"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Ercüment Gürçay: İyi tarım ürünlerinin kentin yoksullarına ulaşması gerekiyor

  • 8 Şubat 2021

Pandemiyle başlayan süreçte yerel tarımın önemini anlamak, gıda fiyatlarının fahiş artışıyla daha da dikkat çekici hâle geldi. Tarlada 1 olanın, kentte 5 olmasının sorumlusu sadece aracılar ve esnaf olabilir mi? 


Ercüment Gürçay: Sorularınızı yanıtlamaya geçmeden önce bir tarım uzmanı olmadığımı belirtmek isterim. İstanbul’un kenar mahallelerinden birisinde, Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinde bir köyde doğdum ve bugün de orada yaşıyorum. Çocukluğumdan anımsıyorum, evimizin gıda ihtiyacı bahçemizde yetişirdi. Zaman içerisinde bunu yapamaz olduk. Bugün gıda krizi kapımıza dayandı ve acaba yeniden olabilir mi deyip aile tarımına yeniden emek vermeye başladık.


Kent yoksulluğu günümüzün en ciddi sorunu. Pandemiyle birlikte gelen ekonomik kriz ve beraberinde yaşanan işsizlik, yoksulluğu daha da büyüttü. Dar gelirli kesimlerin gıdaya ulaşımı zaten bir sorunken pandemi süreciyle yoksulluk geniş kesimler için bir gerçeğe dönüştü. İstanbul’da yerel yönetimler ve bazı dayanışma girişimleri gıda kolileri dağıtarak ilk anda bu ailelere destek oldular. Bu, sürdürülebilir bir şey değildi, sürmedi. Ama ekonomik kriz ve geniş halk kesimlerinin yoksulluğu bugün de devam ediyor, yakın gelecekte de artarak devam edeceğini tahmin etmek zor değil.


Gıdanın tarladan sofralarımıza gelene kadar maliyetini artıran birçok neden var. Aracılar, önemli bir neden. İstanbul geçmişte kendisine yeten bir kentti ve bugün kentin gıdası Antalya gibi uzak kentlerden geliyor. Bu durum ulaşım ve saklama maliyetlerini de beraberinde getiriyor. Geçmişte olduğu gibi İstanbul’un gıda ihtiyacını kendi çeperinde yer alan üreticilerden karşılayan, kendi kendine yeten bir kent olması gerekiyor. Yerel yönetimler kent gıda üretim topluluklarını, küçük aile çiftçiliğini desteklemeli.   


Belediyelerin başlattığı hazine arazilerini tarıma açma, üreticiye tohum desteği verme gibi girişimler çözüm olabilir mi? Yerelden tarımsal kalkınmanın sizce olmazsa olmaz unsurları nelerdir?


Ercüment Gürçay: İstanbul’da yaşıyorum ve İBB’nin tarımın geliştirilmesine yönelik çabalarını yakından takip ediyorum. Hazine arazilerinin tarıma açılması, üreticiye tohum-fide desteğinin verilmesi, üreticinin ürünlerini satabileceği yerel pazarların açılması vs. girişimlerini önemsemekle birlikte bu girişimlerin tek başına 16 milyon insanın yaşadığı bir kenti doyurmaya yetmeyeceğini, tarımsal üretimin mahallelere kadar genişletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Orta ölçekli çiftçilik gibi küçük aile çiftçiliği de desteklenmeli. 


İstanbul’un tarihinde 1.700 yıl öncesine kadar giden “Kent Bostanları” deneyimi var. Bu bostanlar aynı zamanda kentin kültür tarihinin de önemli bir parçası. Kendine yeten kent kavramı kadar “kendine yeten kentli” kavramı da çok önemli.


Bana göre bostan hareketi, gıda-ekonomi-sağlık dışında merkezi otoriteye karşı, katılımcı demokrasi için yatay-yerel-bölgesel bir örgütlenme modeli olarak kooperatifler üzerinden örgütlenebilir. 1980 öncesinin Köy- Koop ve Halk Tüketim Kooperatifleri deneyimi bugüne taşınmalı. Kent bostanları-bahçeleri ve kentin çeperinde bulunan küçük çiftçileri de kapsayan bir kooperatif girişimiyle örnek bir taban ekonomisi, katılımcı demokrasi modeli yeniden yaratılabilir. Bursa Nilüfer Belediyesi, ilçede kurduğu 80 kent bostanını mahalle komitelerinin yönetimine bırakmış. Tohum, su, ekipman ve eğitim desteği de veriyor aynı zamanda. “Demokrasi için bostanlar” kavramı üzerine de yeniden düşünmeliyiz.


MÜSİAD’ın geçen sene devlete önerdiği büyük üreticilerin desteklenmesi önerisine karşı CHP de 1970’li yıllarda olduğu gibi bu tip yatay-yerel örgütlenmeleri desteklemeli. Bostanların tarihte sahip olduğu itibar teslim edilmeli. İstanbul geçmişte olduğu gibi orta vadede gıda gereksinimini yerel üreticilerden karşılayan bir kent olabilir.


Pek çok tarım arazisi tarıma elverişsiz hale geldiği iddiasıyla imara açılmaya çalışılıyor. Onarıcı tarım nedir?  


Ercüment Gürçay: Tarım alanları hızla beton ormanlarına dönüşüyor. “Beton ekme, tohum ek” demeli, sesimizi yükseltmeliyiz. Su kaynakları giderek tükeniyor. “İki deniz arasında kanal değil, tarım olur” demeliyiz yüksek sesle. 


Hükümetin imar projelerine karşı birbirinden bağımsız çok sayıda inisiyatif mücadele ediyor. Örneğin, Kanal İstanbul meselesinde İBB yönetimi tavrını net bir biçimde ortaya koydu, ama aynı paralelde mücadele eden gruplarla koordineli bir çalışma hâlâ yapılamıyor. İBB yönetimi tıpkı gıda-tarım sorununun çözümünde olduğu gibi kenti ilgilendiren diğer meselelerde de tabandaki insanlarla, hareketlerle gecikmeden koordineli işbirliğini geliştirmeli. Ancak bu işbirliğiyle merkezi iktidar tarafından çevresine örülen ağı kaldırıp atabilir. Yıllar sonra ilk kez İstanbul’da önemli bir başarıya imza attı CHP. Bir sonraki seçimlerde bu başarının tekrar edeceğinin garantisi yok ne yazık ki. Özellikle benim de yaşadığım kentin yoksul kesimlerinde sağın her zaman güçlü bir oy potansiyeli var. Yarın AKP gider, yerine başka bir sağ parti gelir ve iktidar el değiştirebilir. İstanbul’da onarıcı tarım kadar onarıcı bir siyasete de ihtiyaç olduğu kanısındayım. Bunun yegâne yolunun da kent yoksullarıyla ve yerel inisiyatiflerle her anlamda güçlü bir bağ kurulmasından geçtiğini düşünüyorum. 


Onarıcı tarıma gelirsek, İstanbul’un çevresinde tarıma elverişli çok geniş meralar var. Bunların önemli bir kısmı bugün tarım vasfını kaybetmiş topraklar. Yerel yönetim, İstanbul’un gıda üretiminde kendine yeten bir kent olmasını istiyorsa, bu meralarda uygulanacak onarıcı tarım projelerine kaynak ayırmak zorunda.


Tarımda kullanılan su, kaynakların %75’ini tüketiyor. Modern sulama tekniklerine ve su faktörüne göre üretim planlaması bize hâlâ uzak. Yerel yönetimler, doğru bir planlama yapılabilmesi ve temiz tarım için nasıl bir öncelik alabilir sizce?


Ercüment Gürçay: Tarımsal üretimde “su” en önemli kaynak. İlk iş, kentin su kaynaklarını korumak olmalı. Merkezi hükümet Kanal İstanbul, Yeni Kent vs. gibi rant projeleriyle var olan su kaynaklarına son darbeyi de vuracak. Yerel yönetimler her türlü yerel-mesleki gruplarla acilen işbirliğine gitmeli. Dağınık hâlde mücadele eden bu grupları olabildiği ölçüde aynı korumacı hedefler etrafında birleştirmenin araçlarını-olanaklarını yaratmaya çalışmalı. 


Yine kent bahçeleri-bostanları üzerinden gidersek, belediye bu küçük aile çiftçilerine de su desteği vermeli. Kent yoksulu bir ailenin su faturası ödeyip, bahçesini ekip biçecek durumu yok. Meydanlarda görüyoruz, çimler ekilmiş ve sulanıyor. Çime giden bu su, gıda üreten bostanlara-bahçelere de götürülebilmeli. Belediye, ailelere yağmur suyu hasadını anlatmalı, bu aileler sürdürülebilir tarım için eğitilmeli.


Temiz-iyi tarımın bir başka ihtiyacı da “atalık tohum.” Belediye GDO’lu tohumlar yerine atalık tohumların üretiminde ve dağıtımında inisiyatif üstlenmeli. Kentin tohum bankası olmalı.


Kentlinin temiz gıdaya erişimi giderek zorlaşıyor. Kentsel tarımın prensipleri neler sizce? Kent bostanları gerçek bir çözüm olabilir mi yoksa sorunun büyüklüğü karşısında kozmetik bir yaklaşım mı? İstanbul özelindeki çalışmalarınızı ve tespitlerinizi öğrenebilir miyiz?


Ercüment Gürçay: İyi tarım ürünlerinin kentin yoksullarına ulaşması gerekiyor. Parası olan için organik pazarlar var, peki yoksullar, onlar ne yapacak? Yerel yönetimin ilk görevi, bana göre sayıları giderek artan kent yoksullarının sağlıklı gıdaya ulaşmasını sağlamak olmalı. Kent bostanlarının-bahçelerinin desteklenmesini de bu kapsamda değerlendiriyorum.


Pandemi sonrası kent yoksulluğuna bir çözüm olması amacıyla “Dayanışma Ağı Kent Bahçeleri” projesi hayata geçirildi. Ben de evimin bahçesinde ekim yaparak bu ağa dahil oldum. İzmir’den, Tunceli’den, Diyarbakır’dan ve Tokat’tan gelen atalık tohumlar bizlere dağıtıldı. Projenin amacı, kent yoksullarının kendi gıdasını bahçesinde, toprağında yetiştirebilmesiydi. En büyük sorun, “su”ydu. Tohum, gübre vs. dayanışmayla bir biçimde çözülürken yoksul aileler için su faturaları bir engel oluşturdu. Geçen yıl İstanbul’un 16 ilçesinde 30 kent bahçesi kuruldu. Su sorunu çözülebilseydi bu sayı çok daha fazla olurdu. 


Geçen yıl İBB’nin yerinde bir kararıyla kurulan İstanbul Kent Konseyi Tarım, Gıda ve Su Ürünleri Çalışma Grubu’na katıldım. Bu grup içerisinden “İstanbul Kent Bostanları ÇG” adıyla bir alt grup kurduk. Amacımız, kentin tarihinde çok önemli bir yeri olan bostanların bugünün gerçekliğinde yeniden ele alınmasını sağlamak. Bir tarafta Dayanışma Ağı Kent Bostanları özelinde üretim yapanları destekliyoruz, diğer tarafta geçmişten bugüne gelen tarım geleneğinin karşılaştığı sorunları araştırıyoruz. Grupta konusunda uzman çok değerli arkadaşlarımız var. TMMOB Harita Mühendisleri Odası üyesi bir arkadaşımız kent bostanları haritası üzerine çalışıyor. Bir sosyolog arkadaşımız dünyadaki kolektif tarım deneyimlerini çalışıyor. “İstanbul’da Gıda Toplulukları” çalışan bir arkadaşımız gruba geçen hafta katıldı. TTB’den bir doktor arkadaşımız var. Yedikule Bostanları’ndan iki arkadaşımız deneyimlerini bugüne aktarmaya çalışıyorlar. 


Grubun bir başka amacı da bostan- bahçe yapan ailelere yönelik bir broşür hazırlamak. Keza yine Anadolu meraları hareketinden bir arkadaşımız kent bostanlarında onarıcı tarım meselesine kafa yoruyor. 


İstanbul’un en önemli sorunlarından bir tanesi de evsel organik atıklar. Bunlar kent tarımında kompost olarak değerlendirilebilir. Buna yönelik de İBB’ye bir önerimiz olabilir mi üzerine düşünüyoruz. 


Tarım ve arı popülasyonu ilişkisini de göz ardı etmemek lazım. Buna yönelik ne yapılabilir konusu hakkında da çalışıyoruz.  


Dayanışma Ağı Kent Bostanları’nın sayısı bu yıl artacak. Şimdiden Yeniköy’de 30 yeni bahçe kurulması gündemde. Bir iş insanı 8 dönüm toprağını ekim için bedelsiz verdi. Dayanışma Ağı’na katılan bahçe sayısı her geçen gün artıyor. Bu yıl için Anadolu’dan tohumlar gelmeye başladı. Haftaya Bursa Nilüfer Belediyesi’ni davetiyle kurdukları bostanları ve üretim-dağıtım sistemlerini öğrenmek üzere ziyaret edeceğiz. Bu deneyimi İKK Tarım, Gıda ve Su Ürünleri ÇG’si üzerinden İBB’ye ve ilçe belediyelerine önermeyi de planlıyoruz.


Özetle İBB’nin İKK Tarım ÇG’si üzerinden biz kentlilere açtığı çalışma alanını kentte tarım yapan gruplarla bir ilişki kurma fırsatı olarak değerlendirmek, yerel yönetimlerle karşılıklı yapıcı bir çalışma tarzıyla bu olanağı kentin ve kentli insanların hizmetine sunmak amacıyla mütevazı bir çaba içerisindeyiz. Ne kadar başarılı oluruz bilemiyoruz, ama en azından grup üyeleri olarak çok şey öğrendiğimizi söyleyebilirim. Her durumda çalışmaya devam etme konusunda kararlıyız.


Yurtdışında incelediğiniz iyi örnekler var mı?



Ercüment Gürçay: Yukarıda bahsettiğim gibi, grup üyesi bir sosyolog arkadaşımız uzun zamandır kolektif tarımın dünyadaki örnekleri üzerine çalışıyor. Çok iyi örneklerin yanı sıra özellikle kriz dönemlerinde yoksulların öfkesini manipüle etmek için desteklenen veya iktidar olma yolunda bir araç olarak kullanılıp daha sonra unutulup giden örneklerden de söz ediyordu. Umarım İstanbul iyi örneklerin yaşanacağı bir kent olur. Özlediğimiz kenti kurmaya yönelik, iyi niyetli, samimi çalışmalar bir gün bütün Türkiye için de umut kaynağı olur ve gerçekleşir.


Önerilen Haberler