"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. F.Ozan Düzbastılar: Balıkçılık Katılımla Yönetilmeli

  • 22 Şubat 2021


Balıkçılığın denizde ve karadaki kritik sorunlarını nasıl sıralayabiliriz?


F. Ozan Düzbastılar: Balıkçılık, insanlığın ilkel av araçlarıyla beslenme ihtiyacını karşılayabilmesi ve hayatta kalabilmesi için uyguladığı en eski faaliyetlerden birisidir. Stokların vahşice avlanması, birçok balıkçılık alanının aşırı sömürülmesine ve balık stoklarının zaman zaman çökmesine neden olmuştur. Hatta Akdeniz ve Karadeniz, sömürülen balıkçılık sahalarından kabul edilmektedir. Primitif uygulamalarla başlayan balıkçılık, şu an farklı sektörlerde boy göstererek büyük bir endüstri hâline gelmiştir. Son istatistiklere göre, dünya genelinde denizlerden ve iç sulardan avcılık yöntemiyle elde edilen su ürünleri miktarı 96 milyon ton civarındadır. Bu miktar değişiklik gösterebilmektedir. Ayrıca 80 milyon ton civarında olan ve avcılık miktarını yakalama eğilimine giren yetiştiricilikten elde edilen su ürünleri üretimi söz konusudur. Benzer durum ülkemizde de görülmektedir. Denizlerden avcılık yoluyla elde edilen üretime baktığınızda sürekli inişler ve çıkışlar görürsünüz. Bir yıl için 500.000 tondan bahsederken sonraki yıl 300.000 tona gerileyen av miktarı söz konusu olmuştur. Bunun tabii ki birçok nedeni olabilir; aşırı avcılık, iklimsel değişimler, yasadışı avcılık ya da balıkçılık verilerinin iyi tutulamaması. Mesela bu durum yurtdışında da büyük bir problemdir. Hatalı ve eksik veri, rapor edilmeyen balık miktarı istatistiklerin de hatalı olmasına neden olur. Yapılan bilimsel çalışmalar, balıkların ilk yakalanma boylarının her geçen yıl küçüldüğünü göstermektedir. Balığa üreme şansı vermezsen, bir sonraki yıl aç kalırsın. Bunlar hem dünya genelinde hem de ülkemizde çeşitli yasal uygulamalarla düzenlenmeye çalışılmaktadır. Nedir bunlar? Ülkemizde Tarım ve Orman Bakanlığı altında faaliyet gösteren bir birim olan Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü hem ticari hem de amatör su ürünleri avcılığını düzenleyen tebliğleri belli dönemlerde çıkarır ve revize eder. Tabii bu değişiklikler farklı kurum ve kuruluşların da fikirleri alınarak yapılır. Neler vardır bu tebliğde? Su ürünleri kaynaklarının sürdürülebilir bir biçimde kullanılabilmesi için bilimsel verilere dayanan, sosyal ve ekonomik şartları göz önünde tutan, ekmeğini denizden kazanan insanların uyması gereken kuralları belli bir çerçevede düzenleyen ve faaliyetlerini denetleyen bir tebliğdir. Balıkçılık yapılırken uyulması gereken kurallar son derece önemlidir. Bir kural olmazsa, herkes istediği av aracıyla istediği zaman, istediği kadar balık avlar. Bu durum amatör balıkçılar için de geçerlidir. Bazen sosyal medyada fotoğraflar görüyoruz, bir balık sevdalısı kilolarca balık yakalamış ve fotoğrafını paylaşmış. Günlük sınırın 5 kilogramla sınırlı olduğunu bilmeyen birçok vatandaşımız var. Amatör balıkçılık adı altında büyük miktarlarda avcılık yapılması da önemli bir sorundur. Ticari balıkçılıkta kabaca yer yasakları, av aracı ve yöntem yasakları/kısıtlamaları, dönem ve tür yasakları vardır. Bir parantez de iç sular için açmak lazım. Buralardan avlanan su ürünleri miktarı toplam avcılık üretiminin onda biri kadardır. Hem hassas ekosistemler olması hem de kontrollerinin nispeten zorluğu iç suların önemini daha da artırmaktadır. En önemli sorunlardan birisi, balıkların ilk üreme boyuna gelmeden avlanmasıdır. Bakanlığımızın aldığı önemler arasında boy ve ağırlık yasakları da vardır. Avlanabilir asgari boy ve ağırlıklar ticari olarak avcılığı yapılan birçok tür için tebliğlerde belirlenmiştir. Bazen de bilimsel araştırmaların neticesinde bunlar değişebilir. Örneğin, lüfer 20 cm’den 14’e sonra da 18 cm’e çekilmişken, hamsi istikrarlı bir şekilde 9 cm’i korumuştur. Balık stoklarının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi, stoku oluşturan bireylerin büyüyebilmesi ve genç bireylerin stoka katılmalarıyla mümkün olur. Zaten doğal ölümler ve avcılık baskısı, stoku sürekli sıkıştırır. Bunun yanında balıkçılık sadece avcılığı değil, kültür balıkçılığını da kapsamaktadır. Son yıllarda atağa geçen sektör büyüdükçe problemleri de büyümektedir. Özellikle çiftliklere tahsis edilen alanların ortak kullanımı, karaya çıkış noktalarının bulunmaması veya çok iptidai olması, deniz trafiği, hastalıklar başlıca sorunlar olarak ortaya çıkabilir. Özetlersek, başta aşırı avcılık, yasadışı avcılık, yasal olarak bildirilmeyen av miktarı, balıkçıların aynı sahayı kullanan diğer paydaşlarla çatışması, balık çiftliklerinin kurulduğu alanların daha önceleri kıyı balıkçısının av sahası olması, balığın karaya çıkış yerleri, balıkçı barınaklarının yetersiz altyapıda ve kapasitede olması, bürokrasi, mevzuat, kooperatiflerin verimli işletilememesi, pazarlama problemleri ve toplumsal bilincin oluşmaması gibi ana başlıklarşa temel sorunları toparlamak mümkün olabilir. Bunlara çözüm ise, gerçekten bir anda çok zor. Sihirli değnek gerekir. Ancak sistematik yaklaşımlarla ve uzun vadeli çözüm uygulamalarıyla balıkçılık yönetimi ideale yakın bir duruma getirilebilir kanısındayım. 


Balık çiftlikleri ve tekelleşen büyük balıkçılar orta ölçekli balıkçılık için bir risk mi? Ne tür önlemler alınmalı?


F. Ozan Düzbastılar: Ben aslında Avlama Teknolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesiyim. Ancak yıllar içinde kültür balıkçılığıyla ilgili çalışmalarım ve gözlemlerim de oldu. İki yıl önce aynı anabilim dalından bir hocamızın yürütücülüğünü yaptığı “Ege Denizi Balık Çiftliklerinde Kafes Altı Doğal Balık Topluluklarının Mevsimsel Değişimi” isimli bir Tübitak Projesi’nde araştırıcı olarak çalışma fırsatı buldum. İki yıl süren çalışmada balık çiftliklerinin yoğun olarak bulunduğu İzmir ve Muğla illerinden üçer çiftlik belirlendi. Bu bölgelerde yer alan balık çiftliklerindeki ağ kafeslere her ay dalışlar yapıldı ve görsel sayım yöntemi adı verilen bir teknikle balıklar sayıldı. İzmir etrafındaki balık çiftliklerinde 100.000 civarında, Muğla bölgesinde bunun yaklaşık 4.5 katı kadar balık sayıldı iki yıl boyunca. Ayrıca 39 farklı deniz canlısını balık kafeslerinin etrafında görme ve kayıt altına alma şansımız oldu. Bunları niye anlatıyorum? Maalesef balık çiftlikleri 1985 yılından sonra kurulmaya başladıklarında uygulamayla yasal otoritenin aldığı kararlar pek örtüşmedi. Kıyı bölgelere kaldırabileceğinden fazla balık çiftlikleri kuruldu. Ege Denizi, coğrafi yapısı nedeniyle korunaklı koylardan ve körfezlerinden ötürü âdeta bir cazibe merkezi hâline geldi. Hatalı kararlar, eksik denetimler derken bir anda turizm-kültür balıkçılığı, balıkçı-kültür balıkçısı ve yazlıkçı-balıkçı çatışması ortaya çıktı. Tüm tarafları dinlerseniz, hepsinin haklı olduğu durumlar vardı. Sonra ne oldu? Yanlıştan dönüldü. Balık çiftliklerine derinlik ve kıyıya uzaklık sınırı getirildi. En az 30 m. su derinliği ve ana karadan 0.6 deniz mili uzaklıkta balık çiftliklerinin kurulması karara bağlandı. Bu sayede aslında büyük bir ihracat geliri sağlayan kültür balıkçılığının da önü açılmış oldu. Tekrar fakültemizde yaptığımız çalışmaya dönecek olursak, bilimsel birtakım bulguların dışında kültür balıkçılarının bulunduğu alanlarda korunmak, barınmak ve beslenmek amacıyla yoğunluk gösteren ekonomik değeri yüksek, koruma altında ve Suveyş Kanalı’yla sularımıza girmiş deniz canlıları tespit ettik. Bu bölgeler birer rezerv balık stoku oluşturuyor. Ayrıca yaptığımız saha çalışmalarında hem amatör hem de ticari balıkçıların balık kafeslerinin etrafından balık avladığı tespit edildi. Bir başka olgu, geleneksel balıkçılık yapan aile fertleri, kadınlı/erkekli bu sektörde istihdam olanağı buldu. Kadınlar balıklara aşılama yaptı, usta gemici belgesi olan balıkçı yem teknesini kullanmaya başladı. Balıkçılığa yıllarını vermiş, alaylı kişiler çiftliklerde balık hasatlarını yaparken buldular kendilerini. Kültür balıkçılığı son yıllarda yakaladığı ivmeyle az da olsa denizlerden ve iç sulardan sağlanan su ürünleri miktarını geçti. Bu artışın devam edeceği çok açıktır. Ancak kültür balıkçılığı ve doğal balık stokları birbirine göbekten bağlıdır. Balık unu için doğadan avlanan balığa ihtiyaç vardır. Birinin kaybı, diğerinin kazancı olmayacaktır. Bu nedenle her iki sektörü de ayakta tutacak önlemler alınmalıdır. Balık çiftliklerinin çevreye verdikleri zarar üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Kıyı ötesi kültür balıkçılığıyla ilgili detaylı çalışmalar yoksa da nispeten bu kirliliğin azaldığı gözlenmektedir. Aslında balığı ucuza yemenin en etkin ve verimli yoludur. Genel algı, kültür balığının doğal stoklardan avlanan balığa göre daha kalitesiz olduğudur. Ancak bu doğru değildir. Kültür balıkları temiz sularda istediği zaman yem bulan, ağır metal, pestisit, mikro-plastikler gibi kirleticilerle ömürlerinin büyük bir kısmını geçirmeden hasat edilen ve dünyanın birçok ülkesine ihracatı yapılan önemli bir katma değer hâline gelmiştir. İşin büyük ölçekli avcı balıkçı kısmına bakarsak, gırgır ve trol balıkçıları akla ilk gelen balıkçı grubudur. Hamsi, sardalya gibi pelajik balık türlerini avlayan gırgırlar ve barbunya gibi daha çok dip balıklarını yakalayan troller karşımıza çıkar. Ülkemizde balıkçı gemilerinin sayısı iç sular dahil 18.000 adet civarında seyretmektedir. Bunların yaklaşık %15’i 10 m’nin altındaki teknelerdir. 20 m’den daha büyük balıkçı gemisi 700 civarındadır. Özellikle 1970’li yıllarda verilen teşvik ve muafiyetlere istinaden balıkçılık filosu aşırı büyümüştür. 1990’lı yıllarında başında ruhsat verme işlemleri durdurulmuş, tekrar başlamış ve 2002 yılında kesin olarak durdurulmuştur. Daha sonra sadece balıkçı gemilerine boy verme izni verilmiştir. Ancak balıkçılık filosunun artan kapasitesi aşırı avcılığa neden olduğundan 2012 yılında bakanlık tarafından geri alma programı başlatılmıştır. İki yıl sonra geri alım programı bir daha tekrarlanmıştır. Bu sayede 10 m’nin üzerinde 900 civarında balıkçı teknesi filodan çıkmıştır. Bakanlık 2019 yılında geleneksel kıyı balıkçılığının kayıt altına alınmasıyla ve desteklenmesiyle ilgili yayımladığı tebliğde 10 m’den küçük balıkçı teknesi sahiplerine başvurmaları hâlinde maddi destek verilmesini karara bağlamıştır. Geleneksel balıkçılıkla uğraşan nüfus, çeşitli ekonomik zorluklarla yüz yüze gelse de, bu geçim kaynağını zaman zaman bırakmak istese de, taze balığın soframıza kadar gelmesini sağlayan ve asla vazgeçilemeyecek bir kesimdir. Balıkçılık, maddi gelir getirmek için yapılan bir faaliyet olmasının yanında aslında derin bir felsefeye sahiptir. Balığı yakalamak için süregelen çaba, ağların merhameti için harcanan zaman ve emek, güneşten ve soğuktan yıpranmış bedenler, insanları nihayetinde mutlu eden bir tabakta güzelce pişirilmiş bir balığa dönüşmektedir. Belki de bu süreç, kıyı toplumlarında yakından izlenen, kıyıdan uzak ve beslenme alışkanlıkları farklılaşmış kesimler tarafından da mutlaka bilinmesi gereken bir süreçtir. Bu nedenle balıkçının emeğinin hem halk hem de devlet tarafından verilmesi hayati önem taşır. Tarım sektöründe olduğu gibi balıkçılıkta da kooperatifler son derece önemlidir. Başarılı balıkçı kooperatifleri, üyelerine sağladıkları avantajlarla balıkçılığın nesilden nesile geçmesine destek olmuşlardır. Örneğin, Çeşme ve Urla İskele Su Ürünleri Kooperatifleri bu anlamda başarılı kooperatifler sayılabilir. Urla İskele’de her sabah yapılan mezatta mevsim balıklarını buza girmeden neredeyse denizden yeni çıkmış hâliyle satın almanız mümkündür. Kooperatif iyi işletilirse, küçük balıkçı tabir edilen geleneksel balıkçılık yapan nüfus bazı durumları fırsata çevirebilir. Yakalanan ürünlerin kooperatife ait bir işletme tarafından pişirilmesi, servis edilmesi, taze ürünlerin dondurulmuş daha geniş yelpazeye sahip su ürünleriyle birlikte satışa sunulması gibi bazı ekstra kazançlar sağlanabilir. Ayrıca kooperatiflerin uygun şartlarda kredi almaları, av araçlarını uygun koşullarda temin etmeleri gibi avantajlar da balıkçı için son derece önemlidir.  



Kirlilik ve yanlış avlanma, denizlerdeki çeşitliliği ve lüfer gibi Türkiye’ye has balık türlerini bitiriyor. Bu yıl biliyorsunuz hamside de sorun yaşandı. Çeşitliliği korumak için acil eylem planı ne olmalı?


F. Ozan Düzbastılar: Daha önce de söylediğim gibi, bazen asgari avlanma boyları değişiyor. Lüfer, gerçekten çok güzel ve özel bir balık. Aslında birçoğumuz sadece balıkçı tezgâhlarında görüyoruz. Pahalı çünkü. Lüferle ilgili birçok araştırma yapıldı, hikâyeler yazıldı, belgesel çekildi. Lüfer, Batı Karadeniz ve Marmara Denizi başta olmak üzere İstanbul Boğazı ve Batı Anadolu kıyılarında yoğunluk göstermektedir. Bir göç balığı olan lüfer, Ege Denizi’nden Marmara Denizi’ne ve Karadeniz’e doğru suların ısınmaya başlamasıyla bahar aylarında beslenme ve üreme göçü yapar. Yoğun olarak bulunduğu İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’in kuzeyine doğru yolculuğa çıkar. Yaz sonuna doğru da tekrar Marmara Denizi ve Ege Denizi’ne doğru göçerler. Genellikle 2 yaşında eşeysel olgunluğa ulaşan lüfer balığı, yaz dönemi boyunca ürer. Yapılan araştırmalarda kuyruktan başa kadar olan boyu yaklaşık 25-30 cm’e geldiğinde bu canlı üreyebiliyor. Bu arada şunu da belirtmek isterim, özellikle küresel ısınma ve günlük yaşantımızda hissettiğimiz iklim değişiklikleri bu tip göç balıklarının beslenme ve üremelerine de etki etmektedir. Bu balığın şöhreti biraz da yerel isimlerinden geliyor. Defneyaprağından, kofanaya, sırtıkaraya kadar giden, boya göre isim verilen bir balık. Bu durum aslında “lüfer” olan gerçek adının önüne geçip halk arasında farklı balıklarmış gibi tüketilmesine ve boy yasaklarını görmezden gelmemize de neden oluyor açıkçası. Zaten üremek için neredeyse 25-30 cm. toplam boy uzunluğuna ulaşması gereken lüferi 18 cm olarak avlarsak, bir de batıdan doğuya, doğudan batıya geçerken gereğinden fazla avlarsak, bir süre sonra lüfer diye bir balık kalmayacak. Bu konu bilimsel camiada da yıllardan beri tartışmalıdır. Bilim insanları kendi aralarında bu konuyla ilgili bir uzlaşma sağlayamadılar ne yazık ki. Görülen o ki, 2000’li yılların başında 25.000 ton civarında avlanan lüfer balığı miktarı on bin-beş bin altına düşmüştür. Hatta 3-4 yıl önce 2.000 ton bile avlanamadı. Hamside de bu yıl aşırı avcılık yaşandı. Aşırı avcılığın ilk belirtilerinden birisi hem büyük bireylerin ve hem de avlanan bireylerin ortalama boyunun azalmasıdır. Bu yıl bakanlığımız ve bilim insanları bunu çok iyi tespit etti ve hemen önlem aldılar. Bir süre hamsi için av yasağı koydular, bu yasakları bölgesel olarak kısmen açtılar ve karaya çıkış noktalarını sınırladılar. Önlemlerin gerektiği sertlikte ve sürede alınıp alınmadığı bir sonraki yıl görülecek. Aslında doğa kendini bize çok iyi anlatıyor. Ben iyiye doğru gitmiyorum diyor. Başat bir tür azalınca diğer türler artıyor. Örneğin, denizanalarının arttığını görebilirsiniz. Yengeç azalırsa, ahtapot ta azalır. Sonuçta balıkçı daha fazla mazot harcayarak daha önce yakaladığından daha az balıkla limana dönmek zorunda kalıyor. Ben yine de iyimser olmak istiyorum. Ekosistem bir şekilde kendini onarıyor. Yıllar önce, 1980’lerde Karadeniz’de bir taraklı medüzün zooplankton ve balık larvalarıyla beslenmesi sonucunda hamsi stoku çökme noktasına geldi. Kaldı ki, Karadeniz suları hem hidrojen sülfür nedeniyle doğal derinliğinin çok az bir kısmında canlılığa izin veriyor. Tuna Nehri kaynaklı endüstriyel kirlilik, kanalizasyon, tarımsal kirleticiler gibi birçok risk faktörüyle uğraşıyor. Bir taraftan da ülkemize en fazla balığı veren deniz. Hamsi avcılığı, ülkemizdeki avcılığın aslında belkemiğini oluşturuyor. 2000’li yılların başlarında 300.000 ton civarında yakalanan bu tür, son istatistiklere bakıldığında son beş yılda 130.000 ton ortalamasıyla yakalanıyor. Avcılıktan elde edilen miktarının üçte birini hamsi oluşturuyor. Ama yine de eskiden yakalananın yarısı kadar. Eskiden bu oran çok daha yüksekti. Bu yıl soğuk hava depolarındaki hamsinin kilosu 50 TL’ye kadar yükseldi. Bir şeylerin ters gittiği çok açık. Peki, ne yapmak lazım? Bu, çok zor bir soru. Dünya genelinde sürdürülebilir balıkçılık modelini %100 başarıyla uygulayan hiçbir ülke yok. İyi örnekler yok mu? Japonya, Norveç, Kanada gibi birçok örnek var. Avrupa Birliği, çok fazla dinamikleri olmasına rağmen başlı başına bir örnek. Uzun yıllardan beri ülkemizde de balıkçılık konusunda Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde ciddi çalışmalar yapıldı. Ancak her ülke kendi coğrafyası, balık türleri, geleneksel avcılığı, sosyo-ekonomik yapısı temelinde bu işlere el atmalı. Bir başka uygulamayı hiç değiştirmeden model almak çok doğru olmayabilir. Bu nedenle ticari su ürünlerini düzenleyen tebliğde yer alan yasal düzenlemeler de genellikle bölgeler bazında yapılıyor. Karadeniz’in kıta sahanlığıyla Ege’ninki farklı. Ona göre derinlik veya kıyıdan uzaklık sınırlamaları yapılıyor. Ülkemiz denizlerindeki diğer büyük sorun, yasadışı avcılık faaliyetleridir. Örneğin, İzmir Körfezi’inde yıllardan beri ciddi bir yasadışı avcılık faaliyeti var. Doktora öğrencimle yaptığımız bir çalışmada 2010-2014 yılları arasında körfezdeki yasadışı avcılık faaliyetlerinin üçte ikisinin özellikle Güzelbahçe, Çamaltı Tuzlası’yla Hekim Adası ve Çiçek Adaları arasında kalan sahada olduğunu tespit ettik. Bunların önlenmesi için hem Tarım ve Orman Bakanlığı’na hem de İçişleri Bakanlığı’na bağlı birimler ciddi denetimler yapıyor. Bildiğiniz gibi 1971 yıllında yürürlüğe giren 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu 2019 yılında revize edildi. Bu, önemli bir adım. Yasaların caydırıcı olmasında yarar var. Ancak yasayı koyunca yeterli olmuyor, denetim şart. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı’yla Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü altında görev yapan Deniz Polisi denizde ve karaya çıkış noktalarında yasadışı su ürünleri üretimine karşı çok ciddi bir destek veriyorlar. Aynı şekilde Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Avcılık ve Kontrol Daire Başkanlığı, Yetiştiricilik Daire Başkanlığı ve diğer daire başkanlıkları da koruma ve kontrol faaliyetlerini başarılı bir şekilde sürdürmektedir. Ancak sahada denetim çok ciddi bir teşkilat gerektiren, emek ve zaman isteyen ve aynı zamanda pahalı olan bir iştir. Bu nedenle tek başına işe yaraması beklenemez. Kanunla desteklenmiş tebliğlerde yer alan bazı bölgelerin ava kapatılması, av mevsiminin sınırlandırılması, bazı türler için kota konması, av filosunun küçültülmesi, av araçlarına çeşitli sınırlamalar getirilmesi, karaya çıkma noktalarının belirlenmesi ve sınırlandırılması, bazı türlerin avcılığının yasaklanması gibi tedbirler revize edilmelidir. Bunlar statik olmamalı, dinamik olarak her an değiştirilebilmelidir. Hamsi örneğini bu yıl içinde gördük hep beraber. Bunlar dışında hasar görmüş habitatları ve aşırı avcılığı önlemek için bazı uygulamalar var. Bunlardan birisi, yapay resifler. Tek başına çok fazla etkin olmasa da balıkçılık yönetiminde düzgün uygulanırsa, dünya genelinde olduğu gibi ülkemiz sularında da işe yarayacaktır. Zaten başarılı uygulamalar uzun yıllardan beri, özellikle Ege Üniversitesi öncülüğünde, bakanlık desteğiyle yapıldı ve yapılıyor. Yasadışı trol avcılığını engellemek için sahada birebir yapılan denetimlere destek olmak isterseniz, anti-trol adı verilen, içinden çelik borular geçen, özel tasarımlı beton bloklar kullanabilirsiniz. Yasadışı teknenin motor gücü ve blok ağırlığı arasında yapacağınız basit bir hesapla yasadışı bir trol teknesinin bu bariyerlere takılmasını, av aracının zarar görmesini veya istediği süre ve rotada avcılığını engellemeyi başarabilirsiniz. Bununla ilgili özellikle İzmir Körfezi için teorik anlamda bir planlamamız var. Bütçe bulunursa, uygulanabilir belki de. Bir başka konu, yeni rezerv alanlar yaratmak. Deniz ve kıyı koruma alanlarının sayısını artırmamız gerekiyor. Genellikle Akdeniz’in kuzeyinde bu alanlar yoğunlaşmıştır. Ülkemiz kıyılarının olduğu özellikle Ege Denizi’nde ve Akdeniz’de bu alanların varlığı sevindiricidir. İzmir’de ise, Gediz Deltası’nı kapsayan Ramsar Alanı ve Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi bulunmaktadır. İzmir Körfezi, Foça ve Karaburun’a kadar uzanan 960.4 kilometrekarelik deniz alanına sahip çok özel bir körfezdir. Körfez, lagüner alanlarıyla, karasal ve sucul canlılarıyla, özellikle balıklar için bir üreme alanı olmasıyla, tarihi, kültürü, turizmi, adaları, limanları ve balıkçı barınaklarıyla muhteşem bir ekosistemdir. Tabii ki tüm canlıların neredeyse üçte ikisine ev sahipliği yapan sucul alanlar aynı zamanda kırılgan ve hassas yapılardır. Endüstriyel ve evsel atıklar, karasal kirlenmenin dışında deniz kaynaklı kirleticiler, tarımsal kirleticiler, kıyıların doldurulmasıyla yok olan habitatlar ve nihayetinde doğal balıkçılık kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir bir şekilde idare edilememesi kötü bir senaryoyla sonun başlangıcı da olabilir. Körfez balıkçısı İzmir Körfezi’nin neredeyse %90’ını kullanabilmektedir. Dolayısıyla bu muhtemel çöküşten ilk etkilenecek olan da balıkçının kendisidir. 



Konunun çoğu yasalara ve mevzuata bağlı olsa da yerel yönetimler nasıl bir inisiyatif alabilir?


F. Ozan Düzbastılar: Su Ürünleri Kanunu’nun yenilenmesi, yasal otoritenin elini bir nebze rahatlatmıştır. Böyle bir suç veya kabahat işleyen kişi veya kişiler, önce idari para cezası kesilmesine, sonra av araçlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine, hapis cezası verilmesine, ruhsat tezkerelerine geçici olarak el konulmasına, fiilin devamı hâlinde de balıkçı gemisine av araçları ve donanımlarıyla birlikte el konularak mülkiyetinin kamuya geçirilmesine kadar varan süreç içinde olduğunu artık biliyor. Belediyeler konunun neresinde diye bakacak olursak, zaten kanunda yeri var. Belediye zabıtası amir ve mensupları, hatta kolluk kuvvetlerinin bulunmadığı yerlerde köy muhtarı ve ihtiyar heyeti, kanunda tanımlanan kabahat ve suçlarla ilgili işlem yapabilirler. Yani su ürünleri üretiminde kullanılan araçlara ve bunlarla elde edilen su ürünlerine el koyabilirler. Hatta yine kanunda açıklanan çerçevede idari para cezası kesebilirler. Aynı kanun, ihtiyaç duyulması hâlinde el konulan cansız su ürünlerinin belediyeye ait merkezlerde analizinin ve muayenesinin de yapılmasını sağlıyor. Daha önce de ifade ettiğim gibi, balıkçılık yönetimi tek bir merkezden idare edilemez. Katılım gerektirir. Bakanlık, üniversiteler, diğer kamu kurumları, STK’lar, balıkçılar, deniz kıyısını kullanan tüm paydaşlar, halk vb. geniş katılımlı bir koalisyon gerekiyor. Deniz ve deniz kaynaklarının hepimizin olduğu, adil bir şekilde bölüşülmesi ve sonraki nesillere ait doğal kaynakların bizler tarafından korunması gerektiği, çocuklarımıza ilköğretimden başlayarak anlatılmalıdır. Ülkemiz insanı maalesef denize uzak. Neler yapmak gerekir? Biz Ege Üniversitesi olarak Urla Kaymakamlığı’yla, Urla Belediyesi’yle ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’yle sosyal sorumluluk projeleri yürütüyoruz. Denizi, denizciliği, su altını ve deniz canlılarını küçük çocuklarımıza -onlara giderek ve onları üniversitemize getirerek- anlatmaya çalışıyoruz. Ağacın yaşken eğildiğini herkes biliyor. Çevre bilinci, su altındaki çöpleri çıkarmakla olmuyor. Önce denize çöp atılmamasını sağlamamız gerekiyor. Her yıl öğrencilerimizle yaptığımız su altı temizliğinde su altından çıkan nesneleri görmek içimizi acıtıyor açıkçası. 


Balıkçının var olmasını sağlayan yapılardan birisi de balıkçı barınaklarıdır. Bu barınaklar, balıkçı teknelerine hizmet veren, elektriği ve suyu olan, idari binası, soğutma alanı, çekek yeri bulunan ve ilgili yönetmeliklerde belirtilen standartlara sahip yerlerdir. Genellikle de yine ilgili bakanlıkların oluruyla öncelikli olarak Su Ürünleri Kooperatifleri’ne, talep yoksa da gerçek ve tüzel kişilere ihale usulüyle kiralanırlar. Bazen de bu barınakların devri, kamu kurum ve kuruluşlarına, il özel idarelerine veya belediyelere yapılabilir. Bunlar yine öncelikli olarak kooperatiflere kiralama yaparlar. Yerel yönetimlerin balıkçı barınaklarının balıkçılık faaliyetinin daha iyi sürdürebileceği, kıyı insanının deniz ve balıkçıyla iç içe geçmesini sağlayan sosyal alanların da olacağı şekilde düzenlenmesinde katkı sağlaması, geleneksel balıkçılığın daha uzun yıllar devam etmesine ciddi bir yarar sağlayacaktır. Belediyeler özellikle çok çabuk bozulan ve soğuk zincir gerekliliği olan su ürünlerinin denetiminde yetersiz kalabilmektedir. Bununla ilgili yasal düzenlemeler yapılarak özellikle su ürünleri mühendislerinin istihdamı sayesinde zabıtaların yaptığı denetimler su ürünleri özelinde de yürütülebilir. Örneğin, Sarıyer Belediyesi’nin oluşturduğu Balıkçılık ve Su Ürünleri Birimi, balıkçılıkla ilgili çeşitli çalıştaylar, eğitim seminerleri, sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirerek önemli bir farkındalık yaratmıştır. Özellikle su ürünleri konusunda uzman fakültelerin de desteğiyle üniversiteler ve belediyeler arasında yapılacak çeşitli projeler sayesinde balıkçıların ve balıkçılıktan geçinen nüfusun sorunları büyük ölçüde hafifletilebilir. 


F. Ozan Düzbastılar 


Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü’nde 1994 yılından beri görev yapmaktadır. Yüksek lisansını balıkçı gemileri, doktora çalışmasını yapay resifler üzerine yaptı. Genel çalışma konuları; yapay resifler, balıkçılıkta hesaplanamayan ölüm oranları, av araçları, balıkçılık mekanizasyonudur. Bunun dışında Ege Üniversitesi Urla Denizcilik Meslek Yüksekokulu Müdürlüğü’nü ve Sualtı Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Vekilliği’ni 2017 yılından beri sürdürmektedir. 8 ön lisans, 2 lisans, 4 yüksek lisans, 2 doktora dersi olmak üzere farklı konularda dersler vermektedir. Ulusal ve uluslararası 40 civarı projede görev yapan F. Ozan Düzbastılar’ın SCI, SSCI ve AHCI indekslerine giren dergilerde 24, uluslararası 12 ve ulusal 6 makalesi, ulusal ve uluslararası 51 bildirisi, 2 kitabı ve birisi uluslararası olmak üzere 3 bölüm yazarlığı bulunmaktadır. Aynı zamanda profesyonel dalgıçtır ve sportif dalış eğitmenidir. 



Önerilen Haberler