"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Caner Murat Doğançay: Yerel yönetimler merkezi yönetimle ilişkilerde proaktif bir rol üstlenebilir

  • 8 Şubat 2021


Bugünlerde gıda ürünlerindeki fiyat artışları gündemde. Tarlada bir, markette beş olan üründen sorumlu olanlar sadece aracılar mı yoksa satan marketler mi? Kentlinin gıdaya erişimindeki riskleri nasıl görüyorsunuz?


Caner Murat Doğançay: Üretim için üretim dediğimiz bir düzenin içerisindeyiz çok uzun süredir ve gıda üretimi piyasa spekülasyonlarının bir parçası. Tüm dünyada gümrük duvarlarının kaldırılması ve her ülkenin yaptığı üretimden bağımsız olarak belli bir miktarı ithal etme zorunluluğu taşıdığı sistem baştan eşitsiz bir ilişki yaratıyor. Bunun haricinde döviz kuruna endeksli olan sanayi üretiminde yaşanan süreçten tarım da azade değil. Döviz, tarımda kullanılan gübre, zirai araç, mazot gibi tüm girdi fiyatlarını etkiliyor. Ayrıca bunların bir kısmı Türkiye’de üretilse de -sanayi üretiminde nasıl birçok ara mal ithal ediliyorsa- tarımda da zirai ilacından gübresine kadar bileşenler yurtdışından ithal edilmek zorunda. Dolayısıyla döviz fiyatındaki dalgalanma -ürünün yetişmesinden once- bileşenleri etkiliyor ki, bunu işlenmemiş taze sebze-meyve için konuşuyoruz, bir de işlenmiş ürünler var. Tabii aracıların da bir payı var, ama dünyada yaşayan insanlar yarı zamanlı üretici olmadığı, yarı zamanlı başka işlerle uğraşmadığı sürece birileri bunun üreteni birileri de edineni olacak. Bu iki kesimi birbirine ulaştıran en azından bir nakliye kalemi de olmak zorunda. Büyük kentlere gıda temini için ürün, üreticiden market raflarına ulaşana ve hane içerisine girinceye kadar geldiği her iki bölgenin halinden, komisyoncusundan, nakliyecisinden geçiyor ve hepsinde ürüne KDV, stopaj, devletin vergileri, o kişilerin kendi geçim masrafları ve kârı ekleniyor. Dolayısıyla art niyetten bağımsız, zaten gıda fiyatlarını artıran bir mekanizma var.


Kentlinin gıdaya erişimi meselesinde şöyle bir şey de söz konusu: Türkiye’de birçok insan açlık sınırında yaşıyor ve sadece gıdaya erişiyor. Hayatındaki başka masraflardan kısmak zorunda kaldığı bir durumdan bahsediyoruz. Gıdaya erişirken de hangi gıdaya erişiyor, hangi türde ve nitelikte gıdaya erişiyor? Pek çoğumuz niteliksiz besleniyoruz. Dolayısıyla gelirimizin büyük bir kısmını gıdaya ve onun da niteliksiz versiyonuna harcamak durumunda kalıyoruz. Bir de hep evde hazırlanan versiyondan bahsediyoruz, ama çalışan nüfusun öğle yemeği diye bir gerçeği var ve bundan sorumlu olan işverenler bulunuyor. Son birkaç senedir işçi eylemleri mesaide yedikleri yemekler üzerine oldu. Daha bir iki hafta önce İstanbul Finans Merkezi’ndeki inşaat işçileri yemeklerindeki bozukluk sebebiyle eylem yaptı. Hayatımızın üçte birinin geçtiği çalışma mekânlarında gıdaya nasıl eriştiğimiz meselesi geniş yer tutmuyor. Burada da üreticilere, tüketicilere ve kamu yöneticilerine olduğu kadar işverenlere de büyük sorumluluk düşüyor. 


Sözünü ettiğiniz maliyetleri azaltması açısından pek çok belediye kullanılmayan arazileri desteklerle çiftçilere açıyor. Bu girişimler yeterli mi? Kır-kent ilişkisinin yeni kavrayışlarla ele alınması nasıl olmalı? 



Caner Murat Doğançay: Büyükşehir yasasıyla köylerin mahalle olması, Türkiye’deki sınai tarımsal üretimin en yoğun olduğu bölgeleri, Bursa, Antalya gibi şehirlerin kırsal alanlarını etkiledi. Ne kadar etki etti bilmiyoruz, on yıla yakın zaman geçmek üzere, geriye yönelik analizler yapıldıkça anlayabileceğiz.


Yerel yönetimlerin sorumluluğu büyükşehir yasasıyla beraber artmıştı. “Bu benim sorumluluğumda değildir” diyemeyecekleri bir konuma gelmişlerdi. Kamu kaynağını rant odaklı da kullanabilirler ya da üretime odaklı monokültür tarım topraklarını ihtiyaç dahilinde kendine yakın yerleşim yerlerindeki insanların temel besin maddelerine erişimi, tekrar aktif kullanımı için projelendirebilirler.


Tarım arazilerinin maden, enerji vb. altyapı projeleri yerine tarım amaçlı kullanılması için belediyelerin proaktif olması önemli. Bir de şehir plancılığı formasyonundan gelen bir yorumum olacak. Orta büyüklükte kentler kendi imar planlarını, nüfus projeksiyonlarını yaparken biraz şişkin yapıyorlar. Yani aslında artmayacak kadar bir nüfus, sanki önümüzdeki on beş senede artacak gibi projeksiyon yapılıyor. Buna yönelik girişim alanları tahsis ediyorlar ve çoğunlukla onlar dolmuyor. Sadece kentsel parsele dönüşüyorlar ve çoğunluğu boş duruyor. Bunları tekrar eski işlevine geri döndürebilecek imar araçları geliştirmek de kullanıma uygun yeni araziler elde edilmesini sağlayacaktır.


İstanbul için zor, ama diğer kentlerde yerel yönetimler idari sınırlarında imara açılmamış tarım alanlarını tamamen bu mantıkla organize etmeyi başarırlarsa, nüfusun gıda ihtiyacını giderebilecekleri bir altyapıları söz konusu olacak. İstanbul için kendi idari sınırları içindeki topraklar yetmeyebilir. Ancak Marmara endeksli bir şey üretmesi, o bölgede üretilen bir ürünün Anadolu’nun veya dünyanın başka bir yerinden getirilmesine gerek kalmayacak bir düzeni oluşturmasını sağlar. Bu sadece pandemi için değil, küresel iklim krizi açısından da geçerli. Yanı başımızda üretilen bir şeyi serbest piyasa ilişkileri için kurban etmemek adına tercih etmemiz gerekir. Dünyanın bir ucundan bir şey getirmemek, karbon ayak izini azaltmak için de tercih edilmeli. 


Bence burada yerel yönetimlerin imar araçlarını kullanması, yereldeki mekanizmaları teşvik edecek araçlar geliştirmesi önemli. Bunlara aslında yasalarla ya da yönetmeliklerle çözüm üretmemiz gerekir. Yerel artık çok kıymetli. Üst ölçeğe referans oluşturacak, Tarım Orman Bakanlığı gibi resmi kurumlara yön verecek çalışmalar yerelden başlayabilir. İllaki bakanlığın masanın üstüne kapanıp kendi kendine çözüm üretmesini ya da hükümetin bir sonraki seçimde ben gelirsem Tarım Orman Bakanlığı’nda şunları yapacağım demesini beklemek gerekmiyor. Yerel yönetimler merkezi yönetimle ilişkilerde de proaktif bir rol üstlenebilir. 



Özellikle metropollerde insanlar yaratıcı pek çok yöntemle temiz gıdaya ulaşmaya çalışıyor. Yeni tip kent kooperatifleri oluşuyor. Gıda ağlarının gelişimini nasıl görüyorsunuz? 


Caner Murat Doğançay: Kuzey Amerika, Avrupa ve Latin Amerika’da bu girişimleri kayıt altına almak adına çeşitli uygulamalar var. Kayıt altına almaktan kastım, resmileşme anlamında değil, gelecekte faydalanabilmek açısından. Bu çabaların, girişimlerin sembolik olup olmayacağını ve yerelde kendi mahallindeki girişimler olmaktan bir adım öteye geçip geçemeyeceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bunların hepsi ilham verici girişimler. Hepsi bir deneyim biriktiriyor. Kurumsallaşma beklemenin ya da buna zorlamanın bir anlamı yok. Fakat bu yerel çabalar bir arada kurumsallaşmış versiyonu türetebilirlerse, yani kent, bölge ve havza ölçeğinde birtakım organizasyonlara girişirlerse, gündelik hayatı başka bir şekilde örgütleme konusundaki iddialarının yaygın bir şekilde fark edildiğini ve yaşandığını görürüz. Şu an aslında bir deneyim birikiyor. Biz buna kent kooperatifi diyebilir miyiz? Diyebiliriz tabii ki. Çünkü sadece tüketim meselesini değil, başka alanları da örgütlemeye çalışıyorlar. Benim gördüğüm ve anladığım kadarıyla gıda ağlarının ve yereldeki inisiyatiflerin beklentisi, yerel yönetimlerin bu inisiyatiflerin özerkliğine ve iç işleyişine saygı duyması, karışmaması, bünyesine katma ya da kendi ajandasına dahil etmeye çalışmaması. Bu, önemli bir kriter. Birlikte bir yol yürümek isteniyorsa, onu ayrı bir varlık olarak kabul etmesi önemli. Ağırlıklı olarak lojistik birtakım imkânlar sağlaması, en büyük destek ve yol açıcılık oluyor. Çünkü bunlar mahalli çabalar. Her detay (lojistik imkânlar, resmi prosedürler, muhasebe, mali kalemler vs.) mühim. Dünyadaki ilham verici örnekler vizyon açıcı olabilir.  Her inisiyatif bu tip durumlarda Amerika’yı baştan keşfediyor. Belediyelerin yapabileceği; bilgi birikimine ilişkin kendi arşivini tutması, kütüphanesini oluşturması ve bir tür danışmanlık merkezi kurması, lojistik destek vermesi. Bu danışmanlık merkezi, kooperatif nasıl kurulur, hangi kuruma başvurulur, şu vergiyi ödemezseniz başınıza bu gelir, bu denetimle size gelecekler buna hazırlıklı olun gibi detaylar konusunda yardımcı olur. Danışmanlık ve lojistik hizmeti gıda ağlarına yetecektir diye düşünüyorum.



Milano kentinin öncülük ettiği ama dünyadan başka kentlerin de dahil olduğu bir oluşum var. Milano Kent Gıda Politikası Paktı (Milano Urban Food Policy Pact). Kent yönetimlerine gıdayla ilgili bir harita sunuyor. Yine İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin dahil olduğu C40 var, iklim için dünyadaki kent yönetimlerinin oluşturduğu ağ, ağın gıdayla alakalı çalışma grupları bulunuyor. En başta da dediğim gibi, özellikle ABD ile Avrupa’da bu konuyla ilgili deneyim çok. 


Kent yönetimlerinin sorumluluklarından bir tanesi de su kaynaklarının hassas kullanımını sağlamaları ve koruyucu tarımın organize edilmesinde daha çok söz sahibi olmaları. Su meselesi önemli.


Yerel yönetimlerin bilgi merkezi hâline gelme konusunda yapabilecekleri bir şey daha var: Tarım endüstrisinin ürettiği zirai ilaçların yerine doğa dostu zirai ilaçların üretilmesini ve kullanılmasını sağlatmak. Bu konuda bilgi bankası oluşturulabilir, eğitimler verilebilir. Konvansiyonel tarım tekniklerinin ötesinde bu alternatif alanların kayıt altına alınması faydalı olur diye düşünüyorum. Böylece ekolojik tarım insanların kişisel vicdani eylemlerinin ötesine geçmiş olur.

 



Önerilen Haberler