"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Çiğdem Aydın: Kadın Var Oluşu Demek, Birçok Cephede Savaşmak Demek

  • 8 Mart 2021

Siz yaklaşık 25 yıldır kadın hareketinin içindesiniz. Pek çok kuruluşun yönetim kadrosunda yer aldınız. Sahada çalıştınız. Kadın hareketinin de ivme kazandığı yıllar denebilir belki de. Kadının siyasete girmesiyle ilgili çok emek veren KA.DER’in de yöneticilerindensiniz. Bu yılları ve gelişimi değerlendirmenizi rica edeceğim. 

Çiğdem Aydın: Ben 2010-2014 yılları arasında Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin, kısa adıyla KA.DER’in, genel başkanlığını yürüttüm. KA.DER’in bir rotasyon ilkesi vardır. Yönetim kurullarında görevlerde bulunan kadınların ve erkeklerin -erkekler de görev alabilir- dört yıldan fazla görev yapamayacağını söyler. Bu, feminist bir ilke. Bunun sebebi, o görevi yapmak isteyen başkaları varsa, yer açmanız içindir. Biz buna kısaca rotasyon ilkesi diyoruz. Dolayısıyla ben de dört yıllık görevimi yaptım ve KA.DER’deki görevimden ayrıldım. Yine bir tüzük gereği görev var, eski başkanları Danışma Kurulu üyesi yapıyorlar. Danışma Kurulu üyesiyim. Rotasyon ilkesinden amacımız, her seferinde yeni bir akıl, yeni bir yöntem gelmesi. KA.DER’i de zengin kılan zaten bu. 24. yılımızı kutluyoruz. Türkiye gibi bir ülkede STK’lara baskı varken, parasızlık en büyük problemken, kadın meselesi çoğu zaman şımarık bir burjuva akıl olarak görülürken bir kurumun 24 yıl ve zirvede yaşayabilmesi önemli bir şey. KA.DER, hep sözü yüksek çıkan bir dernek olmuştur. 24 yıl bir derneği böyle tutmak kolay değil, o açıdan dün hep birlikte kendimizi tebrik ettik. Bizim kuruluş tarihimiz 4 Mart’tır. Kurucularımız aslında 8 Mart olmasını istemiş, fakat o zamanki İstanbul Valiliği gayet çabuk davranıp “4 Mart’ta izin verdik, kurun derneği” demiş. O yüzden kuruluşumuz 4 Mart. 1997’de kurulmuş. O günden beri de çalışıyoruz. Ben KA.DER’e neredeyse kuruluşundan hemen sonra geldim, 1999’da üye oldum. Uzun  yıllardır KA.DER’in içindeyim ve kadın meselesine bakışım KA.DER’in içinde  yoğruldu. Tabii diğer derneklerle de beraber. O yüzden benim çalışma alanım, kadın eğitimi ve kadınların siyasete katılımıdır. Mesela iş dünyasında kadınlar, girişimci kadınlar, istihdamda kadınlar meselesini bilirim, ama bu konuda uzmanlaşmış arkadaşlarım ve dernekler var.  

Yıllardır kadın hareketinin en önemli konularından biri, kadının iş hayatına ve sosyal hayata katılımı oldu. Hepimizin hemfikir olduğu çok temel bir şey var artık. Kadın çalışmazsa, kendi maaşı, parası, ekonomik gücü olmazsa özgürleşemez. Kendi hayatıyla, çocuklarıyla ilgili karar almakta zorlanır. O yüzden birinci koşul, kadının ekonomik özgürlüğünü kazanmasıdır, çalışmasıdır, istihdamda olmasıdır. Bu, ona aynı zamanda sigorta getirir, hayatın içinde olmasını sağlar, yaşlılığını garanti altına alır. Sağlık bakımından, devletin hizmetinden yararlanmasına yol açar. Bu anlayışı savunan herkes bu gerçeği önceleyerek çalışıyor. Bu, doğru bir argüman elbette. Fakat ben kadının siyasette etkin olmasını da savunduğum için siyasetin bu problemleri çözmekte daha etkin olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu, bir üstyapı. Siyasi irade, çeşitli kararlar, kararnameler var. Siyasi irade en tepede durduğu için son derece önemsiyorum. Siyasetin kadın meselesini dizayn etmesini önemsiyorum. Ama kadın meselesinin bilgisini Türkiye’de kadın örgütleri topluyor ve biliyor. Biz bu meseleyi dosyalar hâlinde biliyoruz. Çünkü kendimizi gözlüyoruz. Zaten kadın olarak kendimiz için de yaşıyoruz. Etraftan gözlüyoruz. Sıkıntısı olan kadınlar zaten kadın örgütlerine ulaşıyor, derdini paylaşıyor ve birlikte çare aranıyor. Dolayısıyla kadınların nerede problemi var, nerede çözümsüzlük söz konusu, kadın örgütleri bu bilgiye sahip. 

O zaman nasıl çözeceğiz? Bireysel çözüm bir yere kadar. Çünkü nüfusun yarısı olan bir kadın grubundan söz ediyoruz. 40 küsur milyon kadın söz konusu. O yüzden demek ki bunu devlet ve siyasi irade çözecek. Doğrusu, bu. Çünkü bireysel olarak yetişemeyiz. Bu anlamda siyaseti önemsiyorum. Bazı şeyleri siyasetin ve devletin yapması gerekiyor ki, kaynaklar her kadına eşit şekilde dağıtılabilsin. O yüzden yıllardır daha çok siyaset üzerine çalıştım, hâlâ çalışıyorum.

Bir diğer alanım da kadın eğitimi. Bu çalışmaya AÇEV’le birlikte başladım. 2002 yılıydı sanıyorum. Çok uzun zamandır kadınlara okuma-yazma kursu açar ve şahane bir iş yapar. Eğitime erişemeyen kadınlar için müthiştir ve Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifika da verir. 

Kadınlara okuma-yazma öğretirken işin içine siyasi okuryazarlık da koyalım dedik. Bu ne demek? Nasıl oy vereceğiz? Niye oy vereceğiz? Oy verirken neye dikkat edeceğiz? Bir ihtiyacı siyasi talebe nasıl çevirirsiniz? Bu önemli bir konu, çünkü çoğu insanın aklında böyle bir şey yok. İnce bir iş var orada. Yapılabilir, çok da basit. Gerekçenizi yazarsanız, konuyu takip edersiniz. Yöntemleri var. Dedik ki, siyasi okuryazarlık öğretelim. O proje birçok ödül aldı. En iyi örnek seçildi. Yetişkin eğitiminin ne olduğunu AÇEV’le birlikte çalışırken öğrendim. Kadın eğitimi meselesi de benim ilgilendiğim en önemli meselelerden biri oldu. Çünkü Türkiye’de hâlâ, 2021 yılında, 2.5 milyon okumaz yazmaz kadın var. Başta kadınlar olmak üzere toplumsal gelişmeye çok büyük zararı var. Hiçbir şekilde hayata karışamıyorlar. Bu çok acayip bir şey. 2000 yılında devletin imza attığı pek çok uluslararası anlaşma var. Kimi AB’den, kimi BM’den gelen anlaşmalar bunlar. Orada diyor ki, 2005 yılında Türkiye okumaz yazmazlığı sıfırlayacak. Bundan 15-16 yıl öncesinde Türkiye’nin okumaz yazmazlığı sıfırlaması gerekirken biz hâlâ 2.5 milyon okumaz yazmaz kadından söz ediyoruz. Kız çocuklarının okuldan kopması çok önemli bir problem. Erken evlilik için kopuyorlar ve zaten kopan kızlar da erken evliliğe yönlendiriliyor. Aile ve toplum baskısı gibi birtakım unsurlar var işin içinde. Kadın eğitimi, Türkiye’nin çözmesi gereken önemli bir mesele. Otobüse binerken bile bu otobüs nereye gider, orada durur mu, burada durur mu, büyük sıkıntı. Dolayısıyla kadın eğitimi meselesi de bir mesela. Biraz bunun üzerinde de çalışıyorum. Kadınları güçlendirici eğitimler. 

Türkiye’de çok gelişmiş bir kadın hareketimiz var çok şükür. Örnek alınacak işler yapıyoruz. Uzmanlaşma denen bir şey var. Bu, çoğu ülkede olmayan bir şey. Kimi dernekler kadın istihdamı konusunu takip eder, sürecin her şeyini bilirler, kimisi kadın eğitimini kimisi siyasette kadını takip eder. Şimdi ekolojist bir kadın grubu var. Su kullanımı, yeşillik, atık maddeler, yeniden dönüşüm… Buna üretme değil, türetme deniyor. Büyük bir alan ve bu alanda yıllardır çalışan önemli kadın grupları var. Biz onları bazen Kazdağları savunmasında, bazen HES karşıtı etkinliklerde görüyoruz. Ama ekolojist hareket de son derece güçlü. Türkiye’de yine kadınların liderliğinde yürüyen bir hareket. Böyle bir uzmanlaşma var. Kadın sağlığıyla ilgilenen bir grup arkadaşımız var. Çeşitli dernekler var. Kadın hareketi oldukça donanımlı. Kadınların nerede ne sorunları var, nerede ne eksik, devlet neyi yapmalı, kamu neyi yapmalı, belediye nereye bakmalı, kadın örgütleri başka ne yapmalı, bunların hepsini alanı takip edebildiğimiz için aşağı yukarı bilebiliyoruz. 

Tabii siyasileri, kamuyu bu konuda işbirliğine çağırıyoruz. Çok kolay olmuyor, çünkü oralar hep erkeklerle dolu. Bu ittifakları kurabilmek, kendine müttefik kazanabilmek apayrı bir konu. Onu da yapmak için epey çaba sarf ediyoruz. O da lobiciliğin bir parçası. Mesela kadın vekiller son derece önemli ya da kadın belediye meclis üyeleri, kadın muhtarlar, kadın belediye başkanları. Onlar müttefik olabilmeleri açısından kıymetli. Fakat her zaman öyle işlemiyor. Onlara seslenmek, onlarla ilişki kurmak sivil toplumun gücünü aşıyor. Ülke de çok büyük. Büyük kaynaklara ihtiyaç var ve Türkiye’de sivil toplum o kadar kaynağı olan alan değil. O açıdan zorlanıyoruz, ama en azından yöntemi biliyoruz. Çok şahane işler de oluyor. Birçok kent konseyinin kadın meclisi var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yerel Eşitlik Eylem Planı yaptı mesela. Mart’ın 7’sinde açıklanacak. SODA’yı da (Sosyal Dayanışma Ağı) davet ettiler, çünkü toplumsal cinsiyet çalışıyoruz. Görüşlerimizi ve önerilerimizi ilettik.  

Kadının siyasete girmesinin önündeki engellerde değişim oldu mu? Siyasetteki kadın sayısını ve konumlarını yeterli buluyor musunuz?

Çiğdem Aydın: Ben kendi adıma şunu söylemek istiyorum. Kadınların siyasetteki var olma mücadelesinde iyi ilerledik. İyi yol katettik. Çünkü bu, her anında savaşmanız gereken bir alan. Hiçbir şey kolay değil. “Kadınlara kota koyduk, gelsinler, elbette yer veriyoruz” söylemleri yalan. Kota olsa bile o kotayı vermemek için uğraşıyorlar. “Kadınlardan adaylık parası almıyoruz, kolaylık yapıyoruz.” Şöyle doğru olamıyor. O kadınlar kendi posterlerini bastırmak, kendi arabalarını tutmak, anonsunu yaptırmak, ev ziyaretlerinde bulunmak, aday olduklarını anlatmak için dolaşacaklar değil mi? Çiçek, çikolata, benzin paraları söz konusu. Kendi arabaları yoksa araba tutuyorlar. “Kadın adaylardan para almıyoruz” diye bir şey yok. Alınmıyor, ama bunun faydası yok, çünkü o seçim için gereken parayı, ki her zaman oldukça yüksek paralardır, kadınların sarf etmesi gerekiyor. Dolayısıyla bir kadının siyasette var olabilmesi, her cephede savaşmayı gerektiren bir şey. Önce para bulması, sonra ailesini ikna etmesi, akabinde ailesini düzenlemesi ve hiçbir şey aksamayacak şekilde kendi adaylığının peşinde koşması gerekiyor. Bunlar tamam mı? Ondan sonra siyasi partisini ikna etmesi gerekiyor. Çünkü çoğu zaman “ay gel, Asuman Hanım aman büyük emeğin var, gel” deniyor misal. Öyle değil o, sizi kapıda tutarlar senelerce, orada kalırsınız. Kendi partinizi ikna etmek zorundasınız. Kendi partinizin karar kurullarından yara almadan çıkmak zorundasınız. Hadi aday oldunuz, dünyanın parasını sarf etmeniz, ittifaklar kurmanız ve pazarlıklar yapmanız gerekir ve bunlar her kadın için kolay şeyler değildir. Neden değildir onu söyleyeyim. Kadınlar sonunda “Ben bu parayı neden sarf ediyorum ki? Bu boşuna. Neden havaya savurayım, iki tane çocuk okuturum. Çocuklarım için bir şey yaparım. Bunu daha iyi kullanırım ben” diye düşünüyor, haklılar. Siyaset erkeklerin kurduğu anlamda tam bir al-ver işi. Verecekseniz ki alabilme noktasına gelebilin. Bu, kadınlar için uygun bir sistem değil. Kadınlar için sonu belirsiz macera. O yüzden mecliste artık 104 kadın olmasından, kadın temsilinin mecliste %17’ye çıkmasından, belediye meclislerinde %20’leri bulmamızdan ben memnunum. Çünkü dediğim gibi, bu büyük bir savaş. İyi ki sayılar artıyor. Tabii ki beklenen bu değil, tabii ki çok daha yüksek olmalıydı. Hem kararların içinde hem yönetimlerde daha fazla sayıda kadın olmalıydı. Olmadı. Ama olacak. Çünkü bir yol bulduk, açıldı, geri dönüşü yok. Siyasetin içinde bulunmuş kadınlardan da biliyoruz ki, bunun geri dönüşü yok. Artarak ilerleyecek. 

Kadınların bu konuda daha fazla cesaretlendirilmesi için sizce atılması gereken adımlar neler? Klişeleri -kotalar koyun, para almayın- geçiyorum.  Özellikle yerel yönetimler kadınlar için çok uygun alanlar mı sizce? Bu konuda partilere nasıl bir sorumluluk düşüyor? 

Çiğdem Aydın: Bir kere şu bir gerçek. Siyasi irade olmadan bunu başarmak mümkün değil. Siyasi irade derken “evet ya kadınlar toplumun yarısı, her türlü kararın içinde de bulunmalılar, zaten bulunmak da istiyorlar” diyen bir siyasi iradeye ihtiyacımız var. O zaman kapılar açılacak. Sadece kotadan söz etmiyoruz, sadece sizin söylediğiniz önlemlerden söz etmiyorum. Şöyle düşünün, -bunların araştırmaları hep KA.DER’de yapıldığı için söylüyorum- bir kadın adaysınız, belediye meclisine yahut vekilliğe aday olmayı düşünüyorsunuz. Gittiniz, parti kapısından içeri girdiniz. Birileri sizi yönlendirecek. Sormanız lazım. Adaylık başvurusu yapmaya geldim, nereye? Karşılaştığınız insan muhtemelen bir erkek ve mezar taşı gibi bir suratı var. Şöyle bir bakıyor size. Diyorsunuz ki aday olmaya geldim. Hâlâ bakmaya devam ediyor. “Herhâlde form dolduracağım, nereye gitmeme gerek?” diye soruyorsunuz. Eliyle işaret ediyor. Orada bir oda kurulmuş. Çoğu seçimde birçok adayla çalıştığım için bunu bu kadar rahat söylüyorum. Çeşitli kolaylıklar yapılmış tabii. Oturuyorsunuz bir sandalyeye, form dolduracağım, adayım diyorsunuz. Orada oturan diğer asık suratlı erkek tak önünüze bir kâğıt koyuyor. Kaleminiz yok mesela, kalem soruyorsunuz size kötü kötü bakıyorlar. Buraya kadar gelmiş, kalem bile getirmemiş yanında. Kadınların cesaretini kırmak tam buradan başlıyor ve devam ediyor. Çünkü sizi orada istemiyorlar. Çünkü “Senin burada işin ne ablacım? Neden geldin?” anlayışı var. Arkandan konuşuyorlar, “Ay gördün mü tırnaklarını, topuklu pabuçlarını gördün mü? Bu mu araziyi dolaşacak, bu pabuçlarla mı köylere gidecek? Ha ha ha.” Şimdi böyle bir ortamda nasıl desteklenebilirsiniz ki? Sizden para almasınlar ne olacak yani? Herkesin yüzünde, gözünde görüyorsunuz. Çok feci bir şey. Ayrıca ortamlarda hiçbir şey kadınlar için uygun değil, siyaseten uygun değil. Çünkü erkek egemen alanlar. Erkekler kendilerine göre dizayn etti. Bu da onların hakkı, odada otuz tane erkek olunca kendine göre dizayn oluyor. İşte, siyasi irade burada işe yarar. Bunun her bir aşamasına tek tek bakıp kadınları dışlamaya hakkın yok. Kadını kadın olduğu için dışlamak, kadını kadın olduğu için öldürmek, kadın hareketi içinde de çok tartışılan meseleler. 


Kadını kadın olduğu için siyasette istemiyorlar. Çok acayip değil mi? Hâlbuki aklınız, fikriniz ve beceriniz var. Siyaset yapma arzunuz, isteğiniz var ve siz bir yurttaşsınız. Bu ülkede seçme-seçilme hakkınız, anayasal hakkınız var. Nasıl olur da bunu yapamazsınız? Onun için kolay değil, ama kadınlar bu konuyla çok güzel uğraşıyor. Bireysel olarak yılmıyorlar. Birbirileriyle dayanışıyorlar. İttifaklar kuruyorlar, süreci aşmanın yolları bu. 

Mesela siyasi partilerin kadın kollarında büyük emek veren kadınlar var. Hiç şöyle öyküler biliyor musunuz? Filanca ilin kadın kollarında yirmi yıl çalışmış, oradan bilmem nereye geçmiş, oradan belediye meclisine, oradan başka yere. Erkekler için bütün emeklerin değerlendirildiği, siyaseten basamak basamak yükselme sağlandığı bir öyküden yüzlerce bulursunuz, kadın için böyle öyküler yok. Artık bir noktada yeniliyorlar. Yeter diyorlar. Kadınlar siyaseti bırakıyorlar. Dünyada böyle bir oran var, siyaset döngüsü oranı. Türkiye’de bu, 2.5 yıl. 2.5 yılda kopuyorlar ve yeniler geliyor. Hâlbuki mecliste 8-9 dönem -dörtle çarpın bunları- vekillik yapmış erkekler var. Belediye meclislerinde de öyle. Partiler değişmiş, o abi hep meclis üyesi, adam otuz yıldır üye. Otuz yıllık kadın yok. On yıllık kadın bile yok. Meral Akşener dışında siyasette bu kadar uzun soluklu kadın yok. Adamlar otuz-kırk sene vekillik yaparken kadınlar üç-beş yılda tükeniyor. Niye? Sistem onları dışarıya atmaya yönelik. Onlar da içeride kalmak için büyük bir savaş veriyor. Her birinin elini sıkıp tekrar dayanışmamız gerek. Siyasetin ve partinin iradesi, başkanı ve yöneticisi bu gerçekleri görmeli. Kadınlar toplumun yarısı. Yurttaş olarak birtakım talepleri var, o masalarda bulunacaklar. Kararların alınmasına ve dizayn edilmesine katkıda bulunacaklar. Bu, onların yurttaşlık hakkı. Bu konuda kadın dayanışmasına ihtiyaç var. Yoksa sizden nefer yapıyor kendine. Kadınlar bunu görüyor, ama epey kadın ziyan oluyor. Bunları kadınlara anlatmamız önemli. İttifak yapacaksan kadınlarla yapmalısın, çünkü kadınlar için tek tek kurtuluş yok. Biz grupça kurtulacağız. Bir güruh olarak kurtulacağız, o yüzden dayanışmamız gerekiyor. 

Sizin son yıllardaki içinde bulunduğunuz platformlar var: SODA ve EŞİK

Çiğdem Aydın: Ben 25 yıldır KA.DER’de, AÇEV’de birçok kadın derneğinin kuruluşunda bulunduğum için herkes nerede ne yapıyor biliyorum. Az evvel bahsettiğim uzmanlaşma önemli bir şey. Alanda problemlere çözüm bulmamıza yarayan bir şey. Fakat insanı kısıtlayan yanı da var. Siyasetle mi ilgili o zaman KA.DER. İstihdamla mı ilgili o zaman KAGİDER. Böyle uzmanlıklara ayrılmış örgütsel yapımız var. SODA’yı kurarken bunun dışına çıkmak istedik. 

KA.DER’de alanda dolaşırken çok sayıda problemle de karşılaşıyorsunuz. Oraya kadınlara siyaset anlatmaya gitmişiz, ama çok bambaşka bir dertle karşılaşıyorsunuz. Mesela engelli anneleri başlı başına bir grup, tamamen destekten yoksunlar. Devlet onları şöyle görüyor. Evde bakılacak engelli ve yaşlı hasta varsa, para bağlıyor. Bu iyi, şahane. Çok iyi bir destek tabii ki. Ama bu aynı zamanda bakım emeğinin tamamen kadınların üzerinden yürümesi demek. O kadına kim bakacak peki? 175 TL’den başlıyor 1.000 TL’ye ulaşıyor bildiğim. Ama o kadınların psikolojisiyle kimse ilgilenmiyor. Engelli bakmak kolay mı evin içinde ya da bir hastaya bakmak senelerce? Kolay bir şey mi? Böyle bir grup kadın var. Kendisi engelli olan bir grup kadın var. Onlar için de hayat son derece zor. Arkadaşlarla oturduk dedik ki: “Biz başka bir dernek daha kuralım. Örgütlülük iyidir, buna yürekten inanıyoruz, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışalım, kendimizi siyaset, istihdam, sağlık gibi alanlarda sıkıştırmayalım. Çünkü artık bu kadar yılda büyük bir network edinmiş durumdayız, önümüze gelen problemle ilgilenmek istediğimiz zaman bu derneğin çatısı altında yapabilelim.” Böyle bir yerden yola çıkarak Sosyal Dayanışma Ağı’nı kurduk. Tamamen dayanışma üzerine. Hangi grubun neye ihtiyaca varsa onunla ilgili dayanışmak ve oradaki problemi dayanışmayla çözebilmek üzerine kurmuş bir dernek. Bu da başka bir model, yeni bir model. Değişik yollarla ve yöntemlerle problem çözmeyi bilebilmemiz gerekli. O yüzden odağı biraz daha belli. Toplumsal cinsiyet eşitliği, dayanışma, sosyal konular üzerine çalışacak bir ağ. Bugüne kadar da iyi işledi. Birçok insana dokunmayı, birçok problemi çözmeyi, birbirinden farklı ama doğru işler yapmayı başardık. Fakat konvansiyonel STK anlayışının dışında bir şey olduğu için fon alamadık. Fon alamadık, çünkü siz bunun uzmanı değilsiniz diyorlar. Kafalar hâlâ eski sistem çalışıyor. Peki, tamam onlar da bizim olduğumuz yere gelene kadar dayanışmayla, sosyal desteklerle ilerleriz.

EŞİK’in kuruluşu ise, yaz aylarında oldu Temmuz’un sonlarına doğruydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını isteyen gruplar olduğu bilgisinden hareketle kurmaylarına “İnceleyin, bakın. Halk istiyorsa kaldırılır” dedi. Bu, basına yansıdı. Basına yansır yansımaz “İstanbul Sözleşmesi tehlikede mi?” diye bir kaygıya kapıldık haklı olarak. Çünkü İstanbul Sözleşmesi pek çok açıdan oldukça önemli bir sözleşme. Bir kere Türkiye’nin ön ayak olduğu bir sözleşme. Gururla tüm dünyaya tanıttığı bir sözleşme. Günde üç kadın kaybettiğimiz, kadın kırımı, cins kırımı yaşanan bir ülkede söz konusu bile edilemez İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması. Yazışmalara başladık. Türkiye’nin her köşesinden örgütlü, örgütsüz, bağımlı, bağımsız, tek başına, feminist, feminist olmayan, bu konuda çalışmak isteyen, kadın meselelerinde çalışmak isteyen kadınlar WhatsApp/mail gruplarının içine dahil oldu. Haberleşme ağı kurduk yani. Odağımız da İstanbul Sözleşmesi. Bunun yanı sıra kadınların ve ailenin şiddetten korunması yasası 6284’ün de topun ağzında olduğu öğrendik. İyi yasalar, iyi sözleşmeler. Biz bunlardan gayet memnunuz, ama uygulanmıyor. Bizim problemimiz burada başlıyor. Uygulanmadığı gibi şimdi de kaldırmaya kalkışıyorlar. Bunun üzerine bütün kadınlar bir araya geldi, haberleşme ağının altında dedik ki: Birlikte eylem örgütleyeceksek bunun bir ismi olmalı. Bunun üzerine EŞİK (Eşitlik İçin Kadın Platformu) adını koyduk. Bir sürü isim önerileri vardı. Kullanmak isteyen herkes sloganı birlikte kullanabilir. Sosyal medya üzerinden kampanyanlar örgütleyebiliriz ve birbirimizle haberleşebiliriz kim/nerede/ne yapıyor diye. Böylece iş büyüdü ve şiddete uğradığı için başvurmak isteyen kadınlar, evinde eşya ihtiyacı olan kadın, çocuğunun okulu için burs arayan bir kadın, hükümetin içinden bizimle temas kurup da İstanbul Sözleşmesi’ni korumak isteyen kadınlar gibi çok çeşitli grupları bir araya getiren ama birlikte de eylem örgütlememize, sesimizi ortak çıkarmamıza yarayan bir grup oluştu. İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili çeşitli kampanyalar yaptık. Mesela kadınların 12 talebi diye bir belge çıkardık. Bunu bütün belediyelere, siyasilere gönderdik. Siyasi parti başkanlarıyla ve temsilcileriyle Zoom üzerinden çeşitli toplantılar yaptık. Hem İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını istemediğimizi belirttik hem de kadın hareketinin, kadın problemlerinin çözümü için önerilerimizi ilettik. Bu toplantılar Ahmet Davutoğlu’yla, Ali Babacan’la, Meral Akşener’le, Saadet Partisi’yle yapıldı. CHP Kadın Kolları Başkanı Aylin Nazlıaka’yla iki toplantı yapıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve kadın milletvekillerinin bir bölümünün katıldığı bir toplantı yapılmıştı. 

Şu ara son derece yoğun bir şekilde 8 Mart’la ilgileniyoruz. Önümüzde 8 Mart var ve Türkiye’nin dört bir yanından yüzlerce örgütün 8 Mart’la ilgili önemli bir girişimi olacak. Çok da güzel olacağını umuyorum. 


EŞİK, yerel yönetimlerle nasıl çalışıyor? Kadının şiddete uğradığı noktada her ne kadar merkezi yönetimin yasalarının devrede olması gerekiyorsa da yerel yönetimlerin sorumluluğunu nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir işbirliğiniz var?


Çiğdem Aydın: Köprü vazifesi gören arkadaşlarımız var orada: Zelal Hanım, Şengül Hanım. Bu konularda son derece ilgili, bilgili, yetkililer. Sayın İmamoğlu da kadın meselesine doğru bir noktadan bakarak konuşan bir siyasetçi. O açıdan da kendisini seviyoruz ve takdir ediyoruz. 

Yıllar yıllar önce ben KA.DER’deyken toplumsal cinsiyet eğitimleri için birtakım yerlerden davet geliyordu. Beylikdüzü CHP teşkilatı istedi. Başka CHP Kadın Kolları’na daha önce de gitmiştim, Beylikdüzü’nden de davet alınca oraya da gittim. O zaman Ekrem Bey, Beylikdüzü Belediye Başkanı idi. Seçileli belki 6-7 ay olmuştu. Yeniydi yani. Toplantıya geldi, ben içimden “Eyvah, siyaset konuşacak gidecek. Benim de saatimden çalacak” dedim. Geç geldi, çünkü biz toplantıya, eğitime başlamıştık. Ben tabii sustum: “Buyurun, başkanım” dedim. Kürsüye geldi, çok kısa konuştu. “Kolay gelsin, başarılar dilerim. Bu belediyede kadın bakış açısı önemlidir. Kadınlarla birlikte birtakım işler yapmak için birçok planımız var. Hepinize kolay gelsin” gibi gayet kısa bir şey söyledi. Ondan sonra yürüdü ve salonun arkasına geçip oturdu. Normalde hep giderler. Söyleyeceğini söyler ve gider, siyasetçinin âdeti budur. Ancak Ekrem İmamoğlu oturdu, yanındakiler de oturdu. Sessizlik oldu, birbirimize baktık. “Siz buyurun anlatın” dedi bana. Hakikaten 2.5 saat sonra mola verdik. Moladan sonra da devam ettik. O, orada oturdu. Hepsini dinledi, bütün eğitimi. Ben ”Başkanım beni çok şaşırttınız, genelde gelirler, selamlama yaparlar ve giderler siyasetçiler” dedim. “Olur mu öyle şey? Ben öğrenmeye geldim. Toplumsal cinsiyet eşitliği neymiş öğrenmeye geldim. Madem böyle bir eğitim düzenlemiş arkadaşlar, herkes öğrenecek, hep beraber öğrenelim. Onun için tabii ki dinleyeceğim” dedi.  Bizimle oturdu, eğitim bitti, alkışladık ve gitti. Arkadaşlar aradı sonra. “Başkan size selam söylüyor.” Hâlâ daha unutmamış. Böyle bir şey. Ekrem Bey bu konuya ilgi göstereli seneler oldu, demek istediğim bu. Dilek Hanım da öyle. Bu, İstanbul ve kadınlar için bir şans. Hakikaten büyük bir şans, bunu değerlendirmemiz gerekiyor. 

EŞİK’le İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve diğer bütün yerel belediyeler arasında kent konseyleri de taşıyıcı oluyor. Hem EŞİK’in içindeler hem belediyeyle bağlantıları var. Dolayısıyla bu köprüleri arkadaşlarımız vasıtasıyla kuruyoruz. Bakım hizmetlerinin tamamen kadınlar üzerinden yapılması, İstanbul’un güvenli bir şehir hâline gelmesi vb. konuları “Yerel Eşitlik Eylem Planı”na yansıtmaya gayret ettik. Geçen gün toplantı yapıldı, plan üzerine konuştuk. Bence söylediğimiz birçok şey planda yer almış. Güzel bir yerel eşitlik planı çıkarmış arkadaşlar. İlknur Üstün de, Özgün Akduran da çok uzun zamandır birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız. Dolayısıyla çok güzel ele almışlar her şeyi.





Önerilen Haberler