"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu: Hızla Yaşlanıyoruz ve Hiçbir Şekilde Hazır Değiliz

  • 29 Mart 2021

Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu

ODTÜ

Sosyoloji



Türkiye’de yaşlılık politikalarını değerlendirdiğimizde geçmişten bugüne nasıl bir tablo görüyorsunuz? Siz sahadan da uzun yıllardır veri topluyorsunuz. Türkiye’nin demografik değişiminde beklentileri ve yaşam biçimlerindeki değişimi nasıl yorumluyorsunuz? 


Sibel Kalaycıoğlu: 1991 yılından emekli olduğum 2019 yılına kadar öğrencilerime sürekli saha dersi verdim. 1990’larda bu araştırma dersine başlarken öğrenciler sahaya gitsin, sahayı yaşasın, hissetsin, duysun, öğrensin istedim. Sosyoloji öyle kitaplardan öğrenilecek bir konu değil diye başlamıştım. Bu anlamda çalışmalarımıza başladığımızda gecekondular her yerdeydi.  Ankara’nın her sene başka bir gecekondu mahallesine gittik. Göç, göçte kadın, aile ilişkilerindeki değişim, gençlik, dini farklılaşmalar, dini inançlar araştırmaları derken 2000’lere geldiğimizde elimizde çok iyi bir birikim olmuştu. Bu birikimin içinde en önemli konulardan biri de yaşlılık olarak ortaya çıktı. Özellikle kırdan kente göçen ailelerin yaşlılarında dikkat çeken bulgular çıktı ortaya. Bunlardan bir tanesi -şu anda durum tersine döndü- şuydu: Yaşlılar kırla kent arasındaki ilişkiyi sağlıyordu. Yaşlılar kentte yaşayana hem maddi hem manevi anlamda destek oluyordu. Yani kentteki kırdan destek alarak -zahiresini, bulgurunu, buğdayını oradan getirerek- kentte yaşayabiliyordu. Değerler, kültür, herkesin referansı köy ve köydeki yaşlı gruptu. Kentteki yaşlı grubu üzerine ilk yaşlılık makalemiz - Helga Hoca’yla beraber- 2002’deydi ve bu karşılıklı dayanışma konusu hakkındaydı. Yaşlıdan gence, gençten yaşlıya hem maddi hem manevi karşılıklı bir dayanışma var. Bu anlamda yaşlılar hasta oldukları zaman kente geliyor, kentte bütün bakımları yapılıyor ve geri gidiyorlar. Böyle bir karşılıklı dayanışma var. 2005’lerden sonra bu durum değişmeye başladı. Kırsalda insan kalmamaya başladı, gençlerin hepsi kente taşınmak istedi, özellikle kadınlar. 350 hanelik köyde 5-10 hane kaldı, köyler boşaldı. Çoğu bu tarafa geldi. Hâlâ orayı terk etmeyen yaşlılar var, ama çok az artık. Hemen hemen herkes kente taşındı. Buradaki motivasyonda sağlık oldukça önemli bir yer tutuyor. Sağlık bakımına köyden gitmek zor. Bir de tabii yaşlının çocuk bakımı konusunda katkısı vardı.  2005’ten sonra kırdan gelen destek de kalmadı, kırla ilişki kentten onlara destek olarak döndü. 


Bu anlamda bir kırsal yaşlılık bir de kentteki yaşlılık meselesi var. Yaşlılık çalışmaları 2003’te TÜBA, yaşlılık üzerine bir çağrı yaptı, biz ona katıldık. Başlığı, “Yaşam Biçimi Aranjmanları”ydı. Araştırmayı Ankara’da 400 civarında aileyle yaptık, Gölbaşı’nda da kırsal kesim çalıştık. Resmi tam görebilmek için huzurevlerine gittik. Yaşam Biçimi Aranjmanı, “Yaşlılar nasıl yaşıyorlar?” sorusunu kapsıyordu. O zamana göre, yaklaşık yüzde altmışı karı-koca beraber yaşıyorlardı, gençler de gelip, giderek yardım ediyorlardı. O zamanlar böyle bir bakıcı desteği yoktu, karı-koca beraber gençlerin desteğiyle yaşıyordu. Bir kısmı çocuğuyla yaşıyordu, bir kısmı çocuklarıyla yaşayan yaşlı kadındı, bir kısmı da çocuklarıyla yaşayan yaşlı erkekti. Hacettepe Nüfus Etütleri’nin de böyle bir istatistik çalışması olmuştu. Neredeyse 40-50 çeşit yaşam biçimi aranjmanı çıkmıştı. Yani “kim kiminle yaşıyor” başlıklı aranjmanlar. Mesela iki yaşlı kardeş, iki yaşlı kuzen bir arada yaşıyor gibi. Bizim yaptığımız ilk çalışma buydu. Ama yaşlılık çalışmaları derseniz, yaşlılığa daha çok bir nüfus kategorisi olarak bakıldı. Hacettepe Nüfus Etütleri’nin nüfus ve sağlık araştırması içinde yaşlılığa ilişkin sorular sorularak başlandı. Konuya daha çok bir nüfus kategorisi olarak azalıyor mu, eksiliyor mu diye bakıldı. Bir nüfus kategorisi olarak istatiksel baktığımız çalışmalarda o zamandan bu yana hep söylediğimiz şey, “Türkiye’de yaşlılık çok hızlı artıyor,” oldu. Yani hızlı yaşlanıyoruz. Şu anda yaşlı nüfus yüzde 9 civarında ama süreç çok hızlı gelişiyor. 10-20 sene sonra birdenbire yaşlı nüfus olacak. Bu nüfus blok hâlinde yaşlılığa geçecek. Bunu o zamandan beri söylüyoruz. 2005’ten bu yana Hacettepe de her nüfus ve sağlık araştırmasında bunu sürekli söyler, biz de söyleriz. Fakat kamu otoritesinin bu durumu algıladığını söyleyemem. Bu bir risk aslında. Çünkü büyük bir kesim zaman içinde yaşlı bir kesim olacak. Toplum bir anda yaşlı bir toplum olacak ve buna hazırlıklı olduğumuzu hiç düşünmüyorum. 2003’teki çalışmalarımızı yaptıktan sonra ben elimi hiç çekmedim. Toplantılara da katıldım. Türkiye’de yaşlılığı kim var çalışan? Akdeniz’de Özgür Bey ve İsmail Tufan başlattı. İsmail Tufan’ın Akdeniz Üniversitesi gerontoloji bölümünde başlattığı gelenek sürüyor.  Bir tarafta o var. Bir tarafta Hacettepe’de çalışan bir-iki arkadaş var. Onlar sosyoloji bölümünde sahacı. Yaşlı kadın, yoksul kadın çalışması yapıyorlar. Diğer bir grup, onlar da yaşlılık dergisi çıkaran Velinittin Kalınkara, hatta şimdi yaşlılık sempozyumu yapılacak bu aralar, eskiden beri bu konuyu çalışıyor. Hem dergi çıkardı hem de sürekli devam eden yaşlılık konferansları yapıyor. 2010’lardan sonra Ankara Üniversitesi’nden Emine Özmete’nin kurduğu Yaşlı Araştırma Merkezi var. Bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda yaşlılık çalışması var. O kadar az ki. Çok daha derinden esas dinamikleri araştıran sosyolojik çalışmalar yapılmıyor. Kamu otoriteleri de riskin farkında değil. Öte yandan, zaman zaman medya ilgileniyor. Ama sansasyonel olarak. Huzurevlerinde şiddete uğrayan yaşlılar gibi haberlerle. Tamam, peki ne yapalım? Avrupa Birliği’nin İtalya’da bir komisyonu var: Bilgi, birikim, beceri eğitimi komisyonu. 2008-2009 yıllarında Türkiye’de yaşlı bakımı konusunda bir bilgi beceri eğitimi yapılabilir mi diyerek ODTÜ’de onlarla iki kez çalıştay yaptık. Sonuçta kimler çalışıyor? En çok doktorlar çalışıyor. Tıp üzerinden çalışıyor. Yani yaşlılık Türkiye’de tıp konusu olarak çalışılıyor. Bu sebeple en çok doktorlar ve halk sağlıkçıları geldi. Yaşlılık üzerine ve yaşlılık nasıl bir sorun yaratır, bu sorunları özellikle de bakım meselesini nasıl hallederiz hakkında tartıştık. Halk sağlıkçıları yaşlılığa ilişkin evde bakım sürecinin olmaması gerektiğini desteklediler, daha profesyonel olan kurum bakımını önerdiler. Ama medya tam tersini öne sürerek “Sosyetikler huzurevine verir, hâlbuki biz Anadolu insanları yaşlımıza bakarız, saygı gösteririz,” dedi. Yaşlılıkla ilgili yerleşik bir zihniyet söz konusu. Onu söylemeye çalışıyorum aslında. 2003 yılındaki çalışmamızda hiç böyle bir sonuç çıkmamıştı. Biz orada hem yaşlılara hem yakınlarına hem de kurum görevlilerine hem belediyedekilere hem de sosyal hizmet uzmanlarına sormuştuk. Yaşlıların kendileri şöyle diyor: “Ben çocuğuma hiçbir şekilde yük olmak istemem, bir gün yatak öbür gün toprak, aman aman. Allah bana uzun yaşlılık göstermesin.” Ne yazık ki, yaşlı kendini külfet olarak görüyor. Bunun bir zemini var yani. Benim yine değindiğim bir konu daha var, “Zıt İşler” diye bir sunumum vardı; kendi işini mi yapsın yaşlısına mı baksın? Ben de yaşadım. Bir zamanlar hafta sonları annemle ilgilenmem gerekirken okulda doktora öğrencilerime cumartesileri randevu veriyordum. Başka zamanım yoktu. Cumartesi oraya mı gitsem, anneme mi gitsem diye kararsızlık yaşıyordum. Başka insanlar için de aynı durum söz konusu. Kendi evine, çocuğuna mı baksın yoksa gidip yaşlısıyla mı ilgilensin? Bu anlamda yaşlı yakınlarının bu yükümlülüklerin altında ezilme durumu var. 


Diğer yandan, yaşlılarla ilgili önyargılar var. Kurum görevlileri, belediye otobüsü şoförü, sosyal hizmet uzmanı, belediyede temizlik ya da alışveriş için yaşlılara hizmet verenler için yaşlılar nankördür, hiçbir şekilde hiçbir şeye minnettarlık duymazlar, suistimal yanlısıdırlar. Çoğunluk böyle düşünüyor. “Biz yaşlımızı severiz, kuruma vermeyiz, evde bakalım,” deniyor, ama yaşlı ayrımcılığı yapılıyor. Bunun farkında mıyız acaba? Yaşlı ayrımcılığıyla ilgili çalışmalar da yapılıyor. En azından bir farkındalık var, doğru. Ama pratikte büyük bir yaşlı ayrımcılığı söz konusu. Bu ayrımcılığı hem kurumlar hem yaşlı yakınları yapıyor. Yaşlılar da bu durumu benimsemiş, kimseye yük olmamak bakımından kendilerine otosansür uyguluyorlar. 


Tıp da, bilim de evdeki bakımı değil, yaşlıların yaşam kalitesini yükseltebilecek kurumsal bakımı savunuyor. Ben huzurevleriyle de görüştüm. Özellikle özel huzurevleriyle. Onların da dertleri çok büyük. Büyük bir toplantı yaptık. Aslında huzurevi büyük bir sorumluluk. Bir de bu insanlar yaşlı, engelli, bakıma muhtaç, dimağları tam çalışmıyor. O anlamda çocuktan daha kötü durumdalar. Tam bir bağımlı nüfus. Bu nüfusa her açıdan büyük bir hizmet verilmesi lazım. Ama hizmetler pahalı. O kadar kolay değil. Kaldıkları yerin rahat, ferah ve temiz olması lazım. Bahçeye çıkabilmeliler. Binanın içi banyo yapmalarına, yürümelerine, kaza geçirmeden yatıp kalkmalarına uygun olmalı. Bu açıdan bakarsanız, huzurevlerinin hiçbiri tam olarak bu standartlarda değil. Ama onlar da diyor ki, “Biz kamu hizmeti yapıyoruz, ama devlet bizden dünya kadar vergi alıyor. Devletin yaşlı politikası varsa bizi desteklemesi lazım. Biz muazzam bir görev yapıyoruz. Hatta biz bunu çoğu zaman kâr için yapmıyoruz.” Onların temel tartışmaları da bu. Kısmen de haklılar. Bu hizmet, işletme anlayışıyla verilecek bir hizmet değil. Ama dediğim gibi, kamu henüz bunun tam  farkında değil. “Huzurevlerini kapatalım, eve alalım,” demek şu anda bile mümkün değil. Evdeki insanlar artık yaşlısına bakamaz, evler küçüldü, şartlar uygun değil, çocuklar oda istiyor. Yaşlıyla aynı odada yatan çocuk problemli oluyor. Bir sürü sorun var. Bu anlamda artık aileler için evde bakım çok zor. Dolayısıyla kurumsal bakımın desteklenmesi, iyileştirilmesi, profesyonel hale getirilmesi ve devletin sübvansiyon vermesi lazım. Ama burada değiliz henüz. 


Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Engelli ve Yaşlı Genel Müdürlüğü var. Özellikle bakımla ilgili çeşit çeşit projeler yapıyorlar. Belediyelerle çalışıyorlar. Engelliyi ve yaşlıyı aynı yere koyuyorlar. Hâlbuki yaşlılık hayatın gerçeği ve engellilik/hastalık olarak algılanmaması gerekiyor. Yaşlının var olma hakkı var. Devletin bu konuda destek sağlayacak bir yerde olması lazım. Benim Türkiye’de çalışmalarımdan edindiğim bulgularla yaşlılığın durumu bu. 


Hızla yaşlanıyoruz ve hiçbir şekilde hazır değiliz. Yaşlının kimliğini, varlığını kabul etmek, yaşam kalitesini yükseltmek ve güçlendirmek bu anlamda önemli bir adım olur. Yaşlının kendi başına, kimseye bağımlı olmadan yaşayabilmesi, saygıdeğer bir kimlik olarak algılanması önemli. Yaşlıya yönelik ikiyüzlü bir yaklaşımımız var. Yaşlının kimlik olarak var olabilmesi, ayaklarının üzerinde bağımsız durabilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi için güçlendirilmesi gerekiyor.  Bunun için de tabii ki kamusal desteğe ihtiyacı var. 


Kentteki yaşlıyla kırdaki yaşlının ihtiyaçları da farklı farklı. Ama kentteki yaşlının barınma ihtiyacı çok büyük. O barınma içinde de bağımsız yaşayabilmesi lazım. Bunun için bakım veya her türlü desteğe ihtiyacı var. Bakım desteği çok önemli bir konu. Bakım deyince de yemek veren birisinden bahsetmiyorum. Her yaşta ve her kademedeki yaşlının fiziksel ihtiyacına göre bakıma ve desteğe ihtiyacı olabilir. Bu konu Türkiye’de aileye ya da yabancı bakıcılara terk edilmiş durumda. Devletin bu konuda en ufak bir katkısı yok. Engelli ve yaşlı bakım parası veriyor. Onunla ilgili de araştırma yaptık, verilen para ailede ortalığı birbirine katıyor. Bakım işi neresinden tutulursa elde kalan bir konu. Bakıcı maliyeti de yüksek. Ücretleri kaç aile karşılayabilir. Ankara’da Dünya Bankası için temsili bir bakım anketi yaptırdık. Herkes diyor ki: “Evet, bakım hizmetine ihtiyacımız var.” “Peki, kaç para verebilirsin?” “Bin lira.” Bundan üç sene önce yaptık bu anketi. Bin liraya kim gelir? Onların bin dediği dönem bile biz annemiz için 2.500 lira veriyorduk. En kötü 500 dolardan başlıyor, 800 dolara kadar gidiyor, hele ki İstanbul’da. Bakım sektörü çok önemli. Bakın benim eşim Alzheimer. Alzheimer’la ilgili Türkiye’de en ufak bir destek yok. Parkinson yaşlıları için de aynı durum söz konusu. Kamusal destek şart. 

Belediyelere gelirsek, insanlar kamunun yapamadığını belediyelerden bekliyor, malum sosyal belediyecilik. Hele hele kentlerde. Bakım konusu belediyelerin öncelikli konusu. Her belediyede yaşlılıkla alakalı bir birim olması lazım. Bu konuyu hakkında ciddi düşünmeleri gerekiyor. Yaşlının refahını ve yaşam kalitesini artıracak ne yapılabilir? Bir tanesi, bakım işi. 


İkincisi, barınma. Yerinde bakım, yerinde dönüşüm. Biz şu an kentsel dönüşüm çalışıyoruz. İstanbul’da depreme endeksli, deprem sonrası kentsel dönüşüm olgusunu çalışıyoruz. Kentsel dönüşüm için meclis komisyonunda bir sunum yaptım. İzmir’deki Rıza Bey Apartmanı’nı örnek gösteriyorlar. Bir evden çıkıp gidin demek kolay değil. Onun için yerinde dönüşüm gerekli ve önemli. Orada akrabaları, komşuları var. O ilişkileri kesmek istemiyor belki. Hele yaşlılar için yerinde dönüşüm çok önemli, belediyenin bunu çok ciddiye alması lazım. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü çok güzel bir TÜBİTAK çalışması yaptı: “Kentsel Dönüşüm ve Yaşlılar.” O projede kentsel dönüşümde yaşlıların nasıl bir sorun yaşadığını çok güzel anlattılar, yayın da çıktı galiba, ona bakmanızı öneririm, her belediyenin ona bakması lazım. Kentsel dönüşüm yapan bütün belediyelerin bu çalışmaya bakıp yaşlı konusunu özel bir konu olarak ele alması gerekiyor. Genç, her yerde yaşar. Gider kira desteği alır, tekrar geri gelir. Ama yaşlı için öyle bir şey mümkün değil. Yaşlının sosyal ağlarından koparılıp da başka bir yere gitmesi zor, zaten o ağlarla yaşıyor, devletten destek almıyor. Bir de yoksul yaşlı, yoksul kadın yaşlı. Bunu da çalıştık. Kadınlar biraz daha uzun yaşıyor, kendine ait geliri yok, eğitimi yüksek değil. Bu nedenle yaşlılıkta kadınlar daha fazla yoksulluk yaşıyor. Çocukları da uzaktaysa, yoksul kadınlar komşuların desteğiyle yaşıyor. Ankara’da yaptığımız temsili bir örneklemde 3.500 kişiyi taradık, 250’si yoksul yaşlıydı. Bu, büyük bir oran. Belediyelerin bunları saptaması ve yoksul yaşlı kadın faktörüne ciddiyetle eğilmesi lazım. 


Yaşlılara, onları kendi ortamından ve sosyal ilişkilerinden koparmadan, refahını yükselterek gerçek saygıyı gösterebiliriz. İngiltere’de görmüştüm. Yaşlılarını otobüslere bindirip turlara çıkarıyorlar. Tabii çok hasta yaşlıları değil, ama 60-70 yaş arası için çok güzel bir durum. Cüzi bir ücret alınabilir. Yaşlılar arasında bir ilişki olur, sosyal izolasyondan kurtulmuş olurlar. Yalnız kalan yaşlı sorunumuz da giderek büyüyor. Kabul etmiyorlar, ama bizde de kültür değişiyor. Aileler her dakika yaşlısıyla beraber yaşayamıyor. Onun için bu izolasyon da artıyor. O yüzden belediyelerin hem barınma hem eğlence hem sağlık hem sosyal destekler anlamında yapabileceği çok şey var. Alışveriş desteğinin ötesinde geliştirilmesi gereken bir konu bu. 



Önerilen Haberler