"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Feza Soysal: Kültür yaşayan bir şeydir

  • 15 Mart 2021

Feza Soysal

Nilüfer Belediyesi Danışmanı


Başlık için:

“Kültür yaşayan bir şeydir”

Kent aidiyeti ve kültürü ne demek? Kültürle ve sanatla bir kent kimliği oluşturulabilir mi? Siz, Nilüfer’de bunu başaran ekipte yer aldınız. Bu, nasıl oldu ve sonuçları hedeflediğiniz Nilüfer’i yarattı mı?


Feza Soysal: Ben kültürel faaliyetler sözünü reddediyorum artık, kültürel faaliyet sözü biraz eskilerde kaldı. Çünkü kültürü bir bütün olarak tanımlamak yerine sanatla ilgili etkinlikler kültürel faaliyet olarak görülmeye başladı. Hâlbuki kültür, içinde yemeği, giysi boyama tekniğini, dikiş tekniğini, folklorik bütün öğeleri barındıran bir şey aynı zamanda. Bunun içinde sanat var mı? Var, ama bu unsurlardan biri. Bunun en önemli nedeni bence ülkenin çok uzun yıllardır bir kültür politikasının olmamasıyla ilintili. Bu, son yirmi yılla ilgili de değil, son kırk yıla, hatta 1950’ye kadar gidebiliriz. Çünkü öncesinde, kültür politikası oluşturmak için eğitim kurumları yapılandırılmış. Bunun içine köy enstitülerini, mahalle mektebini, arkeoloji müzesini, etnografya müzesini de koyabilirsiniz. Türk Tarih Kurumu da dahildir kültürün içine. Bu politika zaman içerisinde işe dönüştürüldüğünden mütevellit -çünkü kültür yaşayan bir şeydir ve sürekli vizyon, eklenme/yenilenme isteyen bir şeydir- bütün kurumların içi boşalmış. Bu kurumdakiler eğitim sistemiyle beraber işini yapan insanlara dönüşmüşler. Hâliyle kültürel faaliyetler tanımlamasında kalmışız.


Ben hayatı boyunca kendini solda siyaset yapan bir adam olarak gördüm, üniversiteden beri de siyaset yapıyorum. 1999 seçimlerinde MHP’nin ikinci parti olması, bizleri “ne oluyor kardeşim” noktasına getirdi. “Ne oldu da böyle oldu”ya geldik. Ben o zaman ÖDP’de siyaset yapıyordum. Dedik ki, biz sol konuşmayacağız artık. Önce ne yapmamız gerektiğine bakalım. Buna dair projeler üretmek zorundayız. Çocukların, gençlerin faşist olmaması için ne yapmalıyız üzerinden çıkan bir laftı ve öyle okumalara başladık. O dönemde belediyeye Bozbey’in sanat danışmanı olarak davet edildim. Bozbey’i hiç tanımıyordum, öyle tanıştık. Torpilsiz bir işe giriş oldu benim için. Onlar beni tanımaz, ben onları tanımam. Benim yaptığım işleri duymuşlar, davet etiler. Dedim ki, “Böyle bir derdimiz vardı bizim bir yıl önce, bunun hayata geçmesi, buradaki çocukların bir partili değil, solcu/sosyalist olarak değil, kentli, doğru insanlar olarak büyümesi için bir siyaset gütmemiz gerekiyor. Politika üretmemiz gerekiyor.” Böylelikle ve aynı bakış açısına sahip olmamız nedeniyle Nilüfer Belediyesi, yaptığı işlerle bir kültür politikasına sahip ve yirmi yıl boyunca Türkiye’de bu konuda lider olan bir belediyeye dönüştü.


Ne yaptık? Sanatın kültürün bir paydaşı olduğunu düşünüp, entelektüellikle ilgili derdi olan insanların neye ihtiyacı olduğuna baktık. Ama bu arada çocukları önemsedik. İlkokul birinci sınıftan, hatta ilkokul öncesinden başlayarak bütün çocuklar/gençler sürekli ve düzenli sanatla ilgili eğitimler aldı, bu eğitimler için çok düşük ücretler ödediler. Bu söyleyeceğim ampirik gözlem, bilimsel veri değil, ama Bursa Senfoni Orkestrası’nın kurulduğu günden bu yana izleyici sayılarını bilirim, takip ederim, haberdarımdır. Bundan üç-dört yıl önce CSO dahil Türkiye’deki bütün orkestralardan daha çok seyircisi olan bir orkestraya dönüştü Bursa Senfoni. Ortalaması bundan on beş yıl önce iki yüz kişiyken, şu anda bin/bin iki yüz kişi, her konser doluyor. Nedenine bakıyorsun. Bursa’da değişen ne var? Biz her yıl yaklaşık bin tane çocuğa klasik müzik eğitimi verdik. Ama müzisyen olmaları için bu eğitimi vermedik. Müzikle ilgili insanlar olsun diye verdik ve dinleyici yetiştirdik aslında. Yirmi yıl sonra klasik müzik dinleyicisi oldu insanların büyük bir bölümü. Çünkü belediye, entelektüel aklı olmaması gereken bir yerdir. Neden bahsediyorum? Kamunun entelektüel aklı olursa, bugün iktidarda olan, kendi ideolojisinin yanındaki işlere destek verir. Yarın öbürlerine verilir.  Bu da sanatın değil, ideolojinin büyümesi için işe yarar. Bunun yerine kamunun sanatla ilgili tüm işlere kriterlere uyup destek vermesi gerekir. Hangi tiyatro oyununun oynanacağı, belediyeyi ilgilendirmez. Tiyatro oyununun nerede oynanacağı, kaç kişiye iş sağlayacağı, kaç kişiye ulaşacağı belediyeyi ilgilendirir. Bütçesi ilgilendirir ve bu konuda da destek olur. Mesela tiyatro ile ilgili buna benzer şeyler yapmaya başladık. Bursa’daki tiyatroları toplayıp, tiyatro festivallerinde bir araya gelmelerini sağladık. Ücretsiz salon tahsis ettik. Afiş ihtiyacı olana destekte bulunduk. Plastik sanatlarla ilgili Türkiye’deki çok önemli sergileri Nilüfer’e getirdik. İlk sergiyi 2004’te Devrim Erbil’le başlattık. Süreç hep kaliteli işlerle ilerledi. Türkiye’nin en kaliteli kütüphaneleri Nilüfer’dedir. Sadece kitap okunacak yer de değildir. Nilüferli alıştı, çok önemli bir projedir, yazarla okurun buluştuğu, atölyelerin yapıldığı, edebiyat üzerine her şeyin konuşulduğu ve kentlilik üzerine her şeyin yapıldığı yerlere dönüştü. 


Yedi yıl önce Nilüfer Kent Tiyatrosu yerleşik bir tiyatro olarak kuruldu. Türkiye’de ciddiye alınan beş tiyatrodan biri. Yenilikçi bir dil yarattı ve seyirci ortalamasını her yıl yükseltiyor. Nilüfer Müzik Festivali, Türkiye’de belediyelerin yaptığı, en fazla ciddiye alınan müzik festivali. Üç günde yaklaşık yüz bin kişi katılımcı oluyor, on bin kişi konaklıyor, büyük bir iş. Tabii ki bu süreç, kent kültürüne ve sanata nasıl destek oluruz sorusuyla başladı. Böyle olunca Nilüfer’deki okullar sanatla ilişkilerini güçlendirmek zorunda kaldı. Çünkü çocuklar talep etmeye başladı. Nilüfer’deki sanayici hâlâ muhafazakâr, ama gidip anlattığınızda, zaten siz yapıyorsunuz diyor. Herkes biliyor artık. Başka bir belediye, bunun hangi partiden olduğu önemli değil, sanata ve kent kültürüne dair bir şey yapacaksa Nilüfer’den referans alıyor ya da Nilüfer Belediyesi’ne soruyor. 


Nilüfer’de mahalle komiteleri var. Sonra zorunlu hâle geldi, ama komiteler daha hiç yokken kurulmuştu. “Benim kentim duygusu” sanat ilişkisiyle güçlendiği için mahalle komitesi de belediyenin hizmetlerine yönelik fikir üretebiliyor. Katılımcılık adına önemli bir şey bu.  Kent kültürü demokrasiyi büyütür. Kent kültürünün ve demokrasinin büyümesi bizim daha mutlu yaşamamızı sağlayacak.


Ben yüksek lisansta Sıtkı Erinç’ten “Çağdaş Kültür Sanat Kuramları” diye bir ders aldım. Sıtkı Hoca şöyle derdi: “Bir şeyin kültürünün oturabilmesi için asgari iki kuşak, normalde üç kuşak geçmesi gerekir.” Bir örneği vardı, çok severim. Çocukluğunu ve gençliğini Bahçelievler’de geçirmiş. “Yan komşumuz çok zengindi ve Amerika’dan Impala getirtti kendine” dedi. 1950’lerin Bahçelievler’i. Sonra bir de buzdolabı gelmiş. Bir ay sonra eve gelen elektrik faturası o kadar yüksek ki, buzdolabını salona kitaplık olarak koymuşlar. Aradan on yıl geçene kadar o buzdolabı kullanılmamış. Çünkü tel dolap varken buzdolabı ekstra bir şey olarak geliyor insanlara. “Kültürü dayatan, teknolojisini üretendir” derdi. Tam da bu noktada “biz kendi kültürümüzü ne ile dayatacağız” cevabına geliyoruz. Biz modern anlamda burjuva kültürüne sahip bir hayat istiyoruz ki, bunda da haklıyız. Bizim Doğu’ya dönük yüzümüz olmamış ki tarihin hiçbir döneminde. Hep Batı’ya gitme amacıyla yürümüş Osmanlı. Batı’nın burjuva demokrasisine, kültürüne ve sanatına dair bir ilişki kurmak istiyorsak, Doğu’nun kriterleriyle hareket edemeyiz. O zaman arafta ve kimliksiz kalırsın. Bunu yaparken de kimse kimseye “dininden vazgeç” demiyor. En iyi örnek, Saraybosna’dır. Saraybosna, Müslüman bir kenttir. Ama Batı sanatının, kültürünün, kent kültürünün en önemli işlediği kentlerden biridir. Saraybosna ve civarı Müslümanların da burjuva kültürüyle yaşayabileceğinin örneğini çok net ortaya koymuştur. O zaman, ne istemeliyiz hayatta? Süreklilik. CHP’nin tüm belediyelerde uygulanmak üzere bir kültür/sanat politikası kitabına ihtiyacı var. Şunu yapacaksınız değil, şu şekilde yapmak zorundasınız diyen. Hatay’ın kent kültürü meselesiyle Çankaya’nınki aynı olmayacaktır. Birisinde yemek öne çıkarken, birisinde Türkiye’nin en önemli konser salonları, müzeleri ya da kütüphanesi öne çıkacaktır.


Herkes kendi gerçekliği içerisinde, Nilüfer modelini belki referans alarak, bir politika yazmak zorunda diye düşünüyorum. Bir belediye başkanı için plastik sanatlar önemliyken, bir belediye başkanı için Kemalettin Tuğcu yazını önemli olabilir. Bu, insanların entelektüel birikimine bırakılacak bir şey değil. Politika hâline getirilirse, nasıl bütçe ayrılması gerektiği konuşulursa süreç sağlıklı bir şekilde yönetilebilir. Mesela dünyada kamunun kültür sanata ayırdığı bütçe, %7.5. Nilüfer Belediyesi, bu oranı tutturdu. Bunu dokuza çekmeye çalışıyor Lizbon. Bu %7.5 oranını ekonomistlerle kültür insanları oturup birlikte konuşmalılar, nasıl yapabiliriz diye. 


Nilüfer, kent kültürünü oluşturmayı sanatı odağına alarak yaparken başka hangi kriterleri belirledi?


Feza Soysal: Nilüfer Belediyesi, kültürü ve sanatı önemli referanslardan biri olarak aldı, ama kriterleri belliydi. Sanatın kenti, eğitimin kenti, yeşil kent ve sporun kenti. Bu dört başlıkta toplandı. Bu dört başlık aslında kentli olmanın ipuçlarını veren başlıklar. Hep beraber spor yapabileceğiniz bir kent varsa, sabah yolda yürüyebiliyorsanız, yürüyüş yolunda komşunuzla yürüyebiliyorsanız, kentinize ait bir hentbol takımı süper ligde bulunuyorsa, çevreye dair iyi işler yapıyorsanız… Yani sanat, eğitim, spor ve çevre. Bu dört önemli parçayla özgün bir kent kültürü oluşturulabilir. Bunun içine doğru şehir planlamasını ve mimariyi de katmak gerekiyor. 


Mimari, parti politikaları içerisinde konuşulan bir şey değildir. Mimari ve şehir planlama, bizim sokakta attığımız her adımı etkileyen, vizyonumuzu geliştiren ve değiştiren şeylerdir. Bu nedenle jakoben bir yerden değil, ama entelektüel bir yerden mimari tasarımın belediyeler açısından önemini konuşmak gerekir. Bursa’da bir yol vardır, Heykel denilen, merkezde, Bursa’nın en geniş caddesi. Caddenin bir tarafı yüksek katlı binalarla dolu. Her binanın önünde yaklaşık on metrelik bir koridor vardır, yayalar oradan yürür ve yazın güneşten, kışın yağmurdan korunurlar. Üstü binadır. Haşim İşcan, valiyken bunu zorunlu kılmış. İş Bankası binası da, PTT de öyle yapılmış. Kamunun sorumluluğu burada bitiyor. Sen binalarını öyle yaparsan, diğerlerine de ön ayak olursun, ruhsatta da öyle yaparsan, sorun kalmayacak. Bu, kent planlaması ve beraber yaşam açısından iyi örnektir. Belediyelerin mimari özellikleri düzgün binalar yapması, doğru planlamayla alanlar yaratması zorunludur. Bunları yapmazsa, yine yetmez. Hepsi birbiriyle ilintili. Şehir planlama, mimari, sanat. Mimariyi zaten sanata katmak zorundayız. Spor, çevre ve eğitim tabii. Eğitimde belediyenin yapacağı nedir? Önünü kesmeme. Eğitim alanlarının yaratılması. Kamusal eğitim meselesinin mümkün olduğunca artırılması. Özel okul açmak değildir, ama eğitim alanlarının kamulaştırılması belediyededir genellikle. Belediyenin kamulaştırıp Milli Eğitim’e verdiği yerlerde bina yapılır ve eğitim olanakları artar. 


Nilüfer, Bursa’da ismi sonradan konulan tek ilçedir. Bursa’nın tüm ilçelerinin ismi tarih boyunca vardır, Nilüfer’in adı, 1987’de konuldu. Böyle olunca Nilüferliyim diyebilmek diye bir şey yok. 1999’dan 2019’a kadar sanatla, sporla, eğitim desteğiyle, çevre kültürüyle, planlamayla bu yapılabildi. İzmir’de Karşıyakalılık vardır, 35.5 derler onlar kendilerine, Nilüfer de 16.5’tur Bursa için. Nilüfer’de olanla Osmangazi’de olan aynı şey değildir. Bunun formülü on yılda yapılacak şey. Sosyal alanların çoğalması, insanların bir arada bulunması. Sizin sosyalleşme anlayışınızla benimki aynı olmak zorunda değil. İnsanların bir arada bir şeyler yapma duygusunun büyümesi önemli. Bu, neyi getirecek? Sokağa tükürmemelerini getirecek. Çöp atmamayı getirecek. Bir arada barış içinde yaşama politikası güdecek. Yan komşunla yaşarken, onun Kürt, Laz, Çerkez olmasıyla değil, beraber nasıl hareket edebileceğimiz anlayışıyla kent kültürünü beraber getirecek. Yani ayda bir kere tiyatroya, konsere, sergiye giden bir kitle yaratılabilirse, sorunların yarısı çözülür. Bu, hayatı kurtaracak anlamına gelmiyor, ama Cengiz Bektaş’ın kentlilik tanımı içerisinde söylediği her şey buna dahildir. Deneyim, ampiriktir.  Ama bilimsel olarak meydanlar neden düzenlenmiş ki 500 yıl önce? Neden Rönesans’a denk geliyor meydanın düzenlenmesi? Burjuva kültürünün başlamasıyla ilintili. Pazar, kilise, devlet dairesi, kültür dairesi orada. Bugünün meydanı öyle olmak zorunda mı? Değil. O zaman nasıl meydan yapacağımızı tartışmak zorunda belediye başkanları. Kolay, basit ve az bütçeli şeyler bunlar. Ama entelektüel birikim istediği için iktidarın kabul etmediği şeyler. 



Önerilen Haberler