Öncelikle ev içi olarak tanımladığımız alana baktığımızda, kadınlar hane içinde ev işlerini ve ailenin bakım hizmetlerine harcanan ücretlendirilmeyen emeği yüklenmiş durumda. Ev içindeki bu işlerden ötürü ekonomik değer elde edemedikleri gibi, ev içinde ve dışında ekonomik değer elde etmeye yönelik ihtiyaç duydukları zamanı da tüketiyorlar. Burada yaşadıkları zaman yoksunluğu, ekonomik yoksulluğu derinleştiriyor ve kalıcı hâle getiriyor. “Kadınlar çalışmıyor ya da çalışmak istemiyor,” deniyor mesela. Oysaki kadınlar, ekonomik karşılığı olan işlere ayırabilecekleri zamanı ev işlerine ve bakım hizmetine harcadığı için zaman kalmıyor. Masaya yemek koymak, gömlek ütülemek ve mama hazırlamak, ışık hızıyla yapılan işler değil. Aynı zamanda kadınların aileye giren ve aile içinde üretilen değerlere erişimleri de kısıtlı. O değerlerin aile fertleri arasındaki dağılımında da esas söz sahibi olan kişi değiller çoğunlukla. Aile içindeki zaman kadınların aleyhine eşitsiz dağıldığı gibi, ekonomik getiriler de eşitsiz dağılıyor. Bu, dışarıda emek piyasasında çalışan ve ücret alan bir kadın için de geçerli. Kazandığı ücrete erkekler tarafından el konulabiliyor veya kadınların kazandığı ekonomik değer ailenin ortak bütçesine aktarılıyor. Kadına ait olmuyor. Araştırmalar gösteriyor ki, erkekler kadınlara kıyasla kazançlarının çok daha fazlasını kendine ayırabiliyor. İstatiksel veriler olmasa da, sık gözlemlediğimiz bir durum, kadınların ücretlerinin yatırıldığı maaş banka kartlarını eşlerine vermesi. Diğer taraftan, mülkiyet ve miras meselelerinde de kadınlar dezavantajlı. Ailede kadınlar mülkiyetin bir ortağı olarak görülmediği gibi, mirasla elde edilen ekonomik değerlere de erişimleri kısıtlı olabiliyor. Her ne kadar hukuk dünyasında bunu engellemeye yönelik adımlar atılsa da, aile içindeki bu gelişmeleri takip etmek olanaksızlaşıyor.
Ev içinde daha ziyade patriyarkal ilişkiler hâkim, ama bu demek değil ki ev dışında patriyarka yok oluyor. Aynı patriyarkal normlar emek piyasasında da hükmünü sürdürüyor. Kadınlar yüksek ücretli, karar mekanizmalarının başında olan işlere layık görülmüyor. Kadınlar, erkeklere kıyasla daha zor iş buluyor. Bulsalar bile ücreti daha düşük pozisyonlarda çalıştırılıyorlar. Zaman yoksulu olmaları kadınları enformel işlere sürüklüyor. Bakım hizmetinin kamusal hizmet olarak verilmediği ülkemizde çocuklu kadınlar çalışmak için uzağa gidemedikleri için mahallede aracılar tarafından getirilen işleri son derece düşük ücretle yapıyorlar. Güvencesiz, emeklilik hakkı ve sürekliliği olmayan işler, yoksulluğun kaynaklarındandır. Kapitalizmin patriyarkayla uyumunu da en iyi yansıtan çalışma biçimleridir.
Bunların dışında ücret açığı dediğimiz mekanizma devreye giriyor. Kapitalizm, patriyarkal sistem içindeki ikincil konumlarından yararlanarak aynı işi, aynı beceri düzeyinde yapsalar bile kadınlara erkeklerden daha düşük ücret vermekte beis görmüyor. Kadınlar ve erkekler arasındaki bu ücret açığı hakkında dünyada ve Türkiye’de çok sayıda bilimsel araştırma mevcut. Diğer taraftan, kadınlar erkeklere kıyasla işlerinde yükselme şansını daha az elde edebiliyorlar. Buna “cam tavan” diyoruz. Yükselmek için yaptıkları hamleler başlarının üzerinde görünmeyen bir tavana çarpıyor. Aslında görünmeyen bir tarafı yok, bu konuda da çok sayıda araştırma var. Ama görünmek istenmeyince görünmez kılınıyor. Kadınlar bu yüzden üst pozisyonlarda, karar alıcı kurullarda ve yönetim kadrolarında daha az yer alabiliyor. Hem içeriye hem de dışarıya bakınca aslında tüm toplumsal dinamikler kadını yoksullaştırmaya yönelik.
BM Kalkınma Programı’nın ve BM Kadın Birimi’nin yayımladığı rapora göre özellikle pandemi döneminin dünya genelinde kadın yoksulluğunu artıracağı öngörülüyor. Türkiye için pandemi dönemine bir de ekonomik krizi eklememiz gerekiyor. Kadın yoksulluğuyla mücadeleye yönelik sosyal politikalar hangi nitelikleri içermeli?
ŞEMSA ÖZAR: Evet, UN Women’ın son raporu oldukça çarpıcıydı. Pandemi öncesindeki hedef, 2019’dan 2021’e kadar kadın yoksulluğunu %2.7 gibi ciddi bir oranda azaltmaktı, fakat pandemi her şeyi olduğu gibi bu hedefi de sarstı. Rapora göre, kadın yoksulluğunun %9’dan fazla bir oranda artması bekleniyor. Şunu belirtmekte fayda var, bu küresel kriz her şeyi olumsuz etkiledi, ama özellikle kadınları olumsuz etkiledi. Pandeminin ilk yılında ekonomi dünya çapında sekteye uğradı. Birçok işyeri üretimi durdurmak zorunda kaldı, çoğu yerde işten çıkarmalar yaşandı. İlk gözden çıkarılanlar da kadınlar oldu. Raporda da belirtildiği gibi kadınlar erkeklere göre %19 daha fazla risk altında bu açıdan. Zaten görece güvencesiz işlerde, daha düşük ücretlere çalışan kadınlar için böyle bir risk olması sürpriz değil. Türkiye’de işten çıkarmalar yasaklandı, ama bunun yalnızca formel ekonomi içinde bir önlem olduğu unutulmamalı. Enformel sektörde çalışan kadınlar istihdam açısından dikkate değer bir oranda. Hele ki kadın yoksulluğu gibi bir konu hakkında konuşuyorsak, gündelikçilerden, parça başı üretim yapanlardan, konfeksiyon atölyelerinde sigortasız çalışanlardan bahsediyoruz. Bu grup için pandeminin yoksulluğu derinleştirdiği tespiti yapılabilir. Bir de pandemiyle birlikte kadınların işgücünden çekildiğini gözlemledik. Çocukların, bazı durumlarda aile büyüklerinin evde olması ve uzaktan eğitim koşulları, kadınları ücret karşılığı çalışamaz hâle getirdi. Zaman yoksulluğunda önemli bir artış gözlemledik.
Gelir açısından yaşanan bu gelişmelere bir de pandemiyle birlikte ortaya çıkan uzaktan çalışmayı da ekleyebiliriz. Elbette uzaktan çalışma istihdam sektörünün görece üst segmentlerinde yaygın. Kadınlar, işyerinde veya uzaktan çalışsa da, işgücünün dışında kalsa da kendilerinin ya da diğer aile fertlerinin uzaktan çalışmasının getirdiği ekstra ev içi emek yüküyle baş başa kaldılar. Hanenin geliri belki yoksulluk sınırının altında değil, ama hem işini kaybeden hem de ev içinde ücretlendirilmemiş sorumluluklarının artmasıyla baş başa kalan kadınların mahrumiyeti dikkate değer.
Türkiye’de pandemiyle ortaya çıkan dinamiklere ekonomik kriz de eklendi. Bu krizin nereye gideceği, ne zaman çözümleneceği de belirsiz, ama şu an iki gelişme söz konusu: Derinleşen yoksulluk ve artan açlık. Pandemi ve ekonomik krizle birlikte çok sayıda insan yoksullaştı. İnsanların gelirleri ciddi oranda düştü. Eskiden bir şekilde sahip oldukları imkânları yitirdiler. Zaten hâlihazırda yoksul olanlar vardı. Bu grup artık açlıkla mücadele etmek durumunda. Hayat pahalılığı, düşük ücretler, yükselen kiralar… Birçok konu başlığı sayabilirim. Bu gelişmeler, zaten kırılgan durumda olan kesimleri fazlasıyla etkiliyor.
Yoksulluk, açlık ve bu süreçlerin kadınlar üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili acil önlemler alınması gerekiyor. Bunun için aklımıza gelen ilk araç, elbette sosyal politikalar. Öncelikle gelir yoksulluğuna yönelik önlemler alınmalı. Gerek formel sektörde istihdam edilen gerek enformel sektörlerde çalışan kadınlar için kapsamlı bir çözüm düşünülmeli. Ücretlerin, sosyal güvencenin, sigortalılığın kapsamını yeniden düşünmek, bir yandan pandemiyle öte yandan krizle yoksullaşan kadınlara odaklanan bir yaklaşım geliştirmek şart. Bir de bu koşullarda klasik yoksulluk ölçeklerinin ortaya koymadığı ama feminist iktisatçıların uzun süredir gündeme almaya çalıştığı zaman yoksulluğu konusuna da odaklanmak gerekiyor. Kadın yoksulluğunu yalnızca gelir-tüketim üzerinden değerlendirmek yetersiz olacaktır, çünkü kadınlar aynı zamanda zaman yoksulluğundan da muzdarip. Pandemi ve ekonomik kriz koşullarında yaşlı ve çocuk bakım hizmetleri gibi alanlarda ivedilikle sosyal politikalar geliştirilmeli.
Kadınlar erkeklere kıyasla yoksulluktan daha olumsuz etkileniyor. Gelir eşitsizliği ve sosyal güvence yoksunluğu da kadın yoksulluğunun etki alanını genişletiyor. Ayrıca kadınlar (toplumsal sınıf fark etmeksizin) ev içi işlere ve bakım hizmetlerine de zorunlu bırakılıyor. Cinsiyet eşitliğine ilişkin politikaların kapsamı kadın yoksulluğunu engellemek için yeterli mi?
ŞEMSA ÖZAR: Tabii ki değil. Başta da söylediğim gibi, kadın yoksulluğunda patriyarka kadar kapitalizm de rol oynuyor. Ama şunu da unutmamak lazım. Diyelim ki (olmaz ama), kapitalizmde yoksullukla etkin mücadele ediyoruz, ama bu mücadelenin toplumsal cinsiyet perspektifi yok. Bu durumda kadınların derin yoksulluğuna çare aramayacağız. Bu nedenle kadınların yoksullukla karşı karşıya kalma nedenlerini iyi tahlil etmek ve o yönde politikalar uygulamak durumundayız.
Türkiye’de bu kapsam çok dar. Kadınların ihtiyaç duyduğu kamusal bakım hizmetleri neredeyse yok. Bazı belediyelerin verdiği hizmetler, hizmetin kapsadığı çocuk yaşı/sayısı ve mahalle açısından kısıtlı. Çalışan ebeveynlerin iş saatleri açısından çoğunlukla uygun olmayan bir hizmet söz konusu. Ayni ve nakdi sosyal yardımlar ise, genellikle sürekliliği olmayan, belki günü kurtaran ama yoksulluğu tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik olmayan uygulamalar. Makro ekonomik politikalar, yoksulu gören politikalar değil zaten. Bu politikalarda gıda, barınma, eğitim, sağlık ve istihdam alanlarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele perspektifi olmadığı gibi, yoksullukla mücadele perspektifi de mevcut değil.
Yerel yönetimler, sosyal destek ve yardım hizmetlerini planlarken kadın yoksulluğuna yönelik olarak neler yapmalı? Bu konuda hangi inisiyatifleri almalı?
ŞEMSA ÖZAR: Kadın yoksulluğuyla mücadelede yerel yönetimler oldukça önemli ve yerel yönetimlerin elinde etkili olabilecekleri araçlar var. Bunun da ötesinde yerel yönetimler, kadın yoksulluğunu azaltmak için etkili olabilecek yöntemleri uygulama potansiyeline de sahip. Öncelikle belirtmek gerekir ki, yoksulluk sadece nakdi veya ayni destekle, yardım aktarımıyla çözülebilecek bir sorun değil. Hele ki kadın yoksulluğu bu şekilde asla çözülemez. Kadınlar ekonomik kazanca veya varlığa sahip olsalar bile kontrol onların elinde değil. Kadınların gelirine aile adına daha kolay el konulabiliyor veya bu ekonomik kazanç aile içindeki eşitsiz ilişkiden dolayı başka bir yere aktarılabiliyor. Örneğin, erkekler iddia oyunlarına rahatlıkla para yatırırken, kadınlar bir çorap alabilmek için birçok sorun yaşayabiliyor. Sonuç olarak kadınlar para kazansa da, ailenin gelir düzeyi yoksulluk sınırının üzerinde olsa da, yoksul kalabiliyorlar.
Bu kapsamda belediyelerin kolaylıkla hayata geçirebileceği etkili uygulamalar var. İlerlemeden hemen şunu belirtmeliyim. Buna “yardım” değil, “hak” demeliyiz. Hak kavramının iki yönlü etkisi var. Geliri geçimine yetmeyen kişilerin bunu bir hak olarak görmesi, hizmet talep etmelerini ve bunun mücadelesini vermelerini kolaylaştırır. Diğer taraftan da yerel yönetimler bunu bir “ödev” olarak görerek önceliklerini, dikkatlerini ve enerjilerini buraya aktarmak zorunda olduklarını anlayabilirler.
Peki yerel yönetimler kadın yoksulluğuna karşı ne yapabilir? Nasıl bir yöntem uygulayabilirler? Yerel yönetimler, kadınlara yönelik çalışmalarında kadınların durumunu iyileştirecek, hak temelli bakış açısı geliştirebilecek ve kadınların faydasına olacak konuları göz önünde bulundurmalı. Bu süreçte kadınların tercihleri ve beklentileri oldukça önemli.
Bazen rastlıyoruz, kadınlara hangi hizmetin verileceği, bir kişinin aklına gelen düşünceyle şekilleniyor, bu da çoğunlukla kadınların kullanamayacağı hizmetlere dönüşüyor. Bu nedenle belediyelere ilk önerim, mahallelerde kadınların sorunlarını iyi tespit edecek araştırmalar yapmaları. Ayrıca tek tip kadından bahsetmiyoruz. Farklı kadınların farklı ihtiyaçları var. Hizmet yelpazesini bu gerçeğe göre geliştirmek durumundayız. Örneğin, engelli bakımını evde yapmak isteyen kadınlar da olabilir, engellinin bakımını üstlenecek bir kamu kurumu arayışı içinde olanlar da. Ama biliyoruz ki şu anda Türkiye’de tek seçenek, devletin verdiği yardımla evde bakım. Kadınların tercihleri konusunda o kadar da bilgisiz olmadığımızı söyleyeyim. Yapılan araştırmalar var, ancak yerele özgü tercihleri ve uygulamaları ortaya çıkarmak önemli. Yoksul kadınların ihtiyaçları açısından daha ziyade yöntemsel öneriler yapacağım.
Kent hayatının yoksul kadınlar için elverişli hâle getirilmesinden başlamak istiyorum. Kent hayatını da hem emek piyasaları hem de kent içindeki hizmetler ve olanaklar bağlamında ele almak istiyorum.
Kent hayatı, bedensel olarak yaşanan bir hayat. Örneğin, yoksul kadınlar için kent içi ulaşımı ücretsiz yaparsak, bu uygulamadan sadece o kadınlar yararlanabilir. Bunun kontrolü onların elinde olur. Ne kimse bu hakkı onlardan alabilir ne de başka bir yere aktarabilir. “Erkekler kartlarını ellerinden alır, kendileri kullanır,” diyeceksiniz, ama onun da çaresini bulmuşlar. Kadınlar ve erkekler için farklı ses çıkaran ulaşım kartları yapmışlar. Kent hayatını yoksul kadınlar için bu doğrultuda tasarlamak mümkün. Kent içindeki hizmetlerin tümü kadınlar için ekonomik açıdan elverişli hâle getirilebilir ve buna yeni hizmetler de eklenebilir. Yerel yönetimler, kentte bir kadının evinden çıktığı anda karşılaştığı tüm yerel yönetim hizmetlerini ekonomik açıdan elverişli hâle getirilebilir. Gıdaya erişim, yoksulluktaki en büyük problem. Yerel yönetimler bu problemi kent içinde yeni hizmetlerle ve imkânlarla çözebilecek kapasitede. Örneğin, sadece kadınların kullanabileceği, bir erkeğin kullanmasının mümkün olmayacağı yemek kartları dağıtılabilir. Önemli olan, yapılacak ekonomik katkıya üçüncü bir kişinin müdahale etmemesini sağlamak. Bununla şunu kastetmiyorum, yoksul kadınlara yemek kartı verilsin, yoksul erkeklere verilmesin. Söylemek istediğim, kadınlara verilen hizmetin kadınlarda kalmasını sağlayacak yöntemler keşfetmek.
Yerel yönetimler, emek piyasalarına yönelik çalışmalar da gerçekleştirebilir. Kadın yoksulluğunu doğuran olgu, daha doğrusu kadınların erkeklere göre daha yoksul olması, her yerde kendini farklı biçimlerde gösteren toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır. Bu eşitsizlik en fazla emek piyasalarında görülmektedir. Peki yerel yönetimler ne yapabilir? Örneğin, işletmeler için toplumsal cinsiyet eğitimini zorunlu yapabilir. Bunu bir sertifikayla resmî hâle getirebilir. Her ne kadar toplumsal cinsiyet eşitliğinde eğitimin rolü tartışılsa bile yöneticilerin ve işletmelerde çalışanların bu konudaki yasal sınırları bilmesi gerekiyor. Örneğin, kadınların işyerinde karşılaştığı aşağılama ve taciz, çalışmaktan caydırıcı etkenlerden biri. Bazı uygulamaların ve davranışların suç olabileceğini, yasal ve hukuki sonuçlarının olabileceğini insanların bilmesi gerekir. Yasaların ötesine geçilerek işyeri normları oluşturulabilir. İşyerlerine cinsel tacize karşı önlem mekanizmalarını nasıl geliştirecekleri konusunda eğitim ve destek hizmeti verilebilir.
Yerel yönetimler, kadın istihdamına yönelik çalışmalar gerçekleştirebilir. İşletmeler için kadın istihdamını elverişli kılacak uygulamalar başlatabilir. Örneğin, belirli oranda cinsiyet dağılımına dikkat eden işletmeler için belediyenin sağladığı hizmetler daha avantajlı hâle getirebilir. Herhangi bir işletmedeki kadın istihdamı oranı belirli bir seviyenin üzerindeyse o işletmeye yönelik mali avantajlar oluşturulabilir.
Ev içi için yapılacakların başında bakım hizmetlerinin mümkün olduğunca kadınların üzerinden alınması geliyor. Bu konuda çalışmalar yapıldı. Bu hizmetlerin kadınlara destek olması için kadınların nasıl bir yaşamı olduğunu anlamak önemli. İş saatlerinin çok uzun olduğu Türkiye’de iş saatlerinden daha kısa süreli bakım hizmeti vermek, yine belirli bir saatte çocuğu kreşten ya da yuvadan alacak bir kişinin varlığını zorunlu kılıyor. Yani birinin çalışmaması ya da kısmi saatli çalışması gerekiyor. O kişi de genellikle kadınlar oluyor. Kısmi saatli işlerin düşük ücretli, güvencesiz, sigortasız, emeklilik hakkı olmayan, yani yoksulluğu tetikleyen işler olduğunu da biliyoruz.
Özetle belirtmek istediğim, kadın yoksulluğuyla mücadele sadece mali bir mesele değil. Yöntemler belirlemek şart. Bu yöntemleri belirlemek için de kadınları dinlemek gerekiyor. En uygun yöntemi bize kadınlar aktaracaktır.