"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Kentimizin Sahibi Olmak

Seyit Torun

CHP CHP Parti Meclisi Üyesi | Ordu Milletvekili

Hayatımızı geçirdiğimiz kentin sadece yapılardan ve nesnelerden oluşmadığını biliriz.

 

Kentleri oluşturan geniş toplumsal ilişkiler ağının hem yaratıcısı hem de düğüm noktası insanlıktır. Yaşadığımız kent ancak insanla ve onun toplumsal kültürüyle oluşur, yaşar ve geleceğe miras kalır.

 

Türkçe sözlükte kültür; “tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerleri yaratmada, bunları gelecek kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” olarak tanımlanıyor

 

Rousseau’nun deyişiyle, “Köyü, kasabayı evler oluşturur; kenti ise, yurttaşlar.” 

 

Günümüz kentlerinin kaotik oluşumunda merkezi yoğunluk yüzünden tıkanmış, sıkışmış yaşam alanları yok edilmiş, mecburen dört bir tarafa banliyöleriyle yayılmış bugünün şekilsiz ve ahtapot misali kenti, insanı yok etmeye hazır bir canavar gibi bizlerle yaşıyor.

 

Hem yaratıcı hem yıkıcı güçlerini bünyesinde barındıran bugünün kenti, sınır tanımayan yayılmasıyla toplumsal bir çözülmenin eşiğinde bütün bir gezegenin ekolojik sistemini altüst etme riskini taşıyor. Hepimiz artık yağmurun, karın, güneşin başka anlamlara geldiği kentlerde yaşıyoruz.

 

“Kentleşme”, Sanayi Devrimi’nden bu yana geçen iki yüz yıl boyunca insanlık tarihinin yaşadığı en hızlı dönüşüm süreçlerinden biri sayılabilir.

 

Şehir kavramının çağrışımı ise, bugün sinirlerimizi bozan trafik, yetişeme telaşına düştüğümüz randevular, her an hareketlenebilecek güvensiz sokaklar, yoğun kalabalıklara rağmen artan yalnızlığımız, gözümüzü abartılı renklilikleriyle yoran uyumsuz ışıklı tabelalar. Yollar, köprüler, binalar, park gibi yerler var, evet. Ama şehirlerin ruhu yok oldu; kaybolan çayırlarla, şehiriçi bostanlarla, bilye oynayan çocuklarla yitip gitti. Küreselleşmenin ve liberal ekonomilerin her şeyi metalaştırmaya odaklı iş yapma anlayışıyla bizim gibi ülkelerde  kentler kimliklerine ve kültürel mirasına  yabancılaşmaya başladı.

 

Oysa hepimiz biliyoruz ki, geleceğe miras kalacak kentler, doğasıyla kültürüyle geçmişiyle barışık, onunla bütünleşmiş, insanları mutlu ve huzurlu yaşayanlar olacak. 

 

Birçok düşünür, Her şey unutulduğu zaman belleklerde ne kalıyorsa, ona verilen isimdir” der kültür için.

 

Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi, “Kültür belki de bütün yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şeydir.

 

Kentlerin kimlikleri, onlarla birlikte yüzyılların ruhunu saklayan simgelerinde gizli. Eyfel Kulesi, Paris’i; Topkapı Sarayı ve Ayasofya, İstanbul’u; San Marco Meydanı, Venedik’i; Empire State, New York’u anlatır.

 

Yine biliyoruz ki kent, sadece yapılardan ve simgelerden ibaret değildir. Kentlere kimlik kazandıran yegâne unsur mimari de değildir.

İnsanlar için oluşturulmuş doğal alanlar, meydanlar, kafeler, parklar bahçeler, su havzaları, birlikte paylaşılan etkinlikler gibi özellikler kenti kent yapan, insanı insanla buluşturan temel niteliklerdir.

 

Dolayısıyla kendimizi kentli sayabilmemiz için kentte yaşamamız ve kent kültürünü tüketmemiz yeterli değil. Bunun için önce bireysel ve sonra toplumsal bilinç, çaba, fedakârlık ve cesaret gerekiyor. 

 

Kentlerin kültürel değerlerini geleceğe taşımak, uluslararası kuruluşların ve merkezi hükümetlerin önemli sorumluluk alanları kuşkusuz.  

 

Yaşadığımız mekânı kent yapmak, orayla gerçek bir ilişki kurmak, bir kültür ve uygarlık iklimini yeşertmek artık varoluş sorumluluğumuz. Dünyada bu alanda yerel yönetimlerin inisiyatiflerinin giderek arttığını görüyoruz. Yerelin değeri, yerelin kültürü ve kimliği, yerel yönetimlerin iş yapma biçimlerinin odağını oluşturuyor. 

 

Pandemi de bu anlamda önemli bir farkındalık süreci oldu diyebiliriz. Komşumuzu, bakkalımızı, yakındaki fırını, parkı fark ettik. Yürüme mesafesindeki yapıları, tarihi keşfeder olduk. Merkezi hükümetin her şeyi elinde tutma ve kontrol etme hırsının yine her şeyi içinden çıkılmaz hâle getirmesi, yerelliğin değerini daha çok kavramamızın acı bir yolu oluyor. 

 

CHP belediyeleri, merkezi hükümetin sürekli engelleme çabalarına rağmen yerelde kenetlenmenin hikâyelerini yazıyor. Tarihlerine, kültürel miraslarına sahip çıkmak için mücadele ediyor, esnafına, mahallelisine elini uzatıyor. 

 

Apartmanlarımızda komşuluğu keşfediyoruz. Parklarda çocuklarımız tanışıp oynuyorlar. Kaybolan bilyeler belki ortaya çıkmayacak, ama çocuklarımız çevreyi korumak için, parklarına oyun bahçeleri kurulması için birlikte çalışacaklar. 

 

İşte, o zaman “bizim şehrimiz” olacak yaşadığımız yerler. Farklı köklerden, şehirlerden gelip buluştuğumuz bu yerlerin sahibi ve vatandaşı olacağız.  

 

Sosyal demokrat belediyecilik, katılımcılık demek, ortak akıl, ortak değer, ortak kültür demek. Ötekileştirmeden kucaklamak demek. Bunu ancak biz yaparız. 

 

 





Önerilen Haberler