"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Yiğit Ozar: Kültürel miras, kültürel çeşitliliğin göstergesidir

  • 15 Mart 2021

Yiğit Ozar

İstanbul Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkanı



Kültürel mirasın kent kültürüne ve kimliğine katkısı sizce nedir, neden önemlidir? Göçlerin bu sürece etkisi nedir?


Yiğit Ozar: Kültürel miras, sanıldığından çok daha geniş bir konu. Son dönemde uluslararası literatürde kültürel mirasın topluma katkısının, sosyal, kültürel, çevresel, ekonomik yönlerinin bütünsel olarak incelenmesi ve kültürel mirasın topluma katkısının gündemleştirilmesi gerektiği dile getiriliyor. Tabii bu ölçülmesi çok kolay bir katkı değil. Değeri, ölçülememesinde. Kültürel miras, kentlerin esnekliğine katkıda bulunur, yaşam biçimini ve alanını zenginleştirir. Evrensel bir değer olarak kültürler arası diyalog, toplumsal barış için araçtır. Geçmişin bilgisiyle yüklü kültürel miras bu yönüyle bilgimizi ve becerilerimizi geliştirebileceğimiz bir eğitim aracıdır, yaratıcı sektörler için ilham kaynağıdır.

 

Göçlerin sürece etkisini sormuştunuz. Kültürel miras, kültürel çeşitliliğin göstergesi olarak görülmeli. Kentlerin tarih boyunca aldığı göçler, kültürel mirasını zenginleştirmiştir. Göç edenlerin yanında taşıdıkları eşyalar, bilgi, beceri ve gelenekler, yerleştikleri yerin kültür mirasını da zaman içerisinde geliştirir. Her kentin kültür mirasında göçlerin izini sürebiliriz, herhâlde bunun en iyi örneği de İstanbul’dur. 


Kentlerin karmaşıklığı, plansız ve özensiz yapılaşma bireyleri kültürel mirasa da yabancılaştırıyor.  İstanbul’da Tarihi Yarımada sadece turistlerin gelip baktığı, bizim de oradan para kazandığımız bir yer midir? Burayla bağımızı nasıl kurarız? Dünyada bunu iyi değerlendiren yerler nereler sizce? Siz çalışmalarınızda bununla ilgili neler deneyimliyorsunuz? 


Yiğit Ozar: Bu, en önemli sorunlardan biri aslında. Turizm ve kültürel miras ilişkisi olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla bıçak sırtı bir ilişkidir. Turizm odaklı kültürel miras yaklaşımında kültür varlıkları, çevresindeki yaşamdan kopuk bir şekilde ve ağırlıklı olarak estetik müdahalelerle ele alınıyor. Turizm baskısıyla birlikte yerleşik nüfus bu alanlardan uzaklaşmak zorunda kalıyor.  Kentlerin turistlere sunulacak alanları, kent sakinlerinden koparılan alanlara dönüşüyor. Elbette bu durum bağ kurmayı da güçleştiriyor. Sultanahmet’te bu sürecin 1970’lerde başladığını söyleyebiliriz. Ama bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil, Venedik ve Barselona gibi kültür mirasıyla turizm alanında dikkat çeken çoğu kent bu sorunla karşı karşıya. Kültür varlıkları bu şekilde kent yaşantısından koparılarak topluma sunulduğunda turistler için de çekiciliğini yitiriyor. Sonuçta ziyaretçiye bir tür tiyatro dekoru sunmuş oluyorsunuz. 2018 yılında Barselona Deklarasyonu, “yaşamak için daha iyi yerler, ziyaret etmek için daha iyi yerler” söylemiyle kültürel miras ve turizm sektörlerinin bu sorunu nasıl aşabileceği konusunda önemli stratejik tavsiyeler içeriyor. 



Türkiye’de kültürel mirasla ilgili diğer sorun, kimlik politikaları. Biraz önce söylediğimiz gibi kültürel miras, kültürel çeşitliliğin göstergesidir. Tarih boyunca farklı kültürlerin yer aldığı, biçimlendirdiği kültürel miras, güncel politik kaygılarla, tekçi kimlik politikalarıyla ele alındığında bir sorun olarak seçmecilikle karşılaşıyoruz. Kentlerin çok kültürlü mirası içinden belli dönemlerin ve kimliklerin seçilerek ön plana çıkarıldığını, diğerlerinin göz ardı edildiğini görüyoruz. İstanbul’un çok katmanlı mirasının günümüzdeki durumu da bunun bir örneği ne yazık ki. İstanbul’un kültürel mirası içindeki Bizans kalıntıları uzun yıllar ihmal edilmiştir. Sultanahmet’teki Laussos Sarayı kalıntıları, Fatih Belediyesi’nin inşa ettiği bir sahne yapısının altında sanki toplumdan gizlenmiştir. 2007 yılından beri bu uygulamanın -izinsiz olduğu gerekçesiyle- “ivedilikle kaldırılmasını isteyen” koruma kurulu, 2020 yılındaki son kararında ironik bir şekilde sahnenin kalıntılar için koruyucu bir çatı işlevi gördüğüne kanaat getirdi. Ayasofya ve Kariye gibi çok kültürlü ve çok kimlikli anıt müzelerin dönüştürülmesi bu yaklaşımın diğer sonuçları.


Peki, bunları nasıl koruyacağız? Yönetimi merkezi yönetimde toplanmış görünse de bir kenti korumada ve kültürel mirasını geleceğe taşımada yerel yönetimlerin sorumlulukları nedir sizce?  


Yiğit Ozar: Türkiye’de kültürel mirasın korunmasıyla ilgili yetki oldukça merkezi. Bu nedenle mevzuat üzerinden değerlendirildiğinde, yerel yönetimlerin bu alanda sorumluluğu fazla olmasına rağmen etkili olabilmesinde güçlükler söz konusu. Ancak elbette korumaya çalıştığımız kültürel mirası bilmek, yani kapsamalı bir envantere sahip olmak, risklerin ve fırsatların farkında olmak yol göstericidir. Diğer yandan, dünyada kültürel mirasın korunmasının sadece bir yetki ve uzmanlık meselesi olmadığını savunan, konuya insan hakları perspektifinden bakan hak temelli koruma yaklaşımları yaygınlık kazanıyor. Arkeolog Ian Hodder, kültürel miras hakkını şöyle tanımlıyor: “Herkesin, esenliğine katkıda bulunan kültürel mirasa katılma ve ondan yararlanma hakkı vardır ve herkes bu hak bağlamında başkalarına karşı sorumludur.” Bu eğilimler ışığında yerel yönetimler kültürel miras alanında karar üretirken katılımı, tartışmayı ve şeffaflığı sağlayacak platformlar oluşturmalıdır.


Siz bu alandaki bir meslek kuruluşunun, bir sivil toplum örgütünün başkanısınız. Sivil topluma bu konuda düşen sorumluluklar ne? Türkiye’de özellikle kültürel mirasın korunmasına yönelik faaliyetlerde sivil toplumu nasıl görüyorsunuz? Alınması gereken yol var mı? 


Yiğit Ozar: Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin kültürel miras alanındaki faaliyetleri daha çok savunma ve mücadele ağırlıklıdır. Sivil toplumun emeği, mevcut sistem düşünüldüğünde çoğunlukla tahribatı ve tahribata neden olacak düzenlemeleri engellemeye yoğunlaşmaktadır. Bu noktada STK’lar dışında meslek odalarının çabalarını da anmamız gerekir. Kültürel miras alanında pek çok tartışmalı düzenleme ve proje meslek odalarının açtığı davalarla iptal edilmiştir. Ancak elbette sorumluluklarımız bu kadar değil, daha proaktif bir tutum içerisinde politikalara yön verecek çalışmalar yapmamız, stratejik tavsiyeler üretmemiz gerekmekte. Öte yandan, sivil toplum çalışmalarının daha etkin olabilmesinin önünde merkezi yapı, kaynak geliştirme, kamu kurumlarının sivil topluma karşı aldığı mesafe gibi pek çok engel olduğunu da unutmamalıyız. 





Önerilen Haberler