"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Osman Sirkeci: Dünyanın her yerinde seyyar çalışanların üretimi teşvik eden bir rolü var

  • 22 Mart 2021

Dr. Osman Sirkeci

Sokak Ekonomisti




Sokak ekonomisi ülkemizde yeni telaffuz ediliyor. Sokak ekonomisi nedir? Ne kadarlık bir paya sahip? Kaç kişiyi besliyor?


Osman Sirkeci: Sokak ekonomisi dediğimizde herkes garip garip bakıyordu: “Nereden çıkardın bunu? Böyle saçma sapan şeylerle yorma bizi” diyenlerle çok karşılaştım. Nihayetinde son 10 yıldır, bilhassa da pandemi döneminde bizim dile getirdiğimiz konu yerini bulmaya başladı. Dolayısıyla şimdi daha rahat tanımlayabiliyorum. O zaman korkarak tanımladığım sokak ekonomisinin analizini şimdi onlarca profesörle birlikte yapıyoruz, tanımlamalarını genişletiyoruz. Sokaklarda, kamusal alanlarda, caddelerde, meydanlarda, bulvarlarda yürütülen her türlü sosyal ve iktisadi faaliyeti, fayda üretimini ve bunun alışverişini sokak ekonomisi olarak tanımlıyoruz. Kısacası sokaklardaki her türlü sosyal ve iktisadi alışveriş. 
  
İktisat, kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçları karşılama bilimidir diye başlar, makro -mikro ekonomi diye gider. İktisadın işletme alanına geçtiğimizde de orada küçük ölçekli işletmeler, kobiler, büyük ölçekli işletmeler şeklinde devam eder. Ama pazarcıları, simitçileri, evinin önünde sebzesini-meyvesini veya kendi el işlerini satan insanları iktisadi faaliyet alanında görmezdik. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçekli işletmeler ve büyük ölçekli ekonomi bugün 8 milyara yaklaşan dünya nüfusunun tamamını kapsayamadı. Onun dışında kalan birçok faaliyet, kayıtdışı faaliyetler ve benzeri olarak kaldı. Dünyada 200 ayrı sektör sayıyoruz. 200 sektörde kamusal alanlarda seyyar yürütülen faaliyetlerimiz var. Hindistan’da ağacın altında seyyar dikişçi ve terzi var. Bangladeş veya Pakistan’da seyyar dişçi var. Bizde de seyyar satıcı, seyyar manav, işportacı, simitçi, börekçi, lahmacuncu, pideci diye gidiyor. 
 
Peki ekonomik büyüklüğü nedir? Bir sektör diyor musunuz? Türkiye’de tablo nedir?


Osman Sirkeci: Birincisi, bu sektörlerin tamamı, sokakta ve kamusal alanlarda yürütülen faaliyetlerin tamamı iktisadi dille “ölçülmemiş faaliyetler” olarak ifade ediliyor. Aynı zamanda kayıtdışı ekonominin ana gövdesini oluşturuyor. Gölge ekonomi (shadow ekonomi) ve enformel ekonomi gibi terimler ekonominin içine giriyor. Dolayısıyla mevcut iktisat biliminde ve kaynaklarda bu konularda mikro-makro ölçekli detaylı veriler yok. 16 milyonluk İstanbul’da 2 milyona yakın insanın seyyar satıcılık yaptığı tahmin ediliyor. Bu bilgiye nasıl ulaşıyoruz? İstanbul Ticaret Odası, 1980’de “Eminönü’nde İşporta ve Seyyar” diye bir çalışma yaptırmış. O günün rakamlarıyla Eminönü’nde yarım milyon kişi çıkmış. Sonra ATO yapmış, 2010’da ya da 2014’te yaptığında her 7 çalışana karşılık 1 işportacı düşüyor demiş. O gün 27 milyon çalışan varmış ve işportada çalışanı da 3 milyon olarak saymışlar. Oradan çıkan sonuçlar bende. Yapılan bütün araştırmaları bir havuza attım. Onların ağırlıklarını, medyanlarını, illere göre yaptıkları çalışmaları topladım. 83-84 milyonluk Türkiye’nin rakamını tahmin etmek gerekiyordu. %10 hata payıyla Türkiye’de 6 milyon kişinin tam ve yarı zamanlı olarak sokaklarda, kamusal alanlarda, güvencesiz koşullarda sokak ekonomisinin aktörü olarak çalıştığını tahmin ediyoruz. Mesela 2018 yılında bir grup milletvekili tarafından Türkiye’de 500.000 geri dönüşümcünün, atık toplayıcının sokaklarda atık topladığı bilgisi verilmiş, raporlanmış. Pazarcılar Odaları’nın çalışmalarına baktım. Pazarcılar Odası diyor ki: “Türkiye’de Pazarcılar Odaları Federasyonu’nda 56.000 üyemiz var. Türkiye’de her gün 2.500 pazar kuruluyor.” 56.000 üyeyi 2.500 pazara böldüğümde Pazar başına 20 pazarcı düşüyor. 20 pazarcıyla kurulan pazar hiçbir yerde görmemişsinizdir. İzmir, İstanbul Pazarcı Odası başkanlarına bakıyorsunuz, Türkiye’de en az 500.000 pazarcı var diyorlar. Şimdi bakıyoruz, 50.000’i kayıtlı, 500.000 pazarcı var. Demek ki, 450.000’i kayıtdışında.  500.000 atık toplayıcıyı, 500.000 pazarcıyı koyduk. Seyyar Milli Piyango Satıcıları Odası diyor ki: “Bizim 50.000 milli piyangocumuz var. Siz 3.000’i sabit düşünüyorsunuz.” Benim buradan çıkardığım sonuç, 3.000’i sabitse 47.000 seyyar milli piyangocu var. Fırıncılar Odası’na gidiyoruz. Bütün bu rakamları hata paylarıyla topladığımızda Türkiye’deki 30’a yakın meslek grubu 6 milyonluk rakama ulaşıyor. 


Hemen pandemiyle kıyaslayalım. İstihdamda olan çalışan sayısı bir yıl önce 29 milyon civarındaydı. Çiftçiler ve kendi adına iş yapanlar içindeki 29.5 milyon, 30’a yaklaşıyordu. Pandemi dönemiyle işten çıkarmalar söz konusu oldu. TÜİK verilerine göre, sayılar 26 milyona geriledi. TÜİK’in rakamları makroekonomik gösterge kıyaslaması imkânı veriyor. Bütün ülke, devlet mekanizması ve kayıtlı mekanizma teşvik kurumlarıyla, milyarlarca liralık aflarla ve benzeriyle 26 milyon kişiye istihdam sağlarken sokakların tanınmayan sektörü ve ölçülmeyen alanı 6 milyon insana yarı/tam zamanlı istihdam sağlıyor. Bu, çalışma ekonomisini ilgilendiren bir kısmı. Bir de bunun gayrisafi milli hasıla, kalkınma, ekonomik büyüme gibi alanlara giren makroekonomik göstergelerde yarattığı katma değere bakalım. 6 milyon kişi bir ülkenin ulusal ekonomisine ne kadar katma değer ekliyor? Ne kadar katma değerde bulunuyor? Yaptığımız çalışmalar, araştırmalar, görüşmeler ve anketler neticesinde sokaklarda iş yapanlardan günde 20-30 TL kazananı olduğu gibi günde 3-4.000 TL kazananı da olduğu sonucuna ulaştık. Türkiye’de ortalama bir seyyar satıcı, işportacı 150 TL’lik brüt kazanç sağlıyor, günlük hasılat yaratıyor. Bunu 6 milyonla çarptığımızda ülke ekonomisinde günlük yaklaşık 1 milyar TL yapıyor. Kayıt altına alınmaya değer görülmeyen insanlar ülke ekonomisine ortalama 300 milyar TL katkı sağlıyor. Bu insanların gelirlerinin aile ekonomilerine ve bireysel gelirlere etkisi nedir? Bu noktada sokak ekonomisinin hukuki tanımına da değineceğim. Sokak ekonomisinde çalışan insanların zihinsel ve bedensel güçleri asıl sermayeleridir. Sokaktaki bir müzisyenin gücü zihinsel birikimidir, zihinsel sermayesini size sunar. Bir başka seyyar çalışan size 8-9 saat hizmet eder, bekler, size bedensel ve ticari bir hizmet sunar. Seyyar satıcılar, işportacılar %50 kârlılıkla çalışıyor. Balon satan, balonun içine gaz dolduruyor. Çakmak satan, gaz tüpü alıyor. Pazarcı mal alıyor, onları satıyor. 1 yılda 300 milyar TL ciro yaparlarsa, harcanabilir gelire ve tüketime yönelik gelire 150 milyar TL’lik katkıda bulunuyorlar. Dolayısıyla makroekonomik düzeyde gayrisafi milli hasılaya, ülke ekonomisinin büyümesine ve ekonominin canlanmasına katkıları 300’ün yarısı kadar. Bir de 100 yıllık Cumhuriyet tarihini düşünelim, bu kadar yıldan beri her ekonomi bakanı “Biz herkese iş sunacağız, aş sunacağız” diye başlamıştır, ama 83 milyonluk Türkiye’de iş sadece 26 milyona düşüyor. 


Sokak ekonomisinin makroekonomik ölçekli başka fonksiyonları da var. En önemli fonksiyonlarından bir tanesi -ki bu dünyada da geçerli-, anti enflasyonist rolüdür. Bütün kâr endeksli firmalar (bireysel ya da kurumsal) kârlarını maksimize edebilecek şekilde kendilerini konumlandırırken sokak çalışanları kendisine bir uğraş ve çalışma alanı bulmak ister. İkincisi, minimal sermayeyle karnını doyuracak kadar bir geçim kaynağına ulaşmaktır. Herkes bilir ki, gayrimeşru işler hariç olmak üzere sokakta milyoner olunmaz. Dolayısıyla sokak çalışanları, fiyat artışının da önünde engeldir. Anti enflasyonist rolleri vardır.  Adı konmamış, ilan edilmemiş, piyasa fiyat regülatörleri gibi bir rol oynuyor. Geçtiğimiz Temmuz veya Ağustos ayı olmalı, İzmir’de bir hafta sonu köylülerin salatalıklarını yola döktüklerini, videolarla görüntülerini paylaştıklarını gördük. Hemen izledik videoyu, köylü bağırıyor, çağırıyor ve ağlıyor. “Salatalığın kilosu 20 kuruşa satılamıyor, ben bunu ne yapayım?” Hal ile görüştük, halde de salatalık 20-30 kuruşa ancak alıcı buluyor. Tabii köylünün getirmesi, mazot parasını kurtarmıyor. Ürünün maliyetini tartışmıyoruz bile. Biz seyyar satıcılarla temas hâlinde olduk, geldiler ve sordular: “Hocam biz bir şey yapabilir miyiz?” Dedim buyurun, üretici burada, üretici kooperatifleri de var. İzmir’de de yaklaşık 10’a yakın seyyar satıcı kooperatifi var, 10 civarında seyyar esnaf ve sanatkâr derneği vardı o zamanlar, yeni yeni kuruluyordu bazıları. Kendi aralarında WhatsApp trafiği var. WhatsApp haberleşmesiyle iki günde “Hocam biz 20 ton salatalık alırız”a döndü iş. Hemen bir araç kiraladılar, salatalık üreticisi köylülerle iletişime geçtiler ve salatalığın kilosu halde 20 kuruşa alıcı bulamazken seyyarlar 30 kuruşa salatalığı aldı. Yani %50 fazla aldı, ama bir tır dolusu salatalık ne kadar tuttu biliyor musunuz? 1000 TL. Çünkü kilosu 30 kuruş. Medyanın desteğiyle, diğer kooperatiflerin ve belediyelerin devreye girmesiyle yeniden 1 TL’ye çıktı. Köylü defalarca teşekkür etti. İzmir’de Roman Mısır Satıcıları Kooperatifi var. 4-5 yaşında şu an. Bu kooperatif İzmir’in Karşıyaka sahilinde faaliyet gösteriyor. Sanıyorum 40’a yakın mısır kaynatma ve satma tezgâhları var. Bu kooperatif de mısır koçanlarını gidip tarlalardan tohumken alıyor. Bu bize neyi gösteriyor? Demek ki üreticiden tüketiciye anlayışı realiteye dönüşüyor. Dünyanın her yerinde seyyar çalışanların üretimi teşvik eden bir rolü var. 


Pandemi koşulları işsiz kalanların ne kadarını sokak ekonomisine yönlendirdi?


Osman Sirkeci: 7-8 aydır siyasetçiler tarafından telaffuz edilenlerden ve medyaya yansıyanlardan yola çıkarsak, 2019’dan itibaren sokak ekonomisi çalışanları sayısı 6 milyon değil. 6.5 milyon denmeli diye bir yaklaşım var. Diğer yandan da 26 milyon çalışanı TÜİK söylüyor. 3 milyon nereye gitti? 3 milyon fark var. Ben de el işi yapmaya başladım”, “Ben de ot satmaya başladım”, “Arkadaşım bana tezgâhında 50 cm yer açtı, ben de orada çorap satıyorum” diyen insanlara kendi çevremizde bile rastlıyoruz. Çalışanlarla, işsiz kalanlarla, yeni katılanlarla ve 3 milyonla birlikte pazarcılık ve seyyar satıcılık yapan, eve temizliğe giden insanların sayısında %10 ila %20’lik bir artış gerçekleştiğini söylemek mümkün. 


Peki yasa ve mevzuatta durum nedir?


Osman Sirkeci: Köy Kanunu bizim en eski mevzuatlarımızdan biridir. Zabıta mevzuatımız da öyle. Şehir yaşantısı 1920’lerin, 1940’ların Türkiye’sinden çok farklı olmasına rağmen süreç pek fazla değişmeyen zabıta mevzuatıyla yürütülmeye ve yönetilmeye çalışılmış. 50 sene önce ülke nüfusunun %60’ı, %70’i köylerde yaşıyorken bugün köylerde %15’i kaldı. Yoğunlaşan kent nüfusu, kalmayan kır nüfusu hukukta hak ettiği ve ihtiyaç duyduğu karşılığı bulamamış. Türk Ticaret Kanunu en eski hâliyle esnaflığı ve tacirliği tanımlamış. Orada diyor ki: “Sermayesi ve faaliyetleri daha çok beden gücüne dayanan faaliyetler küçük esnaflık faaliyetleri olarak sayılır, bunlar da her sene Ankara’da kurulu bulunan Esnaf Koordinasyon Kurulu tarafından belirlenen hadleri aşarlarsa tacir sayılır.” Türk Ticaret Kanunu esnafı tanımlarken “ister seyyar, ister sabit yürütülsün” şeklinde bir ibare koymuş, çünkü o zamanlar AVM ve zincir marketler yoktu. Dolayısıyla esnaf tanımlamaları bile “ister seyyar, ister sabit”le başlamış. Yine eskiden devraldığımız vergi mevzuatımız var: Gelir Vergisi Kanunu. Gelir Vergisi Kanunu’nda da 193 sayılı yasa şu anda yürürlülükte. Bunun da 9. maddesini Osmanlı’dan alıp revize ede ede bugüne kadar getirmişiz. 9. madde ben öğrenciyken 1980’li yıllarda bir paragraftı. Sermayesi beden gücüne dayanan, motorlu taşıt kullanmayan, sabit bir mekândan yürütülmeyen, yanında işçi çalıştırmayan faaliyetler vergiden muaf faaliyetler kapsamında değerlendirilir, diyor. Hâlbuki ben 10-15 yıldır soruyorum: “Sokak ekonomisi deyince aklınıza ne gelir?” En çok karşılaştığım yanıtlar: Vergi kaçırma, vergi kaçakçılığı, kayıtdışılık. Bazen mali müşavirle konuşuyorum bunu. “Hocam onlar vergi kaçırıyor” diyor. Ben de diyorum ki, zaten bak senin uzmanı olduğun 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 9. maddesi demiş ki kafasında taşıyarak 60 tane simit satan adamın sermayesi nedir? 50 kuruştan 30 lira, tablonun maliyeti 10 lira. Bu adam ne yapsın şimdi? Bunun nesini kayıt altına alacaksın? Nesiyle muhasebe yapacaksın? 193 sayılını kanunun 9. maddesi bugün 8 sayfa oldu. Neler eklendi? Kapıdan kapıya dolaşarak yapılan pazarcılık faaliyetleri eklendi, eskiden bohçacılık vardı hatırlarsınız. Gene var ama onun yerini bu aldı. Ona ne eklendi? Evde makine kullanmadan yapılan ev işlerinin doğrudan doğruya satışı, kadın veya erkek emeği değerlendirildi. Sonra sessiz ekonomi dediğimiz ekran başında web tasarımı ve düzenleme yapan, küçük oyunlar yazan işler çıktı. Bu işleri de kaydı olmayan, sanal sokaklarda yürütülen sokak faaliyetleri olarak tanımlamaya çalışıyoruz. Bunlarla beraber sokak ekonomisinin her anlamdaki tanımı Türk Ticaret Kanunu’nda, Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliklerinin Kuruluşu Kanunu’nda, Gelir Vergisi Kanunu’nda ve Sosyal Güvenlik Kanunu’nda “vergiden muaf olarak yürütülen faaliyetler” olarak yapılır. Faaliyetleri yürütenler isteğe bağlı sosyal güvenlik primlerini ödeyerek sosyal güvence kapsamına da girebilirler. Dolayısıyla kanun koyucu, mevcut duruma uygun kanunları da koymaya çalışmış. 


Geçtiğimiz Haziran ayında Çin Halk Kongresi toplandı. Kongrenin ana teması, sokak ekonomisiydi. Kongrenin bitiminde Li Keqiang, bir seyyar tezgâha gitti ve sembolik olarak alışveriş yaptı. Kongrenin vurguladığı şuydu: “Dünya devi Çin ekonomisi için devasa firmaların fonksiyonu neyse sokaktaki milyonlarca mikro ölçekli tek kişilik seyyar satıcılar ordusunun da rolü aynıdır.” 


1930’larda Mustafa Kemal Atatürk İstanbul’dayken Beyoğlu tarafında bir ziyaretinde sabahleyin kalktığında sokakların sessizliğe büründüğünü fark eder, yaverine sorar “Nedir bu İstanbul’un sessizliği?”  “Efendim, Batı şehirlerinde bağıran çağıran yoğurtçu, gazozcu diye seyyarlar pek yoktur, siz de Batı görmüş adamsınız, bundan rahatsız olursunuz diye biz bu civardaki bütün seyyarları kovduk, şehir dışına çıkardık” der. Atatürk şöyle karşılık verir: “Seyyarlar, İstanbul’un öten bülbülleridir, şehrin neşesidir. Sakın onları şehirden uzaklaştırmayın.” 


Evet, bu grup binlerce yıllık bir geçmişle beraber bugüne kadar geldi.

Kent yaşamı ne kadar düzenli olursa ve organize/kontrol edilebilirse güvenli sayılıyor. Ama bizde bu kontrol hep devrilen tezgâhlar ve kovalamalarla akıllara yer etmiştir. Sizin de “Nasıl yönetilmelidir?” manifestonuz var. Bugünün kentlerinde nasıl yönetilmelidir? Yerel yönetimlere düşen sorumluluklar nelerdir sizce?


Osman Sirkeci: Bu soru için teşekkür ederim, güzel bir soru. Verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi, makroekonomik düzenlemeler ilgili bakanlıklar tarafından -Çalışma Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı- yapılırken biz 15-20 yıldır “Mikro Ölçekli İşletmeler Bakanlığı” kurulmalı diyoruz. Bir ay kadar önce CHP Genel Merkezi ve Genel Başkan tarafından 17 maddelik esnaf bildirgesi paylaşıldı. 1. ve 16. madde bizim için çok önemliydi. Diğerleri de öyle ama birincisi önem taşıyan yere konmuş. Esnaf Bakanlığı kurulması. 16. Madde, sokak ekonomisinin düzenlenmesi, örgütlenmesi, kayıt altına alınması ve benzeri diye gidiyor. Evet, sorduğunuz sorunun cevabı temel olarak burada yatıyor. Türkiye henüz mevzuat bakımından buna uygun hâle gelmedi, ama Hindistan’da Mikro Ölçekli İşletmeler Bakanlığı 2010’lu yıllarda kuruldu, 10 yaşında. Neden? Çünkü makroekonomik faaliyetleri yürütmekle mükellef olan Ekonomi Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı veya Çalışma Bakanlığı zaten hemen şöyle başlıyor: “10’dan az işçi çalıştıran işletmeler SGK mevzuatından muaftır. Tek kişilik işletmeler vergi mevzuatından muaftır.” Şimdi bu muafiyetleri tanıyınca bakanlık kendisine muaf olmayan kesimlerin bakanı göreviyle çalışmaya başlıyor. Mesela Türkiye’de Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğü var. Bu müdürlük koca bakanlığın içinde küçük bir büfe gibi duruyor. Ticaret Bakanlığı’nın veri tabanında veya Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin veri tabanında TESK’e bağlı ve kayıtlı 2 milyon 53 bin esnaf var. 1 milyon civarında da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne kayıtlı tüccar var. Peki, bizim 6 milyon nerede? Onlar kendi kaderleriyle baş başa. Herkes kendi becerisine ve olanağına göre milli ekonomiye katılıyorsa, vergi ödüyorsa, onlar da kendi ölçeğinde bir hakka sahip değiller mi? Hak talep edemezler mi? Ama sen bunları kayıt altına almazsan, görmezsen, yok sayarsan ne gayrisafi milli hasılaya kattıkları paydan bir şey alma hakkına sahip olabilirler ne de mevzuatta. Ne de ekonomiye katkılarını izleyebilirsin. 


Makro mevzuat böyle olunca muhalefet partilerinin taleplerinden ibaret kalıyor, sokak ekonomisinde çalışanların durumlarının örgütlenmesi, bunlara bakılması, bir bakanlığın kurulması hayaliyle ve talebiyle sınırlı kalıyor. 6 milyonluk küme, kendisine ait bir kurumsallıktan ve devlet kurumsallığından mahrum. Bunu nasıl savuştururuz diye düşünülmüş ve bu iş belediyelere verilmiş. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 9. maddesinde tanımlanan işler de belediyelere verilmiş. Yani şöyle tanımlanmış: Belediyeler kendi yükümlülük alanlarında faaliyet gösteren seyyar satıcıların lisanslandırılmasını ve faaliyetlerin belgelendirilmesini yapar.” O zaman vergiden muaf belgesini de belediye veriyor. Tek bir belgede toplanıyor. Yani bu işin sabit bir mekândan yapılmadığını belediye görüyor. Bu insanın yanında birini çalıştırmadığını zaten görüyorsun. Diyorsun ki, bunun faaliyeti tam da seyyar faaliyettir ve aynı zamanda vergi mevzuatı gereği kaydı yapılan, yapılabilecek olan ama vergiden muaf faaliyet kapsamındadır. Fakat 40 sene önceki belediyecilik bugünkü gibi dijitallikten uzak. Bunu pratik çözüme getirmiş: “Ben seni görmeyeyim, sen bana gelme, biz bu işi çözelim.” Bunu da neden söylüyorum? Ben 2-3 seneye yakın Trabzon, 5 yıl da Giresun Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalıştım. Karadeniz’de Zabıta Müdürü’yle görüşüyorum. “Hocam, biz onları görmüyoruz, onlar bizi rahatsız etmiyor. Şikâyet olursa biz müdahale ediyoruz” dedi. İşte bizim 40 sene önce belediyelere devredilmiş olan görev bazı yerlerde hâlâ öyledir. Bizzat şahit olduğum kadarıyla böyle kayıt altına alınıyor ve yönetiliyor. Ama belediye dediğimiz kurumun görevinin bu şekilde ifa edilemez ve yerine getirilemez olduğunu hepimiz biliyoruz. Böyle yöneten belediyeler de var. Gelelim İstanbul, Mersin, Adana uygulamalarına. Bazı illerimizde çok güzel uygulamalar da var. Türkiye’de ilk defa Ankara’da 15 Şubat 2019’da gerçekleştirilen İLO temsilcilerinin, sendika temsilcilerinin, baro temsilcilerinin katıldığı “Güvencesizler Sokak Ekonomisi Çalıştayı” gerçekleştirildi. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Veli Ağbaba’nın destekleriyle Türkiye’de ilk defa güçlü bir katılımla, küresel ses getiren bir çalıştay gerçekleştirdik. Ayakkabı toplayıcısından tavşan falcısına, sokaktaki seks işçisinden ot, yufka, gözleme satıcısına kadar geniş bir katılımla bu çalışmayı gerçekleştirdik. Yayınlanan manifestoda bütün illerin kendi özgün koşuluna göre ele alınması gerektiği vurgulandı.


Güzel bir tesadüfü burada anlatmak isterim. Ben araştırmalarım sırasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2005-2010 yılında yaptığı çalışmalara rastladım. Kendisi daha o yıllarda küçük esnafların, seyyar esnafların, seyyar satıcıların, işportacıların kayıt altına alınması gerektiğini, bu işlemin belediyeler tarafından bizzat yapılması gerektiğini söylemiş ve yazmış. Kendisinin de konuya vakıf olması nedeniyle bu süreç doğrudan parti politikasına dönüştü ve nihayetinde bu yıl 17 maddelik bir programa kadar geldi. 


İzmir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer de, “Bunu İzmir’de de kurumsallaştıralım, hayata geçirelim” önerisiyle geldi. Orada kendisiyle görüştük ve İzmir’de Tunç Soyer’in inisiyatifiyle sokak ekonomisi çalışması başladı. Sokak Ekonomisi Şube Müdürlüğü, ilk defa İzmir’de kuruldu. Bugün gelinen noktada İzmir Büyükşehir Belediyesi bu konuyu oldukça kapsamlı ele alıyor. Faaliyetlerine şimdilik yeniden yapılanma kapsamında ara verildi. İzmir Esnaf Odaları Birliği’nin kayıtlarına göre, İzmir’de ve ilçelerinde 129.000 kayıtlı küçük esnaf ve sanatkâr var. Ancak sokaklarda yapılan gözlemler ve tahminlere, İzmir Seyyar Esnaflar Meclisi’nin çalışmalarına ve ifadelerine göre ise, İzmir’de 200.000 seyyar esnaf var. Bulunduğu yerden gevrek, enginar veya su satan 200.000 seyyar satıcımız, atık toplayıcımız, seyyar manavımız var. Bugün İzmir Seyyar Esnaflar Meclisi çatısı altında bir araya gelen 7-8 seyyar satıcı kooperatifini, sokak müzisyenlerini Seyyar Satıcılar Derneği gibi derneklerin toplam üyelerini topladığımızda 10-15.000 gibi bir sayıya ulaşıyoruz. Seyyar Esnaflar Meclisi de örnek bir yapılanma oldu. Bu, başta akademisyenleri ve saha araştırmacılarını heyecanlandırıyor.
Kendi içlerinde daha kurumsal ve düzenli görünüme önem veriyor, çalışmalar yapıyorlar. Mesela çiçek köşkü tasarımı yapmışlar, Avrupa’daki çiçek kioskları gibi İzmir’e yakışan, 5- 10 liralık çiçek aldığınızda mutlu olacağınız bir çiçek köşkü tasarımı var. Diyorlar ki, bize ister kredi verin, ister finansman sağlayın, ister biz kendi kaynaklarımızla bulalım, ama yerimiz belli olsun. Nerede olursa, orada kent estetiğini bozmayı bırakın, zenginleştiren bir anlayışla yaklaşılıyor.




Önerilen Haberler