"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Süleyman Ekinci: Kimseyi ötekileştirmeden kolektif çalışmak ve birlikte olmak zorundayız

  • 22 Mart 2021

Süleyman Ekinci

Ankara OSTİM Başkanı




Pandemi öncesinde de ekonomik darboğaza girilmişti. Üretimin içinde olan küçük ve orta ölçekli işletmeler bu süreci nasıl yaşıyor? 


Süleyman Ekinci: Türkiye’deki gelir vergisi bütçe hedeflerinin %98’ini küçük ve orta ölçekli işletmeler çekiyor. Yani bir kişiyle elli kişi arasında çalıştıran, KOBİ diye bahsettiğimiz, aslında Türkiye’de sanayicinin, üreticinin ve gelir vergisi mükellefinin çekirdek yapısını oluşturan KOBİ’ler. 2018’de başlayan krizle beraber piyasalarda ciddi anlamda bir daralma ve dövizde ciddi hareketlenme başlamıştı. Biz üreticiler çok kırılgan şartlarda iş yapıyoruz ve marjlarımız çok düşük. Dolayısıyla hacmin yüksek olduğu bu tür ortamlardan etkilenmememiz mümkün değil. Çünkü biz -bunu her yerde söylüyoruz ve arkadaşlar yanlış anlıyor, ama söylemeye devam edeceğiz- dünyaya fason üretim yapmaya devam ediyoruz. Katma değer üretemiyoruz, marjlarımız çok düşük. Hâl böyle olunca buradaki yüksek hacimli dalgalanmalar ister istemez maliyetlerimize yansıyor ve zarar ediyoruz. Bu süreç 2018’de başlayıp 2019’un ortalarına doğru kısmen rahatlamıştı. 2019’un sonunda da tekrar eski seviyeye gelmişken 2020’de başlayan küresel pandemiyle beraber işletmeler ciddi anlamda hazırlıksız yakalandı. Türkiye özelinden ziyade Ankara ve bölgemiz üzerinden kısaca özetleyeyim size. 


Bizim bulunduğumuz bölge Türkiye’nin en büyük OSB havzalarından bir tanesi. OSTİM Sanayi İş İnsanları Derneği olarak biz bu süreçte dernek üyelerimize ve buradaki paydaşlarımıza bir nebze destek olabilmek için çeşitli faaliyetler yaptık. Bölgemizde irili ufaklı 20.000’e yakın işletme var. Bu da 200-250.000 çalışan demek. Pandemi, kimsenin öngörmediği bir süreçti. Dünyada da, bizde de böyle oldu. Bizlerin uzaktan çalışma imkânı yok, çünkü burası üretim havzası. Buradaki insanlar, tezgâhın başında işverenle beraber fiziken çalışan insanlar. İşlerimizi uzaktan erişimle yürütme imkânımız yok, çünkü biz direkt üreticiyiz. İmalat sanayindeyiz. Verimsiz çalışmaya başladık. Covid-19’a yakalanan arkadaşlarımızın izolasyona alınmasıyla, aynı süreçte çalışan insanların işe gelmemesiyle beraber dükkânlarımız kapanmadı, ama verimliliğimiz yarı yarıya düştü. Buna rağmen daha pandemi tedbirleri alınmadan önce dernek olarak şöyle bir açıklama yapmıştık: “İşçilerimizi çıkarmayacağız. Biz çalışanlarımıza sahip çıkıyoruz.” 


Daha herhangi bir tedbir alınmamıştı. Basın açıklamasında çıktık, dedik ki: “Biz çalışanlarımıza sahip çıkıyoruz. Devlet de bize sahip çıksın.” Ne demek istiyoruz? Biliyorsunuz, süreçte birçok paket açıklandı. İyi niyetli de olabilirler. Ama bunların hiçbiri yeterli değil. Bugün OSTİM’de dükkân kiralamak 15-20.000 TL iken 750-1.000 TL gibi kira destekleri verildi. Hâlbuki biz, “Çalışanlarımızı çıkarmayacağız, siz bizim sırtımızdaki vergi yükünü azaltın. Biz personel çıkarmayalım, ama siz de personelden aldığınız stopajlardan, gelir vergisinden, SSK primlerinden işçi payını en azından almayın” dedik. Yoksa cansuyu kredileriyle sağlanan destekler, borcu borçla kapatmak demek. Yani kimseye bedava bir şey verilmedi. Verilen, borçtu. 2020’nin Nisan ayında başlayan kredilerin kötü olduğunu söylemiyorum, ama doğru yerlere kanalize edilip edilmediğinden de emin değiliz. 7.5 milyon TL verildi, paraların birçoğu mevduata gitti. Bankalardaki mevduat stoklarına bakarsanız 2019’dakiyle 2020’nin sonundaki stoklarda net görürsünüz zaten. 


KGF kredileri ödenemedi, %20’lerle güncellendi. Yani borç yükümüz %30 daha arttı. Krediyle, borç parayla, faizle borçlarımızı ötelediler. Şu an geldiğimiz noktada borcu borçla çeviriyoruz. Ciddi sıkıntı içinde KOBİ’ler. KOBİ’lerin birçoğu finansmana erişmekte zorlanıyor. KGF kredilerini maalesef finans kuruluşları parası olan, ödeme güçlüğü olmayan, bilançosu güçlü, daha açıkçasını söyleyeyim aslında paraya ihtiyacı olmayan insanlara verdiler ve bunlar da yatırım marjlarına gittiler. Dövize ve mevduata gitti, aynı bankada yedi buçuğa para alıp da şu an on beşle mevduat yapan insanlar olduğunu biliyoruz. 


OSTİM’de, Ankara’da -ülke genelinde de böyledir- pandemiden kaynaklı hammaddeye erişmekte inanılmaz sıkıntı yaşıyoruz. Türkiye fason ürettiği için birçok üründe ana mamullerin neredeyse %80-85’ini ithal ediyoruz. Yani bu demir çelikte de, plastikte de, aklınıza gelen her şeyde de böyle. Şu anda olduğumuz bölge -GİMAT da bizim hemen yanımızdadır- Türkiye’nin en büyük toptancı gıda sitesidir. Ama ambalaj sanayinde inanılmaz sıkıntı yaşanıyor. Karton, granül, poşet yok. Yani tabiri caizse paranızla mal alamıyorsunuz. Böyle başka açmazlarımız da var. Hal böyle olunca biz hammaddelerin tamamını yurtdışından getiriyoruz, burada üretiyoruz, tekrar yurtdışına gönderiyoruz. Yani sadece işçiliğimizi satıyoruz. Mesela A4 kâğıt bulamıyoruz. Plastik sanayide poşet üreten üyelerimiz var, bir yıl önce 700 dolara aldıkları plastik granül şu anda 2.000 dolara çıktı. Avrupa’da 1.700-2.000 dolarları geçmezken şimdi 1.500 dolara konteyner yok. Uzakdoğu’dan 6.000-7.000 bine gelen konteynerlar vardı, şu an 12.000 bine konteyner yok. Avrupa’dan buraya malzeme getireceğiz limanlarda üç vardiya tek vardiyaya düşmüş vaziyette, gemiler insan olmadığı için mal yükleyemiyor. Bunları niye anlatıyorum? Bunların aksaması buradaki üretime yansıyor, tezgâhlar boş kalıyor. Dolayısıyla bizim buradaki birim maliyetlerimiz artıyor. Zaten 2020 yılı dünya için de, bizim için de kayıp, özellikle Türkiye gibi ülkeler için çok büyük kayıp. 


Türkiye ekonomisinin %72’si hizmet sektörü. Bugün kafeler, restoranlar, turizm sektörü, oteller vs. birçoğu ya çalışmıyor ya da çok düşük kapasitede çalışıyor. Tek çalışan sektör, sanayi. Fakat verimsiz çalıştığı için marjlar çok düştü. Biliyorsunuz, yeni düzenlemeyle Mart ayı sonunda kısa çalışma ödeneği de kaldırılıyor, ama işten çıkarma yasağı devam edecek. 


KOBİ’lerin böyle bir gücü yok ki. Bizim birikmiş sermayemiz yok. Biz sabah 8’de işçisiyle iş yerine gelip, tezgâhın başında çalışıp akşam 7’de işçiyle beraber evine giden insanlarız. Bu ülkenin yükünü çeken KOBİ’ler bizleriz. Bizim zaten onlardan farkımız yok. Beraber kazanıp beraber yiyoruz. Biz bir aileyiz. Onları kapının önüne atamayız. Devlet bize bir şey bağışlamasın, çok geç kalındı, kredi vermelerine de gerek yok, yükün bir kısmını hiç değilse bu dönemde alsınlar. Türkiye’de sanayi üretimi durursa, ülke durur. Pandemi bize bunu öğretti. Bugün Avrupa, Amerika, Çin vs. kendi içine kapandı. Tarımda direkt ithalatçı ülke hâline gelmişiz. Toplantılar yapıyoruz. Bu süreçte tarım, hayvancılık olmadan sanayileşme olmaz. Şimdi sanayicilerin birçoğu “tarım, milli güvenlik meselesidir” diye konuşmaya başladı, biz yıllardır söylüyoruz. Bu, ülke adına sevindirici bir şey. Bulgaristan samanı, Rusya buğdayı vermese yiyecek ekmek yok. Yeni teşvik paketleri açıldı, ama çok küçük rakamlar. Kimlere, kaç kişiye ulaşır bilemiyoruz. Ben dünyanın her yerini geziyorum. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan genç, dinamik, girişimci insanlar bizde. Basit bir örnek vereyim. Bir insan, bir işverenin yanında üç-beş ay, bir yıl çalışır, gider karşıya dükkân açar. Batar mıyım diye hiç korkmaz. Çok cesaretlidir. Kabiliyetlerimiz var, ama otuz yıl sonra biz Almanya olacağız. Burayı ıskalıyoruz. Bizim de genç nüfusumuz ebediyen sürmeyecek, 25 yıl sonra biz de Almanya gibi orta yaş sınıfına gireceğiz, üretkenliğimizi ve girişimciliğimizi kaybedeceğiz. Pandemiden kaynaklı lojistiğin önem kazandığı bir süreçteyiz. Türkiye’de üç saat uçuş mesafesinde 75 ülkeye ulaşıyorsunuz ve bu 75 ülke dünya ekonomisinin %75’i. Bunu doğru planlayabilirsek, Türkiye buradan avantajlarla çıkar. Siz buradan 2-2.5 saatte Köln’e malzeme gönderirken, Almanya gidip neden Çin’den mal alsın? Aynı şekilde Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Türki Cumhuriyetleri’ne. Bizim zaten jeopolitik konum avantajımız var. Mesele, bunları bir araya getirebilmek ve planlayabilmek. Siz de biliyorsunuz, bundan önceki yıllarda hükümetlerde beş yıllık kalkınma planlarımız olurdu. Devlet Planlama Teşkilatı vardı. Bunların planlaması yapılırdı. Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi, plansızlıktır. Hiçbir şeyde plan yok. Bugün gidin OSTİM’de bir sokağa, yan yana onlarca dükkân vardır, her birinde de üçer-beşer tezgâh vardır. Kimi bir gün, kimi üç gün, kimi bir saat çalışır, ama aslında ihtiyaçlarını bir makine görür. Sanayi envanterimiz de yok bizim. Üniversitelerimiz de böyle. Her üniversitenin hukuk fakültesi, mühendislik fakültesi, eğitim fakültesi var. Yani Türkiye’nin kaç tane öğretmene, kaç tane makine mühendisine, kaç tane sağlıkçıya ihtiyacı var? Bunun da planlaması yok. 


Ben şimdi buradan söylüyorum. Şu anda 250.000 kişi çalışıyor burada. Bugün itibarıyla 1.000 kişi gelse, istihdam edecek işyerimiz hazır ama o branşta insanlar yok. Kaynakçı, ara eleman, tekniker, teknisyen, ön muhasebeci bulamıyoruz, ama inşaat mühendisi, makine mühendisi, hukukçu çok. Yazık günah, emekler heder oluyor. Daha beteri şu. Bu çocuklar umutlarını yitirince gidip dönmüyorlar. Bizi yakın gelecekte bekleyen tehlikelerden birisi de beyin göçü. Diğer şeyleri telafi ederiz, tekrar para kazanabiliriz, ekonomiyi tekrar canlandırabiliriz, tarıma dönebiliriz, bugünden yarına olmayabilir, ama bunları yapacak kabiliyetlerimiz var. Biz 1940’larda Çin’e aşı satarken bugün alıyoruz. Yine yapabiliriz. Ama beyin göçünü engelleyemezsek, bu çocukları burada tutamazsak… 


OSTİM’de işkolu envanteri çıkarabildiniz mi?


Süleyman Ekinci: Biz kolektif çalışma kültüründen yoksunuz. Sermaye birikimimiz de yeni olduğu için yan yana durmayı beceremiyoruz. Sanayi envanterimiz de yok. Yandaki komşumuzun ne iş yaptığını bilmiyoruz. Bununla ilgili OSTİM ve OSİAD olarak üç yıldır bir proje yürütüyoruz. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. 17 işkolunu planladık. Bunları bir araya getirdik. Kümeleme yaptık. Plastikçiler, dijital dönüşümcüler, kuçukuçular, metalciler, makineliler gibi 17 işkolunda kümelemeler yaptık. Her birinde ortalama 50-60 firma var, kiminde daha fazla. Bunlar ortak kabiliyetlerini bir araya getirdiler, ciddi işler de yapıyorlar.

 

Hafif raylı aracın %100 imalatı ilk kez OSTİM’de yapılacak. Hafif raylı taşıma araçlarını %100 elektrikli olarak OSTİM’de yapacağız ve bunu buradaki küme yapacak. Prototipini de yaptık. Hatta büyükşehir belediyesi destek verdi, alacağız dedi. Bunu şunun için anlattım. Burada ciddi çalışmalar var, ama yetersiz. Bunun merkezi idare tarafından mutlaka desteklenmesi, bakanlıklar tarafından ele alınması lazım. Yoksa kabiliyetlerimiz var, üretiriz. Bizim kendi bireysel birikimlerimiz ve yeteneklerimiz bir yere kadar. 


KOBİ’lerin en büyük problemi şudur: Bir yere harcayacak paramız yok. Öyle bir birikimimiz yok. Batı Avrupa ülkelerine gidiyorsunuz, onların harcadıkları paralarla bizim harcadığımız paralar arasında dağlar kadar fark var. İki tane tezgâhı 36 ay taksitle alıyoruz. 3 yıl boyunca bu tezgâha çalışıyoruz. Dediğim gibi, tezgâhta beş kişi bir araya gelse maliyeti düşürecekler, kolektif çalışma kültüründen yoksun olduğumuz için onu da yapmıyorlar. OSTİM’de hiç azımsanamayacak kadar ciddi işler yapılıyor. Dünyanın savunma sanayide en büyük 100 şirketi arasında 7 tane Türk şirketi var. Tamamı Ankara merkezlidir, tamamının kuluçka bölgesi OSTİM’dir. Neden savunma sanayiyi söylüyorum, bizim ihracattaki marjımız ton başı bir dolar. Ama Ankara’nın 2.5 dolar, o da savunma sanayiinden geliyor. Yeter ki bunu merkezi idare de sahiplensin. En azından bürokratik engelleri aşsın, bazı teşvikleri getirsin. Teşvik dediğimiz para değil. Para istemiyoruz. Önümüzdeki engelleri kaldırsınlar. Ben teşvik paketlerinin baştan sona yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü takdir edersiniz ki, paraların nereye gittiğini kimse bilmiyor. Kamunun görevlerinden bir tanesi de denetleme görevidir, ama ne kadar denetleniyor, nereye gidiyor, teşvikler nasıl kullanılıyor bilmiyorum. Fiziki şartları ve uluslararası arenada rekabet edebilecek koşulları sağlasınlar. Avrupa’da örneği var, yeniden keşfetmeye gerek yok. 


Başka bir şey daha yaptık. Buraya bir üniversite kurduk. OSTİM Teknik Üniversitesi. Söylemde kulağa güzel gelen ama eyleme bir türlü geçilememiş sanayi-üniversite işbirliği projesi. Öğrenciler stajlarını bizde yapıyorlar, çoğunun okul sonrası işi hazır olacak. Stajlarını da %70 okul, %30 biz değerlendiriyor, not veriyoruz. 


Türkiye’de özellikle kurumsal firmaların birçoğu kendi akademilerini kendileri kurdu. OSİAD’ın da akademisi var. Yeni mezun olmuş arkadaşlarımızı alıyoruz, 1-6 yıl kendimiz eğitim veriyoruz. Oryantasyon yapıyoruz. Çünkü çocuklar okuldan mezun olduklarında hiçbir şeyden haberleri olmuyor, hayattan kopuklar. Ben teknik lise mezunuyum, devamında üniversite bitirdim, ama benim bütün mesleki tecrübem lisede aldığım bilgidir. 20-25 sene önce meslek liseleri imtihanla öğrenci alıyordu. Mustafa Koç’un çok güzel bir lafı vardır: “Meslek lisesi, memleket meselesi.” Çok yerinde bir sözdür. Şimdi çocuklar bir yere giremiyorsa, ailesi de İmam Hatip’e gitmesin diyorsa, mecbur meslek lisesine yazdırıyorlar. Altyapı, donanım, teçhizat yok. Almanya’da meslek lisesi elemanları, yüksek lisans yapmış öğrencilerden daha yüksek imkânlarda çalışıyor. Almanya’nın yükünü çeken onlardır. Türkiye’de de böyleydi. Gece sanat okulları, endüstri ticaret meslek liseleri, yatılı okullar, köy enstitüleri. Ara eleman dediğimiz boşluğu onlar dolduruyordu. Şimdi herkes masa başında çalışacaksa, herkes mühendis olacaksa, işleri kim yapacak? 


Kriz, mesleki örgütlerin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu süreçten hangi derslerle çıkmak gerekiyor? 



Süleyman Ekinci: Sorduğunuz çok kritik bir soru. Tabii ki buradan güçlenerek çıkan ve bunun farkına varan ve içselleştiren STÖ’ler var. Bizim de buradan çıkarmamız gereken çok ders var. Bir, kolektif aklı ön plana koyacağız. İki, öz kaynaklarımıza dönmek zorundayız. Kimseyi ötekileştirmeden kolektif çalışmak ve birlikte olmak zorundayız. Herkesin bir dünya görüşü ve aidiyeti olabilir. Ama mesele vatan olduğu zaman yan yana gelebilmeliyiz. Bir de biz iş insanları fazlasıyla siyaset konuşuyoruz. Bizim görevimiz değil bu. Ama bunun da nedeni var. Çünkü siyasetin yaptığı her şey bize dokunuyor. Yani işin ehli olmayan, konuya vakıf olmayan masa başındaki üç kişiyle alınan kararlar uygulamaya geçtiğinde kararlar güdük kalıyor. Kullanılabilir ve sürdürülebilir olmuyor. Yaptıkları, ekonomiye zarar veriyor.


Türkiye’de vergi vermeyi zül sayan bir zihniyet var. Bu devlete vergi verilmez diyen var. Onun için Türkiye’de yaşayıp Almanya gibi düşünemeyiz. 


Katma değeri yüksek ürünler, teknoloji üretmek zorundayız. Ar-Ge’ye önem vermek zorundayız. Marka olmak zorundayız. Dünyada binin üzerinde coğrafi işaretleme almış ürün var. Türkiye’de 3 tane. Düşünebiliyor musunuz? Dünyanın %20 fındığı bizde üretiliyor, fındığı biz gönderiyoruz, kakaoyu Güney Afrika’dan alıyorlar, üzerine Nutella basıyorlar, bizim 10 dolara gönderdiğimizi 100 dolara bize gönderiyorlar. Başka bir çarpıcı örnek vereyim. Dünyanın en güzel çayı Türkiye’de yetişir. Sebebi şudur: Çay biliyorsunuz tropikal bir bitkidir, ama Türkiye’de yetişir. Türkiye’de yetişen çay başka yerde yetişmez. Dünyada üzerine kar yağan tek çay Türkiye’de yetişir. Aromatik bir tat verir. Biz o çayı üretiyoruz. 50 kilosunu 100 dolara İngiltere’ye gönderiyoruz, onlar orada 10 gram paketlere koyup üzerine de kendi markalarını basıyorlar, on katına bize satıyorlar. Marka bu. Fasonla buradan çıkılmaz. Pandemi bize bunları öğretti. 



Önerilen Haberler