"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Dr. Taner Yıldız: Su Ürünleri Dediğimiz Ekinsel Bir Ürün Değil, Tamamen Doğal Stoklara Bağlı

  • 22 Şubat 2021


Klişe olacak ama etrafı denizlerle çevrili bir ülkede denizlerdeki ürün her geçen gün azalıyor. Sizce bunun temel nedeni nedir? Balıkçılıkla uğraşan nüfus dediğimizde kaç kişiden, kaç aileden ve kaç tekneden söz ediyoruz? 


Taner Yıldız: Aslında biz, kıyı balıkçılığı yapıyoruz. Sahil balıkçılığı da derler. Kıyımıza yakın kıyısal sularda günübirlik balıkçılık faaliyetleri yapıyoruz. Bu ne demek? Bizim balıkçımız sabah çok erken bir saatte balıkçı limanından ayrılır, akşam o limana tekrar geri döner. Günübirlikten kastımız bu. Ama sektörün, endüstriyel balıkçılığın en büyük partneri olan gırgır balıkçılığında bu iş böyle değil. Onlar günübirlik çalışmıyor. Onlar Eylül’de sezon açıldığında çıkarlar. Nisan 15’e, sezon kapatılana kadar tayfalarını hiç salmıyorlar tekneden. Balık neredeyse onun peşinden gidiyorlar. Hamsi zamanı hamsi, lüfer zamanı lüfer, palamut zamanı palamut ya da sardalya ne tutuyorlarsa onun avcılığını sürdürüyorlar. Onların günübirlik avcılığı yok. Balığı buldukları an, operasyon yapıp alıp avlıyorlar. Geceleri, gündüzleri yok. Bizim balıkçılık yapımız biraz böyle. 18.055 teknemiz var. Bunların 275 tanesi 30 metre ve üzerinde, 465 tanesi 20 ila 30 metre arasında. Bunun altındakiler aşağı yukarı 16.000-17.000 küçük tekne oluyor. Bunların da büyük çoğunluğu -yaklaşık 11.000’i- boyları 5 ile 8 metre arasında değişen tekneler. Yani bizim yaklaşık 11.000 çok küçük teknemiz var. Demek ki bizim balıkçılığımızın yaklaşık %90’ı küçük balıkçılık teknelerinden ve küçük ölçekli balıkçılıktan oluşuyor. 


Balıkçı dendiğinde TÜİK’e kayıtlı “balıkçının kendisi” diye bir sınıf var, “ücretsiz çalışan ortak” var,” ücretsiz çalışan hane halkı” verileri var,” ücretli tayfa” var, “pay karşılığı çalışan tayfa” var. Pay karşılığı çalışan tayfalar özellikle gırgırlarda çalışıyor. 30-40 metre olan teknelerde diyelim bir operasyon yaptınız. 100.000 birim gelir elde ettiniz, bunun 50 birimi teknenin giderlerine, 25 birimi kaptana, kalan 25 birimi de tayfalara pay olarak dağıtılıyor. Pay olarak çalışan demek, bu demek. 


TÜİK’e göre, kayıtlı 28.000 balıkçımız var. Bunlardan balıkçının kendisi en kalabalık rakam, 10.000 kişi. Pay karşılığı çalışan 9.400 kişi. 28.000 kişinin yaklaşık 19.000’i balıkçının kendisi ve pay karşılığı çalışan tayfa. Yani neredeyse %80. 28.000’i  4 ile çarptığımızda yaklaşık 100.000 kişiyi direkt  ilgilendiren bir balıkçılıktan söz edebiliriz. Bu, deniz üzeri. Bunun karasal ayağı var. İşlemesi var, transportu var, halde çalışanları var, daha büyük bir kitle dolaylı olarak balıkçılığa bağlı işlerde çalışabiliyor.



Günümüz koşullarında stoklarımızın da oldukça yıprandığını düşünürsek, stoklar üzerinde asıl baskıyı oluşturan tekneler özellikle 30 metre ve üzeri olanlar. 275 adet ve neredeyse hemen hemen hepsi gırgır teknesi olanlar. Balıkçılıkla ilgili bir sorunumuz, bu büyük tekneler. Bu büyük tekneleri Marmara ve Karadeniz gibi kapalı denizlerden açık denizlere gitmesi için teşvik ve sevk etmemiz lazım. Bugün İspanyol balıkçılık filosunu düşündüğümüzde Akdeniz’de de balıkçılık yapıyorlar, Atlantik’te de. Tabii ki kıyıları var, ama yine de çok geniş. Çin’i düşündüğünüzde, Çinli balıkçı teknelerinin dünyada gitmediği yer yok. Bizim stoklarımızın bugünkü olumsuz durumunu düşündüğümüzde bu büyük tekneler için balıkçılık baskısını oluşturan etmenler var. Çünkü onlar çok büyük tekneler ve çok büyük kapasiteleri var. Avcılık kabiliyetleri çok yüksek. Marmara dediğimiz, kapalı bir gölmüş eskiden. Sonradan denize bağlantısı olmuş. 


2019’da su ürünleri üretimimiz 836.000 ton olmuş. Daha evvel 500-600.000. Buralarda 500 ile 800 arasında dalgalanma olduğunu görüyoruz. Bunun 431.000 tonu avcılıktan geliyor. Bir de yetiştiriciliğimiz var. Avcılıktan gelen kısım 431.000 tona çıkmış. 2018’de 280.000 tonmuş. Daha evvel 320.000 tonmuş. 2019’da büyük bir çoğunluğunu -262.000 tonunu- hamsiden elde etmişiz. Bu da balıkçılığımızın %60 ile %80 arasına denk geliyor. Karadeniz’den ve bunun büyük çoğunluğunu da hamsiden elde ediyoruz. Hamsi büyük sürüler oluşturur ve plaktonla beslenir. Başka bir balığı ya da başka bir canlıyı yiyemez. Mikroskobik plaktonik canlılarla beslenir. Bu nedenle bizim balıkçılığımızın türü da kıyı balıkçılığıdır. Kıyısal sularımızda avlanıyoruz. Çok uzak sulara gitmiyoruz. Birincil problemimiz bu.  Oysa büyük balıkçı teknelerini büyük denizlere açılma konusunda teşvik etmek gerekiyor. Mesela bazı ülkelerle anlaşmalar yaparak onların sularında avcılık yapabiliriz. Bunun yolu açık.  O ülkeyle olan ilişkilerimiz bağlamında ekosisteme zarar vermeden avcılık yapabileceğimize dair onları ikna ettiğimiz takdirde büyük tonajlı teknelerin stoklarımız üzerinde yarattığı baskıyı da azaltırız. 


Yasadışı trol de balıkçılığın sonunu getiriyor.  Bu alanda büyük oyunlar döndüğü dile getiriliyor? Bu alanda ne tür acil önlem alınabilir sizce?


Taner Yıldız: Maalesef Silivri civarında sahil güvenliğin de içinde olduğu bir rüşvet çarkının döndüğü haber olmuştu. Uzun süredir yakalanmamalarının bir nedeni vardı. Demek ki böyle bir kara ekonomi dönüyormuş orada. Biz tahmin ediyorduk, ama elimizde bir bilgi/belge olmadan iddia ortaya atmak çok doğru değildi. Büyük bir operasyon yapılmış. İllegal trolle avcılıkta en büyük caydırıcı ceza, kesinlikle tekneye el koymak. Çünkü bizim trolle avcılık yapılmayacak alanlarımız belli. İstanbul Boğazı trol avcılığına tamamen kapalı. Burada bir tekne trol avcılığı yapıyorsa, caydırıcı olmak adına o tekneye el koymak lazım. Çünkü caydırıcı ceza vermediğimiz sürece bu balıkçıların vazgeçmesi maalesef söz konusu olmuyor. Balıkçılıkla ilgili problemlerimizden biri de balıkçıların kendi sektörleriyle ilgili bilgi birikiminin ve eğitimlerinin eksik olması. Sucul ortamdan balık ya da diğer su ürünlerini avlıyorlar, ama sucul ortamı iyi tanımıyorlar. Orada bir ekosistem ve ekolojik döngü olduğunu, bu döngünün kendisinin işinin devamlılığı için hayati olduğunu bilmiyorlar.  Mesleki eğitim verilmesi lazım. Bir balıkçı teknesine ya da bir balıkçıya balıkçılık ustalığı verilirken bir eğitimden geçirilmesi gerekiyor. Sonrasında profesyonel balıkçı olması sağlanmalı. Balıkçılık, avcılık yaptıkları sularla ilgili tabii ki birtakım bilgileri var, ama bu bilgiler kulaktan dolma. Profesyonel olarak yaptıkları mesleği profesyonel hâle getirmemiz gerekiyor. Gelenekselden çıkarıp profesyonelleştirmek gerekiyor. Evet, olta balıkçıları geleneksel kalabilir. Onlar çok az balık tutuyorlar. Hatta orada da bir problemimiz var. Olta balıkçıları tuttukları balığı satmamalı. Çünkü olta balıkçılığı sportif balıkçılık ya da amatör balıkçılıktır. O balığın kesinlikle satılmaması gerekiyor. Günde 5 kg.’dan fazla tutmaması gerekiyor. Kıyı kanununda çok fazla insanın yetkisi söz konusu. Mesela İstanbul’un kıyısı olan her yerinde olta balıkçılığı var. Bu, bir düzensizlik alametidir. Biz de kıyılardan geçerken bir şekilde onlardan etkileniyoruz. Onlar istedikleri gibi avcılık yapamıyor. Siz de rahat rahat orada oturup nefes alamıyorsunuz. Olta balıkçılığı yapılacak belli yerlere özel platformlar yapılsa, sadece orada olta balıkçılığı yapılmasına izin verilse, hem daha düzenli bir işleyiş olur hem de denetlemesi kolaylaşır.  Ücretsiz olacak, giriş çıkışlarda  bir görevli kaç kilo balıkla çıkıyor ya da avladığı balık kaç santim, limitlere uyuyor mu, uyumuyor mu denetlenebilir. Bunu yerel yönetimler rahatlıkla yapabilir. 


Yurtdışında amatör balıkçıların da izin belgesi alması gerekiyor, öyle bir durum var mı?


Taner Yıldız: Bizde de var, ama kontrolü yok ki. Ben de aldım yıllar evvel. Belki de süresi doldu, ancak kimse siz oltayla balıkçılık yaparken gelip “bir sertifikanız var mı” diye sormuyor. Balıkçılık yönetimimizin büyük eksiği, denetim. Balıkçılık yönetiminde yazılı olarak bir sürü kanun var, yönetmelik var, tebliğ var. Ticari balıkçılık ve amatör balıkçılık için Tarım Bakanlığı 4 yılda bir tebliğ yayımlıyor. 2020 ile 2024 yılları arasında da yayımlandı. Ancak koruma ve kontrol maalesef  çok zayıf. Tarım Bakanlığı bünyesinde yeterli sayıda su ürünleri ve su bilimleri balıkçılık teknolojisi istihdamı yok. Başka branşlar daha fazla, ziraat mühendisi, veterinerler vs. Rakamlara geri dönersek, yüksek miktarda balık avlıyoruz. Bu, çok iyi bir rakam. Aşırı balıkçılık yapıldığından bahsediyoruz. Kontrolleri akademik donanıma sahip insanlarla yapmak gerekir. 


Balıkçılık yönetimi açısından başarılı bulduğunuz ülkeler hangileri?


Taner Yıldız: Japonya ve Amerika örneği var. Aslında iyi örnekler Japonya’da. Japonya’da balıkçılığı balıkçılık kooperatifleri yönetiyor. Bakanlıkları ve yetkili insanlar var, ama onlar demişler ki, A bölgesinde balıkçılık yönetiminden X kooperatifi sorumludur. Balıkçılığın kurallarını kendileri koyuyor. A bölgesinde bu yıl avcılığı şu kadar yapalım ya da şu dönem yapmayalım diyorlar. Yani tamamen otonom bir uygulama bulunuyor. Balıkçılar su ürünlerine bağlılıklarının o kadar farkındalar ki. Stoklar mutlaka yıpratıyordur, zaman zaman yanlış işler de yapılıyordur, ama balıkçılığı balıkçılar yönetiyor. Ne kadar güzel bir uygulama.

 

Amerika’da ise, bölgesel yönetimler var. Her eyaletin balıkçılık yönetim mekanizması farklı olsa da balıkçılık yönetiminden sorumlu kendi birimleri bulunuyor. Bölgesel bir mekanizma söz konusu. Aslında biz de bunu istiyoruz. Şöyle ki, Karadeniz’deki uygulamalar zaman zaman Akdeniz’deki uygulamaları tutmuyor. Çünkü denizi, ekolojisi, biyolojisi ve türleri farklı. Akdeniz’de Karadeniz’deki kadar hamsi yok. O yüzden balıkçılık üretiminde bölgesel bir mekanizma olabilir. Bu, bizim bir handikapımız. Balıkçılık yönetiminde geliştiremediğimiz bir dal. 


Denizlerimizdeki balığın azalmasında balıkçılığın payı ve diğer faktörler nedir?


Taner Yıldız: Stoklarımız yıpratılmış durumda. Denizlerde stokların azalmasında balıkçılığın payı yüksek, kirliliğin de payı var. Balıkçılık endüstrisi gelişirken devlet olarak ilk başlarda özendirmişiz. Evet, tekneler alın, tekneler yapın, teknelerle çok balık avlayalım bakış açısıyla yürürken filonun büyüdüğünü ve kabiliyetli hâle geldiğini anlayamamışız. Anladığımızda iş işten geçmiş, stoklarımız yıpranmış. Balıkçılık baskısının stoklarımız üzerindeki etkisi çok fazla. Karadeniz’de yüksek miktarda stokumuz var. Bunlardan yalnızca bir tanesi çaça stoku. Biyolojik olarak güvenli diyoruz. Büyüklerin içerisinde sadece çaça balığı için iyi avcılık yapılıyor, iyi yönetiliyor. İstavritte, lüferde, palamutta, hamside, barbunda, kalkanda şu an stoklarımız gerçekten kötü durumda.


İklim değişikliği de sürdürülebilir balıkçılıkta oldukça önemli bir parametre. Balıkçılık yönetimimizde iklim değişikliğini de içine alan bir ekosistem yaklaşımı mekanizmasını kurmamız zorunlu. Sularımız biraz ılıman. Tropikal bölgede yer aldığımız için denizler iklim değişikliğinin etkisiyle ısınıyor. Su sıcaklıkları 1-2-3 derece de olsa yükseliyor. Bu yükselmeler bizim türlerimizin kuzeye, yukarı doğru yönelmelerine neden olur. İklim değişikliklerinin sonuçlarını bir-iki günde görmüyoruz. Bunlar uzun sürelere yayılan süreçler. Mesela Marmara’da palamut ve lüfer, daha evvel orkinos ve kılıç balığı avlanırmış. 1986 yılında orkinos en son Marmara Denizi’ne girip Karadeniz’e göç etmiş. 1986’dan beri orkinosu Karadeniz’de görmüyoruz. Bunda tabii balıkçılığın etkisi büyük, ama kirliliğin etkisini  ölçemiyoruz. Orkinos çok büyüyebilen bir tür. 700 kiloya ulaşabiliyor. Oksijen ihtiyacı yüksek. Çünkü çok hızlı ve solungaç kapakları açık olarak yüzüyor. Balıklar  ağızlarından aldıkları suyu solungaç kapaklarından atarken oksijeni solungaç kanallarıyla alıyorlar. Orkinos hızlı hareket ettiği için oksijene daha fazla ihtiyaç duyuyor. Marmara da kirlendi. Yani deney çok zor bir şey.  Ama biliyoruz ki, iklim değişikliğinin etkisiyle sular ısındıkça bu türlerin göç yollarını değiştirme ihtimali var. Akdeniz içerisinde Liguria denizi var. Bir alt bölge. Orada uzun yıllardır lüfer görülmezmiş. 1990’lı yıllarda balıkçıların lüferden haberi bile yokmuş, ama şimdi önemli miktarda lüfer avlıyorlar. Demek ki türler göç yollarını da değiştirebiliyor.  Türler üzerinde etkili olan sadece iklim değişikliği de değil. Stoklar üzerinde kurduğumuz balıkçılık baskısı çok yüksek. Palamut, lüfer gibi göçmen türler Mayıs’ta ve Haziran’da üremek için Karadeniz’e çıkar. Eylül, Ekim gibi de geri dönerler. Bunun bir sırası var. Önce lüfer geçer. İstanbul Boğazı’nı doğal bir tuzak olarak kullanıyoruz. O kadar çok balıkçı ve balıkçı teknesi oraya yığılıyor ki. Gırgırların balık bulucuları var. Farklı derinlikler için farklı bulucular var. Bir gırgır teknesinin güvertesine çıktığınızda kendinizi bir uzay üssüne gelmiş gibi hissedersiniz. Bu teknelerin balıkçılık kapasiteleri oldukça yüksek, balığın göçünü tamamlayabilecek mecali kalmıyor, bütün sürüyü avlıyoruz. Geçenler oluyor, geri geliyorlar, ama bizim bu kadar avcılık yapmamamız lazım.


Olmazsa olmaz şeylerden biri, kota.  Her bir tekneye bireysel kota uygulanması gerekli. Çünkü şu an balıkçı ruhsatı olan her balıkçı teknesi her balıktan ve türden istediği kadar avlıyor. Buna açık erişim diyoruz. Böyle bir şey olamaz. Çünkü stoklarımız yıpranmış durumda. Endüstrimizi 1950’lerde geliştirmeye başlamışız. 60-70 yılda oldukça fazla olan balık stoku üzerinde kurduğumuz baskıyı anlayın. Bunu nerede görüyoruz? Av oranlarımız düştüğünde diyoruz ki, popülasyonda bir şeyler kötü gidiyor ve bizim avcılık miktarlarımız düşük çıkıyor. İşte, bu nedenle kota uygulaması getirmemiz lazım. Stokta bulunan palamut, lüfer, hamsi, çaça, istavrit için en az bir kere üreme şansı vermemiz lazım. Bu da bizim seçicilik dediğimiz bir yöntemdir.  Ağlarda daha büyük gözler kullanarak o boya gelmemiş, olgunlaşmamış balıkların ağ gözlerinden kaçarak stokta kalmalarını ve en az bir kere üreme şansı yakalamalarını arzu ediyoruz. Bu, çok önemli bir uygulama. Bizdeki ağ gözleri çok küçük. 


Orta ve küçük ölçekli balıkçıların kooperatif örgütlenmeleri onları aracıların elinden kurtarmaya neden yetemiyor? Balıkçı hali konusunda yaşanan sorunlar neler? Yerel yönetimler bu sorunları çözmede nasıl bir inisiyatif kullanabilir?


Taner Yıldız: Orta ve küçük ölçekli balıkçıların kooperatif örgütlenmeleri onları aracıların elinden kurtarmaya yetmiyor. Balıkçı halinin taşınmasıyla balıkçılar çok uzun yıllardan beri alışkın oldukları yerlerden uzağa gitti. İstanbul balık haline Karadeniz’den balık geliyor. İstanbul Boğazı’ndan, Marmara Denizi’nden, Kuzey Ege’den balık geliyor.İstanbul, çok büyük bir kent. Anadolu Yakası’nda bir tane balık hali düşünülebilir. Çünkü Anadolu Yakası’nda da avcılık yapan balıkçı tekneleri var. Onlar günübirlik avcılık yapıyor. Anadolu tarafında bir balık hali yapılırsa çare olabilir.  Gürpınar hali de büyük yatırım. Bu yatırımı ölü hâle getirmemek lazım. 


Orta ve küçük balıkçılar hallerdeki aracıların %18’lik komisyon almalarının bütün kârlarını götürdüğünden şikâyetçi. Hal mevzuatı nasıl daha koruyucu olabilir?

 

Taner Yıldız: Su ürünleri dediğimiz, ekinsel bir ürün değil, tamamen doğal stoklara bağlı. Karadeniz’de çaça balığı ekip avlayamıyoruz, tamamen doğal kaynağa bağlıyız ve bu kaynak çok çabuk bozulabiliyor. Uygun koşullarda saklanmazsa ve transport edilmezse hemen bozulabilir bir şey. O yüzden uygun taşıma, balığı + 4 – 4 arasında tutabilen frigofrik araçlarla yapılıyor ve  bizim kabzımal dediğimiz arkadaşlarda bu frigofrik araçlar var  Yerel yönetimler  kabzımalları aradan çıkartacak şekilde frigofirik araç filosu desteği sağlayabilir. Ama bunun içine balıkçıyı da katmak kaydıyla. 


Yine çok önemli diğer konu, balıkçı barınaklarının yapısı. Tam teşekküllü barınaklar olsa, balıkçıların kabzımallar nedeniyle kaybettiği para kendi cebinde kalacak. Bizim balıkçılığımızda her şey gelenekselde kalmış.  Geleneksel güzeldir, ama bir taraftan da ekonomik kaygılar var. Bu işin daha organize ve pazarlanması gerekiyor. Bu sektör suda başlıyor, tabakta bitiyor. Balık soframıza gelene kadar arada balıkçı, market, yerel pazarlar, işletmeciler, frigofirik araçlar, işlemede çalışan kadın balıkçılar vs. var. Balıkçımız bu aradaki basamakların ne kadarını kendi lehine dışarı çıkarırsa, kazancını o kadar kendi cebinde tutacak ve cebinde daha fazla para kaldıkça stoklar üzerindeki baskıyı da azaltacak. Yani elde ettiği ürün bir katma değere döndükçe ve bu katma değer balıkçının cebinde kaldıkça otomatik olarak stoklar üzerindeki baskısını da azaltacak. Tabii bu, bugünden yarına hemen olmaz, uzun süreçler. Çünkü biz 1900’lerin başından beri balıkçılık yapan, Cumhuriyet’in kurulmasıyla ve Atatürk’ün teşviğiyle balıkçılığı geliştirmeye, kavramaya çalışan bir milletiz. Neredeyse 100 yıla yakın bir süredir bu geleneklerle avcılık yapıyoruz. İstanbul’un neresinde olursanız olun, balığını avlayan balıkçı balık haline yollar. Çünkü babasından, dedesinden,  birlikte balıkçılık yaptığı başka bir balıkçı teknesindeki abisinden öyle görmüş. Onlar da Osmanlı’dan görmüşler. Osmanlı’da balık, hale gelirmiş. Halde KDV’si ortaya çıkarmış. Yani  Osmanlı Devleti’nin vergiyi elde etme şekliymiş, ama bugün hâlâ bu gelenek sürdürülüyor. İstanbul’da balığın asıl fiyatı balık halinde belli olur. Herkesin kafasının içinde bu var.


Yerel yönetimlerin mevzuat ve yasa üzerinde bir etkisi olmasa da balıkçılıkla ve balıkçılığın bütün sorunlarıyla birinci dereceden muhatap oluyor. Yerel yönetimler neler yapabilir, nasıl bir inisiyatif kullanmalıdır?


Taner Yıldız: Sarıyer Belediyesi, balıkçılarla ilgili bizimle işbirliği yaparak eğitimler düzenliyor. İzmir’de Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi var, İstanbul’da biz varız. Trabzon’da, Rize’de, Ordu’da, Antalya’da, Mersin’de, Adana’da var. Bizim kıyılarımız su ürünleri fakülteleriyle çevrilmiş durumda. Yaklaşık 20 tane su ürünleri ve su bilimleri fakültesi var. Biz, bir tanesiyiz. Balıkçılara kendilerini profesyonelleştirecek, habitatlar, ekosistemler, buradaki besin ağı, besin zinciri, kirlilik, iklim değişikliğiyle ilgili eğitimler verilebilir. Olta balıkçıları, özel bir olta balıkçılığı platformuyla düzene sokulabilir. Balık halleri belediyenin yönetiminde yürüyor. Balık halinde etkin kontrol için yöntemler geliştirilebilir. Mesela İzmir balık haline avlanabilir boyun altında balık gelmemesi sağlanabilir. Bu, neden önemli?  Avlanabilir boyun altında balığın satıldığını gördüğü an, balıkçı “satılıyor demek ki” diyor. Onun satış kanalı açık olduğu sürece o zinciri kırmamız, balıkların ve balık stoklarının geleceğini korumamız imkânsız hâle geliyor. Halk pazarlarında etkin kontrol için Tarım Bakanlığı’yla ve İl Müdürlüğü’yle işbirliği yapılabilir, yapılmasa da zabıtaların da yetkisi var. 




Önerilen Haberler