"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. Vahdet Ünal: Yerel yönetimler daha etkin balıkçı kooperatifleri için kolları sıvamalı

  • 15 Şubat 2021



Denizle ve balıkçılıkla ilişkisi olan Türkiye’yle benzer ülkelerde balıkçılığın yarattığı ekonomik büyüklüğü ülkemizle karşılaştıracak olursak nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?


Vahdet Ünal: Akdeniz ve Karadeniz ülkelerinin balıkçılıktan elde ettiği toplam gelir (ilk satıştaki değer), 2018 yılı için 3.6 milyar ABD doları olarak rapor edilmiştir. Bu gelirin %83'ünü İtalya, Yunanistan, Türkiye, İspanya, Cezayir ve Tunus olmak üzere altı ülke oluşturuyor. Doğrudan, dolaylı vb. etkiler dahil olmak üzere bölgedeki balıkçılığın daha geniş ekonomik katkısı yaklaşık 9.4 milyar ABD doları olarak tahmin edilmektedir. Türkiye, avlanan balık ve balıkçı filosu açısından Akdeniz’de ilk 4-5 ülke arasında yer alırken Karadeniz’de tartışmasız birincidir. Karadeniz’den avlanan balığın, %80’i Türk balıkçılar tarafından avlanıyor. TÜİK istatistiklerine göre, 2019 yılında denizlerimizden 374.000 ton balık avlanmış. Bu, bizi bölgemizde lider yapıyor. Yetiştiricilik sektöründe ise, gerçekten gıpta edilecek durumdayız. Toplam yetiştiricilik üretimimiz 373.000 ton civarında. Ancak yönetim açısından ilginç bir durum var. OECD ülkelerini kapsayan balıkçılıkla ilgili bir rapor, bazı ülkelerin balıkçılıktan kazandığının %70’ini balıkçılığını yönetmek için ayırdığını, bazılarının da bu iş için sadece %1’lik bir pay ayırdığını gösteriyor. Aynı raporda Türkiye’nin karşısında veri temin edilemediği bilgisi var. Sektör analizleri, raporları, izleme çalışmaları yetersiz. Mevcut bazı istatistiklerin güvenirliliği şüpheli. Sektörden kazandığımız hakkında az çok bilgimiz olsa da sektörü yönetmek için harcadığımızı kesinlikle bilmiyoruz. İhracat rakamlarımızın güvenilir olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hepsi kayıtlı. 2020 yılı rakamlarına göre, 1 milyar ABD dolarının üzerinde su ürünleri ihracatımız var. İspanya’nın ise, 2018 yılı su ürünleri ihracatı 4.3 milyar ABD doları. Öte yandan İspanya çok büyük bir su ürünleri tüketicisi. Aynı yıl toplam su ürünleri ithalatı 1.2 milyon ton. Yaklaşık 7.3 milyar ABD doları!


Balıkçılıkla uğraşanların çoğunluğunu orta ve küçük balıkçılar oluşturuyor. Ancak hal sistemi ve mevzuatı küçük balıkçılığı koruyan bir yapıda değil. Dünyada nasıl uygulamalar var, bizde nasıl düzenlenmeli?


Vahdet Ünal: Gerek dünyada gerek Türkiye’de balıkçıların, balıkçı teknelerinin %90’ından fazlasını küçük ölçekli balıkçılar oluşturuyor. %10’u oluşturan büyük ölçekli balıkçılar balığın %90’ını tutuyor ve tuttuklarını da merkez balık hallerinde pazarlıyor. Zira büyük miktarlarda balık yerel pazarların ihtiyacının çok üzerinde, öte yandan çok miktarda olması ve değeri de nakliye masraflarının karşılanmasına olanak tanıyor. Küçük ölçekli balıkçıların ürünleriyse, bulundukları yerlerdeki ihtiyacı ancak karşılıyor. Aslında kooperatif olan ve mezat yapılan yerlerde balıkçı, pazarlama sıkıntısı çekmiyor. Sorun bu ikisinin olmadığı yerlerde, özellikle turizmin olduğu kıyı kesimlerinde kış aylarında ortaya çıkıyor. Arz fazlası olduğunda yerel pazarlarda fiyat çok düşük oluyor ve ürünün merkez balık haline gönderilmesi de balıkçıyı kurtarmıyor. Bu konuda yerel yönetimlee ve kooperatiflere önemli görevler düşüyor. Marsilya’da, limanda sabah balıkçılar balıklarını satıyor. Benzeri durum bazı kıyı beldelerimizde de var. Örneğin, yıllardır Eski Foça’da balıkçılar doğrudan teknesinden ya da teknelerini bağladıkları kordondan balıklarını satar ve belediye de buna sesini çıkarmaz. Foça’nın balık hali de vardır, orada da balık satışı yapılır, fakat balık oraya gidince araya komisyoncular girer. Hijyen, kamu alanının işgali vb. gibi nedenlerle bu türden balık satışının belediyelerce uygun görülmemesi söz konusu olabilir. Bu durumda belediye-kooperatif işbirliğiyle bir mezat alanı yapılması ve bu alanda her sabah belli bir saatte açık artırma yapılarak balık satılması en ideal yol olabilir. Balık mezatları hem tüketici hem de balıkçılar için en uygun balık satış yerleridir ve balıkçılık kültürünün gelişmesini de destekler. Marsilya’nın en turistik yerinde limanda, kıyı kordonunda, insanların yürüyüş yaptığı yerde her sabah küçük ölçekli balıkçılar balıklarını satar. Barselona’da merkez balık hali şehrin oldukça dışında olmasına rağmen şehrin merkezinde Barceloneta denen bölgede her sabah restoran sahipleri ve kayıtlı alıcılar için mezat yapılır. Bu türden organizasyonlar Cofradia denen güçlü balıkçı örgütleri ve belediye işbirlikleri sayesinde gerçekleşir. Şehrin merkezinde en işlek ve turistik caddesi olan La Rambla ve El Raval arasında mükemmel bir bölgede yer alan pazaryeri (La Boqueria) ise, deniz ürünleri çeşitliliğiyle ünlüdür. Öte yandan İzmir’de de dünyaca ünlü mimar Gustave Eiffel’in eseri olan Konak Pier, 1960’dan 1987 yılına kadar balık hali olarak hizmet vermiştir. Sonuç olarak belediyeler isterse, küçük ölçekli geleneksel balıkçılar ve ürünleri değerlenebilir.


Kooperatifçilik çok parçalı ve sektörel ağırlık koyucu bir durumda olamıyor sanırım. Sizce kooperatifçiliğin önündeki sorunlar nedir ve nasıl çözülebilir?


Vahdet Ünal: Türkiye’de Su Ürünleri Kooperatifleri (kısaca balıkçı kooperatifleri de diyebiliriz) yatay ve dikey örgütlenmesini büyük ölçüde tamamlamıştır. Ancak sizin de dediğiniz gibi, henüz sektöre yön verebilecek, gerektiğinde ağırlığını koyabilecek ve gidişatı değiştirebilecek güçte değiller. Yüzlerce birim kooperatif (iç sular dahil 570 civarı), 14 birlik ve bir de Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği (SÜR-KOOP) var. Yaklaşık 20 bin balıkçıyı temsil ediyor SÜR-KOOP. Bu çok büyük bir örgütlenme ve aslında potansiyel açıdan büyük bir güç. Ama etkisi istediğimiz boyutlarda değil. Peki, sorun ne? Neler yapılmalı? En büyük sorun, zihniyet. Yıllar içinde, toplumun her kesiminde kendini gösteren değer kaybı ya da değerlerimizin değişmesi. Dayanışma, ortak çalışma, sorunların üstesinden gelme, işbirliği, yardımlaşma kültürümüz erozyona uğradı. Zaten organizasyon kabiliyetinde ve sistemik hareket etme konusunda her daim sorunlarımız vardı. İlk balıkçı kooperatifimiz 1943’de kurulmuş. 


Oysa ilk kooperatifçilik hareketimiz, 1863 yılında zirai kredi alanında başlatılmıştır. Bir balıkçı kooperatifi kurmak için nedense 80 yıl geçmesi beklenmiş. Böyle olunca kooperatifçiliği sadece balıkçılara bırakıp çok başarılı olmalarını bekleyemezsiniz. Yani kooperatiflerin yeterince desteklenmemesi, kendi hallerine bırakılması, kooperatifçilik eğitiminin olmaması ya da yetersiz olması, yönetici eksikliği ve kooperatiflerin finansal kaynaklarının yetersizliği gibi konular hep engel teşkil etmiş. Bu konuda uluslararası bilim dergilerinde basılan makalelerimizde de ifade ettiğimiz gibi, daha planlama aşamasında başlayan yanlışlar var. Ne yazık ki, bazı kooperatifler kooperatifçilik gayesinden uzak istismarcı bir yaklaşım içinde. Ortaklarına fayda sağlamak yerine onların sırtından geçinen ve bir iki kişiye çıkar sağlayan kooperatifler bile var. Bazıları tabela kooperatifi. İsmi var, kendisi yok. Gerisini siz düşünün artık. Duayen bürokrat Hamdi Arpa, Balıkçılık Tarihimizden Notlar adlı kitabında balıkçı kooperatiflerine ayrı bir bölüm ayırmıştır. Yazar, bu kooperatifler için “Karanlık Gecelerin Deniz Fenerleri” diyor. Orada, 1968’de Ticaret Bakanlığı tarafından Japon Hükümeti’ne hazırlatılan bir balıkçılık raporundan ve bu raporda geçen kooperatifçilikle ilgili sorunlardan bahsediyor. Maalesef bu sorunların büyük bir kısmı hâlen devam etmektedir. Sanırım biraz da yaratıcı olmamız gerekiyor. İtalya’nın Tuscan Kasabası’nda 5 kadın balıkçı, ülkenin kadınlardan oluşan ilk balıkçı kooperatifini kurdu. Kadın balıkçıların yeni bir balıkçı teknesi var ve her gün denize çıkıyorlar. Kooperatif, kadın balıkçıların günlük tuttuğu balığı “Bio e Mare” isimli özel bir dükkâna satıyor ve ürünler daha karaya çıkmadan tükeniyor. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim. Yerel yönetimler daha etkin balıkçı kooperatifleri için kolları sıvamalı. Yapabilecekleri çok şey var.


Balıkçılığın balık stoku ve ekosistem üzerindeki baskısı nasıl azaltılabilir?

Vahdet Ünal: Bu, balıkçılık yönetimi sorunudur. Balıkçılığı iyi yöneteceksiniz. Balıkçılık yönetimi konusunda dünyanın birçok ülkesinde master programları var. Bu konu ayrı bir disiplin ve ekonomi, biyoloji, ekoloji, sosyoloji, politika gibi birçok bilim dalıyla ilişkili. Disiplinlerarası ve kompleks bir konudan bahsediyoruz. Balıkçılığın balık stokları ve ekosistem üzerinde yarattığı baskılar ve bu baskıların nasıl azaltılabileceği konusunda söylenecek çok şey var. Önce balıkçılığın ekosistem üzerindeki etkilerinin iyi bilinmesi ve tanımlanması gerekir. Çözüm, sonraki aşama. FAO’yu referans alarak söyleyebileceğim, balıkçılığın ekosistem üzerinde dolaylı veya dolaysız olmak üzere birçok etkisinin olduğu. Balıkçılık öncelikle hedef kaynakları ve habitatlarını etkiler. Başta bu türler olmak üzere deniz kuşları, memeliler ve daha birçok türün bolluğunu, üreme potansiyellerini ve muhtemelen popülasyon parametrelerini (büyüme, olgunlaşma vb.) olumsuz etkiler. Hedef kaynakların yaşını ve büyüklük yapısını, cinsiyet oranını, genetiğini ve tür kompozisyonunu değiştirir. Balıkçılık, yüksek değerli büyük avcı türlerin bolluğunu hedefleyerek ve azaltarak ekosistemdeki dengeyi derinden değiştirir. Ayrıca özellikle dip topografyasını ve bunlarla ilişkili habitatları (örneğin, deniz çayırı ve alg yatakları, mercan resifleri) ve bentik toplulukları tahrip ederek değiştirebilirler.


Balıkçılığın bazı yönlerinin önemli ve uzun süreli etkileri olabilir. Örneğin; yasadışı avcılık, dinamit veya siyanür kullanan yıkıcı balıkçılık teknikleri, balık işleme tesislerinden kaynaklanan kirlilik, ozon tabakasını incelten soğutucuların kullanımı, kaplumbağalar, balıklar tarafından yutulabilecek plastik döküntülerin denize dökülmesi, hayalet avcılığa neden olan av aracı kayıpları ekosistem kirlenmesine ve zarar görmesine katkıda bulunur.


Artık denizlerden istediğimiz kadar balık avlama zamanı geçti. Yapılması gereken, balıkçılık gücü ve balık stokları arasında sürdürülebilir bir denge sağlanması. Bunu yaparken sadece balığı ya da balıkçıyı değil, denizel çevreyi, tüketiciyi, gelecek kuşakların haklarını, balıkçı haricindeki paydaşları da hesaba katmalısınız. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü, “Ekosistem Yaklaşımı”nı dikkate alan bir balıkçılık yönetimini öneriyor. Balıkçılıkla ilgili sorunların, çözümlerin, yönetim stratejilerinin ve araçlarının hatta yönetim planının paydaşlarca belirlendiği kapsamlı bir yönetim yaklaşımını hayata geçirmek çözüm olabilir. Balıkçıların gelir kaynaklarında çeşitlilik yaratmak da bir çözüm olabilir. Balıkçılık turizmiyle ilgili yasal altyapının hazırlanması bir yandan balıkçının gelirinde artış yaratırken diğer yandan balık stokları üzerindeki baskıyı azaltabilir. İtalya bunu 1982 yılından beri yapıyor. Bu konuda bizde de devam eden bir proje var. Sonuç alınmasını umuyoruz. Kısacası ne yapılacağı biliniyor. Sorun, uygulamada. Başta resmi kurumlar olmak üzere tüm aktörlerin bilime saygı göstermesi ve sorunlara çözüm getirme konusunda kararlılıkla hareket etmesi gerekiyor. Dostlar alışverişte görsün misali yapılacak işler balıkçılıkta sökmez. Bir bakmışsınız, etrafta ne balık kalmış ne de balıkçı. 1972’de Peru hamsi stokları, 1990’larda Kanada morina stoklarındaki çöküş literatüre girmiştir. Sonrasında Peru hamsisi toparladı, ama Kanada morinasında aradan geçen onca zamana ve katı yönetim tedbirlerinin uygulamaya geçirilmesine rağmen hâlen umut yok. Bu arada Karadeniz hamsisi için de tehlike çanları çalıyor.


Sorunların çoğu, merkezi mevzuat, yasa ve merkezi denetim konusu gibi görünmekle birlikte balıkçılığın sıkıntılarının yakın tanıkları, yerel yönetimler. Hem üreticileri hem tüketicileri korumak üzere yerel yönetimler nasıl bir inisiyatif kullanabilir?


Vahdet Ünal: Yerel yönetimler başta denetim ve pazarlama olmak üzere balıkçılığın birçok kronikleşmiş problemine çözüm üretebilir. Ayrıca en çok tercih edilen balıkçı örgütlenmesi olan su ürünleri kooperatiflerinin güçlenmesine, faaliyetlerinin çeşitlenmesine katkı sağlayabilirler. Ancak ne yazık ki, kıyısal beldelerde yerel yönetimler ve su ürünleri kooperatifleri uyum içinde çalışamıyor. Yasa, bir yerde su ürünleri kooperatifi varsa, orada bulunan balıkçı barınağını hatta limanı kiralama önceliğini ona vermiş. Barınakların kooperatiflerce işletilmesi gerek balıkçılara gerek kooperatiflerine pratik ve ekonomik açıdan büyük destek sağlıyor. Ama bazı belediyeler balıkçı barınağının/limanın sağlayacağı ekonomik faydaya göz dikmektedir ve bu konuda kooperatiflerle çatışmaktadır. Belediyelerin hem tüketici hem de balıkçılar açısından yapabileceği işlerin başında balıkçıların yakaladığı balıkların en taze, en uygun, en kabul edilebilir koşullarda pazarlanmasını sağlamak gelmelidir. Yasadışı avlanmış, tazeliğini yitirmiş, yasal boyun altında, yasal dönemin haricinde avlanmış balıkların satışına engel olunmalıdır. Yıllar evvel Bornova pazarında sarpanın Çeşme çipurası etiketiyle satıldığını görmüştüm. Satan kişiyi uyardım. Bu yaptığınız size zarar verir dedim. Balıkları, hikâyelerini, mevsimlerini, nasıl avlandıklarını, balıkçıları tanıma şansımız olursa, bu konularda başta tüketim ve koruma olmak üzere daha çok duyarlı oluruz. Bu zıt gibi görünen iki kavram iç içedir aslında. Ben deniz ürünlerini pişirmeyi, tüketmeyi, dostlarımla paylaşmayı çok severim ve aynı zamanda sürdürülebilir balıkçılığın bir numaralı savunucusu ve destekçisiyim! 


Belediyeler su ürünleri kooperatiflerine birçok konuda yardımcı olabilir. Örneğin; barınağın kiralanması, şirin ve yerel dokuya uygun bir kooperatif binası yapılması, mezat alanı yapılması, yasadışı avcılığın denetlenmesi, farkındalık yaratılması, hatta kaynağın yönetilmesi konusunda çok değerli katkılar verebilir. Bu saydıklarımın her biri için söylenecek, yazılacak çok şey var, ama yerimizin yeterli olduğunu sanmıyorum. Belediyeler hem tüketiciyi hem de üreticiyi memnun edecek, uygun fiyatlı, lezzeti, atmosferi harikulade balık lokantaları (restoran değil) açabilir. Bu çok zor olmasa gerek. Vatandaşın yüzde kaçı restoranlarda deniz ürünü yiyebiliyor? Her kooperatifin mezat alanı, perakende satış yeri ve bir de balık lokantası olmalı. Örnekleri var. İspanya’da, komşu Yunanistan’da, hatta Türkiye’de.







Vahdet Ünal

Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Su Ürünleri Bölümü’nde balıkçılık ekonomisi ve yönetimi konusunda yüksek lisans ve doktora yaptı. Sonraki yıllarda İspanya’da Barselona Üniversitesi Ekonomi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde Balıkçılık Ekonomisi ve Yönetimi konusunda ikinci bir yüksek lisans yaptı. 2014 yılından bu yana İspanya Alikante Üniversitesi’nde Sürdürülebilir Balıkçılık Yönetimi Master Programı’nda davetli hoca olarak ders vermektedir. 2011’de doçent unvanı alan Vahdet Ünal, 2017 tarihinden itibaren profesör olarak Ege Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Çalışmaları; balıkçılar, balıkçılığın sosyo-ekonomik konuları ve balıkçılık yönetimi üzerinedir. 2009-2013 yılları arasında Dünya Gıda Örgütü (FAO), Akdeniz Genel Balıkçılık Konseyi (GFCM) altında yer alan Ekonomi ve Sosyal Bilimler Alt Komitesi Koordinatörlüğü’nü yürüttü. 2018 yılında FAO, GFCM, WWF ve EU tarafından En İyi Ortak Balıkçılık Yönetimi Uygulaması Ödülü’ne layık görüldü. Otuzdan fazla ülkede akademik çalışma, toplantı ve eğitim programlarında bulundu. Akdeniz Koruma Derneği’nin kurucu üyelerindendir. Ayrıca Avrupa Balıkçılık Ekonomistleri Derneği (EAFE) üyesidir. İngilizce ve İspanyolca bilmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır. 



Önerilen Haberler