"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Doç. Dr. Didem Danış: Yaşlılık Politikaları Yaşlılığın Aşamalarını Dikkate Almalı

  • 29 Mart 2021

Doç. Dr. Didem Danış

Galatasaray Üniversitesi

Sosyoloji




Türkiye hızla yaşlanan bir toplum olarak nitelendiriliyor artık. Öncelikle bunun ne anlama geldiğini sormak isterim. Bunun sonuçlarına hazır mıyız? 


Didem Danış: Evet,  Türkiye toplumu olarak genç bir nüfus olmakla övünüyorduk, ancak şu anda hızlı bir şekilde yaşlanıyoruz. Burada ilk dikkat edilmesi gereken nokta, yaşlanmanın hızı. Tüm dünyada yaşlı nüfus oranı artıyor. Türkiye’yi farklı kılan şey, bunun daha hızlı olması. Yaşlanma hızının yarattığı temel sorun da kurumların sürece aynı hızla adapte olamaması. Mesela aile kurumu, bakım gereken yaşlı nüfusun artmasıyla bu işi nasıl üstlenecek?  Eskiden bir çalışan emekli olduktan sonra 13-14 yıl yaşarken şu anda 20+ yıl yaşıyor, bu da daha fazla yıl emekli maaşı ödenecek demek. Dolayısıyla sosyal sigortalar sistemi üzerinde başka bir tür maliyet olacağı anlamına geliyor. Bunların hepsi kendi başına sorun değil, nüfusun hızlı yaşlanmasını nasıl yönettiğimiz bizi sorunlarla karşı karşıya bırakıyor. 


Nüfusun yaşlanmasının iki sebebi var. Biri, doğurganlığın düşmeye devam etmesi. Türkiye’de doğurganlık oranı (kadın başına düşen çocuk sayısı) ikinin altına düşmüş durumda. Diğer sebebi de ortalama ömür süresinin uzaması. Bu bir yandan hepimizi mutlu eden, Türkiye’nin kalkınma seviyesini gösteren endikatörlerden bir tanesi. Ancak bu ikisi bir araya geldiği zaman yaşlı nüfus oranının giderek arttığını görüyoruz. 


Bu demografik dönüşümle eşzamanlı olarak sosyal hayatta da bazı değişimler var. Bunlardan biri, ailenin dönüşümü. Her ne kadar şu anda muhafazakârlığın kilit noktası aile olsa da, bu ideolojinin dayandığı aile de dönüşüyor. Nasıl dönüşüyor? Bir kere kendini muhafazakârlıkla tanımlayan, Anadolu’da küçük kentlerde veya kırsalda yaşayan ailelerde bile çocuk sayısının azaldığını görüyoruz. Büyük kentlerde yaşayan köy kökenli göçmenlerde kadınların çalışma hayatına girdiğini görüyoruz. Kentleşmenin ve tüketim toplumunun yaygınlaşmasıyla beraber değerler sisteminin değiştiğini görüyoruz. Yani aile hem kültürel ve değerler manzumesi açısından hem de sosyal ve ekonomik özellikleri açısından dönüşüyor. Bu hızlı değişimde ortaya bir türbülans çıkıyor. 


Yaşlanmayla ilgili bir başka vurgulamak istediğim konu da yaşlanma oranının ve hızının Türkiye genelinde eşit bir şekilde dağılmadığı. Bazı yerlerde çok daha yoğun demografik yaşlanma gözlüyoruz. Bunun ana mekânı, kırsal. Ben geçtiğimiz sene Kastamonu ve Sinop’ta araştırma yaptım. Türkiye’de ortalama yaşlı nüfus oranı %9.5 ama Sinop’ta %18.8, Kastamonu’da %17.66. Bu oranlar il geneli için. Cide, Araç, Durağan gibi bazı ilçelere baktığımızda 65+ nüfus oranının %25’in üstüne çıktığını; Dikmen, Erfelek, Saraydüzü gibi ilçelerde %30’un üstüne çıktığını görüyoruz. Bu ilçelerin özellikle köylerinde neredeyse sadece yaşlıların kaldığını biliyoruz. Yani karşımızda kırsalda yoğunlaşmış bir yaşlanma var. Bunun sebebi aşikâr, göç. Artık bizim kırsalımız, tarımsal faaliyetlerimiz nüfusu beslemediği ve yeterli ekonomik imkânı sunmadığı için genç insanlar, çalışma yaşındakiler kentlere göç ediyor. Ama ailelerin büyükleri köylerde kalıyor. O köylerin giderek az haneli olduğunu ve kalanların da yaşlılardan oluştuğunu, bir tür huzurevi köylerine dönüştüğünü görüyoruz. Bu tabii ki yaşlı nüfusa hizmet götürecek kesim açısından da zorluk yaratıyor. Çünkü çok dağınık bir nüfus. Kastamonu’nun ve Sinop’un köylerine gittim. Oralara sağlık hizmeti ulaştırmak çok zor; dağınık, az ve seyrek bir yerleşim var. Dolayısıyla devlet tarafından hizmet götürmek çok zor. Bakım işini bizim geleneksel yapımızda olduğu gibi aile üstleniyor. Fakat ailenin genç fertleri de kilometrelerce uzakta. Göç ettikleri İstanbul’da veya Ankara’da yaşarken yakından takibini yapamaz oluyorlar. Ailenin mekânsal olarak ayrılması, yaşlı bakımını aileye bırakmayı da zorlaştırıyor. 


Şu aralar devletlerin -hele ki bizim gibi muhafazakâr ve neoliberal çizgideki devletlerin- çok sevdiği şeylerden bir tanesi, bakım işini ailenin sürdürmesi ve süreç için ailenin desteklenmesi. Bizim devletimiz de yaşlı bakım aylığı gibi bir aylıkla kendi evinde yaşlısına bakanlara maddi bir destek sunuyor. Yani aile odaklı bakımı devlet mekanizmalarıyla desteklemiş oluyor. Hatta o yüzden yerinde yaşlanma konusunu da destekliyor.


Yerinde yaşlanma, yani yaşlıların huzurevine gitmeden ya da olabildiğince geç gitmelerini sağlayarak yaşlılık dönemlerini alıştıkları ortamda yaşamaları anlamına geliyor. Bu konu yerel yönetimlere çok önemli bir rol tanımlıyor. Yerinde yaşlanma olacaksa, o yereli yöneten birimlerin yerinde yaşlanmakta olan nüfusa ihtiyaç duyduğu hizmetleri götürmesi gerekiyor. Peki, götürüyor mu? Çoğu belediyenin ilgisiz olduğunu söyleyeyim. Kasım 2020’de yaşlanmayla ilgili araştırma için Kastamonu ve Sinop’a gittim. Buralarda hem il merkezinde hem ilçelerde hem de köylerde görüşmeler yaptım. Bu iki ili, Türkiye ortalamasında yaşlı nüfus oranı açısından (%17 ve %18) en yüksek iki il olduğu için seçmiştim. Bu illerde şu ilginçti. Kastamonu biliyorsunuz AKP’li bir belediyeyle yönetiliyor. Sinop ise, CHP’li bir belediyeyle yönetiliyor. İl geneli için %17 yaşlı nüfus oranı olsa da, bu nüfus iki ilde de daha çok kırsalda. İl merkezinde yaşlı nüfus oranı oldukça düşük. Kastamonu’da %10.10, Sinop’ta %13.49. Buna rağmen Kastamonu il merkezine hizmet veren belediye, yaşlı bakım hizmetleri müdürlüğü kurmuş ve bu birimde çok değerli bir hizmet sunuyor. Tek başına yaşayan veya karı-koca olarak yaşayan ama çocukları yakınlarında olmayan Kastamonu ilinin merkezindeki yaşlıların evlerine düzenli destek götürüyorlar. Haftada bir veya on günde bir eve temizlik hizmeti, evde kırık dökük bir şey varsa onlarla ilgilenilmesi, yaşlı kişiler dışarı çıkamıyorsa alışverişlerinin yapılması gibi hizmetler düzenli veriliyor. Ne kadar değerli bir destek değil mi? Bu ailelere baktığımızda hemen hepsinin çocuklarının Kastamonu ilinin dışında, çoğunlukla İstanbul’da çalıştıklarını görüyoruz. Dolayısıyla belediye bu hizmeti sunarken sadece o yaşlıyı değil, onun çocuğunu da memnun edecek bir hizmet sunmuş oluyor. O yaşlıyı ve yaşlı karı-kocayı sürekli takip ediyor. 


Sinop’a da gittim, Sinop’taki belediye yetkilileriyle konuştuğum zaman aldığım cevap: “Bizim burada yaşlıların bir ihtiyacı yok, bizim belediyede özel olarak sunduğumuz bir hizmet yok, çünkü yaşlımızın bir ihtiyacı yok. Bizim yaşlılarımız bütün işlerini kendileri görüyorlar ya da çocukları yapıyor.” Yani sanki bir yaşlının belediye desteğine ihtiyaç duyması aşağı görülen bir durummuş, muhtaç bir durummuş gibi. Oysa belediyenin hizmet götürmesi gereken ve önümüzdeki dönemde de sayısı artarak önem kazanacak gruplardan biri yaşlılar. Ama Sinop’ta sosyal demokrat olması beklenen belediyede maalesef böyle bir ilgi olmadığını gördük. Gene Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde belediyenin aşevi hizmeti var, yemekler yapılıyor, küçük bir araçla ihtiyaç sahibi evlere dağıtılıyor. Bu aslında sadece yaşlılara yönelik hizmet değil, ama bu hizmetten faydalananların çok büyük bir kesimi tek başına yaşayan yaşlılar. Böylece evinde yemek pişiremeyen, fiziksel kapasitesi artık buna yetmeyen yaşlı kişiler de belediyenin aşevi hizmetinden faydalanıyor.

Her ne kadar Anadolu’da göç nedeniyle yaşlı nüfus artsa da galiba yaşlıların bakımıyla ilgili konular İstanbul ve Ankara gibi metropollerde giderek daha büyük bir sorun hâline geliyor. TÜİK verilerine göre her dört haneden birinde yaşlı var. Dolayısıyla hem yaşlının bakımı hem de ona bakanların rehabilite olması çok önemli gibi görünüyor. Demografik dönüşümün büyükşehirlerde ortaya çıkardığı yaşlılık sorunu sizin araştırmalarınızda nasıl görünüyor? Yani ne tür ihtiyaçlar var? Yaşlıların beklentileri neler? Aktif yaşlanmayla ilgili süreçlere yerel yönetimler ne kadar hâkim?

 
Didem Danış: Burada metropol ve küçük kent farkından ziyade yaşlanmanın aşamalarından bahsetmek gerekiyor. Literatürde üçüncü yaş ve dördüncü yaş diye bir ayrım tanımlanıyor. Yani 65 yaş üstüne sadece yaşlı deyip geçmemek lazım, onun içindeki farklılıkları da dikkate almalıyız. Üçüncü yaş nedir? 65 olduktan hemen sonraki yıllar yaşlıların kendi fiziksel faaliyetlerini yürütebildikleri, kısacası bakıma muhtaç olmadıkları yaş. Dördüncü yaş, fiziksel ve bazen de zihinsel/ruhsal olarak kişinin başkalarının desteğine bağımlı hâle geldiği dönem. Halk arasında “elden ayaktan düşmek” dediğimiz dönem. Dördüncü yaşın başlangıcı kişiden kişiye değişebilir, bazıları 67’de bazıları 87’de başlayabilir. Bugün tıptaki gelişmeler sayesinde ortalama yaşam süresi uzadıkça dördüncü yaş içerisinde kalınan dönem de uzuyor. Tıptaki ve sağlık alanındaki gelişmeler kişinin ölümünü de geciktiriyor, yatağa bağımlı olunan durumlarda bile çok uzun yıllar hayatta kalınıyor. İşte, bakım konusu da burada düğümleniyor. Kastamonu’da Sağlık ve Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yetkilileriyle de görüştüm. Kastamonu gibi muhafazakâr değerlerin ve aile mefhumunun çok önemli olduğu yerde bile yaşlılarla ilgili en büyük talep, huzurevi diyorlar. Huzurevi bazılarının dediği gibi yaşlıyı attığın bir yer değil. Yaşlılığın artık öyle bir noktası geliyor ki, aile fertleri bakımı üstlenemez oluyor. Huzurevlerinde kalanların %70’lerin üzerindeki bir kesiminin de tam bağımlı nüfus olduğu söyleniyor. 


Uzun zamandır aile ve toplumsal cinsiyet rolleri değişiyor. Özellikle de ekonomik koşullardan dolayı karı-kocanın çalıştığı, kadının ev dışında ücretli işte çalışmasından dolayı yaşlısına bakabilecek ekstra mesaisi olmadığı durumlarda huzurevi ihtiyacı büyüyor. Bu açıdan metropol veya küçük kentler arasında bir ayrım yok aslında. Resmin bütününde, yaşanan değişimden dolayı ortaya çıkan bir ihtiyaç bakımevleri. Muhafazakâr hükümetler burada kolaya kaçıyor, “Bizim insanımız ailesine düşkündür,” diyorlar. Mesela Bağcılar’da yaşayan, karı-koca çalışmak zorunda olan, iki tane çocuğu bulunan bir aile nasıl olacak da Kastamonu Taşköprü’deki yaşlısına bakabilecek? Bunun maddi koşulları ve imkânı yok. Evet, kuşaklararası dayanışma önemli ama yaşlı tam olarak bağımlı olduğu dördüncü yaşa girdiğinde yaşlıların bakımında aile dışında bir destek mekanizmasına ihtiyaç var. Devletin sunduğu huzurevleri aslında bu açıdan önemli ve önümüzdeki dönemde sayılarının artması gerekecek. Gelir düzeyi yüksek aileler yaşlı bakımında belki özel kurumlardan destek alacak, ama toplumun geniş kesimleri için yaşlı bakımında kamusal destek çok önemli.

Hepimiz biliyoruz ki, yaşlılar yerinde yaşlanmak istiyor. Oturduğu mahalleyi, evi, apartmanı değiştirmek istemiyor, çünkü orada kendisi için çok değerli bir sosyal ağ var. Bu ilişkiler ona hem dayanışma hem sohbet imkânı sunuyor. Apartman görevlisi varsa, ona küçük alışverişlerinde yardım ediyor, komşusu arada yokluyor, “Bir ihtiyacın var mı?” diyor. Yaşlı kişiyi oradan aldığınız anda bütün bu sistem çöküyor. Her ne kadar yaşlılar kendi bulundukları yerde yaşlanmak isteseler de tam bakıma muhtaç olunan dönemde -özellikle çocuklar çalışıyorsa- huzurevi kaçınılmaz bir yol oluyor. 


Türkiye’deki huzurevi sayılarına bakarsanız inanılmaz düşük. Mevcut ihtiyacı karşılamadığı gibi önümüzdeki 5-10 yılda artacak ihtiyacı da karşılamayacak kesinlikle. Dolayısıyla burada geliştirilmesi gereken bir alan var. Belediyeler ne yapabilir konusuna dönersek, belediyeler hâlâ evinde kalan üçüncü yaş diyebildiğimiz ama fiziksel becerileri giderek azalan, evden çıkmakta zorlanan veya isteksizleşen yaşlılara çeşitli destek hizmetleri sunmalı. Yani onların evini temizlemeli, evde bozuk eşyalar varsa teknik destek sunmalı, istiyorsa alışverişini yapmalı. Tabii yaşlılar suistimale çok açık durumda oldukları için belediyelerin burada çok güvenilir ekipler kurması lazım. Büyük kentlerde bu güven ilişkisini kurmak daha zor, Kastamonu gibi küçük kentlerde bu daha kolay. 


Aynı şekilde bakım işinin ailede olduğu durumlarda bütün yükün çok önemli kısmının ailenin kadınlarında olduğunu ve onların da desteklenmeye ihtiyaç duyduğunu, nefes almaları için bazı şeylerin yapılması gerektiğini unutmamamız lazım. Kastamonu’da görüştüğüm yetkili, bakım verenler için destek verdiklerini söylemişti: “Biz özellikle evinde tam bağımlı yaşlısına bakan kişilere ayda bir kere de olsa ‘Evde biz duralım, biz bakalım, siz bir gün dışarı çıkın,’ gibi bir hizmet sunuyoruz. O 3-4 saat, onların en değerli zamanı oluyor, çünkü haftalar boyunca hiç dışarı çıkamamış oluyorlar.” Bu, gerçekten çok değerli bir hizmet, çünkü bakım verenlerin de ruhsal, zihinsel ve bedensel açıdan sağlığını koruyabilmesi için desteklenmeye ihtiyaçları var. 



Yaşlı bakımında üç temel aktör var: Aile, devlet, piyasa. Aile, bizim gibi sosyal devletin görece zayıf olduğu, geleneksel, toplumsal yapılarda öne çıkıyor. İtalya’da da, Yunanistan’da da, Türkiye’de de böyle. Gelişmekte olan tüm coğrafyalarda da. Diğer aktör, devlet. Sosyal refah devleti modellerinin kuvvetli olduğu yerlerde devlet, yaşlı bakımında önemli bir rol oynuyor. Mesela Fransa’da kamuya ait huzurevleri sistemi gelişmiş. Üçüncü aktör de piyasa, yani özel sektör. Ücretli bakım kurumları, bakıcılar vs. 


Türkiye’nin durumuna baktığımızda üçünün karmasını görüyoruz. Özellikle dar gelirli ailelerde ailenin kendi yaşlısına bakmaya devam etmesi ve onun teşvik edilmesi için devlet, yaşlı bakım desteği sunuyor. Dar gelirli aileler, özellikle küçük yerlerde yaşayanlar için oldukça değerli bir maddi katkı bu. Sosyo-ekonomik açıdan daha varlıklı olan kesimler ne yapıyor? Yaşlı bakımı için Özbekistan, Türkmenistan vb. ülkelerden gelen yabancı göçmen kadınları işe alıyor. Devlet de yabancıların istihdamını kolaylaştırdı, özellikle ev hizmetlerinde. Sigortalı çalıştırabiliyorsunuz, kaçak çalışanlara da pek müdahale edilmiyor. Devlet bir tür görmezden gelme politikasıyla orta ve üst sınıfları desteklemiş oluyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yaptığı bazı destekler -özellikle maddi anlamda- çok önemli bir katkı sunuyor. Yerel yönetimlerin yaşlı bakımında sahneye yeni çıktığını, bazı yerlerde çok iyi örnekler gördüğümüzü de söylemeliyim. 


Yaşlılar dünyasında kadınlık önemli bir öğe, hem yaşlanan nüfus kadın hem de yaşlılara bakanlar ağırlıklı olarak kadın. Dolayısıyla kadın hâkimiyetinde bir alan yaşlılık dünyası. Yaşlı nüfus içinde kadınlar erkeklerden daha büyük bir grup. Kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyor. Kadınlar, eşleri öldüğü zaman genellikle tekrar evlenmiyor. Oysa erkek yaşlılar, dul kalma durumunda genellikle tekrar evleniyor. Sonuç olarak yaşlılar arasında önemli bir kategori olarak karşımıza yaşlı, dul, yalnız yaşayan kadın çıkıyor. Bu kişilerin bir kısmı da yoksulluk çekiyor. 



Yaşlı politikaları Avrupa’nın çok uzun süredir gündeminde. Bizde daha çok hizmet kapsamında ele alınıyor gibi. Türkiye’nin yaşlı politikasındaki kritik faktörler ne olmalı sizce?



Didem Danış: Yurtdışında yaşlılar haklarını arıyor. Yani yaşlı hakları, yaşlılar tarafından mücadelesi verilen bir alan. Türkiye’de pandemi döneminde 65 yaş üzerine korkunç kısıtlamalar getirildi. Bu duruma karşı çıkan bireysel seslerin ötesinde bir tek 65+ Derneği vardı. Türkiye’de maalesef güçlü bir yaşlı hakları hareketi yok. İngilizcede “Grey Power” diyorlar, ben “Ak Saçlıların Gücü” diyorum. Avustralya’da tamamen yaşlı haklarını savunan lobi grupları, siyasi partiler var. Aynı şekilde Avrupa’da ve ABD’de. İşin ilginci, siyasetçilerimize bakınca hepsi yaşlı ama hiçbirisi yaşlı haklarından bahsetmiyor, çünkü hepsi kendisinin çok genç olduğunu düşünüyor. Önümüzdeki dönemde umalım ki, yaşlılar kendi taleplerini kendileri dile getirsin. 


Yaşlı dostu kentlerin sadece yaşlılar için değil, çocuklular, bebek arabası veya tekerlekli sandalyeli olanlar için daha erişilebilir bir kent olması lazım. Yani kent mobilyalarından mahallelerimizin yapısına, kentimizin genel planlamasından tasarımına kadar her bir aşamanın düşünülmesi gerekiyor. Bence İstanbul gibi büyük kentlerin önünde büyük bir fırsat var. Çünkü çok yoğun bir kentsel dönüşüm yaşanıyor. Merdivenler veya kaldırımlar, kent mobilyaları hepsi bu gözle ele alınmayı gerektiriyor. 


Kent mobilyaları yaşlılar için çok önemli, çünkü yaşlılar dışarı çıktıkları zaman sık sık yorulup dinlenme ihtiyacı hissediyorlar. Banklarınız yoksa, onlar için bu çok eziyetli olabiliyor. Aynı şekilde ihtiyacın giderilmesi için erişilebilir tuvaletler olması önemli. Burada yerel yönetimlerin yapacağı çok şey var, ama belediyeden belediyeye farklar olduğu için eşitsizlik de olabiliyor. Belediyeden önce merkezi yönetimin yapması gerekenler olduğunu da unutmamak lazım. Yaşlı destek mekanizmaları, ülke çapında merkezi olarak planlanması gereken bir mesele. Yani kişilerin ekonomik/finansal açıdan ve sağlık açısından iyilik hâllerini koruyabilmeleri için ortak politika gerekiyor.


Türkiye’deki nüfus yaşlanırken yaş ayrımcılığı da giderek artıyor. Sadece Türkiye’nin sorunu değil tabii ki bu. Dünyada kapitalizmin bize dayattığı hız ve bunun getirdiği gençlik fetişizmi var. Yaş ayrımcılığı konusunda farkındalığımızın olması lazım. Toplumsal eşitsizliklerin yaş üzerinden yeni kırılganlıklar yaratmasına engel olmamız gerekiyor. Belediyeler pandemi döneminde güzel online etkinlikler ve hizmetler yaptılar. Ama unutmayalım ki, dijital eşitsizlik diye bir şey var. Bu durum en çok yaşlıları olumsuz etkiliyor, çünkü onların genellikle dijital araçlara, teknolojik okur-yazarlığa sahip olmadığını biliyoruz. Bu eşitsizlikler onların mevcut düzende daha fazla dışlanmasına neden olabiliyor.




Önerilen Haberler