"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Özgür Özel: Tüm yönleriyle sıcak gündemi takip etmek gibi bir sorumluluğumuz var

  • 8 Şubat 2021

Grup başkan vekili olmak ne demek? Üzerinizde hem büyük bir stres hem partiyi/genel başkanı temsil etmek hem gündemi takip etmek hem de hata yapmamak gibi sorumluluklar var. Hepsini nasıl yönetiyorsunuz?

Özgür Özel: Biliyorsunuz, genel başkanın iki yönü var. İlki, bir partinin genel başkanı. İkincisi, ana muhalefet partisinin lideri ve milletvekili olduğu için de meclisteki parti grubunun başkanı. Biz meclisteki ana muhalefet partisi grubu başkanı olan başkanın vekilleriyiz. Grup başkan vekili, çıkardığınız milletvekilli sayısına göre belli oluyor. En az iki tane oluyor, biz de üç tane mevcut. AKP’nin beş grup başkan vekili var. Gerçi onların tam sınırdaydı, beşe çıkartıldı. CHP’nin üç başkan vekiliyiz. Genel başkan adına meclis oturumu açıkken meclisteki grubu yöneten, grup adına kimin konuşacağını, kimin hangi önergeleri vereceğini, o önergelerin gerekçesinin mi okutulacağını yoksa orada bir arkadaşın mı konuşacağını, mecliste oluşan komisyonlarda ve araştırma komisyonlarında kimlerin görevlendirileceğini belirliyoruz. Partinin bir kanunda oyunun rengine karar veren ve bu konuda grubu yönlendiren kişileriz ayrıca. Yine genel başkan adına vekil olarak söz söyleyen, mecliste yapılan basın toplantısında ya da sorulan soruda genel başkan ve parti adına söz söyleyen, imza atan kişileriz. Genel başkanın yerine bütün yetkileri kullanan kişi.  Tabii ayrı bir sorumluluğu var, çünkü siyaset hatasız olmaz. Bizim hata yapma lüksümüz pek söz konusu değil, hatamıza gösterilen tolerans da çok düşüktür. O yüzden de stresi biraz daha yüksek. Çünkü ağzınızdan çıkan her kelime tutanak altında. Mecliste sadece genel kurulda değil, meclis kampüsünde yapılan her şey Yargıtay’ın da yorumlarıyla yasama faaliyeti sayılıyor. Özellikle mecliste söylediğiniz tutanak altındaki her söz, sizi ve partinizi süresiz bağlıyor. Örneğin, bazen 1970’lerde bir milletvekilimizin kullandığı oyu karşımıza çıkarıyorlar. “Bakın bu oylamada böyle kullanmış” veya “Böyle söylemişsiniz” denebiliyor. Geçmişte ya da bugün söylediğiniz her söz sizi ve partinizi bağlıyor. Ayrıca tutanaklarda da sonsuza kadar kalıyor. 23 Nisan 1920 günü Sinop Mebusu “İlk oturumu açıyorum” dediği andan beri o çatı altındaki bu üçüncü meclis, yani söylenen her söz duruyor. Siyasette bol keseden söz söyleme konforu yüksek gibi görünüyor, ama biz o işin en dar kısmındayız. Her dediğimiz kayıt altında ve bağlayıcı, her dediğimizin aylar ve yıllar sonra bile hesabı verilebilir, öyle bir yönü var. 

Bazen gündemde çok hızlı gelişen konular oluyor ve bunlara hemen bir cevap vermek gerekiyor. Bu tür konularda genel başkanla hızlı bir iletişim nasıl kuruluyor?


Özgür Özel: Normal şartlar altında bu işin şöyle bir süreci söz konusu: Partinin seçilmiş organları yani parti meclisi ve merkez yönetim kurulu var. Grup başkan vekilleri oranın doğal üyesi. Biz grupta milletvekillerinin oylarıyla seçiliyoruz ve kurultayda hiç aday olmadan seçilen bütün organların doğal üyesiyiz. Bunun sebebi, parti meclisinde konuşulan bir konu, alınan bir karar, partinin yönelimi bizim açımızdan bağlayıcı. Parti politikasının grup tarafından uygulanmasındaki köprü görevini sürdürmek için tüm organların içinde olmamız gerekiyor. En az iki ayda bir yapılması zorunlu parti meclisi ve haftada bir yapılan merkez yönetim kurulu toplantılarına aksatmadan üçümüz de katılıyoruz.  Aramızda nöbet sistemi var, üç haftada bir nöbetçi olan bu görevi yapıyor, diğer ikisi de grup başkan vekilliği görev ve yetkilerini kullanıyor. Dört gözle o toplantıları izliyoruz. O toplantılarda meclis gündemiyle ilgili sunumlar yapıyoruz. Tabii bizi meclisin gündeminin yanı sıra ülkenin gündemi de bağlıyor. Meclisteki gazeteciler, meclisteki muhatabınız. Genel başkanınızın, genel başkan yardımcınızın söylediği bir sözle, bir konuya verdiği tepkiyle ilgili size meclis platformunda “Siz buna ne diyorsunuz?” diye dönebiliyorlar. O açıdan sürekli bir iletişim var. Anlık gelişen olaylarda genel başkana fiziken ulaşabilecek durumdaysak, mutlaka bir ayak divanı yaparız, yani yapmaya çalışırız, en sağlıklısı odur. Genel başkan meclisteyse, hemen orada üç grup başkanvekiliyle görüşme yaparız. Yoksa da koruma ekibinin yardımıyla telefonla –çünkü gün içinde genel başkanın kendisinin telefon kullanması mümkün değil- ulaşırız. Genel başkana en zor ne zaman ulaşırsın? Uyurken değil, uyurken uyandırırsın. Kürsüdeyken zor. Bazen şöyle oluyor, genel başkan kürsüye çıkmış elli dakika konuşacak. Senin ise, birkaç dakika içinde değerlendirme yapman lazım. Toplantının durumuna göre, nadir olarak, canlı yayında/televizyonda değilse bir pusulayla haberleştiğimiz veya hızla bir telefon bağlantısı talep ettiğimiz durumlar oluyor. “Bu kritik durumların en üst noktası nedir” derseniz, “15 Temmuz akşamıdır, darbe girişimi sırasıdır” derim. Ankara’da bir tek ben varım. İlk önce IŞID saldırısı dediler, alçaktan alçaktan uçaklar geçiyor, en son Genelkurmay’ın önünde askerle polis çatışıyor. Yani meclisin hemen yakınında. Cümlenin kendisi bile tuhaf “Askerle polis çatışıyor.” O sırada ben hemen genel merkeze gittim. Çünkü Cuma günü olduğu için meclis kapalıydı. Ankara’da olan herkesi genel merkeze çağırdım ve genel başkanla konuşmak istedim. Genel başkan uçakta ve İstanbul’da da hava trafiği kapalı, genel başkanın uçağı inemiyor, havada dönüyor duruyor. Biz önce bir değerlendirme yaptık, sonra meclise gitmenin doğru olacağına karar verdik. Çünkü CHP’nin bu darbeye karşı hem bir tavır koyması hem de dediğini bir şekilde duyurması lazım. Genel merkeze gazeteci de çağırmak mümkün değil, çünkü çok yakınımızda saray var, önündeki polis birlikleriyle helikopterler atışıyor karşılıklı. Her yerde silah sesleri, bombalamalar, uçaklar var. Öyle olunca bir şey yapamazsınız. “Meclise gidelim, meclisi açtıralım” dedik, ama genel başkana da bu durumu anlatmam lazım. Çünkü uçakta ve onlar kalktığında darbe girişimi olmamıştı. Nihayet bayağı gecikmeli şekilde telefonlar açıldı, mesaj geldi. Koruma arkadaşımızın telefonu üzerinden daha ben genel başkanla konuşabilir miyim darken, genel başkan aldı telefonu “Efendim darbe girişimi oluyor. Bir darbe girişimi var” dedim. “Olur mu öyle saçma şey?” dedi. Yani ilk lafı oydu. Yanında da Hayati Yazıcı varmış. Ben “Biz meclise gidip bu darbeye karşı çıkalım diyoruz CHP olarak” dedim. “Doğru yaparsınız, bir de konuşma yap. Benim de hemen döneceğimi söyle, ben de meclise geleceğim, bulacağım ilk vasıtayla döneceğim” dedi. Geçen sürede genel başkanla iletişim kurmak çok önemli oluyor. Sonuçta vekaleten yapılan bir iş. Yaptığınız her şey genel başkan adına yapılıyor. Orada yapılan konuşma da öyle. Bunun dışında genel başkanla kurduğumuz iletişimde başka bir zorluğumuz daha var. Genel başkan da hep söylüyor, bütün telefonlar dinleniyor. Bizim strateji konuşurken yüz yüze olmamız lazım. İletişim açısından bütün olanaklardan yararlanmıyoruz. Genel başkan da tercih etmiyor, çünkü bütün olanaklarla bizi dinliyorlar ve bunun da yarattığı ayrı bir güçlük var.


Bu yoğunluğa yetişmek için güne nasıl başlıyorsunuz?


Özgür Özel: Güne -gazetecilerden farksız şekilde- gündem okuyarak başlıyoruz. Hatta karşılıklı gündem karşılaştırıyoruz, sizin gündeminizde ne var, bizim gündemimizde ne var diye. Basın özeti okuyoruz. Bizim içinde bulunduğumuz siyaset alanıyla ilgili ne yazılmış, ne konuşulmuşsa onu okuyoruz ve güne öyle başlıyoruz. Bunun kahvaltıdan önce veya eş zamanlı mutlaka yapılması lazım. Ben ayrıca basılı gazete okumayı da severim. Belli bir tirajın üzerindeki beş-altı gazeteye de fiziken göz gezdiriyoruz. O gün bizle ilgili bir şey dememiş olsalar da güne Abdulkadir Selvi’ye, Ahmet Hakan’a, Taha Akyol’a, Yeni Şafak’tan birkaç kritik yazara göz atmadan başlamak istemem. Bunun yanında Sözcü Gazetesi’nde özellikle gündeme yönelik yazılan çizilen ne var, ne yok diye bakarım, Cumhuriyet’e bakarım. Sonra da bütün gün cep telefonundan -Twitter ağırlıklı olmak üzere- sosyal medyada ne oluyor diye sürekli bakıyoruz. Eskiden gazeteler köylere, bucaklara gününe göre iki veya üç gün içerisinde gidermiş. Üç gün sonra açılan bir gazetedeki haber o köy için yeni. Yani haberin bayatlama süresi üç günden uzun. Şimdi ise, bazen 2 dakika geç oluyor. Haber kanallarındaki arkadaşlar için son dakika gelişmesini ilk vermek çok önemli. Öyle olunca artık gazeteler haber satmayı bıraktı. Haber herkesin elinde ve birkaç dakika içinde tüketiliyor. Gazeteler tavır satıyorlar, tavır koyuyorlar. Seçmen de onlarla dayanışarak tavrını koyuyor, çünkü onların da ayakta kalması lazım. Birinin de o sözü söylemesi gerekiyor, baskıya hep yandaşlar girip çıkacak değil. Yani tüm yönleriyle sıcak gündemi takip etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Askeriyede her şarta göre hazırlanan ordu vardır. Hazır manga. Bunlar ellerinde silahla, üstlerinde kıyafetle yatarlar nöbetçi olduklarında. Bizimki biraz böyle, hazır manga işi gibi.


Gündemin içerisinde olunca ve parti adına söz söyleyince hedef hâline de geliyorsunuz. Bu durum ailenizde ve sizde strese neden oluyor mu?


Özgür Özel: Benim bu anlamda psikolojik ve fiziksel birtakım avantajlarım var. Ben 10 yaşında yatılı okula gittim. 10 yaşında yatıla okula gitmek demek şu: O ilk gün, ilk gece, ilk hafta herkes ağlar. Ağlamadım diyen yalan söylüyordur. İlk susan, lider olur. Biz biraz ilk susanlardandık, çabuk susmayı öğrendik. Bir süre sonra da bazı güçlükler, zorluklar, üzüntüler karşısında eşiğiniz artıyor. Mesela askere gittiğimde annesinin babasının yanından hiç ayrılmamış, altı sene tıp okumuş, benden de iki-üç yaş büyük abilerin yemek kötü diye sızlandığını, yatakhane kokuyor diye dışarıda uymaya çalıştığını gördüm. Eğitim veren arkadaşlar azarladı diye ağlayanı gördüm. Hiç tasvip etmiyoruz tabii ama mecliste kavga, dövüş olduğunda kaygılandıklarında “Ben yatılı okulda dövmeyi-dövüşmeyi değil, dayaktan yılmamayı öğrendim” diyorum. Daha çok sosyal medya ve gazeteler aracılığıyla hedef gösterilmek can sıkıcı. Kolay değil, mesela elinde polisi jandarması olan, her tür istihbarata hâkim Süleyman Soylu açıktan size düşman, sizi hedef gösteriyor. Buna artık alıştık, ama ailelerimiz üzerinde elbette olumsuz etkisi var. Milletvekili olarak on yılı bitirdim, bu on yılın sonunda onlarda da bir alışma ve eşik yükselmesi oldu. Yine de hem büyükler hem küçükler için sıkıntılı. Bir de ailem benimle birlikte değil. Ben Ankara’da yalnızım. Misafirhanede kalıyorum. Yakın olsan, iyi olduğunu bilmek ve yanında görmek endişeyi hafifletebilir. 15 Temmuz akşamı –sürekli 15 Temmuz’dan da konuşunca Yeni Şafak röportajı gibi olmasın- ama şöyle bir şey oldu. Meclisi bombaladılar, biz bir süre sonra iki kat aşağı indik. Sığınaktayken telefonlar çekmiyor. Zaten çoğunun da şarjı bitti. O sırada da Fox Tv, meclisin yanında çekim yapıyor. Meclisten alevlerin çıktığı görüntü var. Bütün televizyonlar “Meclisin vurulduğu an” diyor. Bir anda alev çıkıyor ve görüntü bitiyor.  Ben de meclisteyim, telefon da kapalı. Orada mesela sabaha karşı beş buçukta fırsat bulup aradım, kızımla ilk konuşmamız ikimiz için de unutulmazdı. Oldukça endişelenmişler. Hep söylediğimiz gibi, bütün baskılara ve tehditlere rağmen sorumluluğumuz var. Bir santim bile eğilmemek, bir adım geri gitmemek ve bir kelime eksik konuşmamak durumundayız. Çünkü biz eğilirsek, birileri masum insanlara diz çöktürmeye çalışıyor. Biz eğilirsek, ülkeye diz çöktürecekler. Bu sorumlulukla çalışıyoruz. 


Siz aynı zamanda milletvekili kimliğinizle de bir bölgeyi temsil ediyorsunuz. Bu kadar yoğunluk içerisinde bölgenizle olan iletişiminiz nasıl? Hangi sıklıkla bölgede bir geziye çıkıyorsunuz? Yerel yönetimlerle iletişiminiz nasıl? Nasıl bir işbirliği içerisinde oluyorsunuz?

Özgür Özel: Benim milletvekilliğinden en haz aldığım dönem, ilk dört yıllık dönemdi. Çok yoğun olarak kendi ilimde çalışmıştım. 2011’de Sayın Genel Başkan’ın davetiyle milletvekili olmuştum. Türk Eczacılar Birliği Genel Sekreteri’ydim. Ondan önce  Manisa Belediye Başkanı adaylığım da vardı. 7 Haziran 2015 seçimleri için yapılan ön seçimde Manisa’da kullanılan oyların %87’sini aldım. 13.000 üyemiz oy kullandı ve %87’sini aldım. Bu, Türkiye rekoruydu ve normalde oyların 1/3’ini veya 1/4’ini alan seçilebiliyor. %87’sini alarak iyi bir başarı elde etmiştim. Bunun bir tane sebebi var: İlinizdeki bütün beldelerde, ilçelerde ve köylerde yaşanan sorunlara koşmak. O dönem benim için bu anlamda gerçekten çok iyiydi. Yani Manisa’da bulunduğum her an mutlaka köylerde ve ilçelerde oluyordum, o zaman beldeler de vardı sonra kapandı. Şimdi bu dönemde tabii Ankara’dayım, ama evimi Ankara’ya taşımadım, bunda da ısrar ve inat ettim. Dört yılı Türk Eczacılar Birliği Genel Sekreterliği’nde olmak üzere on beş yıldır bir yatakhanede bir yatakla ve bir dolapla yaşıyorum. Ev açarsam biliyorum ki beni daha çok oraya bağlayacak. O yüzden meclisin olmadığı ve Ankara’da bulunmamı gerektiren sebepler yoksa Manisa’dayım. Görevimiz gereği Türkiye’nin dört bir yanına da gidip geliyoruz. Örneğin, yerel seçimlerde 60 gün içerisinde  41 ilde 246 aday tanıtmıştım. Bir tanesi de Yılmaz Büyükerşen’di. Dünyanın en keyifli ve komik işi. “Ne yapıyorsun?” Yılmaz Büyükerşen’i tanıtıyorum.  “Kime?” Eskişehirlilere. Yani komik. Cümle içinde kullanınca gülerler adama. Siyasette bu var. O güne ait anımı anlatmak isterim. Yılmaz Hoca’yı tanıtmak için kocaman bir salondayız. O koca salonda Eskişehir’in 14 ilçesi var. Ben konuşmaya çıktım, Yılmaz Hoca ve adaylarından bahsederken önce Eskişehir’in bütün ilçelerini  küçükten büyüğe saydım. Salon memnun oldu, Hocanın da hoşuna gitti. Biterken de oturuş yerlerine göre saydım. Teker teker ilçenin adını gösterip elimi uzatıyorum, o ilçe ayağa kalkıyor.. Sonra da Yılmaz Hoca konuştu, akabinde yemeğe gittik. Yemekte Yılmaz Hoca: “Arkadaş, bu Özgür Özel iyi hatip diyorlar, biz de seviyoruz, çağırdık. Önce küçükten büyüğe saydı, sonra oturdukları yere göre saydı. Süleyman Demirel’den betermiş diye düşünüyordum, iyi ki kürsüye çıkmışım. Meğer bizim çocuklar ilçeleri küçükten büyüğe yazmışlar, altına da o ilçeleri oturtturmuşlar. Bunu görmeseydim, diyecektim ki arkadaş nasıl bir hafıza, bir seferde bütün ilçeleri biliyor, ikinci sayışta bir de oturduğu yerleri öğrendi.” Öyle çok gülmüştük. Yılmaz Hoca’yla aramızda bir babanın evladını, bir evladın babasını sevdiği gibi bir ilişki var. Bütün belediye başkanlarımızla öyle, her birisi çok iyi, ama Yılmaz Hoca’nın üzerimizdeki emeği de ayrı.

Manisa’dayken mümkün mertebe bölgeyi ve belediyelerimizi ziyaret ediyorum.  Örneğin, yarın Alaşehir programım var. Dün gece geç saatlerde geldim. Şimdi bir ile ve merkez ilçeye uğrayacağım, yarın Alaşehir’e gideceğim. İlçelerde bir tam günlük programlar yapıyorum. Eskiden dört saat bir yerde, üç saat bir yerde bulunuyordum, ama çok sık gidiyordum. Şimdi pandemi şartları sebebiyle öyle hazır programlar yok. Biz de tam günlük programlar yapıyoruz. Yarın İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni dağıtacağız. Bazı kanaat önderlerine genel başkanın konuşmalarından hazırlanan kitabını hediye edeceğiz. Kanaat önderleriyle toplantılar yapacağız, birkaç tane eski belde belediyesi olan büyük mahalleyi ziyaret edeceğiz. Ben sahada siyaseti ve iletişimi  seviyorum. O zamanlar gidip kendimi tanıtıyordum. “Ben Özgür Özel, Manisa Milletvekili adayıyım.” Mesela İstanbul Balgat’ta Bulgar Kilisesi’nin oradaki esnaf, “Özgür Başkan gel bir çorba iç” diyor. Ayasofya’nın yanında çok muhafazakâr dükkânlar var, iki Pazar önce oradaydım. Onlar çağırıyorlar, “Cumhurbaşkanımıza ikram ettiğimiz lokumdan ikram edeceğiz” diyorlar, ilgi gösteriyorlar. Tanınmışlık sorunu kalmayınca iletişim kurması daha kolay. Bakmayın siz AKP’lilerin, MHP’lilerin bizi illet zillet diye nitelendirdiğine, seçmenleri çok saygı duyuyor. Özellikle AKP’li seçmenin muazzam bir ilgisi var. Biraz da iktidarda değişim oluyor hissiyatı var. “Bizimkiler bu kadar yüklendiğine göre bu CHP’de bişey var” diyerek sizi dinlemek istiyorlar. 


Manisa’yı aksatmamaya çalışıyorum, ama eskisi kadar sık olması mümkün değil. İki müthiş milletvekilimiz var orada, benim eksik kaldığım yeri kapatıyorlar. Tabii şimdilerde Manisa’da olmanın keyfi uğrayacak belediyelerin varlığı. Biz bu dönem dört belediye birden kazandık: Turgutlu, Alaşehir, Akhisar ve Saruhanlı Belediyeleri. Hepsinde de çok çalışkan, tertemiz arkadaşlarımız var. Her birisi AKP’den ve MHP’den alınan belediyeler. ikisini AKP’den, ikisi MHP’den aldık. Bu nedenle çok anlamlı. Türkiye genelinde yapılanları burada da yaptılar. “CHP gelirse şöyle kötü olacak, böyle kötü olacak” dediler. Şimdi arkadaşlarımız başardıkça bu, partinin genel siyasetine de çok önemli katkı sağlıyor. Manisa’daki dört belediye, CHP genel iktidarı aldığında yönetebilir algısını Manisa’da yerleştiriyor. Bizim hiçbir belediyemiz birbirine komşu değil. Bu, iyi bir şey. Her 17 ilçenin farklı yerlerinde dört tane belediyemiz var ve her belediyenin komşusu yine AKP’li belediye.


Orada insanlar CHP’li belediyenin ortaya koyduğu farklılıkları gördükçe, bu durumun yerelde de komşu ilçelerde, gelecekte göstereceğimiz adaylara ve seçime de çok katkısı olacak. Genel seçim açısından partiye de katkı sağlayacak. 


Tabii belediyelerimiz pek çok iş yapıyor, ama açılış yapamıyorlar. Çünkü pandemi şartlarında açılış maalesef sıkıntılı. Genel başkanımızın buralara gelişini programlıyoruz. Her birisinin onlarca tesisi birikti. Biz onlardan çok memnunuz, CHP’li belediye başkanının çayını, kahvesini içerek güne başlamak güzel. Bir vatandaş geldiğinde şikâyet/talep ilettiğinde arayabileceği, kamu görevi yapan yerel yöneticinin var olması bence son derece kıymetli. Bir yürek yaramız var, Manisa’nın en büyük beş ilçesinden üçünü aldık, diğer iki merkez ilçe de İYİ Parti’deydi. Birinde dört seçmen, birinde bin iki yüz seçmen etkili oldu. İki yüz bin kişilik belediyelerde yedi oyla ve bin iki yüz oyla seçim kaybedildi. Orada İYİ Parti’nin adayları vardı, onlara da çok gayret gösterdik, daha iyi sonuçlar da elde edilebilirdi. Ama yerel yönetimler açısından Manisa’da CHP algısı son derece olumlu bir noktaya geldi. Bunu söylemek isterim.


Önerilen Haberler