"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Barışçı çözüm arayışı her zaman esas şiarımız olmuştur

  • 15 Mart 2021

Ünal Çeviköz


CHP İstanbul Milletvekili ve Dış Politika Başdanışmanı





Siz diplomasiden ve dışişlerinin geleneğinden geliyorsunuz. Diplomasi diliyle siyasetin dili birbirinden ayrılıyor. İkisini nasıl bağdaştırıyorsunuz, gözlemleriniz neler?

 

Ünal Çeviköz: Başka ülkelere baktığımda, diplomasi diliyle siyasetin dili arasında çok büyük bir uçurum yok. Ben bunu özellikle Birleşik Krallık parlamentosunun çalışmalarını izlerken gördüm. Fevkalade saygılı, herkesin birbirini saygıyla dinlediği, karşı tarafa küçültücü, küçümseyici veya hakaret edici bir ifadenin kullanılmadığı ama İngiliz mizah anlayışının da araya serpiştirildiği bir tarzları var. Aslında bizde de öyleydi. Meclisin ilk zamanlarında Atatürk’ün hep “efendiler” diyerek hitap ettiği, insanların birbirine nazik bir dil kullandığı bir meclis yaşamımız vardı.

 

Ancak son zamanlarda bu, hem siyasette hem de diplomaside değişti. Başka ülkelerin devlet ya da hükümet başkanlarına diplomasi diline yakışmayacak ifadeler kullanabiliyor, başka halklara karşı da onları küçültücü, küçümseyici ya da rencide edici birtakım ifadeler yöneltiliyor. Bu, son zamanlarda yaşadığımız bir değişim. Ben açıkçası buna kendimi kaptırmadım. Diplomasi diline alışkın olduğum için mecliste de aynı diplomasi dilini elimden geldiğince muhafaza etmeye çalışıyorum. Tabii, arada bir, birtakım provokatör çıkışlarla karşılaşıyoruz. Ama buna rağmen soğukkanlılığımı yitirmemeye çalışıyorum. Birçok meslektaşım, parlamenter arkadaşım da nezaketi ve Atatürk’ün bize öğrettiği geleneği olabildiğince devam ettiriyorlar. Onun için zor gelmiyor. Ben alışkın olduğum tarzı uygulamaya devam ediyorum. Fakat Türkiye’de tarz sadece siyasette değil, aynı zamanda diplomaside de değişmeye başladı maalesef.


Türkiye’nin dış siyasetinde de bir süreklilik olurdu. İktidarlar değişirdi, ama dışişlerinin ilişkileri kurumsallaşmış bir bölgeydi. Şimdi Türkiye’nin dışişlerini nasıl değerlendiriyorsunuz. Eskiye göre neler değişti, nasıl olmalı? 


Ünal Çeviköz: Eski dışişleri değil tabii ki, onu başından söylemem gerekir. Ancak bu sadece dış politikaya ve Dışişleri Bakanlığı’na yansıyan bir değişim değil. Türkiye’de Ak Parti iktidarıyla birlikte -sizin kullandığınız önemli bir kelime var orada, anahtar bir kelime- kurumsallık anlayışı ortadan kaldırıldı. Yani herhangi bir konuda, belli bir politika üretiminde rolü olan kurumlar yavaş yavaş bu önemlerini kaybetmeye başladı. Bunun sonucunda, örneğin dış politikada, saray ve çevresi, danışmanlar veya Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yakın olan birtakım insanların dış politikayla ilgili görüşleri öne çıkmaya başladı. Dışişleri Bakanlığı’ndan herhangi bir görüş de yukarıya kadar intikal ettirilemiyor. Bakanlık kendi geleneklerini sürdürüyor, sürdürmüyor değil. Kendi aralarında, bakanlık içinde bakan yardımcılarına, hatta bazen bakana kadar belli konular üretilip geliştirilebilse dahi bunların daha yukarıya doğru çıkmadığını duyuyoruz, belki de yukarıdan zaten böyle bir şey istenmiyor. Çünkü tamamen sarayın çevresinden çıkan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği görüşlerle dış politika yürütülüyor. Ama dediğim gibi, kurumsallık açısından baktığımızda her alanda böyle. Askeri ve mali konularda da böyle. Merkez Bankası bile kurumsal özelliğini koruyamayıp -talimatlar doğrultusunda faiz artırımı yaparken, para politikasında birtakım adımları atarken- bu tür etkilerin altında kalıyor. Yani kurumsallık kökünden zedelendiği için dış politikaya da benzer bir yansıma var. Tabii bir de dış politikada şöyle bir değişiklikle karşı karşıyayız, Dışişleri Bakanlığı’nın kendine has tarzı, gelenekleri, alışkanlıkları vardı. Bakanlık içinde sınavla terfi edip yükselir, belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra siyasi makam tarafından takdir edildiğinizde üst düzeydeki bir büyük elçilik görevine layık bulunurdunuz. Bu da artık eskisi kadar önemsenmiyor. Çünkü bugün yurtdışındaki büyükelçilerimizin yüzde onundan fazlasını siyasi atamalar oluşturuyor. Bu da hem kurumsallığı ortadan kaldırıyor hem de o kuruma sınavla girmiş, çalışmak için bütün ideallerini bu şekilde yönlendirmiş olan insanların da ciddi bir şekilde hayal kırıklığına uğramalarına ve morallerinin bozulmasına yol açıyor. 


Bir de Türkiye’nin geçmişten gelen, barışçıl dış politikası da değişti. Daha agresif, başkalarının içişlerine karışan bir hâl aldı. 


Ünal Çeviköz: Doğru. CHP için elbette en önemli örnek, Mustafa Kemal Atatürk. Kendisi savaş alanlarından gelen bir asker olmasına rağmen savaştan barışı üretebilen ve savaş bittikten sonra da sürekli barış mesajları verebilen en önemli dünya liderlerinden biridir. Bu özelliği dikkate alınmalı, altı çizilmeli. Örneğin, 1930’lu yıllarda Çanakkale kara savaşları sırasında Türk topraklarında hayatını kaybeden Avustralyalı ve Yeni Zelandalı Anzak annelerine yazmış olduğu bir mektup vardır. O mektupta “Anneler üzülmeyin, o toprağa düşen çocuklarınız artık bizim bağrımızdadır ve bizim çocuklarımız olmuşlardır” gibi çok güzel, barışçı ifadesi vardır. Bir de “Hayati çıkarlar söz konusu olmadığı müddetçe savaş cinayettir” der. Onun için sürekli “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinden hareket eden CHP’de barışçı çözüm arayışı her zaman esas şiarımız olmuştur. 


Birleşmiş Milletler anayasasında da böyle bir anlayış vardır. Son yıllarda diyalog kurmak ve çözüme ulaşmak için taraf tutmayan, objektif yaklaşımlara son vermesi nedeniyle kendini yalnızlaştıran Türkiye bu yalnızlığın çaresini daha sert politikalarla bulmaya çalıştı. Tehdit ederek veya askeri kuvvete başvurmak gibi kendi lehine avantajlar elde etme arayışına girdi. Bu tabii ki çok eleştiriliyor, çünkü böyle bir dış politika anlayışını sürdürdüğünüz takdirde en uzak noktadan başlarsınız. Karşı taraf da sürekli olarak bir tehditle karşı karşıya kaldığı için sizinle ilgili hiçbir zaman uzlaşma taraflısı olduğunuza dair bir algı oluşamaz. Türkiye’nin son zamanlarda attığı adımlar, kendine verdiği zarar şeklinde bize dönmeye başladı. Dediğiniz doğru, barışçı bir dış politika arayışı veya müzakereler yoluyla diplomasi kullanarak sorunlara çözüm bulma anlayışı yerine tehditkâr yaklaşım ve saldırgan tavır Türkiye hakkındaki hâkim algı hâline geldi. 


Siz hem genel başkan düzeyinde danışmansınız hem bir milletvekilisiniz. Başdanışmanlık ne demek? Sizin alanınıza neler giriyor ve bu yoğunluk içerisinde seçim bölgenize nasıl zaman ayırıyorsunuz? 


Ünal Çeviköz: Pandemi koşulları birçok şeyi engelliyor. Bu, önemli bir sıkıntı. Umarım önümüzdeki günlerde pandemi koşulları biraz daha zayıflayacak, yavaşlayacak ve etkisini azaltacak. O zaman elbette seçim bölgemize dönebilme imkânımız olacak. Ben aslında her hafta sonu İstanbul-Ankara arasında gider gelirdim, ama bu kışı Kasım ayından beri Ankara’da geçiriyorum. Seyahatler riskleri yükseltiyor. Bir milletvekili olarak elbette seçim bölgemizdeki ilçe ve il örgütümüzle, belediyelerimizle temas hâlinde olmaya gayret ediyorum. Birçok ilçe başkanımızla Zoom aracılığıyla bir araya gelebiliyoruz. Hatta dış politika konusunda bazen bir Zoom toplantısıyla bilgilendirme veya brifing toplantıları istiyorlar, onları gerçekleştiriyoruz. Bu sadece kendi seçim bölgemde değil, başka illerle de yaptığımız bir şey. 


Benim alanım, dış politika. CHP’nin dış politika alanındaki görüşlerine ait ana ilkelerinin belirlenmesi ve bunların Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na, partinin üst düzey yönetim kadrolarına, merkez yürütme kuruluna, parti meclisine sunulması sağlanıyor. Kurultay öncesindeki konumum, Merkez Yürütme Kurulu’nda Genel Başkan Yardımcılığı’ydı.  Merkez Yürütme Kurulu toplantısında dış politikayla ilgili bir konu olduğunda kuruldaki arkadaşlarla veya Parti Meclisi’yle birebir, doğrudan paylaşma imkânımız olurdu. Şimdi Merkez Yürütme Kurulu’nda olmadığım için başdanışman sıfatıyla kurula veya parti meclisine bu konularda brifing vermek üzere çağrılıyorum. O zaman da yine eskisi gibi, aynı şekilde bilgilendirmeye devam ediyorum. Parti içindeki parlamenter arkadaşlarımızla istişare içinde çalışıyoruz. Örneğin, Avrupa Birliği’yle ilgili politikaları Avrupa Birliği Uyum Komisyonu üyelerimizle, Avrupa Güvenlik ve İş Teşkilatı’yla ilgili politikaları oradaki üyelerimizle veya NATO konularını da bir arada eşgüdüm hâlinde sürdürmeye çalışıyoruz. 


Ben aynı zamanda TBMM’nin Dış İlişkiler Konseyi üyesiyim. Orada da CHP’nin altı milletvekili var. Aramızda çok yakın bir istişare mekanizması söz konusu. Dış İlişkiler Komisyonu toplantısından önce komisyona gelecek olacak anlaşmalara yönelik hazırlıkları, bilgilendirmeyi ve anlaşmalarla ilgili görüşleri, şerh konacaksa o şerhlerin kaleme alınışını bizim ekibimiz hazırlıyor. Aynı şekilde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesiyim. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde de CHP’li dört milletvekiliyiz. Orada da benzer bir eşgüdümümüz var. Geçen sene, pandemi nedeniyle Strazburg’taki toplantılara gidemedik. Bu sene Ocak ayındaki toplantıya bir milletvekili arkadaşımızı gönderdik. Nisan ayında fiziki bir toplantı yapacaklarsa, büyük olasılıkla -Fransa’daki şartlar biraz daha yumuşamış gibi gözüküyor- gideceğiz. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’yle ilgili çalışmalarda, toplantı öncesinde dört arkadaş bir araya gelerek durumu gözden geçiriyoruz. Ayrıca Türkiye’yle ilgili birtakım meseleler olduğunda genel merkezle temas kurup Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan talimatlarımızı alıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz. Yani aslında önemli bir yük var üzerimizde. Daha geniş bir kadromuzun olmasını elbette arzu ederiz. Böyle bir çalışmayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na önerdim. CHP’nin kendi içinde de bir dış ilişkiler departmanının olması çalışmalarımızı daha kolay ilerletmemize yardımcı olur ve katkı sağlar dedik. Bunu da ayrıca değerlendiriyoruz. 


Bizim her kurumun parlamenter asamblesinde üyelerimiz var. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın parlamenter asamblesinde, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın parlamenter asamblesinde, Türk Konseyi’nin parlamenter asamblesinde, NATO parlamenter asamblesinde üyelerimiz bulunuyor.  Parlamenter asamblelerinin toplantıları olmadan evvel oraya gidecek olan milletvekillerimiz gündemde neler var, bu konuda neleri dile getirmeliyiz diye danışıyorlar. Biz de onlara notlar hazırlıyoruz. Görüşlerimizi, partinin görüşlerini, ilkelerini belirleyerek onlarla paylaşıyoruz. Benzer durum aslında TV programlarına çıkan arkadaşlarımız için de geçerli. Genel merkezle, yani parti organlarıyla parlamento grubu arasındaki eşgüdümü de dış politika konularında yine bizim birimimiz sağlıyor. Benim ayrıca Ankara’da sürdürdüğüm bir başka faaliyetim var. Ben Ankara’daki büyükelçilerle sık sık görüşüyorum, neredeyse her hafta iki büyük elçiyle görüştüğüm oluyor, ya onlar beni veya genel başkanımızı ziyaret ediyor ya da ben randevu isteyip gidiyorum. Dış politika konularında bilhassa AB, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ile ilgili politikaların belirlenmesinde yabancı ülkelerin temsilcileri olan elçilerle de konuşur, Türkiye’yle o ülke arasındaki veya o konudaki yaklaşımları birbirleriyle uyumlu hâle getirmeye çalışırız. Yani diplomasi ve diyalog yolunu devam ettirmeye çalışıyoruz. Aynı şeyi Avrupa’daki sosyalist partilerle ve kardeş partilerle de yapıyoruz. CHP, Sosyalist Enternasyonal üyesidir. Aynı zamanda İlerici İttifak denilen Sosyalist Enternasyonal’e alternatif olarak Avrupa’da gelişmiş olan bir başka organizasyon var, onun da üyesiyiz. Avrupa Sosyalist Partisi’yle yakın temaslarımız var. İngiltere İşçi Partisi, Almanya Sosyal Demokrat Partisi ve Almanya Yeşiller Partisi, Fransa Sosyal Demokrat Partisi, İsveç Sosyal Demokrat Partisi gibi kardeş partilerle de çok yakın ilişkiler sürdürüyoruz. Hatta bazen onlarla Zoom toplantıları yaparak notlarımızı mukayese ediyoruz. Önemli toplantılar öncesinde belli konularda görüş alışverişi de yapıyoruz.


Avrupa Birliği’nin Türkiye’de özellikle CHP’li yerel yönetimleri yakından izlediğini biliyoruz. Hatta zaman zaman akademisyenlere raporlar hazırlatıyorlar. Bu konularla ilgili Avrupa Birliği’yle gerçekleşen temaslarda bir katkınız oluyor mu?


Ünal Çeviköz: Avrupa Birliği’yle olan ilişkileri, siyasi ilişkiler ve dış politika bağlamında, bizim birimimiz yürütüyor. Ancak yerel yönetimlerle ilgili konular Genel Başkan Yardımcısı Sayın Seyit Torun tarafından yürütülüyor. Seyit Bey’le sürekli eşgüdüm hâlindeyiz. Çünkü yerel yönetimler mevzusuyla ilgili gelişmeler hakkında Türkiye’nin genel dış politikasıyla uyumlu olmayan birtakım adımlar atılmasın diye birbirimizi tamamlıyoruz. Avrupa Konseyi’nin “Yerel Yönetimler” ve “Bölgesel Yönetimler” yapılanması var. Oradaki ilişkileri de yerel yönetimler yürütüyor. Seyit Bey’in yerel yönetimlerle birebir ilişkisi ve o ilişkilerin koordinasyonu da önemli. Bazen büyük şehir belediye başkanlıkları kendi dış politika birimleri üzerinden bize ulaşıyor. Örneğin, herhangi bir büyükşehir belediye başkanının seyahati olacaksa veya bu bahsetmiş olduğumuz yerel yönetimlerle ilgili birimlerle temas kuracaklarsa oraya gitmeden evvel yine genel dış politika konusunda bilgi notları isteyebiliyorlar. O ülkeye gidildiğinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini -siyasi duyarlılık açısından- soruyorlar. Biz onlarla ilgili bilgilendirmeyi yapıyoruz. Ama dediğim gibi, iş yerel yönetimler olduğunda iki ünitenin birbiriyle yakın bir işbirliği var. 


Bizim yerel yönetimlerimiz 2019’da neredeyse Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının yüzde elli ikisine varan bir büyüklüğü kontrol imkânına kavuştu. O bakımdan yerel yönetimlerimiz, iktidarımızın ilk adımını oluşturdu. Onların başarıları ilerideki CHP iktidarının da hazırlayıcısıdır. O yüzden yerel yönetimlerimizin bütün çalışmalarına çok önem veriyoruz. Biz de elimizden geldiği kadar kendi seçim bölgemizde belediye başkanlıklarımızla teması sürdürüyoruz. 




Önerilen Haberler