"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. Murat Erdoğan: Göçe İlişkin Sorunlar Yerelden Çözülmeli

  • 13 Aralık 2021

Göç hareketlerinin kentsel ve toplumsal yaşama yönelik etkilerinin kapsayıcı ve etkin politikalarla yönetilebilmesi için neler yapılmalı? Entegrasyon uygulamaları sosyal ve ekonomik uyumu sağlamak açısından sizce yeterli mi?


M. MURAT ERDOĞAN: Söylem göç üzerinden ilerliyor, ama öncelikle bir ayrımın altını çizmek lazım: Göç dediğimiz insani hareketlilik, ülkeler için aslında gayet doğal yaşanan bir süreç. Yani iç göçten söz edersek, İstanbul ya da Türkiye’deki diğer kentlerin hemen hemen hepsi göçmen alan kentler. İç göç hareketliliği nispeten kolay yönetilebilen ve aslında ülke ekonomisi nereye gidiyorsa oraya doğru evrilen bir süreç. İnsanlar, daha iyi bir yaşam için arayış içindeyken kendilerine uygun olan kentleri bulmaya çalışır. Bu nedenle az gelişmiş bölgelerden çok gelişmiş bölgelere doğru bir akın yaşanır. Bu kadar yoğun bir hareketliliği Almanya’da göremezsiniz. Türkiye’de yılda 3 milyon civarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ülke içinde göç ediyor. Genelde Türkiye’nin 20 kentinde yoğunluk söz konusu oluyor. Bu yoğunluktan kaynaklı olarak sıkıntılar yaşanıyor. Altyapı sorunları, gecekondulaşma, kültürel anlamdaki sıkıntılar ve betonlaşma bu sıkıntılar arasında sayılabilir. Ama bu aynı zamanda ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının bir dinamiği. Birçok olumlu katkıları da var. Ülke içinde de, ülke dışında da göçmenlik, daha iyi bir hayat arayışıdır. İyi yönetilirse taraflara katkı sağlar. 

 

Son yıllarda Türkiye’de göç, uluslararası göç üzerinden konuşuluyor. Yabancıların kentimizdeki ya da ülkemizdeki durumunu da ikiye ayırmak gerekiyor. Bir grup yabancı bizden izin alarak herhangi bir sebeple (çalışmak, okumak, çalışmak, emekliliğini yaşamak vs.) Türkiye’ye geliyor. Bu insanlara izin veriyoruz, burada hiçbir sorun yok. Gelen insanlara belirli kurallar çerçevesinde izin veriyorsak, o insanların yönetimi de kolaydır. Türkiye’de 1.2 milyon uluslararası göçmen var. Uluslararası göçmen ne demek? Başka ülkenin insanları sizin ülkenize gelip uzun süre kalmak ister, sizin ülkeniz bu insanlara izin, vize ve oturma izni verir. Şu an İstanbul’da ikamet izniyle yaşayan yaklaşık 700.000 civarında uluslararası göçmen var. Ama bu insanlar da sorun alanı değil. Tam tersine, bu insanlar gittikleri yere katkı sunar, çünkü belirli bir kalifikasyonları vardır, izin almışlardır, kim olduklarını, nasıl yaşadıklarını bilirsiniz. 


Göçmenliğin bir de istenmeden gerçekleşeni, yani zorunlu olanı söz konusu. Zorunlu göç hem travmatiktir hem de yönetilmesi zordur. Bir kişi kendi devletinin korumasını alamıyorsa ya da devleti ona siyasi görüşü, dini, ırkı gibi sebeplerle baskı, ayrımcılık, eziyet uyguluyorsa veya bir afet varsa o zaman insanlar başka ülkelerde koruma arar. İşte buna sığınmacılık/mültecilik diyoruz. Bir de “düzensiz göç” var. Mülteci olmayan, daha iyi bir hayat arayışında olan ama gittiği ülkeden izin almadan oraya ulaşanlar var (Afganlar, Pakistanlılar’la yaşadığımız süreç gibi.) Düzensiz göçle mülteciliği ayırmak kolay değildir. Ancak mülteciliğin tanımı bellidir. Buna uyuyorsanız, “ekonomik göçmen” olarak tanımlanırsınız ve gideceğiniz ülkeden izin almanız gerekir. Almazsanız ya da aldığınız üç aylık izni kendi kendinize uzatırsanız sorunlar başlar. Türkiye’de tam da bu durumu yaşıyoruz ve konuşuyoruz. Bu hareketliliği yönetmek dünyanın her yerinde zordur. 


Dünyada uluslararası göçmenlerin sayısı 270 milyon. 270 milyon uluslararası göçmenin büyük çoğunluğu gelişmiş ülkelerde yaşar, çünkü onların hem ihtiyacı vardır hem de seçme haklarını kullanırlar. Ama Türkiye’ye gelen mülteciler ve düzensiz göçmenler söz konusu olduğunda dünyanın tavrı tamamen değişir. Dünyada 100 mültecinin sadece 14’ü gelişmiş ülkelerde yaşayabiliyor. Geri kalanı nerede yaşıyor? Bizim gibi ülkelerde, komşu ülkelerde, gariban ülkelerde yaşıyorlar. Dolayısıyla kendi sorunları olan ülkelere yeni sorunlar ekleniyor. Göç yönetimi ve mülteci yönetimi birbirinden farklıdır. Mülteci yönetimi, göç yönetimine göre risklidir ve zordur. Bu nedenle gelişmiş ve zengin ülkeler mülteci almamak için ellerinden geleni yapar. 


2011 yılında Türkiye’de sadece 58.000 mülteci bulunuyordu. Türkiye, dünya tarihinde eşine az rastlanır biçimde çok kısa sürede milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmak zorunda kaldı. 2014 yılından bu yana dünyada en fazla mülteci barındıran ülke hâline gelen Türkiye, düzensiz göçmen akınına da maruz kaldı. Bu durumun süreç yönetiminde sorunlar yaratması kaçınılmazdı. 


Türkiye’de 3.7 milyonu Suriyeli, 350.000’i diğer ülkelerden gelen mülteciler ve 1 milyonu aşkın düzensiz göçmenin % 99’undan fazlası, “kent mültecileri” ya da göçmenleri olarak kentsel alanlarda yaşıyor. Sadece 50.000 mülteci kamplarda yaşıyor. Bu durum kent-mülteci-göçmen ilişkisini gündeme getiriyor. Mültecilerle ilgili konu aslında merkezî yönetimin konusudur. Sınırların korunmasına, mülteci alınıp alınmayacağına merkezî yönetim karar verir. Yerel yönetimlere bu süreçte fikir sorulmaz. Dünyanın farklı yerlerinde kota sistemleri vardır. Bir ülkeye gelen mülteciler dengeli dağıtılır ki, kentler farklı yüklerle karşı karşıya kalmasın. Hiçbir zaman Türkiye’deki milyonlardan söz edilmez. Dolayısıyla kent yönetimlerinin uyum politikaları oluşturması oldukça zordur. Bunun için hem kapasiteleri hem hazırlıkları hem mali kaynakları hem de kısmen yetkileri bile yoktur. Süreç yönetimi için en önemli konulardan biri, veridir. Elinizde veri yoksa hiçbir şey yapamazsınız. Yerel yönetimlerin bırakın politika yapmayı, Türkiye’deki mevzuata göre bu konuda veri toplaması bile mümkün değildir, yasal açıdan imkânsızdır. Yerel yönetimler, kamunun ürettiği verilerden yararlanabilir, akademisyenlerin yaptığı araştırmaların verilerinden hareket eder, ama bunlar yetmez. Türkiye’deki şu anki durum nedeniyle yerel yönetimlerin daha fazla veriye ihtiyacı var. Dediğim gibi, yerel mülteci talep edenler, yerel yönetimler değil. Yerel yönetimler ve kentler bir anda yüz binlerce insanla karşı karşıya kalıyor. İstanbul’da 1 milyonun üzerinde mülteciden söz ediyoruz. Bunu ne İstanbul Büyükşehir Belediyesi ne de ilçe belediyeleri istedi. Bu insanları bir anda karşımızda bulduk. Dolayısıyla bu konuda asıl çözüm yeri merkezî yönetim olmalı, ama merkezî yönetim bu süreçle ilgili politika belirlerken hayat devam ediyor. İstanbul’da 1 milyonla 2 milyon arasında mülteci ve düzensiz göçmen kitlesinden söz ediyorsak, bu insanlar için İstanbul’un bir şey yapması gerekiyor, çünkü hayat onlarla birlikte devam ediyor. Yerel yönetimlerin “Sen başka ülkeden geldin, sana hizmet vermem, ben seninle ilgilenmiyorum,” diyebilecek lüksü yok, ancak bu hizmetler için kaynağı, kapasitesi ve planlaması da yok. Bu konu, belediyeler üzerinde her geçen gün daha ağır bir yük oluşturuyor. 


Entegrasyon politikası, karmaşık bir konu, dünyada bunun bir standardı yok. Her ülke, bölge ve kent kendine göre bir entegrasyon politikası oluşturur. Bu süreçte kentlerin dinamikleri önemli. İstanbul, yüz binlerce göçmen alıyor. Bu kadar insanın bir anda Türkiye’nin daha ortalama bir kentine gittiğini düşünün. Mesela Artvin’e. Artvin bunu yönetebilir mi? Yönetemez. Uyum politikaları, uzun vadeli ve çok aktörlü bir süreci kapsıyor. Gelenlerin, devletin ve yerel yönetimlerin uyum politikası içinde yer alması gerekiyor. En önemlisi, yerel toplumun bu konuda gayret göstermesi ya da en azından itiraz etmemesi gerekiyor. Buradan hareketle şunu söylemek lazım: Bütün bu süreçte iki önemli faktör var. Birincisi, gelenlerin sayısı. Gelenlerin sayısı sizin nüfusunuzun küçük bir oranı oluyorsa, bu sayıyı rahatça yönetebiliyorsunuz. Ama sayı yüz binleri, milyonları bulunca sıkıntı başlıyor. Bu sayıyı yönetebilmeniz için farklı dinamiklerin olması lazım. Bu sıkıntılar sadece parayla ve kaynakla çözülemez. Sosyal uyum süreçleri sadece parayla idare edebileceğiniz alanlar değil. Bu nedenle Türkiye’de mültecilerle ilgili bir merkezî dağıtım sistemi olmadığı için sadece İstanbul Esenyurt’ta 250-300.000 kişiden söz ediyoruz. Beşiktaş’a gidiyorsunuz, 5.000 kişiden söz ediliyor. Farklı sayıda ve yoğunlukta mülteciler var. Dolayısıyla yerel uyum süreçlerine önem vermemiz gerekiyor. İkincisi, toplumun kabulü. Kitlesel göç hareketlerinde toplum birtakım endişelere kapılır, bu endişelerin ciddiye alınması gerekir. Kamu hizmetlerinde, güvenlikte ve iş dünyasında aksamalar yaşanabilir, bütün bunlar gayet haklı, meşru endişelerdir. Bu endişeleri ciddiye almazsanız, dedikodu furyasıyla ırkçılığa yol açabilirsiniz. O zaman bırakın yeni gelenlerin sosyal uyumunu ve entegrasyonunu sağlamak, kendi ülkenizin sosyal uyumunu, entegrasyonunu ve barış içinde yaşamasını ortadan kaldırma riskiniz var. Unutmayalım, uyum çalışmaları hiçbir zaman gelen kişiler için yapılmaz. Bu, bir taktiktir aslında. Uyum çalışmasını kendi ülkenizin huzuru ve refahı için yaparsınız. Bir durum söz konusudur, o durumun sorun yaratmaması, sorunların büyümemesi için uyum politikaları üretirsiniz. Ne yaparsınız? “Mülteci çocuklar okula gitsin, eğitim alsınlar,” dersiniz değil mi? “Bu insanların iş bulması lazım, aksi hâlde nasıl yaşayacaklar,” dersiniz. Bütün bunlar, temelde kendi ülkenizin huzurunu düşünmenizin neticesidir. Sürecin aynı zamanda hak ve insan temelli olması gerekir. Onurlu bir yaşamın herkesin hakkı olduğunu unutmamak lazım. 


Mültecilere ve sığınmacılara yönelik hizmet sunumunda, sosyal ve ekonomik uyum çalışmalarında, istihdam ve eğitim süreçlerinde hak temelli bir bakış açısı nasıl geliştirilir? İnsan hakları ve göçmen hukuku kapsamında göç yönetiminde nelere dikkat edilmeli?


M. MURAT ERDOĞAN: Göçmenlerin ve mültecilerin sosyal ve ekonomik uyum süreci kolay değil. Bu konuda kentsel alanlarda çalışmalar yapılabilmesi için kentlere yetki verilmesi lazım. Merkezî yönetimle uyum süreçlerini yönetemezsiniz. Sadece genel ilkeler ve çerçeveler ortaya koyabilirsiniz. Bu süreç yerel yönetimler üzerinden ilerlemeli. Çalışma haklarında, eğitimde, sağlıkta ve toplumsal alanda bir araya gelebilmek için konsept geliştirmeniz gerekiyor. Bu konularla ilgili çalışmalara mültecileri ya da göçmenleri mutlaka dahil etmeniz, onların ne durumda olduğunu, ne hissettiğini, hangi alanlarda sorunlar yaşadığını bilmeniz gerekiyor. Bütün bunları yaparken, içinde bulunduğumuz toplumu ötelenmiş, ikinci plana atılmış, ikinci sınıf vatandaş gibi hissettirecek bir politikadan da kaçınmanız gerekir, çünkü toplumdan destek görmezseniz, toplumun kaygılarını yeterince ciddiye almazsanız, topluma bu işi neden yaptığınızı anlatmazsanız, tepkiler elinizi kolunuzu bağlayabilir. Neticede toplum kendisini yönetenleri, siyasi kurumları seçiyor, kurumlar her zaman istedikleri gibi davranamaz, bu konuda toplumun anlayışına ihtiyaçları var.


Yerel yönetimlerin stratejik planlarında göç ve uyum eylem planı neden yer almalı? Yerel yönetimlerin geliştireceği göç yönetimi politikaları nasıl olmalı ve hangi inisiyatifler alınmalı?


M. MURAT ERDOĞAN: Yerel yönetimlerin stratejik planlamalarında mültecilerin, göçün ve uyum konusunun yer alması kaçınılmazdır. Unutmayalım, sorun yerelde. Dolayısıyla sorunların yerelden çözülmesi lazım. Tamam, yerel bu sorunlara neden olmadı, süreç yerelin tercihiyle gerçekleşmedi, ama her halükârda yerel yönetimlerin göç süreçlerinde yer alması, aktif olması ve daha yaşanabilir kentsel alanlar yaratması gerekiyor. Bu açıdan da konunun stratejik planlamalarda yer alması şart. Şunu da unutmayalım: Sıkıntılı, uzun, zor ve hak temelli olmanın çok önemli olduğu bir süreç yaşayacağız. Bu süreçle birlikte yerel yönetimlerin stratejik planlamaları en azından kurumsal bir kimlik ortaya koyacaktır. Bu da son derece değerli. Bu konuyu bir gerçeklik olarak kabul etmek ve konunun üzerine gitmek lazım. Bu, aynı zamanda siyasi bir konu. Şu parti buna, bu lider şuna sebep oldu demek doğrudur; ama yetmiyor, çünkü süreci sizin yönetmeniz gerekiyor. Bu konuda da yerel yönetimlerin daha fazla inisiyatif üstlenmesi, merkezî yönetimden daha fazla kaynak alması ve kendi veri setlerini oluşturması gerekiyor. Dediğim gibi, bunun önünde yasal engeller var, ama bu engellerin aşılabilmesi için de çalışmalar yapılması lazım. Yerel yönetimlerin vatandaş sayısı üzerinden değil, sınırları dahilinde kayıtlı olan her insan için kaynak alması gerekiyor. 


Önerilen Haberler