YÜKLENİYOR
Berat İnci
Gıda Kurtarma Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
2021 BM İsraf Raporu’na göre, Türkiye gıda israfında dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Türkiye yoksullaşmanın çok hızlı arttığı bir ülke durumundayken gıda israfında da üst sıralarda. İsterseniz buradan başlayalım.
Berat İnci: Türkiye’de bu konuda doğru veri yok. İsraf rakamları doğru tutulamıyor. Dünyada da böyle ama takip sistemleri iyileşmiş durumda. Türkiye’nin en zayıf olduğu noktalardan bir tanesi, doğru veriye ulaşılamaması. Sahada görüp tespit ettiklerimize baktığımızda Türkiye’nin gıda israfının 300 milyar TL ve hatta daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu israfın büyük çoğunluğunu insan tüketimine uygun gıdalar oluşturuyor.
Dünya ülkelerine göre baktığımız zaman gelişmiş ülkelerde toplam israfın %55’i hanelerde oluşuyor. Çünkü gıdaya erişim daha kolay, daha ucuz. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde durum tam tersi. Tedarik zinciri dediğimiz kısımda israfın %55’i oluşuyor. Çünkü o tarafta teknoloji ve yönetilebilirlik daha zayıf. Hanelerde ise, israfı değerlendirme kültürü bir tık daha yüksek. Ama nihayetinde toplam atığa baktığınız zaman %55’i tedarik zinciri tarafında, marketlerde, tarımda, hatta bazı tarım ürünlerinde tek başına ürün bazında %55’e varıyor. Ama hanede de %45’ini kişiler olarak biz çıkarıyoruz.
Tabağımıza gelene kadar olan kısımdaki fazla gıdaların değerlendirilmesiyle uğraşıyoruz, burada da çok ciddi bir miktar var. Aslında büyük bir kısmı da insan tüketimine uygun olmasına rağmen imha ediliyor. Bunun birçok nedeni var. Birincisi, Türkiye’de konuyla ilgili farkındalık eksik. Yani atık ne demektir? İsraf ne demektir? Biz ne atıyoruz, atıyor muyuz? Bunları bile kabullenip dile getiremiyoruz. Dört yıl önce bu yola çıktığımızda durum daha vahimdi, şimdi yapılan kampanyalarla beraber farkındalık da artmaya başladı. İkinci temel problem, Türkiye’de konuyla ilgili kapasite yok. Özellikle firmalar, “Tamam ben ürünümü çöpe atmıyorum, insan tüketimine uygun olanlarını ihtiyaç sahiplerine bağışlayacağım,” dediğinde bu ürünleri alıp ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak ne belediyelerde ne de sivil toplumda doğru kapasite altyapısı var. Araç, personel, depo altyapısı yok. Buna gıda bankacılığı deniyor. Dünya’daki örneklerine bakıyorsunuz, 30-40 yıldır ciddi sistemler kurulmuş. Türkiye’de bu konular yeni yeni gelişiyor.
Bir diğer konu da regülasyonel düzenlemeler. Biz dört yıldır Ankara’da 11 farklı kamu kuruluşuyla israfın önlenmesinin önündeki direkt ya da dolaylı engelleri çalışıyoruz. Hangi kanunun, hangi kamu biriminin ya da hangi kişinin sorumluluğunda olduğuna dair bu matrisleri çıkarıp ilgili kamu birimine “Hadi gel, bu işi yapalım. Bu problemi çözmediğimiz sürece israf olmaya devam edecek,” diyerek çalışmalar yürütüyoruz. Hatta AB projesinde de bu çalışmaların detayını hazırlayıp ilgili tüm kamu birimleriyle paylaştık. Bu ajandaları işleterek firmaların israf etmemesi için teşvik edilmesi ve caydırıcı sistemlerin kurulması gibi birçok alanda çalışmalar başlattık. Aslında buna da savunuculuk misyonu diyoruz. Bu üç temel problem Türkiye’nin israfı önlemesinin önündeki en büyük etmenler. Farkındalık, kapasite eksikliği ve yapılması gereken regülasyonel düzenlemeler.
İsrafı önlemede “Gıda Bankacılığı” neden kritik?
Berat İnci: Gıda Kurtarma Derneği, bu üç ana misyonda kuruldu. Zaten dünyaya baktığınız zaman da üretilen her 3 gıdadan 1’i çöpe atılıyor. En çarpıcı rakam bu aslında. Türkiye’de de farklı değil. Bu da üretilen ürünlerin 1/3’ünü çöpe atmak için üretiyoruz demek oluyor. Türkiye’de bu israfın maddi değeri 300 milyar TL’yi aşmış durumda. İnsan tüketimine uygun olanın 90 milyar TL’lik kısmı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de her yıl insan tüketimine uygun 90 milyar TL değerindeki ürünü toprağa gömüyor ve yakıyoruz.
Normalde bir hiyerarşi söz konusudur. En yukarıdan en aşağı doğru gıdayı geri kazanmak için değerlendirme yöntemleri vardır. Hiç tercih edilmemesi gereken adım, toprağa gömme ve yakmadır. Çıkardığımız gıda atığının ortalama %97’sini toprağa gömüp yakıyoruz. Yani neredeyse hiç değerlendirmiyoruz demek bu. Bunun bir üst adımında biyogaz geri kazanımı ve endüstriyel kullanım gibi yöntemler var. Ayrıca hayvan yemi sektörü, besicilik, barınaklarla paylaşım olanakları bulunuyor. İnsan tüketimine uygun olanların bağışlanması ve gıda bankacılık sistemi var. En üst adımında da atığın azaltılması ve kaynağında yer alıyor. Bu üst adıma ulaşılması için en başta ölçülmesi lazım. Bunu değerlendirebilecek finansal, çevresel, sosyal faydanın konuşulması ve artırılması lazım. Bunları yapabilecek dijital teknoloji çözümler gerekiyor. Bu sayede Türkiye başta olmak üzere tüm dünyada konuyla ilgili problemler çözülebilir.
Mesela Danimarka, Almanya, İtalya, Amerika bu problemi 50-60 yıldır konuşuyor. Bahsettiğim gıda bankacılık sistemi 1960’ların sonunda Amerika’da ortaya çıkmış. 2021 yılındayız, Türkiye’de daha yeni yeni gelişiyor. Bizim 50 yıllık bir süremiz yok. Gıda Kurtarma Derneği olarak onların 50 yılda aldığı mesafeyi, kapasiteyi ve sistemin çok daha iyisini hızlı bir şekilde Türkiye’de kurgulayıp 2-3 yıl içerisinde o seviyeye getirmeyi istiyoruz. Biz çalışmalara başladığımız zaman dört-beş tane gıda bankası vardı, şu an bu rakam 100’ü geçti. 50 katına çıkardık diyebiliyoruz, ama İngiltere’ye ve İtalya’ya baktığınızda bu rakam 8.000. Almanya’da tek bir oluşumun altında 930 şube var. Türkiye’de dediğim gibi 100’ü yeni geçebildik. Yapılacak çok iş var.
Avrupa nasıl yapıyor bunu? Biraz detaylandırırsanız sevinirim.
Berat İnci: İsraf, dünyanın ana problemlerden biri. Bu gerçeği BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerinde görüyoruz. Bu hedeflerin 17 tanesini incelediğinizde israfı ve kayıpları önlediğiniz zaman sorunların 3-4 tanesine zaten çözüm bulabiliyorsunuz. Dünyanın en büyük 17 probleminin 4’üne tek başına israfı önleyerek çözüm bulabiliyorsunuz. Açlığa çözümün yanında iklimle ilgili de önemli sonuçlara ulaştırıyor. 12. madde iklimle ilgili, 3 alt maddede iklim değişikliğinde %8’in karbon salınımından ve gıda atığından geldiği belirtiliyor. İsrafın neden olduğu karbon salınımıyla Türkiye bir ülke olarak değerlendirilse, ABD ve Çin’den sonra üçüncü sırada yer alırdı. Gıda israfı işte bu kadar fazla karbon salınımına neden oluyor. O yüzden dünyanın en büyük problemlerinden biri hâline gelmiş durumda.
Gelişmekte olan ülkelerde ise, daha fazla israf var. Bunu değerlendirmeye yönelik teknolojiler geliştirmişler. Biz bunların hepsini yedi yıl yerinde inceleyerek, Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Rusya’da gıda kurtarma operasyonlarına katılarak orada olan sistemin daha iyisini burada kurgulamaya çalıştık. Nitekim yavaş yavaş oluşan teknoloji işbirliği modelleri, Türkiye’den yurtdışına çıkmaya da hazır hâlde. Ama Türkiye’nin katetmesi gereken uzun bir yol var, biz de mümkün olduğunca bu süreci hızlandırmaya çalışıyoruz. Bu, tek başına Türkiye’nin derdi değil. Dünyadaki çözüm yöntemi de BM’nin önerdiği gibi çoklu oluşumların bir araya gelmesiyle mümkün olmuş. Bu ne demek? Özel sektör, “Ben yaparım,” demiş. Sivil toplum harekete geçmiş, devlet ve kamu destek vermiş. Bütün kurumlar işin ucundan tutmuş. Dört yıl önce konuyla ilgili özel sektöre ilk gittiğimizde devamlı olarak şu cümleyi duyuyorduk: “Benim atığım yok ki.” Bu ülkede atık çıkardığını kabul etmeyen özel sektörün farkındalık eksikliği söz konusu. Kamuya gidiyoruz, rakamlar biliniyor, ama aksiyon doğru yerde alınamamış ya da bir yerlerde takılmış. Yavaş yavaş o süreçler de düzeliyor. 1.5 yılımız Ankara’da geçti. Çünkü burada ne kadar caydırıcı veya teşvik edici sistemler kurgulanırsa, firmalar da ona göre aksiyon almaya başlıyor. Fransa demiş ki: “400 metrekare üzerinde gıda işletmen varsa, gıdayı atık yapman yasak.” Direkt yasak koymuş, İngiltere teşvik sistemi oluşturmuş. Avrupa’nın böyle birçok kanunu var. Biz bunları harmanlıyoruz ve hangisi iyi uygulanmış, hangisi iyi sonuçlar vermiş inceliyoruz. İyi olan yöntemleri Türkiye’de uygulatalım diye öneriler geliştiriyoruz. Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, Maliye, Ticaret Bakanlığı derken 11 farklı kamu kuruluşundaki ajandalar böyle oluşuyor. Biz de onlara destek olmaya çalışıyoruz.
Peki, bu 4 yıllık süre zarfında mevzuatta ve yasal düzenlemede nasıl bir yol alındı?
Berat İnci: Aslında gıda israfının önlenmesinde firmaların bağış vermesi birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de vergi avantajıyla tanımlanmış. Ancak 2019’da geçerli olan, 2018’deki torba yasası değişikliği öncesinde firmalar imha ettiklerinde de vergilerinden düşüyordu ve hatta imha ettiklerindeki düşülen vergi oranı daha fazlaydı. Yani bir nevi bağışlama, imha et, daha fazla vergi avantajın var gibi bir süreç söz konusuydu. Bu yüzden biz de mecliste ilk olarak KDV iadesi kapsamında önerilerimizi paylaşmıştık. Akabinde bu, hızlı bir şekilde meclisten geçti ve imha etmeye göre bağışlamanın vergi avantajı -küçük de olsa- tanımlandı. Kurumlar vergisi değişti, ama bağış yapmanın %6.7 gibi vergi avantajı önceliği var. 2021 yılında da birçok düzenlemenin geçmesini bekliyoruz. İşin güzel tarafı, kamu tarafında da en alttan en üste kadar birçok insana ulaştık. Bizi dinlediler. Her dinleyenin ilgisini çeken bir konu. Çünkü kişisel olarak da derdimiz, israf. Bizi dinlediklerini hissetmek güzel. Savaşmaya devam ediyoruz.
Bu organizasyonu nasıl yapıyorsunuz? Yerel yönetimlerle işbirliği oluyor mu? Belediyeler açısından avantajlı taraflar ve riskler neler?
Berat İnci: Türkiye’de gıda bankacılığı sisteminin yaygınlaştırılması ve bu vesileyle gıda israfının önlenmesi için çalışan bir kurumuz. “Gıda Bankacılığı” dediğimiz sistem de şu: Firmalarda oluşan, insan tüketimine uygun olan fazla gıdanın sivil toplum kuruluşu ya da yerel yönetimler aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması sistemi. Firmaya ülkeden ülkeye değişen çeşitli oranlarda vergi avantajı sunuluyor, “Sen bunu çöpe atma, imha etme, insan tüketimine uygunsa bağışla,” diyor. Biz de bu sistemin Türkiye’de yaygınlaştırılması için uğraşıyoruz. Hem firmalar hem de bu ürünü alıp ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak kurumlar tarafında. Aslında bu konuyla ilgili belediyelere de yetki tanımlanmış. Belediyecilik kanununa baktığınız zaman bir cümle eklenmiş: Gıda bankacılığı yapabilir. Bu cümle sayesinde belediyeler gıda bankacılığı yapabiliyor, ancak bir STK üzerinden yapabiliyor. Bu ne demek? Firma, gıda bankacılığı statüsü olan bir STK kuruluşuna ürünü bağışlıyor, STK da belediyeye bağışlıyor, ürün belediye vasıtasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabiliyor. İyi ki böyle bir kanun konmuş. Çünkü STK’ların böyle bir altyapısı yok. Belediyelerde araç, personel, yer, aşevi gibi organizasyonlar var. Gıda bankacılığı, günlük veya aylık belli rutinde çıkan ürünlerin market zincirlerinden, üreticilerden, dağıtıcı firmalardan toplanması, ayrıştırılması ve çeşitli yöntemlerle ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması işi. Biz de belediyelere, derneklere ve vakıflara bu işi anlatıyoruz. Diyoruz ki: Bakın, burada ürün bedava. Fazla Gıda Anonim Şirketi’nin anlaşmalı olduğu firmalarla da kolay iletişimde kalabileceğiniz, takip kolaylığı sağlayan dijital bir sistem de var. Bunu da tamamen ücretsiz kullanabiliyorsunuz. Mesela 2 kilometre çapında bir market zinciri var. Şirket personeli oraya gidiyor, eğitim veriyor ve orada artık ürünler çöpe atılmıyor, insan tüketimine uygun ama satış vasfını yitirmiş ürünler ayrı ayıklanıyor. Sonra belediyeye, kuruma, derneğe bildirim geliyor.“Şu kurumda listedeki ürünler bağışa çıktı, gidin alın.” Gelen onay koduyla belediye gidip ücretsiz olarak ürünleri alıyor. İster getirip aşevinde sıcak yemeğe dönüştürüyor, dağıtıyor, isterse direkt dağıtıyor veya ihtiyaç sahibine kart tanımladığı, içinde belli bir puan yüklü bir sosyal market sistemine aktarıyor. İnsanlar bedava gelen bağış ürünlerini alabiliyor. Bu görüşmeleri biz dört yılda yaklaşık 2.000’nin üzerinde kurumla gerçekleştirdik. Belediyesi, derneği, vakfı, kaymakamlıkları vs. hepsinin yetkisi var aslında. Biz firmalar tarafında anlaşmaları artırıyoruz. Market zincirleri tarafında ulusal birçok markayla çalışıyoruz. Üretici firmalarda ulusal ve küresel birçok markayla çalışıyoruz. Dağıtıcı firmalar bu işin içine yavaş yavaş girdi. Sistemle beraber bu tarafta oluşan fazla gıda, diğer tarafta faydaya dönüşüyor. Belediyelere, derneklere şunu anlatıyoruz: Sıfır ürün vermek, sıfır ürün satın almak yerine buradaki bütçeyi kendi sisteminizi kurmanız için gereken kapasitenize harcayın. Daha fazla personel edinin, yer tutun, depo kurun, araç alın. Böylece etrafınızdan daha fazla ürün toplayabilirsiniz. Bu da sizin daha fazla bağış almanıza neden olur. Her ilçe belediyesi yılda 2 milyon TL para verip 2.000 kişiye kart dağıtıp alışveriş yapılmasını sağlamak yerine 500.000 TL verip bu sistemi bir kere kurarsa düzenli olarak bağışlara erişebilir. Böylelikle her gün bölgenizdeki insana %100 dokunabilirsiniz. Bu da belediyeye büyük bir güç veriyor. Hem insanlara ulaşmak ve onları dinleyebilmek hem de salgın, deprem, sel gibi felaketlerde ihtiyaç sahiplerine direkt ulaşabilme açısından. İhtiyaç sahipleri tespit edilmiş, ürün var, erişim belli, kime gidileceği belli. Hemen organize olarak hızlı aksiyon alan belediyelere bakın, gıda bankası olan belediyelerdir. Çünkü hâlihazırda sahada bu kapasiteleri vardır. Aynı şekilde deprem ve sel bölgelerinde de bunu deneyimledik.
Burada bir risk faktörü var. O da son kullanım tarihi. Amaç, gıdayı insanlara uygun ve sağlıklı koşullar içerisinde iletmek değil mi? Bu aşamada yaşadığınız zorluklar var mı?
Berat İnci: Bu konuda fazla sayıda soru geliyor. Bu zamana kadar yapılamamasının ana nedenlerinden bir tanesi buymuş aslında. Markalar tarafına bakıyorsunuz, markalar aynı kaygıya sahip. Ben bir ürün vereceğim, benim adıma verilen üründe bir problem olması marka değerimi bitirir, risk almayayım, toprağa gömerim, başım ağrımaz. Tonlarca ürün toprağa gömülüyor, kapatılıyor. Bir de üstüne vergi avantajı alıyor. Diğer taraftan belediyeler ve STK’lar, “Aman, bir ürün vereceğim diye başım yanar. Parasını veririm, daha az kişiye yardım ederim, ama başım ağrımaz,” diyor. Bu sistem Türkiye’de bir şekilde gelişmiyor. Biz Fransa’da bu işi inceledik. Kanunlarda da belli ürün gruplarının bağışlanması yasak, şartlar konmuş, takip sistemleri uygulanıyor. Türkiye’de takip sistemi de olmadığı için bu da mümkün olmamış. O yüzden fazla gıdanın dijital sistemini Gıda Kurtarma Derneği olarak kullanmamızın ve kullandırtmamızın nedeni bu. Çalışılan firmaların her bir personeline özel eğitimler veriliyor. Bir problemle karşılaşılıyorsa, kontrol aşamasında hızlı bir şekilde iletişime geçilerek bu problem çözülüyor. Zaten gıda bankacılığı, insan tüketimine uygun olan gıdanın değerlendirilmesi. O yüzden son tüketim tarihi geçmeden bu ürünleri bağışa dönüştürüyoruz. Ambalaj hasarlı olabilir, tarihi yaklaşmış olabilir. Çünkü bir üretici firma 9 ay ömrü olan bir ürünü zaten 1 ayı kaldığında satamıyor. Daha markete satacak, market zinciri müşteriye satacak. Mümkün değil, o yüzden bunu bağışlıyor ya da market zinciri bir hafta kaldığında onu raftan kaldırıyor. Çünkü diyor ki: “Ben son kullanımı için bir hafta kalmış ürünü satmam.” Raftan kaldırma süresi doluyor, ama son tüketim tarihine daha 1 hafta var. Bu ürünlerin hepsi hızlıca sisteme dahil olup gıda bankaları vasıtasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor. Bu tür gelişmelerle devam ediyoruz. Risk etmeni doğru takip edildiğinde ve denetleme süreçleri söz konusu olduğunda sorun çıkmıyor. Bu zamana kadar art niyetli herhangi bir durumla karşılaşmadık.
İşbirliği yaptığınız kurumlar bu koşullara uymadığı zaman ilişkiyi sonlandırıyor musunuz?
Berat İnci: Açıkçası bu zamana kadar böyle bir durumla karşılaşmadık, ama şunlar olabiliyor. O gıda bankasının soğuk hava taşıma ve depolama altyapısı yoksa bizim sistemde +4 ürün ya da -18 donuk ürün alamıyor. Meyve sebze bağışlarını alabilir, kasasına yükler, direkt ihtiyaç sahibi mahalleye gider ve tutanağıyla dağıtır. Bunu yapabilir. Bu süreçte gıda güvenliği anlamında da herhangi bir problem yok, alır ve dağıtır. Üretici firmadan bağış alabilmesi için toplu şekilde aldığı ürün tır bazında çıkıyor. Bizim bir kontrol listemiz var, bu listeyi doldurmalarını istiyoruz. Günlük kaç kişiye ulaşabiliyor? Her gün ve toplam ulaştığı kişi sayısı kaç? Bu, dağıtım reflekslerini kontrol edebilmemiz için gerekli. Depolama kapasitesini ölçüyoruz. Deposu var mı? Sosyal marketi var mı? Aşevi var mı? Kaç personel çalıştırıyor? Taşıma kapasitesi nedir? Yani aslında gıda bankalarının taşıma, depolama ve dağıtım kapasitelerini haritalandırıyoruz. Hatta bu verileri de bir araya getirdik, Türkiye’nin ilk gıda bankacılığı kapasite haritasını da çıkardık. Rakamlar maalesef üzücü. Bu araştırmayı 71 kurumda yaptık. Bizim kriterlerimize göre olması gereken toplam kapasitenin %53’ündeyiz. Ürünleri toplama, depolama ve dağıtım kapasitesi anlamında 100 üzerinden 53’teyiz daha. İyi olanlar da var. Belediyelerde de bunları görebiliyoruz. Beyoğlu Belediyesi, Gaziantep Belediyesi, Silivri Belediyesi, Ataşehir Belediyesi gibi. Ancak sivil toplumla beraber harekete geçilmesi lazım. Belediyelerin de bu işi başkandan başlayarak aşağı kadar inanarak, güvenerek, isteyerek yapması lazım. Zincirin bir halkası bile zayıf olduğunda problem çıkıyor. Bütün mantığı, sistemi ve çalışma şeklini değiştirmek gerekiyor. Gıda bankacılığı sistemine inanmak ve güvenmek gerekiyor.
Bahsettiğiniz altyapının kurulma maliyeti ne kadar? Belediyenin destek vermesi gereken alanlar nereleri olmalı? Ortalama kaç personel çalışıyor?
Berat İnci: Kurulacak kapasiteye göre değişiyor. Belediyeler, “Ben kurayım, bir yıllık tüm ürünü de satın alayım, ama ya hiç bağış alamazsam,” korkusu yaşıyor. Biz o noktada destek olmaya çalışıyoruz. Şu an ürün bazında bütün marketleri ya da rafları dolduramıyoruz. Türkiye hâlâ o noktada değil, ama şunu öneriyoruz: 250 metrekare alan, 3-4 tane raf, 1 tane soğutucu, 1 tane dondurucu, küçük de olsa 1 tane soğuk hava deposu. Bunlar olduğu zaman bu bir sosyal market ve dağıtım noktası oluyor. Bu noktadan 4.000 çeşit ürüne kadar ürün dağıtabilirsiniz demek. Bunu daha da büyütebilirsiniz. 10.000 metrekare alana kuran da var. Bir aracın olması lazım. Belediyelerin hepsinin aracı var. Bir de kurulum ve personel maliyetleri var. Biz örnek olsun diye Kocaeli Dilovası’nda bir tane kurduk. Orayı kuralı iki yıl oldu ve toplam maliyeti yaklaşık 400.000 TL’ydi. 350 metrekare alan, içerisinde 25 metrekare soğuk hava ve donuk hava deposu var. Ayrı gıda deposu da bulunuyor. Yaklaşık 200 metrekare alanı da sunum alanı. Mini bir ofisi var. Aynısını bugün kurmaya çalışsanız, yine 1 milyon TL’yi geçmeyecektir. Bizim oradan verdiğimiz bağış miktarı kurduğumuz ilk 7 ayda 2 milyon TL’yi geçmişti. Tamamı bağıştı, neredeyse hiç satın alım yapmadık. 400.000 TL harcadık, daha 7. ayında 2 milyon TL’lik değer yaratmıştık.
Dilovası halkı oraya alıştı. Devamlı geliyorlar, soruyorlar ve dert yanıyorlar, biz de dinliyoruz. Problemlerini kaymakamlıklarla ya da diğer birimlerle iletişime geçip çözmeye çalışıyoruz. Halka dokunan güzel bir nokta oldu. Bu modeli giderek yaygınlaştırmak istiyoruz. Dediğim gibi, bildiğiniz market de kurabilirsiniz, küçük bir alanda hiç market kurmadan sadece araçla civarınızdan meyve sebze benzeri ürünleri toplayarak da dağıtabilirsiniz. Bunu yapan dernek, vakıf, belediyeler de var. Alıyor, direkt ihtiyaç sahibi mahalleye gidiyor, tutanağı tutuyor ve ürünleri hızlı bir şekilde dağıtıyor. Hem etrafındaki israfı önlüyor hem de daha fazla insana daha çok ürün ulaştırıyor. Kapasitesi bölgedeki bağış potansiyeline ve belediyenin kaç kişiye ulaşmak istediğine göre değişiyor.
Size ulaşmak isteyen belediyeler web sitesinden mi ulaşıyor?
Berat İnci: Web sitesi üzerinden ulaşabilirler ya da doğrudan bana ([email protected]) iletebilirler. Bu işi yapmaya gönül versinler. Bizimle çalışmasalar bile neyi nasıl yapacaklarını, konunun ne olduğunu detaylı şekilde aktarmaya çalışıyoruz. Türkiye’de bir tane daha gıda bankası kurulması öyle önemli ki. Böylelikle israfı önleme yolundaki amacımı gerçekleştirmiş oluyorum ve ülke olarak bir adım daha atıyoruz. Gıda Kurtarma Derneği olarak elimizden geldiğince, hiçbir kâr amacı gütmeden bu işi yaygınlaştırıp daha fazla insana aktarmaya çalışıyoruz. Size de buna vesile olduğunuz için çok teşekkür ederim.