YÜKLENİYOR
Ferhat Boratav
65+ Yaşlı Hakları Derneği YK Üyesi
Başlık için:
“Belediyelerin iyi örnek oluşturması çok önemli”
Türkiye nüfusu yaşlanıyor. Oran 9.5’larda, 10 olunca yaşlı nüfus kapsamı söz konusu oluyor. 65+ ve yaşlı hakları açısından baktığınızda Türkiye’deki tablo ne diyor?
Ferhat Boratav: Rakamlar ne söylerse söylesin, Türkiye’de hâlâ egemen olan zihniyet Türkiye’nin genç nüfusa sahip olduğu ve genç nüfusla ilgili sorunların konuşulması gerektiği yönünde. Bu, “anlık” anlamda doğru. Ancak rakamlar bize başka bir şey söylüyor. Ben durumu hep İstanbul depremine benzetiyorum. Deprem olacağını biliyoruz, yani İstanbul’u ve bölgeyi jeolojik bir depremin beklediğini biliyoruz. Aynı şekilde Türkiye’yi demografik anlamda da bir deprem bekliyor. Çünkü yalnızca yaşlanmıyor Türkiye, hızlı yaşlanıyor. Yaşlanma anlamında Avrupa’daki en hızlı ülkelerden biri. Başka ülkelerin, örneğin Fransa’nın 200 yılda geçirdiği bir süreci biz 15 yıl içerisinde geçireceğiz. Bu demektir ki, kurumların bu sürece hazırlanması için çok ciddi çalışması gerekiyor. Biz dernek olarak ciddi bir hazırlık sürecinin yaşandığını düşünmüyoruz. Bu, yerel yönetimler ve merkezi yönetim için de geçerli.
Evet, yaşlılık diye bir sorun olduğunu artık herkes görmüş durumda ama henüz bu zihniyet değişikliği tam anlamıyla yaşanmış değil. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi, insanların yaşlanınca evlere çekilip orada ailenin bakımıyla, şefkat göstermesiyle yaşayıp gidecekleri ve sorunlarının da çözüleceği beklentisi. Birincisi, bu olmuyor, çünkü aileler ve evler giderek küçülüyor. Kentleşmeyle karşı karşıyayız. Aileler yalnızca küçülmekle kalmıyor, dağılıyor. Yani çocukların anne ve babalarına yakın yaşaması bile her zaman mümkün olmuyor. Başka şehirlere ya da mahallelere göç ediyorlar. İkincisi, başka pek çok alanda olduğu gibi insanların ev içerisinde yaşaması sorunsuz bir durum değil. Aile içi şiddette ve kadına yönelik şiddette bunu gördük. Ev, her zaman en güvenli yer olmuyor. Bu durum yaşlılar için de geçerli. Siz yaşlıyı eve emanet ediyorsunuz, ama orada ona bakmakla yükümlü olan insanlarla ilgili ne hazırlık yapıyorsunuz? Yaşlılık sadece yaşlılarla ilgili bir sorun değil. Ona bakmakla yükümlü olan insanlarla ilgili ne yapıyorsunuz? Bir yaşlı dedenin, oğlunun yanında yaşadığını düşünün. Ona bakma işi geline kalmıştır demektir. Çünkü Türkiye’de kadınlar bu görevi üstleniyor. Siz o kadına, yaşlı bakımıyla ilgili ne eğitim veriyorsunuz? Belirsiz bir durum. Aile yoksulsa, bakım aylığı veriliyor. Bakım aylığını kime veriyorsunuz? Yaşlıya vermiyorsunuz, aileye veriyorsunuz. Aile onu gerçekten yaşlı için harcıyor mu? Bunu kontrol ediyor muyuz? O da belirsiz bir durum. Yani özetle böyle bir demografik depremin geldiği belli ama onun gerekleri yapılıyor mu? Tıpkı İstanbul depremi gibi, hazırlanıyor muyuz? Bence hazırlanmıyoruz. Jeolojik depremle demografik deprem arasında fark var. Jeolojik depremin olacağını biliyoruz, ama ne zaman olacağını bilmiyoruz, belirsizlik var. Hâlbuki demografik deprem böyle bir şey değil. Demografi, toplumsal bilimler içinde belki de en öngörülebilir yapı. Nüfusun nasıl artacağını, nüfusun nasıl yaşlanacağını, doğum hızının nasıl düştüğünü görüyoruz. Bunlar söylemlerle değişen şeyler değil. Bugün Türkiye’de yaşlılık oranına bakıyoruz, %9.5 oldu. Başka bir şey söyleyeyim, doğurganlık hızı Türkiye’de %1.8 olmuş. Yani 2’nin altına düşmüş. Bu demektir ki, Türkiye nüfusu artık gençleşemiyor, büyüyemiyor ve bu rakamları değiştirmek o kadar kolay değil. Bu işler için çok büyük paralar harcayan ülkelerde bile rakamlar değişmedi.
Demografi öngörülebilir bir şey. Dolayısıyla demografik depremin de ne zaman olacağını gayet iyi biliyoruz. Buna rağmen fazla bir şey yapmıyoruz. Şimdi bunu böyle söyleyince karşımıza hemen “para yok” argümanları çıkıyor, doğru. Yani Türkiye’de çeşitli harcama kalemlerine baktığınız zaman bu tür sosyal harcamalar gerçekten en sorunlu alan ama yine de belli zihniyetlerin değişmesi durumunda başka şeyler de yapılabilir. Eldeki olanaklarla da başka şeyler yapılabilir. Dolayısıyla bu değişimi yapacak insanları hedeflememiz lazım. Bizim bu tür çalışmalarda -özellikle yerel yönetimlerle yaptığımız çalışmalarda- karşı karşıya kaldığımız en önemli sorunlardan bir tanesi bu. “Yaşlılıkla ilgili çalışıyoruz,” deyince kim geliyor aklımıza? Belediyenin Sosyal İşler Dairesi’nde ya da Sağlık İşleri Dairesi’nde görevli arkadaşlar geliyor. Onların yaptığı şey çok değerli ve onlar bu işi biliyorlar, çünkü bu işin içerisinde yaşıyorlar. Ancak mesele şu: Yaşlının gideceği parkı Fen İşleri Dairesi yapıyor ya da oranın bakımını Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü yapıyor. Yaşlının dolaştığı sokakların denetimini Zabıta Müdürlüğü yapıyor. Orada çalışanlar bu durumun farkında mı? Orada çalışanlar bu durumla hiç karşı karşıya getirilmişler mi? Hayır. Onlar böyle bir sorun yokmuş gibi çalışmaya devam ediyorlar. Esas onların hedef alınması, eğitilmesi ve yönlendirilmesi lazım. Çünkü doğru yönlendirilirlerse, eğitilirlerse o park yaşlı için uygun yapılır ya da yaşlının ihtiyacı düşünülerek bir şeyler tasarlanır. Bu konular henüz başlangıç aşamasında. Geçtiğimiz yaz belediyeler açısından stratejik plan hazırlama dönemiydi. İstanbul’da birkaç belediye bize, “Yaşlılık konusunda strateji planına ne hedef koyabiliriz?” diye geldi. Biz de “Tamam, çalışalım,” dedik. Benim ilk sorduğum sorulardan birisi, “Siz belediye sınırları içerisinde ne kadar yaşlı var biliyor musunuz?” oldu. Çoğu yerde belediye çalışanları kendi ilçesindeki yaş ortalamasını bile bilmiyor, bırakın yaşlıların mahallelere göre dağılımını. Hâlbuki o kendi başına bir sorun. İstanbul gibi bir yerde devasa ilçelerden bahsediyoruz ve bu ilçelerde durum her birisinde aynı değil. Mesela İstanbul’da bir ilçe iki tane yaşlı evi yapmakla övünüyor. Güzel ama 20’ye yakın mahallesi olan o ilçede iki yaşlı evi de aynı mahalleye yapılmış. Niye? Çünkü orada yer var, ama bir anlamı yok ki. İlçenin diğer ucunda hiçbir şey yok, aynı yere iki tane yapmışsınız. Bu bir planlama sorunu.
Belediyelerin “Yaşlı dostu kent kriterleri nedir?” sorusunun cevabını geliştirmesi lazım. Biz şimdi bunu yapmaya çalışıyoruz. Herkese ölçü olacak, kendilerini ölçebilecekleri bir cetvel çıkartalım diyoruz. Bunu yapmaları ve sonra da stratejik planlarına bunu yerleştirmeleri gerekiyor. Biliyorsunuz, belediyelerin işleyişinde belli mekanizmalar var. Bir şeyin stratejik plana girmesi, ona uygun performans ve bütçe çıkartılması lazım. Bu olmadan hiçbir şey olmuyor. Pek çok şey anlatılıyor: “Yaşlılara sıcak yemek, evlerine kuaför gönderiyoruz.” Bunlar artık kalıp olmuş neredeyse. Peki, siz yaşlılar için ne kadar harcadığınızı biliyor musunuz? Yaşlılar için bütçenizin yüzde kaçını harcıyorsunuz? Böyle takip edilmiyor bütçe. Bunu takip etmeyince şunu da bilemiyorsunuz: Bu sene x miktar harcadınız, acaba gelecek sene x+y miktar harcayacak mısınız? Harcıyorsanız iyi bir şey, harcayamıyorsanız kötü bir şey. Bunu ölçmenin yolu, bütçeye izlenebilir olarak girmesi. Pek çok belediye uzun yıllar uğraştı, şimdi artık cinsiyet odaklı ya da cinsiyet temelli bütçe yapmayı öğrendi. Öğrendiği iyi oldu, çünkü o zaman görülüyor ne yapıldığı. Benzer çalışmaların yaşlılık için de yapılması lazım. Mesela bir belediye sosyal hizmetler kanalıyla yaşlılara sıcak yemek yapılıyor diye anlatıyor. Bir de diyor ki, “Biz onlara otobüs tahsis ediyoruz, Çanakkale’ye gönderiyoruz, gezdiriyoruz.” Peki, o otobüsün bütçesi nereden? Siz mi veriyorsunuz? Hayır, onu Kültür İşleri veriyor. Bu iki harcama bir araya getirilip gözleniyor mu? Hayır, gözlenmiyor. Çünkü yapıda o yok. Öyle olunca belediye de aslında ne yaptığını bilmiyor. Bir şey yapılıyor, ama ne yapıldığını o da tam bilmiyor. Pandemi döneminde pek çok belediyede bilgilendirme çalışmaları yapıldı. İhtiyaçlarınızı belediyeye ve yerel yönetimlere iletin, size o hizmeti getirelim dendi, buna ilişkin bilgi sistemleri kuruldu. Bu bilgi sistemleri nasıl kuruldu? Dijital ortamda kuruldu, ama yaşlı kullanamıyor onu. Yaşlı bir yakınını arıyor diyor ki: “Belediyeyi ara ya da kaymakamlığı ara, haber ver, benim şu ihtiyacımı gidersin.” Bu, yaşlıyı bağımlı hâle getiriyor.
Bize göre son derece anlamsız olan tedbirler var: Sokağa çıkma yasağı, toplu ulaşımı kullanma engeli vs. Varsayalım ki, bunları alıyorsunuz ve bunların arkasında bir mantık var. Bizce yok, ama diyelim ki var. Bakın üzerinden tam 1 yıl geçti ve daha da uzuyor süre. Bu süreç içinde yaşlılara yönelik hizmetlerinizde, hizmet veren kadrolarınızda bir genişleme oldu mu? Yaşlılara hizmet veren tesislerinizde bir yenileme oldu mu? Yaşlılara hizmet bütçenizde bir artış oldu mu? Koyun önümüze bunu rakamlarıyla, verileriyle biz de helal olsun diyelim. Böyle bir şey yok. Yani şöyle şeyler söyleniyor: “Şu kadar yaşlıya sıcak yemek verdik.” Pandemi olmasaydı vermeyecek miydik? Ortada bir ihtiyaç varmış. Farkındaysanız sıcak yemek gibi son derece basit bir temel ihtiyacı bile pandemi oldu diye hatırlamış bir durumdayız.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de 1 milyon yaşlı tek yaşıyor.
Ferhat Boratav: Daha fazla, 1.5 milyon. Bu sayıya eşiyle birlikte yaşayan yaşlıları da ekleyin. Yani eşiyle birlikte yaşayan yaşlıyı da tek yaşıyor gibi saymak lazım. Çünkü o yalnızca kendisiyle değil, bir de eşiyle uğraşıyor. Bizim zaman zaman ilçelerde yaptığımız taramalarda hem kendisi yaşlı hem eşi yatalak olan insanlarla karşılaşıyoruz. Böyle durumlar var. Bunlar kara noktalar. Dolayısıyla eşiyle birlikte yaşayan, ailesinin aynı apartmanda olmadığı yaşlıları da yalnız yaşıyor diye kabul etmek lazım. O rakam görülenin de biraz ötesinde aslında.
Türkiye’de ailesiyle birlikte yaşama kavramının ne olduğunu etnografik gözlemler yaparak tam anlamak gerekiyor. Çoğu zaman biz çekirdek aile diye aynı evin içerisinde yaşayana bakıyoruz. Hâlbuki pek çok yerde aynı apartmanda, farklı dairelerde oturanlar da “Ben ailemle birlikte yaşıyorum,” diyor. O bile birlikte yaşamanın sınırlarını aşan bir durum. Çünkü gece bir şey olduğu zaman siz onun yanında değilsiniz demektir ya da gündüz saatlerinde bir şey olduğu zaman. Pek çok yaşlının çocukları aynı mahallede yaşıyor, o yakınlık yetermiş gibi gözüküyor. Bunun yeterli olmadığını biliyoruz. Yaşlılıkla ilgili elimizde fazlaca sayısal veri var, ama daha detaylı, etnografik gözleme dayalı ve insanların yaşlılığı gerçekten nasıl yaşadığına dair verilere ihtiyacımız var.
Belediyeler, yaşlılarla ilk aşamada yüz yüze gelen kamu kurumları. Her ne kadar merkezi yönetimlerin sorumluluğu çok olsa da hizmet süreçleri belediyeleri öne çıkarıyor. Aktif yaşlanma kavramı sıklıkla duyduğumuz bir kavram. Yerel yönetimlerin götüreceği hizmetlerdeki kritik faktörler ne olmalı sizce?
Ferhat Boratav: Yerel ölçekte iki ciddi sorun var. Birincisi, belediyeyle kaymakamlık arasındaki işbölümü, yetki bölüşümü ne? O süreçte bir sorun olduğunu zaman zaman görüyoruz. Pek çok hizmet eskiden belediyeler tarafından yürütülürken şimdi merkezi yönetimin birimlerine geçmiş durumda, özellikle sağlık konusunda. Daha genel olarak Sağlık Bakanlığı’yla Aile Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı arasında da bir sorun var. Hele şimdi konuşulduğu gibi bakanlık, Aile Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı şeklinde ikiye bölünürse iki başlılık üç başlılığa dönüşecek. Belediyelerin neyi, nasıl yaptığını en azından faaliyet raporları düzeyinde görebiliyoruz, kaymakamlıkların ne yaptığı daha da bilinmez bir durum. Bir kere işin organizasyonunda böyle bir sorun var.
Aktif yaşlanma deyince ne anlaşıldığı, ne anlaşılması gerektiği Türkiye’de henüz anlaşılmış değil bence. Örneğin, Milli Eğitim Bakanlığı aktif yaşlanma sürecinin neresinde? Bunu biliyor muyuz? Bilmiyoruz, hâlbuki her mahallede en azından 17:00’den sonra boş olan okul binası var. Şimdi üniversiteler düzeyinde tazelenme üniversiteleri başladı. Hâlbuki rakamlara baktığımızda şunu görüyoruz: Özellikle yaşlı kadınlar arasında bırakın tazelenme üniversitesini, okur- yazarlık oranı çok düşük. Çünkü geçmişten gelen bir yük var orada, geçmişteki eksiklikler yaşanıyor. Geçmişte genç bir kızken okula gitmemiş olanlar şu an yaşlı okur-yazar olmayan kadınlar durumunda. Bu, aktif yaşlanmanın bir parçasıysa, hayat boyu eğitimse o okulların bu iş için mobilize olabilmesi lazım değil mi? Yaşlı erkekler açısından sosyalleşme şimdilik iki mekânda, kahvehane ya da camii. Bunun dışına çıkabilmiş değiliz. Buralarda onlarla ilgili ne yapılıyor? Madem oraya gidiyorlar, o işlerle uğraşanların oraya gitmesi lazım. Onlarla ilgili olarak ne yapılıyor bilmiyoruz. Yaşlı kadın zaten tamamen eve kapalı durumda, onu evden çıkartmak için ne yapacağımızı da tam bilmiyoruz.
Geçenlerde Anadolu’da bir kentten gündüz yaşlı evi oluşturmak için ciddi ve güzel bir proje dinledik. Projeyi dinlerken şunu fark ettim. Her şey erkekler için düşünülüyor. Çünkü projeyi tasarlayanlar kadınların çıkmayacağını varsayarak, kabul ederek yapmışlar. Yaşam merkezinde berber var. Peki, niye kuaför de koymuyorsunuz? O zaman belki kadınlar da gelir değil mi? Daha da önemlisi, yaşam merkezinde kadınlarla erkeklerin birlikte oturmayacağını varsayarak iki ayrı salon yapmak ve bundan kaçınmamak gerekiyor. Dolayısıyla bu tür aktif yaşam yaklaşımında en önemli hedeflerden birisinin kadınlar olması lazım. Çünkü erkekler hiç olmazsa kahveye ya da camiye gidiyor. Kadınları da evden çıkartmanın bir yolu bulunmalı. İkincisi, ölçek meselesi. Bir ilçede -ki bu ilçelerin bir kısmı kent büyüklüğünde, yani Avrupa’da büyük kent ölçeğinde yerler çoğu zaman- merkeze devasa bir yaşlı merkezi yapmak görünüş açısından güzel ama o ilçenin yaşlılarını oraya nasıl getireceksiniz? Bu sefer ayrı bir ulaşım sistemi kurmak gerekiyor. Bunun yerine mahalle ölçeğinde, insanların gerçekten yürüyerek ulaşabileceği mesafede bir şeyler yapmak lazım. Bunların her birisinin tam kadrolu olması gerekmiyor. Siz, yaşlıları mahalle ölçeğindeki merkezinize getirin, profesyonel kadronuzu da o merkezler arasında dolaştırın. Bu zaten kendi başına önemli bir hizmet. Bu insanlar için birtakım faaliyetler yaratmak gerekiyor. Film mi izleteceksiniz, oyun mu oynatacaksınız, bu programlar oluşturulmalı. Mesele sadece onların sıcak yemeği ya da kuaför hizmeti değil, bunun dışında nasıl bir şey yapacaksınız? Bu insanları sosyal hayatın en önemli tamamlayıcısına, çalışma hayatına bir biçimde entegre edecek misiniz? Bu insanlar arasında genç yaşta emekli olmuş öğretmenler, doktorlar, hemşireler, sağlık memurları var. Hepsi mesleklerini icra edebilecek durumda. Yani bir doktor 60 yaşında emekli olunca doktorluk hayatını bitirmek durumunda değil, aynı şekilde bir sağlık memuru da, bir öğretmen de. İş hayatı derken full time çalışsın demiyorum, ama bir biçimde emek harcayarak değer yaratabilecek ve değer görebilecek insanlar. Biraz bunlara da bakmak gerekiyor. Bu dediğim, zihniyetle ilgili bir şey. Biz hâlâ açılacak her kadroyu gençlere tahsis etmek gibi bir anlayışla hareket ediyoruz, çünkü işsizlik var. Bir tarafta da çok erken yaşta iş hayatından dışlanmış, dolayısıyla bir köşede küskün oturan kesim var. Bu iki durumu bağdaştırabilmek gerekiyor. Bunlar yapılabilir mi? Ben yapılabileceğini düşünüyorum.
Her dört haneden birinde yaşlı var. Onların bakımıyla ilgilenen aile bireyleri, özellikle de kadınlar söz konusu. Onların da desteğe ihtiyacı bulunuyor.
Ferhat Boratav: Evet, onlar açısından yaşlı bakımı 7/24 süren bir iş. Ciddi fiziki ve psikolojik yük altına giriyorlar. Onları da düşünmek lazım. Bizim aile geleneğimizin parçası bu ama o işin fiziki ve psikolojik yükünü ortadan kaldırmıyor. Uzun dönem bakım sigortası meselesi çok konuşuluyor. İrlanda’da bu işi yapan kurumun yetkilisi konuşurken şunu dedi: “Bizdeki bakım aylığı gibi onların da öyle bir ödentisi var.” Bunu 12 ay olarak değil, 13 ay olarak hesaplıyorlar. 13. ay, ailenin profesyonel bir bakıcı bulup tatile çıkabilmesi için. Çünkü nasıl yapacak başka türlü değil mi? Bu mantığın yaşlılık hizmetlerinin tümüne yansıması gerekiyor.
Kent planlamasından başlayan ve mimariye uzanan bir kapsamda düşünmek gerekiyor sanırım.
Ferhat Boratav: Büyük kentlerde değil, Anadolu’nun her tarafında, kentlerin yanında uydu kentler oluşmuş durumda. Bunlar yaşam standartları açısından daha iyi planlara sahip, yeni yapılmışlar vs. Sosyal donatıları da düşünülüyor, ama o sosyal donatılar içinde yaşlılar için nasıl bir şey yapılıyor? Hâlbuki bu tür uydu sitelerde ve toplu konut sitelerinde belli bir yüzdenin yaşlılara ayrılması, yaşlılara uygun yapılması, yaşlılar için sosyal donatı düşünülmesi, ona yönelik hazırlık yapılması çok iyi olur. Belediyelerin de yönetim olanaklarıyla yaşlıların yaşadığı mekânları yaşlıya uygun hâle getirmeye çalışması çok önemli. Mesela Kocaeli Belediyesi’nin böyle bir çalışması var, kolay yapılabilecek bir şey. Banyoda ve mutfakta temel birtakım şeyleri düzelterek özellikle düşmeyi engelleyici tedbirler almak mümkün. Düşmenin maliyeti düşünüldüğünde aslında bunlar çok ucuz çözümler.
Mesele, o planlamayı ve çalışmaları yapan insanların bu konuda yönlendirilmesi. Farkındalık yaratılması. Ben şuna hiçbir şekilde inanmıyorum: “Bu anlatılırsa, TOKİ’nin mimarları ve mühendisleri bu işi umursamaz.” Tam tersine, umursarlar. Bunu düşünmek çok anlamsız. Tabii ki dikkat ederler böyle şeylere. Yeter ki onlarla bu ilişki kurulabilsin. Hiç kimse kötü niyetli olmaz, tabii ki dikkat ederler. Sonuçta bir binayı yaşlılara uygun yapmakla yapmamak arasında çok ciddi maliyet farkı yok. Bunların hepsi toplumsal açıdan iyi yaşamanın koşulları. O yüzden her şeyi yaşlılar için istiyor değiliz, bizim istediğimiz şeyin pek çoğu herkes için iyi olacak şeyler. Bir toplu konut sitesinde iyi bir sosyal merkezin bulunması yaşlılara da hizmet eder, oradaki herkese de hizmet eder.
Belediyelerin iyi örnek oluşturması çok önemli. Çünkü Türkiye’de başka alanlarda da gördüğümüz bir şey var. İnsanlar iyi örnek görünce yapılabilirliğini düşünüyorlar, kabul ediyorlar. Dolayısıyla iyi örnek yaratmak ve sürdürmek çok önemli. Bir kere yapılınca “Bu yapılabiliyormuş,” deniyor. O yüzden yapabilen belediye bunu yapmalı bence.