YÜKLENİYOR
İstanbul, balıkçılığın merkezi sayılabilir. Bu bağlamdaki ekonomik süreç nasıl? İstanbul’da kaç tekne bu hacmi sağlıyor?
Mehmet Özgen: İstanbul, elbette ki balıkçılığımızın merkezidir. Sadece günümüzde değil, eski çağlarda da balıkçılığın merkeziydi. Eskiçağ’da Byzantion adını taşıyan İstanbul’un tarihinde balıkların ve balıkçılığın çok önemli bir yeri vardır. Boğaz (Bosphorus) üzerinde kurulmuş olması nedeniyle Byzantion, ton, palamut ve uskumru gibi göç eden balıkların avlanmasında, gıda olarak tüketilmesinde ve ihracında Eskiçağ’ın en önemli merkezlerinden biriydi. Hatta paralarının üzerine balık figürü basmışlardır.
Osmanlı’nın son zamanlarında Macaristan’dan uzmanlar getirilip İstanbul Boğazı’na dalyanlar kurulmuş, balık avcılığı geliştirilmiş ve Osmanlı’nın borçları balıkçılıktan elde edilen gelirlerle ödenmeye çalışılmıştır.
İstanbul, balıkların Akdeniz’le Karadeniz arasında yaptığı göç yolu üzerindedir. Hamsi, palamut, lüfer, uskumru gibi göç eden balıklar üremek için ilkbaharda Karadeniz’e, sonbahar da Akdeniz’e doğru göç etmektedir. Göçleri sırasında dar bir geçit olan İstanbul Boğazı’nı kullanmaktadırlar. Endüstriyel balıkçılar için su ürünleri avcılığının serbest olduğu 1 Eylül-15 Nisan tarihleri arasında İstanbul civarında avcılık yoğun yapılmaktadır.
Avcılığın yanında en çok tüketim yine İstanbul’dadır. İstanbul balık haline yıllara göre değişmekle beraber yılda 35-50 bin ton arasında balık gelmektedir ve satışı yapılmaktadır. 2020 yılında İstanbul Balık Hali’nde toplam 48.706 ton balık satılmıştır. Bunun parasal karşılığı 1.2 milyar TL civarındadır.
İstanbul’da avcılık yapan, İstanbul limanlarına bağlı 1.685’i 12 mt. altında, 236’sı 12 mt. üzerinde olmak üzere toplam 1.921 balıkçı teknesi bulunmaktadır. Ancak bölgede avlanan balıkçı teknesi bunlarla kalmamaktadır. Bursa, Bandırma, Tekirdağ, Çanakkale ve özellikle Batı Karadeniz limanlarına bağlı balıkçı tekneleri de bu bölgede avcılık yapmaktadır.
“İstanbul balıkçı nüfusu” dediğimizde nasıl bir nüfustan söz ediyoruz? İstatistiklerde orta ölçekli balıkçılıkta meslekten uzaklaşma olduğu görülüyor. Sizin elinizdeki veriler ne söylüyor?
Mehmet Özgen: “İstanbul balıkçı nüfusu”na avcıların yanında balık hali esnafı ve çalışanları, balık satış yerleri işleme tesisleri, boğaz boyunca oltayla avcılık yapan amatör balıkçılar, gölet ve baraj göllerinde avcılık yapan balıkçılar da dahil edilmelidir. Yukarıda sadece balıkçı teknesi nüfusunun 1.921 olduğunu, diğer illerden gelen balıkçı tekneleriyle bu sayının 2.500 civarında olduğunu düşünebiliriz. İstanbul’da bizim tespitlerini yaptığımız ve yılda en az bir kez denetlediğimiz 2.500 balık satış noktası bulunmaktadır. Sadece balık halinde 104 komisyoncu ve her komisyoncuda çalışan ortalama 10 kişi mevcuttur. Yine halde bulunan Yalel adı verilen balık taşıyıcılarının sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur.
Ülkemizde balık avcıları genellikle küçük ölçekli balıkçılar ve endüstriyel balıkçılardan oluşmaktadır. Endüstriyel balıkçıların içerisinde de 12-15 mt. arasında balıkçı teknelerine sahip balıkçılar “orta ölçekli balıkçılar” olarak adlandırılmaktadır. Son yıllarda Tarım ve Orman Bakanlığı, balıkçılığı bırakmak isteyen balıkçıların teknelerini satın alarak av filosunu küçültme yoluna gitmiştir.
1980’li yıllardan sonra teknolojinin gelişmesiyle, balıkçılığa verilen yanlış ve plansız desteklerin de etkisiyle balıklar üzerinde yoğun av baskısı oluşmuş, zamanla yavru balıklar avlanmaya başlamış, günümüzde küçük ve orta ölçekli balıkçılık sürdürülemez hâle gelmiştir. Bu nedenle mesleği devam ettirecek -babadan oğula- yeni balıkçılar yetişmez olmuştur. Böylelikle de bazı balıkçı gemileri bakanlık tarafından satın alınarak avcılıktan çıkartılmıştır.
2005 yılında 22.258 olan balıkçı gemisi sayısı, 2018 yılında 18.008 e düşmüştür. Endüstriyel balıkçılarımızın filo miktarı az olmasına rağmen kapalı denizlerimizde avlanan teknelerin av malzemeleri, tekne boyları çok büyük. Yani şöyle düşünün, 1 saat bir ağ bırakıyorlar, 2 milyon yaklaşık bugünkü ağ boyları, 1 saat içerisinde 20.000.000 metreküp su alanını tarıyor. Ağ seçiciliği kullanmıyorsa, içerisinde ne varsa bunları yakalıyor, gelecek nesillere bir şey bırakmıyor.
Balıkçılığın denizdeki ve karadaki sorunları nelerdir? İBB, bu konuların çözümü için nasıl bir politika öngörüyor? Ne tür çalışmalar yapılıyor?
Mehmet Özgen: Balıkçılığın denizdeki temel sorunu, yeterli miktarda avlanabilir balık olmamasıdır. Diğer sorunlar; her geçen gün artan maliyetler, avcılığa çıkacak tayfa bulunamaması, balıkçı barınaklarındaki yapısal sorunlar, karaya çıkış noktalarındaki denetim eksikliği, balık halinin merkezi konuma uzaklığı, balık satış yerlerinde denetim eksikliği olarak sıralanabilir.
İBB olarak su ürünleri konusunda yapmış olduğumuz çalışmalar:
İstanbul’da bulunan balıkçı barınakları, barınakları işleten su ürünleri kooperatifleri ziyaret edilmiştir, barınakların eksiklikleri tespit edilmiş ve bir rapor hâline getirilmiştir.
Yine İstanbul’da bulunan pişmiş ve çiğ balık satış yerleri tespit çalışması yapılmıştır. Bizim yaptığımız tespitlere göre, toplam 2.500 yerde balık satışı yapılmaktadır.
Bu yerleri yılda en az bir defa denetlemekteyiz. Denetlemekteki amacımız, sağlıklı bir gıda olan balığın sağlıklı ortamlarda satılmasını sağlamaktır.
Projelerimiz:
Bu hafta başı itibaryla ilimizde bulunan küçük ölçekli balıkçılarımıza tekne bakım malzemesi desteği vermek için talep toplamaya başladık. 12 mt. altı balık avlama ruhsatlı (yeşil ruhsat) teknelerin bakımlarının yapılabilmesi için gerekli olan antifauling boya, epoksi macun, beyaz yağlı boya ve balıkçı tulumu desteği bulunmaktadır.
Balıkçılara birebir yapılacak bu destekten hariç belediye meclisinin onay vermesi durumunda su ürünleri kooperatiflerine balık satış yeri ve ekipmanları desteğimiz olacaktır.
Yine su ürünleri kooperatiflerinden gelen her türlü talebi mevzuatın izin verdiği ölçüde karşılamaya özen göstermekteyiz.
Trol balıkçılığıyla mücadelede yerel yönetimler nasıl bir inisiyatif alabilir? Sivil toplumla ortak çalışmalarınız oluyor mu?
Mehmet Özgen: Trol balıkçılığı, Marmara ve boğazlarda yıl boyunca yasaktır. Trol balıkçılığıyla mücadele için geçtiğimiz yıllarda İBB’yle Tarım ve Orman Bakanlığı bir yapay resif çalışması yapmıştır. Su ürünlerinin koruma ve kontrol hizmetleri belediyelerde sivil memurlara verilmediği için o konuda herhangi bir çalışma yapamamaktayız.
Koruma ve kontrol hizmetleri, yerel yönetimlerle sivil memurlara hiçbir şey vermiyor. Tarım ve Su Ürünleri Müdürlüğü olarak şu anda 20 tane su ürünleri mühendisimiz var. Ancak balık denetimine çıkamıyoruz. Çünkü mevzuat izin vermiyor. Belediyelerde zabıta, amir ve memur bu göreve veriliyor. Asıl yetki bakanlığın kendisinde. Bakanlıkta tabii ki ülke çapındaki durumu bünyesinde bulundurduğu 1.200-1.300 su ürünleri mühendisiyle yönetemiyor ve idari işler daha çok ortada. Tam anlamıyla bir koruma-kontrol yapılamıyor.
Sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmalar yapıyoruz, ama bizim yaptığımız çalışmalar bilgilendirici çalışmalar. Ne yapıyoruz? Mesela su ürünlerinin korunmasıyla ve kontrolüyle ilgili el broşürleri hazırladık. Hijyen denetimini ve sağlıklı bir ürün olan su ürünlerinin sağlıklı bir ortamda satılmasını sağlamak amacıyla 2.500 tane balık satış noktasına denetime gidiyoruz. Pazarlarda, marketlerde ve restoranlarda broşürlerimizi dağıtıyoruz. Arada bir sosyal medya hesaplarımızdan “doğrusunu bilelim” mesajları yayınlıyoruz. Mevzuat izin verse, çok şey yapacağız. Mevzuat izin vermediği için hiçbir şey yapamıyoruz. Maalesef biz de herkes gibi seyrediyoruz.
Ama şunu söyleyebilirim. Bir trol teknesinin 1.000 kilometreden yaptığı işi bir gırgır teknesi bir saatte yapıyor. Trol mü, gırgır mı diye sorulabilir. Hem trol hem gırgır kurallara uymadığı sürece masum değil.
Hale giren ya da yerel pazarlarda satılan balıkların boyut kontrolüyle ilgili olarak ne yapılıyor? Bu kontrollerin daha sıkı yapılması ve farkındalığın yükseltilmesiyle ilgili çalışmalar var mı?
Mehmet Özgen: Yerel yönetimler hale giren balığın boyunu ölçüp uygun olmayanı sattırmama gibi bir yetkiye sahip değil. Çünkü hallerde Tarım Bakanlığı’nın kendi elemanları var. Tarım Bakanlığı’nın el koymadığı balık, hallerde satılıyor. Yeterince eleman var mı? Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSKİ A.Ş.’nin işlettiği su ürünleri halinde bakanlığın bir elemanı var. Arada bir denetime gelin diyor. Dolayısıyla bir elemanın yapacağı hiçbir şey yok. Herkes balıkhaneyi işleten kuruluşu ya da belediyeyi suçluyor, ama işin aslı öyle değil. El konulmayan balığın satışında bir sıkıntı var. Bir tarafta balığın sahibi var. Komisyoncular aracılığıyla geliyor, “denizden çıkmış, buraya kadar gelmiş buradaki bakanlık personeli el koymamışsa sen nasıl işlem yaparsın” diye yerel yönetimde çalışan arkadaşlara kızıyorlar. Hallerde, komisyonculuk sistemini kaldırmak gerekiyor. Komisyonculuk kaldırılmadığı sürece bu durumu düzeltme şansımız yok. Ürünler tedarikçiler, direkt avlayanlar ya da üretenler tarafından hale gönderilir. Hal, işletmeci bir kuruluş olur, standartlara uymayan av boyu yasaklı olduğu zaman yasaklı bölge yatağının altında kalan ürünlerin satışını yapmaz. Standartlara uymayan ürünler için de bakanlığın personeli çağrılır ve imha edilir.
Küçük üreticinin tüketiciyle doğrudan buluşacağı noktaları artırmak, dünyada da bir eğilim. Bizde ise, Gürpınar hali oldukça uzakta. İstanbul’daki bütün balıkçıların oraya göndermesi gerekiyor. Bu da bir problem gibi görünüyor. Bu konuda nasıl bir çözüm yolu düşünülüyor?
Mehmet Özgen: Anadolu Yakası’nda bir hal projemiz kâğıt üzerinde hazırlanmıştı, fakat uygulama aşamasına geçilmedi. Bazı teknik sorunlar var sanırım. Ne zaman geçer onu da bilemiyorum. Ekrem İmamoğlu’na gelen talepler söz konusu. Ama bugünden yarına bir şey söylemek zor.
Balıkçılar da haklı. Gebze’nin liman kenarındaki balıkçı Tekirdağ sınırına kadar geliyor, balığını alıp geri dönüyor ve bu işlemi de gece uyuması gereken, eşine çocuğuna zaman ayıracağı saatlerde yapıyor. Onlar da mağdur. Önümüzdeki dönemlerde belki mini haller oluşturulabilir. Fakat İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde hal işletmeciliği, belediyenin iştiraklerinden İSKİ A.Ş.’ye verildi. Dolayısıyla onlar planlıyor. Bizden destek istedikleri zaman destek veriyoruz.
Hallerdeki komisyonculuk sistemi bir av baskısı yaratıyor, tüketici de daha yüksek fiyata balık yiyor. Perakendeci her zaman mahsulden kazancı iyi olsun ister, ama 1 liraya aldığı balığı da tutup da 5 liraya satmak olacak iş değil. Sistemi değiştirmeye yönelik geçmiş yıllarda bir çalışma yapmıştık.
İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi’nden arkadaşlarla hazırlamıştık. 104 balığın tamamının Türkiye’deki satılma standartları, av yasakları dikkate alınarak ne zaman tüketilmesi gerektiği, tam standardının ne olması gerektiği, kalite standardı vb. her bilgiyi içeriyor. Uygulamaya geçemedik. O dönemde amacımız, balığın satışını tek elden yapmaktı. İşletmeci kuruluş yapacaktı. Aradaki bu komisyonlar kalkacaktı. Komisyoncular kendine yeni bir meslek edinecekti. Tedarikçi sınıfına geçecekti. Ama balıkhanede işletmecinin oluşturduğu fiyatlar üzerine satılacaktı. Herkes ürününü alıp gidecekti. Şimdi öyle değil. Komisyoncu geliyor, satıyor, arada aracılar alıyor. Kontrol edilemeyen bir zincir var. Aracılar alıp üzerine kâr marjı ekleniyor. Balıkhanenin uzak olması nedeniyle birçok balıkçı balıkhaneye gelmiyor. Toptancılar oluştu. Derken balığın fiyatı katlanarak gidiyor.
Kooperatiflerle ilişkileriniz nasıl? Kooperatifler yönetimsel desteğe ihtiyaçları olduğunu söylüyor. Bu konuda bir çalışma düşünüyor musunuz?
Mehmet Özgen: Evet, onlara yönelik bir faaliyetimiz var. Tarım ve Su Ürünleri Müdürlüğü kurulunca İstanbul’da kaç balıkçı barınağı olduğuna ve bunların eksiklerine yönelik analizleri yaptık, sıkıntılarını tespit ettik. İşletmeci kooperatifleri ve yönetimini bulduk. “Sizlere neler yapabiliriz” aşamasına kadar geldik, fakat o süreçte –üç-dört yıl önce olan bir olay- kooperatifler bize tavır aldı. Bizim arkadaşları barınaklarına sokmaz oldular. Neden, söyleyeyim. Orada yaptığımız çalışmayı balıkçı barınaklarına el koyacakmışız gibi algıladılar. Oysaki balıkçı barınakları Tarım Bakanlığı tarafından yönetilmekte ve kiraya verilmekte, işletmecisi de bağlı bulunduğu kooperatif. Sonra uzun bir süre oralardan el çektik, ortamın durulmasını bekledik. Yeni yönetimle birlikte tekrar kooperatiflere ve balıkçı barınaklarına ağırlık verdik. İki ay önce kooperatif başkanlarıyla bir görüşme ve toplantı yapmayı hedefledik, ama Covid tedbirleri tekrar devreye girince olmadı. Artık biz onlarla birebir görüşüyoruz.
1.685 teknenin faydalanabileceği tekne bakım desteği başlatıyoruz. Talep toplamaya başladık. Şu anda ekiplerimiz sahada kooperatifleri ziyaret ediyor, görsellerimizi asıyorlar ve yoğun bir talep var. Telefonlarımız susmuyor. Bu, ilk defa yapılan bir şey. Akabinde kooperatiflere bir desteğimiz daha olacak. İhtiyaç duyulan yerlerde, ihtiyaç duyulan kooperatiflere balık satış yeri, soğuk hava deposu ve buz makinesi desteğimiz olacak. Fakat sıkıntımız şu, kooperatiflerle yapacağımız her şey yardım işbirliği protokolüyle bağlanmak zorunda. Bu da belediye meclisinden geçmek durumunda. Dolayısıyla belediye meclisinden geçip geçmeyeceğini bilemiyoruz. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin üçüyle bir protokol hazırladık. Bugün itibarıyla ilgili birimlere ilettik, bir sonraki meclise yetiştirmeye çalışıyoruz. O geçerse, Su Ürünleri Kooperatifi de rahatlıkla geçer diye bekliyoruz.
Tabii merkezi yönetimden engel çıkabilir. Bizim bunu yapabilmemiz için işletmeci kooperatifin bakanlık izni alması gerekiyor. Desteği biz vereceğimiz için önümüze engeller çıkabileceğini düşünüyoruz.
Bakanlığın izin verdiği ölçüde bir gün bakmışsınız kooperatiflerde yönetim ofisleri açmışız, hem onlara destek oluruz hem de oradan çıkan balığı kayıt altına alırız. Bunun biraz daha zamana ve olgunlaşmaya ihtiyacı var, bekliyoruz.
Denizin doldurulması önemli bir kirlilik konusu ve balıkçılık için de handikap. Önlemler konusunda bir girişiminiz var mı? Elinizde kirlenmeye ilişkin very bulunuyor mu?
Mehmet Özgen: Yenikapı, miting alanı yapıldı. O zamanlar biz Su Ürünleri Hali Müdürlüğü’ydük. Ama su ürünleriydi sonuçta, hiçbir şey soran olmadı. Biliyorsunuz, önce bir ÇED raporu alınması gerekiyor. Nasıl hallettilerse hallettiler, yapıldı. Yenikapı’daki alan, eski balıkhanenin girişiydi. Avrasya Tüp Geçit nedeniyle kapandı. Zaten Gürpınar’a taşınmamıza da bu neden oldu. O süreçte İstanbul’un değişik yerlerinde ve bütün kıyı noktalarında yer aradık. Maalesef hiçbir yer boş kalmamış. Elimizde bir tek Gürpınar kaldığı için Gürpınar’a yapıldı. Evet, yanlış ve uzak bir noktaydı, ama o günün şartlarıyla yapacak bir şey yoktu.
Bundan sonra yapılacak dolgu alanlarında sorulur mu bilmiyorum. Sorulacağını düşünüyorum, çünkü yeni yönetimle birlikte içinde tarım ve balık olan her şey bizden soruluyor. Öyle bir dolgu alanı olduğunda muhtemelen sorulacaktır ama bu, bilimsel bir çalışmaya dayanmalıdır. Bizim İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’yle ortak çalışmalarımız devam ediyor. Onu da yeni bir protokole bağlayacağız. Fakültenin ve müdürlüğün ismi değişti, umarım meclisten geçer.