"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Yunus Emre: Önceliğimiz Parlamenter Sistemi Yeniden Tesis Etmek

  • 6 Aralık 2021

YUNUS EMRE


CHP İstanbul Milletvekili


CHP PM Üyesi


Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete giriş motivasyonunuz neydi?


YUNUS EMRE: 1982 yılında İzmit’te doğdum. 2005 yılında İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve İktisat Bölümü’nü bitirdim. Yüksek lisans ve doktora eğitimimi Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde tamamladım. Doktoramı bitirdikten sonra İstanbul Kültür Üniversitesi’nde siyaset bilimi hocası olarak dersler verdim. Akademik hayatım boyunca CHP tarihi ve sosyal demokrasi üzerine Türkiye’de ve yurtdışında birçok makale ve kitap hazırladım. 


Akademik kariyer için çalışırken bir yandan siyasetle de ilgilendim. CHP Bakırköy Gençlik Kolları Başkanlığı yaptım. Ardından CHP İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanlığı ve CHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı görevlerini üstlendim. 2018 yılında CHP’nin 36. Kurultayı’nda Parti Meclisi üyesi seçildim. 24 Haziran 2018 seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili oldum, 10 Ağustos 2018-25 Temmuz 2020 tarihleri arasında CHP Gençlik Politikaları’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüttüm. 37. Kurultay’da tekrar Parti Meclisi üyesi seçildim. Hâlen TBMM Dışişleri Komisyonu üyesiyim. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesi olarak görev yapıyorum. 


Aslında siyasete giriş motivasyonum milletvekili seçilmemle ya da Parti Meclisi üyeliğimle alakalı değil. Genç yaşlarda, hatta AKP’nin otoriterleşmeye başladığı, kumpas davalarıyla insanların özgürlüklerinin tehdit edilmeye başladığı yıllarda, o dönem yol arkadaşlığı yaptığım arkadaşlarımla elimizi taşın altına koymaktan çekinmedik. Gençleri CHP çatısı altında toplamak, otoriterleşen ve demokrasiyi aşındıran AKP politikalarına karşı toplumsal muhalefeti örgütlemek için mücadele ettik. Örneğin, 2009 yılında Kızılay Meydanı’ndaki Tekel İşçileri Grevi’nde, halka kapatılan 1 Mayıs Taksim gösterilerinde, Türkan Saylan’a kurulan kumpasta hep alanlardaydık. 


Özetle, akademik kariyer yaparken de CHP’den ve siyasetten uzak değildim. CHP ve sosyal demokrasi üzerine yazdığım yazılarda da aslında Türkiye’deki sorunları tespit etmiş, olmasını istediğimiz demokratik ve özgürlükçü düzen için önerilerde bulunmuştum. Milletvekili seçilmem, bu tespitleri ve çözüm önerilerini hayata geçirebilecek kanalları daha etkin kullanmama ve politika üretim sürecinde aktif bir rol oynayabilmeme yardımcı oldu. 



TBMM Dışişleri Komisyonu ve Avrupa Konseyi Meclisi Türk Grubu üyesisiniz. AB Komisyonu her yıl aday ülkeler için rapor hazırlıyor. 2021 yılı raporuna ilişkin süreci 2020 yılındaki raporla kıyaslayarak değerlendirir misiniz? 


YUNUS EMRE: Öncelikle şunu ifade etmem lazım. Biz CHP olarak Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını arzu ediyoruz. Türkiye’nin, AKP’nin demokrasiyi, insan haklarını, temel hak ve özgürlükleri, yargı bağımsızlığını erozyona uğratan politikalarının hatalı olduğunun, Türkiye’nin bugünkü tabloda AB’ye tam üye olması için katetmesi gereken uzun bir yol olduğunun farkındayız. Ancak bu noktada AB’nin, diğer aday ülkelere uygulamadığı çifte standartlı politikaları Türkiye’ye karşı uygulamasını da doğru bulmuyoruz. AB tarafında Türkiye’nin üyeliğini istemeyen bir blok var. Hatta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın temsilcisiymiş gibi AB’ye kabul edilmesiyle beraber üyelik sürecinin Türkiye açısından daha da zorlaştığı bir tablo da söz konusu. AB şu anda hem AKP’nin hatalı ve otoriterleşen politikaları ve söylemleri hem de kendi içinde Türkiye’ye karşı net bir tutum belirleyememiş olması nedeniyle Türkiye’yle ilişkileri “komşu ülkeyle ilişkiler” gibi konumlandırıyor.


Bu konumlandırma özellikle 2021 yılındaki raporlarda açık bir şekilde görülüyor. 2020 yılı raporuyla kıyaslamak gerekirse, en başta vurgulanması gereken konulardan biri bu. Artık müzakere sürecindeki bir aday ülke gibi değil de, iyi komşuluk ilişkileri kurulması gereken, mülteci krizindeki en önemli ortağı gibi bir yaklaşım söz konusu. Aslında bu yaklaşım sadece raporlarla değil, müzakere sürecinin canlanması için adım atılmaması, vize serbestisi görüşmelerinin tıkanması, üye ülkelerin ayrı ayrı Türkiye’ye yönelik eylem ve söylemleriyle de ortaya çıkıyor. 


Bahsettiğimiz tablo ülkemiz için elbette ki üzücü. Türkiye ne AB ne üye ülkeler tarafından ikinci plana atılabilecek ne de müzakere sürecinin bitirileceği bir ülke. Bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle AB açısından enerji, güvenlik, ticaret ve savunma politikaları açısından önemli. 


Ancak özellikle 2016 yılındaki darbe girişiminin ve 2017’deki anayasa değişikliğinin ardından Türkiye’nin otoriterleştiği, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle tek adam rejiminin inşa edildiği de bir gerçek. Bu noktada AB’nin Türkiye’ye karşı eleştirel raporları aslında yeni değil. 2016 yılından beri Türkiye, her yıl gittikçe artan bir tonda eleştiriliyor. Demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki erozyon, raporlarda geniş bir şekilde yer alıyor. 


Türkiye’nin övüldüğü neredeyse tek başlık, mülteci meselesi. Türkiye’de 4 milyonu geçen mülteci nüfusunun çoğunluğunu Suriyeli mülteciler oluşturuyor. Hâlen AB’ye tam üyelik amacını güdüyorsak, politikaların gözden geçirilmesi, demokrasinin tesis edilmesi, antidemokratik uygulama ve politikalardan vazgeçilmesi gibi somut adımların atılması gerekiyor. 


CHP’nin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” komisyonunda da çalışıyorsunuz. Türkiye’de adaletin ve yargı bağımsızlığının tekrar inşa edilmesi için güçlendirilmiş parlamenter sistem sizce neden gerekli? Sistemin yakın ve uzun vadede Türkiye siyasetine katkısı nasıl olacak?


YUNUS EMRE: Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizin temeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle ilgili. Siz, yasama erkini etkisiz hâle getirir, âdeta bir kanun fabrikasına dönüştürürseniz, kanunları sarayda hazırlayıp meclise gönderirseniz, milletvekillerinin ve meclisin yürütme üzerindeki denetimini sınırlarsanız, zaten sorunlu olan yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü tek adamın günlük ihtiyaçlarına ve keyfine göre erozyona uğratırsanız, hiçbir sorunu çözemeyen bir yürütmeyle karşı karşıya kalırsınız. Yürütmenin üyeleri bile kendi tasarruf alanlarıyla ilgili politika oluşturamaz ve karar alamaz durumda. Herkesin gözü, bir adım atmadan önce, tek adama bakıyor. Kurumunun bağımsızlığı ya da politikanın hatalı olduğu konusunda ısrar edenler gece yarısı kararnameleriyle görevden alınabiliyor. 


Düşünebiliyor musunuz, ekonominin en önemli kurumlarından biri olan ve bağımsızlığı geçmiş dönemlerde hiç bu kadar tartışılmayan Merkez Bankası başkanları, faiz indirme konusunda direnç gösterdikleri için görevden alındı. Liyakat, bilgi birikimi ve tecrübe yok, ama tek adamın tercihleri var. 


Böyle bir dönemde önceliğimiz, parlamenter sistemi yeniden tesis etmek. 2018 yılı öncesinde de eksiklikler olduğunu ifade ediyorduk. O dönemde AKP’nin parlamentoyu etkisiz hâle getirmeye yönelik adımlarının karşısındaydık. Bu nedenle parlamenter sistemin güçlendirilmesi gerektiği düşüncesiyle yola çıkıyoruz. 


Biz, güçlendirilmiş parlamenter sistemi önerirken hem meclisin güçlü olduğu, yasama ve denetim görevini aktif bir şekilde kullanabildiği, hükümeti etkili bir şekilde denetleyebildiği bir sistemden hem de hükümet üyelerinin görevlerini etkin bir şekilde yerine getirebileceği bir sistemden bahsediyoruz. 


Bu anlamda Avrupa ülkelerindeki hükümet sistemlerini, meclislerin görev, yetki ve sorumluluklarını da inceliyoruz. Amacımız, ülkemizde demokrasiyi inşa ederken demokrasinin sacayağını oluşturan yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi alanlarda da ülkemizin hak ettiği tabloyu oluşturabilmek. 


Her ne kadar iktidar, parlamenter sistemin geçmişte koalisyonlar nedeniyle başarısız olduğunu söyleyerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin propagandasını yapsa da, incelediğinizde göreceksiniz ki, birçok ülke uzun zamandır koalisyon hükümetleriyle yönetiliyor ve istikrarlı yönetimler oluşturuluyor. Bu nedenle güçlü bir parlamento sadece yasama faaliyetleri için değil, yürütme ve yargı için de son derece gerekli ve önemli. 


Her şeyden önce cumhurbaşkanının yeniden tarafsız olması hem yasamanın hem de yürütmenin görev alanlarında daha bağımsız ve iradeleriyle hareket edebilmesini sağlayacak. Ardından yasama, yürütme ve yargının kuvvetler ayrılığı ilkesiyle yeniden tesis edilmesi, özellikle yargı üzerindeki vesayetin kaldırılmasına, bağımsız ve tarafsız yargının tesis edilmesine katkı sunacak. Dolayısıyla Türkiye bugün bulunduğu demokratik olmayan ülkeler liginden yeniden demokrasi ligine yükselirken vatandaşlar için de daha yaşanılabilir bir ülke olacak. 




Önerilen Haberler