YÜKLENİYOR
Siz bir doktorsunuz, nörologsunuz. Yaşlanmaya doğru giden bir insanın fiziksel ve ruhsal durumu nelere ihtiyaç duyar? Aktif yaşam, yerinde bakım ya da kurumsal bakım hangi durumların kavramları olmalı sizce? Siz ayrıca Alzheimer Yaşam Merkezi’yle de önemli bir deneyimi oluşturdunuz. Bu deneyimlerinizi de anlatır mısınız?
Aynur Özge: Tıp fakültesine girdiğimizde bize ilk derste öğretilen, “hastalık yoktur, hasta vardır” yaklaşımıdır. Aynı durum sosyal çalışmalar için de geçerlidir. Ben otuz altı beden muhteşem bir Yıldırım Mayruk elbisesi giyemem, ama o elbiseyi muhteşem taşıyacak bir sürü insan vardır. Bunu, şunun için söyleme ihtiyacı duydum. Genellikle bir olay olur, o olaya da insanlar kafa yorar ve Yıldırım Mayruk elbisesi gibi güzel bir tasarım yaparlar. Her şeyini verir ona. Sonra da der ki, bunu herkes giysin. Öyle ya ona çok emek verdiler, inanıyorlar, her şeylerini yatırıyorlar, o hâlde herkes bunu giysin. Benim sistemle en büyük sorunum bu. Adı ne olursa olsun herhangi bir “tek” çözüm herkese cevap veremez. Yaşlanma, hastalık, sağlık hizmeti, sosyal hizmet, eğitim vs. hepsi tek çözümde buluşamaz. Bakın bugün dünya, bireyselleştirilmiş sağlık ve bireyselleştirilmiş eğitim planından bahsediyor. Benim oğlum ilkokula gitti, fiş öğreniyorlar, “Ben bunu öğrenene kadar mı yazmak zorundayım, yirmi kere mi yazmak zorundayım?” diye sordu. Ben de dedim ki, “Öğrenene kadar yazmak zorundasın.” Bu felsefeyle çocuklarımı yetiştirdim. Üniversite sınavına hazırlanırken bile hocalarına, “Benim çocuğuma günlük şu kadar sayıda test çözün demeyin. Bir şey anlatın, bunu anlayana kadar çalış deyin. O ne kadar sürede, nasıl anlıyorsa onu yapsın,” dedim. Çok önemli bir nokta bu. Yaşlanma doğal bir süreç ama benim annemin yaşlılığıyla sizin annenizin yaşlılığı aynı olmayacak. Benim annemin çözümleri sizin annenize asla hitap etmeyecek. Tersi de geçerli. Dolayısıyla lütfen burada bireyselleştirilmiş, kültüre göre modifikasyon şansı olan bir kalıba oturmasın. “Bir Türk yaşlısı halk müziği dinler.” Hayır efendim öyle bir şey yok. Ben size doksan yedi yaşında Mozart dinleyen, harika Bach konçertolarını mide tüpüyle beslenirken çalan yaşlı göstereyim, hem de Alzheimer hastası. O yüzden değerli yerel yöneticilere birinci ve çok önemli mesajım, lütfen kafa yorup emek verdikleri muhteşem projelerinin herkese hitap ettiğini söylemesinler. Ben bir doktor olarak Alzheimer hastalığı için yazdığım bir reçetenin her hastayı iyileştirmesini beklemiyorum. Böyle bir şey yok.
Yaşlanma dinamik bir süreçtir, doğumda başlar ve sizin de politikalarınızı yeni doğan çocuk intibahıyla başlatmanız gerekiyor. Bugün dünyada -Alzheimer konuşuyorsak - iki yaşındaki çocuğunu Alzheimer ilaç çalışmasına veren aileler var. Biz bunlarla uğraşıyoruz şu anda. On yaşındaki bir insanın yetmiş beş yaşında Alzheimer olup olmayacağını tespit etmekle uğraşıyoruz. Bize “insanlar evinde bakılmalı”yla gelmesinler. Tabii ki evinde bakılmalı, ben de evinde büyüğüne bakmış bir hasta yakınıyım. Kayınvalidem her an yanımda, geleneksel değerlere çok saygı duyuyorum. Ama çok açık söylüyorum, ben Alzheimer olursam kesinlikle evimde bakılmak istemiyorum. Benim altımı çocuğum, kocam, kardeşim değiştirsin istemiyorum. Zaten yapamaz. Ben doktorum, hastamı evde bakım sürecinde hastaneden getirdik, çarşafını değiştirmem gerekti, belimi incittim ki hastam kırk beş kiloydu. Yüz on kilo hastalar var, elli iki kilo gelini bakıyor. O gelin aynı zamanda üç tane çocuğa bakıyor, o gelin aynı zamanda babalarını görmek için gelen görümcelere, kayınvalideye, akrabalara hizmet ediyor. O gelini kimse takdir etmiyor. Siz şimdi hangi “evde bakım”dan bahsediyorsunuz? Biz bu noktada kime hitap edeceğiz? Ben geline şunu mu diyeceğim: “Saat başı hastana pozisyon vermek zorundasın. Günde altı öğün beslemek zorundasın, ilaçlarını düzenli vermek zorundasın (bu arada on iki tane ilacı var). Arada insülin yapılacak. Bu hasta sabaha kadar uyumayacak ama sabırla onu yönetmek zorundasın. Ev ortamını muhteşem düzenlemek ve pozitif enerji vermek zorundasın, çünkü hastalar negatif enerjiyi hemen kapar.” “E tamam doktor hanım çok güzel söylüyorsunuz da biz geleneklerine bağlı bir aileyiz. Götürüp huzurevine mi yatıralım hastalarımızı?” Tabii ki değil. Şöyle aileler de gördüm, hastanın kızı annesine bakıyor, oğlan kardeşi vefat etmiş, eşi de yurtdışında yaşıyor, arıyor görümceyi: “Abla sen anneye bakıyorsun, ama anneye bakmak bizim de sorumluluğumuz. Biz çocuklarla yıllık iznimizi şu tarihlerde ayarladık geleceğiz Mersin’e. Lütfen o tarihlerde kendinize bir tur ayarlayın, siz çıkın tura gezin, biraz kafanızı dinleyin, biz de o yirmi günü annemize bakarak geçirelim. Sadece bize talimatları lütfen yazılı olarak bırak ki bir sıkıntı olduğunda ne yapacağımızı bilelim.” Bunları da gördüm. Evet, bu hasta belli bir noktaya kadar evde bakılabilir, ama az önce anlattığım hasta evde bakılmasın.
Başta yöneticiler olmak üzere bilgisayarlar, telefonlar, arabalar son model, ama değer yargıları orta çağda. Eğitimli cahillerden sıkılmış vaziyetteyim. Şöyle bir sahne anlatayım, ne demek istediğimi anlayın. Kurumumuzu bağışlarla yaptık, kurumda bir lira devlet parası yok. Kapı kapı gezip otuz milyon piyasa değeri olan bir binayı bağışlarla tamamladık. Sonuç olarak yaptık, insanları gezdiriyoruz, eğitimli bir tane hanım var, üniversite mezunu biri. Bana, “Ay hocam harika olmuş ne kadar güzel,” dedi. O sırada gündüz bakımı için gelen büyüklerimiz kendi alanlarından bahçeye çıkıyorlar. Normalde biz hastalarımızla ziyaretçilerimizin temas etmesine izin vermiyoruz. Bu hanımefendi yukarıdaki toplantı salonundan tesadüfen bahçeye çıkan o insanları arkadan gördü ve orada bir hanımı tanıdı. Bağırmaya başladı, “Bunlar nasıl insanlar, insan annesini buraya mı bırakır?” Ben de ona “Siz biraz önce burayı takdir ediyordunuz, beni yere göğe sığdıramıyordunuz, peki biz burayı müze diye mi yaptık? Gelen insanlara göstermek için mi yaptık?” dedim. Böyle riya görmedim. Yanlış anlamayın, kimse benim annemi benden daha çok sevemez. Günün birinde demokratik yollar belli bir noktada tıkandığında ben bir kurum kararı veriyorsam en doğru karar budur. Hiç kimsenin bu kararı yargılamaya hakkı yok. Ben yüzde kırk yedi vergi veren bir vatandaşım, bunu yaşlılık şûrasında da en yetkili insanlara söyledim. Benim çocuğum evde bakım konusunda belli bir noktaya geldiğinde devlet bana özel, devlet seçenekli kreşler sunuyor ve sunmak zorunda. Benim çocuğum eğitim alması gerektiğinde ben eve öğretmen getirmiyorsam, devlet bana resmi ve özel koşullar sunmak zorundaysa ve ben de koşullarıma göre ikisinden birine gönderiyorsam, yaşlılık da aynı şey. Devlet benim yaşlıma evde bakımsa adamakıllı evde bakım sağlayacak. Az önce anlattığım gelinin ihtiyacı ne? Günde iki saat birisi gelecek, kayınpederinin altını değiştirecek ya da belediye gelecek ona kaldırma robotlarından birini verecek. O kızcağız da onu yapacak. Haftada belli günler birisi gelecek diyecek ki, “Ben hastanla ilgileniyorum, al sen çocuklarını sokağa çık. Git alışveriş yap, kafanı dinle, anneni ziyaret et.” Onun da bir annesi, kardeşi var. Yine o kamu yetkilisi arada bir gidip o kadını ziyaret edecek, kadınlar gününde ona çiçek verecek, onu yılın kadını yapacak. Ama ne oluyor? Gelin kayınpederini eve kilitleyip pazara gitmiş, kayınpeder balkondan yardım istemiş, bütün mahalleli kadının üstüne yürümüş. Ben olsam o mahallenin üstüne yürürüm. Hanginiz gidip o kadının kapısını çaldı? Neye ihtiyacı olduğunu sordu? Pazara giderken kim bir ihtiyacı olup olmadığını? Ne yapsın kız? Ne yedirsin? Elbette gidip pazardan alışveriş yapacak da evdekilerin karnını doyuracak. Hiç kimse kusura bakmasın ama bu kararları erkekler veriyor. Bugün ülkedeki hastaların yüzde yetmişine, seksenine kadınlar bakıyor. Bakanların yüzde elli altısı gelin. Bunların yüzde sekseni bu işi gönüllü olarak yapmıyor, mecbur bırakılıyor. Kocaları da eve gelip teşekkür edip “Sen anneme babama çok güzel baktın, yemeği ben hazırlarım, bulaşığı ben yıkarım,” demiyor. Tam tersine, kocası eve gelip “Neden benimle ilgilenmiyorsun, niye bana vakit ayırmıyorsun, neden o yemek oldu, bu olmadı, neden pantolonum ütülenmedi?” diye konuşabiliyor.
Bugün Türkiye’de altmış beş yaş üstü kişi yüzde onu buldu. Bu ne demek? Her on kişiden biri bakım alıyor. Öyle ya da böyle. Sosyal açıdan, sağlık açısından ya da her ikisinden. Pandemi bunu ortaya çıkardı. Bugün pandemide evinde kalan altmış beş üstü nüfusun pandemiye girişte sağlıklı olanlarının da yüzde seksenlerden fazlası hasta. En iyi durumda olan kapris yapıyor. Şimdi çocuklar ne durumda? Hem annemi babamı ihmal ediyorum hem işe gidip geliyorum hastalık mı bulaştıracağım diye kaygılanıyorlar. Evde bakımın da yanlış örnekleri var. Ben size bankada altı sıfırlı hesabı olup poposunda yarayla getirilen, affedersiniz pisliği sırtında kurumuş kaç tane insan gösterebilirim. Doktor olarak muayene odasından kovduğum kaç tane hasta yakını gösterebilirim. Üç tane üniversite mezunu hasta yakını var yanında, hastanın iki tane ilacı var, hasta ne ilaç kullanıyor diye sorduğumda cevap veremiyorlar. Siz evde ne veriyorsunuz? O bakıcıya suç atıyor, bakıcı ona. Şimdi bu “muhteşem olan” evde bakım mı? Kurumsal bakımda yanlış örnekler var, her şeyin yanlışı vardır. Ama biz doğruyu yaratmak zorundayız. Kısacası evde bakımın da adil, ulaşılabilir ve destekli olanını, kurumsal bakımın da adil, ulaşılabilir ve destekli olanını oluşturmak zorundayız. Siz herkese bir menü verip “Bu mükemmel yemekleri yiyeceksin, Akdeniz diyeti, en sağlıklısı budur,” diyemezsin. En sağlık zeytinyağlıyı yiyemedi diye insanları eleştiremezsin. Ancak toplumun farkındalığını artırabilirsiniz. Mahalle baskısına uğratmayacağınıza dair güvence verebilirsiniz. Kararlarını özgür bir şekilde vermelerine, hastalarına bakarken kendi hayatlarını da paralel olarak sürdürebilmelerine izin verebilirsiniz. Bugün Alzheimer hastasının ortalama yaşam süresi yirmi-yirmi beş yıl. Hanginiz hayatınızdan yirmi yılı yok sayabilirsiniz?
Peki, bunu başkalarından nasıl bekleyebilirsiniz? Ondan sonra da “Anneleri üç çocuğunu emek emek okuttu da üç çocuk annelerine bakamadı ve bakım merkezine bıraktı,” der. Kimin buna hakkı var? Anlatabiliyor muyum?
Sizin anlattıklarınızdan toplumsal farkındalığı yükseltmek gerektiğini de anlıyorum. Sanırım yaşlılığın çeşitli evrelerine yönelik yapılabilecek şeyler var. Son evresinde de kurumsal bakım var. Burada yerel yönetimler nerelerde inisiyatif almalı sizce?
Aynur Özge: Bir kere bu alanda yapılacaklar yerel yönetimlerin temel görevi. Bu hizmetleri yapmak için kimseden izin almasına gerek yok. İster evde bakıma destek birimi kurar, ister gündüz bakım alanları ve sürekli bakım alanları oluşturur. Bununla ilgili her türlü uygulamayı yapmakta özgür ve zaten yükümlü. O yüzden benim önerim, yerel yönetimler insanlara kendi ürettikleri reçeteleri dayatmaktan ziyade o insanlara bir anket üzerinden “Kardeşim senin neye ihtiyacın var?” diye sormalı. Bunun artık bir sürü yöntemi var. İhtiyaçları belirlediği zaman insanların ihtiyaçlarına göre hizmetleri kategorize etsinler. Benim annemin ihtiyacı haftada bir gün sadece temizliğe gelecek bir kadındır, sizin annenizin ihtiyacı alışveriştir. Diğerinin annesinin ihtiyacı haftada üç gün arayıp onunla samimi sohbet edecek bir genç olmasıdır. Diğerinin annesinin ihtiyacı haftada birkaç gün gelip ikişer saat eşiyle ilgilenecek, anneyi biraz özgür bırakacak bir insan olmasıdır. Diğerinin ihtiyacı sağlık kontrollerini planlayacak, hastaneye götürüp getirecek bir yardımcının, sağlık yol göstericisinin olmasıdır. Bir diğerinin ihtiyacı sağlık okuryazarlığıyla ilgili bir eğitim olmasıdır. Bugün e-nabızı, e-devleti kimse bilmiyor. Her hastaya bulunduğunuz üniteden e-nabızdan ulaşamıyorsunuz. E-nabızı var mı, yok? Bunlarla ilgili televizyon kanallarında ve yerel kanallarda basit eğitimler olabilir. Evde bakım yapıyor, tabii ki herkes kuruma hemen gelmesin, ama donanımı yok. Hasta neden bağırdı, bilmiyor. Neden uyumuyor, bilmiyor. Neden yemek yemiyor, bilmiyor. Neden zayıflıyor, bilmiyor. Nasıl besleyeceğini bilmiyor. Sağlık okuryazarlığı ve yaşlı bakım eğitimi olmalı. Kendi ruh sağlığını nasıl koruyacak, bilmiyor. Basit bir yoga eğitimi vs. Burada işin anahtarı, kişilere dayatma yapmayıp ne istediklerini sormak. Kişiye özel paketler üretmek. A paketi, B paketi, C paketi. A paketi elli kişiye hitap eder, B paketi beş yüz kişiye, C paketi bin kişiye. Ama insanların neye ihtiyacı varsa onu alsınlar. Bugün benim evimde muz var. Siz bana muz verdiğinizde ben bundan mutlu olamayacağım, çünkü bozulacak ve atacağım. Hatta derdine düşeceğim onu nereye vereceğim diye. Ama siz bana bir kilo elma getirdiğinizde mutlu olacağım. Çünkü muzun yanında elma yemeyi seviyor olabilirim. İnsanlara “devlet babayım, ben bilirim ne istediğini, her şeyi ben yaparım senin için” mantığını bırakalım. Artık büyüyelim, bundan çıkalım. O paketlerle ilgili de lütfen görevli iki tane memur kendi başına karar vermesin. İnternet reklamıyla endüstriyel reklam kokan işlerin peşine düşülmesin. Mesela onun yerine daha yaratıcı çözümler aransın. Kimse “kışın bu yaşlı teyzeler, amcalar köylerde perişan oluyor, ben onlara misafirhane oluşturayım, karda kıyamette kalmasınlar, yanına da hayvanlarını koyabileceği bir ünite yapayım, kışın ben onları getireyim, burada hem sağlık kontrollerini yaptırayım, hem biraz ilgileneyim, sütünü yoğurdunu da şehir çocukları yesin, yazın yerlerine götüreyim” demiyor. Proje sunuyoruz, bütçemiz yok diyorlar. E geçen hafta bilmem ne festivaline şu kadar para verdin. Anlatabildim mi?
Yaşlılıkla alakalı bir şey mi yapacaksınız? Yaşlı dernekleri ve huzurevi dernekleri var. Alzheimer’la ilgili bir şey mi yapacaksınız? Alzheimer dernekleri var. Bizim merkeze Arizona Alzheimer topluluğundan insanlar geldi, gezdi, kapı kulpundan fayansın rengine kadar bir sürü detay var. Notlar alıp gittiler. Daha ben memleketimden bir kişinin onların gezdiği ciddiyetle gezdiğini görmedim. Giderken sorsan banyo fayanslarının rengini kimse bilmez. Fayanslar beyaz. Neden? Bir sebebi var. Gel sor, o sordu. Kapı genişliği niye o kadar? Niye kapı kulpu şöyle? Ondan sonra kanun koyucu erişilebilme standartı diye kural koyuyor. Asansörlerde sesli bilgilendirme olacak. Yapamam. Ben konuşan asansöre Alzheimer hastamı bindiremem. Bunu yapmadım diye ben cezaya maruz kalıyorum. Neden? Çünkü erişilebilirlik standardını karşılamadım. Peki, sen bana sordun mu, “Alzheimer hastan bunu yapabilir mi?” diye. Neden, çünkü kafada engelli tanımı var. Yerdeki kabartmalarına takılan Alzheimer hastalarım patır patır düşer? Onları takip etmekten normal yürüyemeyecek. Onlar için bu büyük bir sorun. Ben bunu yapmayacağım. Ben bunu yapmadığım için kanunlara karşı koymuş oluyorum. Alzheimer hastası yaşlı değildir. Mevcut yaşlı kanunlarının hiçbiri Alzheimer’ı karşılamaz. Alzheimer hastası huzurevinde bakılamaz. Alzheimer hastası evet engelli türüdür, ama mevcut engelli kanunlarının hiçbiri bunu karşılamaz. Çünkü Alzheimer hastalığı ve demans farklıdır. Siz normal yaşlıya bu pencereyi açmayacağını öğretirsiniz, ama Alzheimer hastasına öğretemezsiniz. Normal yaşlıya ağrısı olunca ilkyardım butonuna bas diyebilirsiniz, ama Alzheimer hastasına bastırtamazsınız. Kurumda benim merkezi spritlerim var, çünkü yangın çıkarsa benim o insanları tahliye etmem mümkün değil. Buna rağmen kanun bana diyor ki, yangın tüpü koyacaksın. Koyayım da benim hastam bu tüpü alır ve her türlü sıkıntıyı yapar. Kıyamet koptu denetime geldikleri gün. Çocuklar demişler “Tüplerimiz var, almadık değil, ama ortaya koyamayız, çünkü koyduğumuzda benim hastam bunun yangın tüpü olduğunu, ortaya fırlatılmayacağını bilmez.” Sanki biz bunu demedik. Olmaz dendi. Tüp bırakıldı oraya. Daha onlar koridorun başındayken şangırt diye bir ses. Geri dönüyorlar ki, yangın tüpü camdan aşağıya. Allahtan o sırada bahçeden kimse geçmiyordu. Peki, o sırada bahçede oradaki çilekleri toplayan bir yaşlı olsaydı, tüp birinin kafasına inseydi ben miydim bunun suçlusu? Ama o yaşlı bana emanet ediliyor. Sizin annenizin başına o tüp düşseydi siz bunu anlayışla karşılayacak mıydınız? Siz bana anlayış gösterecek miydiniz? Devletin kanuna uyduğun için bu oldu, önemli değil canın sağ olsun, annemin canı sana feda olsun mu diyecektiniz. Yoksa o tüpü camdan fırlatan Ahmet Amca’yı dava mı edeceksiniz? Adamın cezai ehliyeti yok zaten, etsen ne olur. Peki ben? Ahmet Amca’ya mı kızacağım? Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi?
Katedilmesi gereken uzun bir yol var. Şu an bir noktasındayız, o kadar. Belediyeciler ve yerel yöneticiler ellerindeki gücün farkına varsın. İnsanları kategorize etmesinler. Bireyselleştirilmiş ve kademelendirilmiş bakım/destek/sağlık planlarını önersinler. Bu planların her aşamasında paydaşlarıyla işbirliği yapsınlar. Geri bildirimleri dikkate alsınlar.