YÜKLENİYOR
Doç. Dr. Aziz Çelik
Kocaeli Üniversitesi
Yoksulluk, sadece derin yoksulluk yaşayan ve hiçbir yerde kaydı olmayan insanların yoksulluğunun ötesine geçti. Çalışanların yoksullaşması gündemde. Gelir eşitsizliğinin bu kadar ayrıştığı bir dönem yaşamamıştık. Bu döneme ilişkin görüşlerinizi almak isterim.
Aziz Çelik: Pandemi döneminin en önemli iktisadi ve sosyal sonucu, iş ve gelir kaybı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde hükümetler, iş ve gelir kaybını telafi etmek için sosyal politika önlemleri aldılar, uyguluyorlar. Bazı ülkelerde bu konuya büyük bütçeler ayrılıyor. Pandemi döneminde Türkiye’de de iş ve gelir kaybını telafi etmeye yönelik önlemler alındığı söylendi, fakat bunlar son derece yetersiz kaldı. İşten çıkarma yasağı söz konusu oldu, ücretsiz izin uygulaması adı altında bir düzenleme yapıldı. Bunun karşılığında da işçilere bir ödenek verildi. 2.5 milyon işçiyi -İş-Kur’un ödeneklerinden yararlanamayan- kapsayan bir uygulama oldu. Günlük 39 TL’lik bir ödenek verildi. Bu, sigortalı işçiler için ciddi bir gelir kaybı anlamına geliyor. Bu uygulama günümüzde de devam ediyor.
Ancak buzdağının görünmeyen kısmı, kayıtsızlar ve küçük esnaf. İŞKUR’un gelir desteğinden yararlananlar esas itibarıyla sigortalılar ve daha uzun süreli çalışan kesimler oldu. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için son 3 yılda 450 gün çalışmak gerekiyor. Kısa çalışma ödeneği nispeten daha koruyucu bir ödenek. Brüt ücretinin %60’ıyla asgari ücretin %150’si arasında bir destek sağlıyor. Yaklaşık 3 milyon 700 bin işçi yararlandı, fakat sosyal yardımlardan yararlanmada katmanlaşma söz konusu. Sözünü ettiğim kategori, kısa çalışmadan yararlanan, gelir kayıplarını büyük bir ölçüde koruyan kısım. İkinci kategoriyi oluşturanlar, ücretsiz izin ya da nakit ücret desteği alan kesim. Bu kesim gelir seviyesi ne olursa olsun, yaklaşık 1.000 TL’lik bir ödeneğe mahkûm edildi. Üçüncü kategori, kayıtsız ve sigortasız çalışanlar ki, pandemide işsiz kalan asıl kesim. Çünkü işten çıkarma yasağı nedeniyle sigortalılar ve kayıtlılar işten çıkarılamadı, ancak kayıtsız istihdamda ciddi bir daralma yaşandı. Kayıtsız çalışanların gelir ve iş kaybını telafi edecek herhangi bir sosyal güvenlik mekanizması yok, sistemin içerisinde değiller zaten. Dolayısıyla bu kesimlere yönelik bir önlemden bahsedebilmek mümkün değil, keza küçük esnaf açısından da aynı durum söz konusu. Ocak ayına kadar küçük esnafa yönelik herhangi bir nakdi transfer yapılmadı. Büyük tepkilerin ardından Ocak ayından itibaren sınırlı birtakım destekler gündeme gelmeye başladı. Bu üç kategoriyi kademelendirecek olursak, üçüncü kategori aslında yoksullar olarak da ifade edebileceğimiz bir kategori. Bu kategorinin kapsamının ne olduğu konusunda istatistikler çok farklı şeyler söylüyor, ama en son Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yıllık raporu yayımlandı. Raporda 2019 ve 2020 yılında sosyal yardım alan hanelerin sayısını görebiliyoruz. 2019 yılında 3.2 milyon hane sosyal yardımlardan yararlanırken 2020 yılında bu sayı 6.6 milyon haneye ulaşmış vaziyette. Bu veri bize sosyal yardıma muhtaç olanların ve yararlananların sayısının pandemide iki katına çıktığını gösteriyor. Başka bir desteği kalmadığı için sosyal yardıma başvuran, sosyal yardım talep eden insan ve hane sayısında yaklaşık 2 katı bir artış oldu. Toplam sosyal yardım miktarında artış olmasına rağmen hane başı sosyal yardım miktarı neredeyse yarıya kadar düştü. 2019 ile 2020’yi karşılaştırdığımız zaman hane başına 1.000 TL civarında olan sosyal yardım 680 TL’ye kadar düştü. Bu neden kaynaklandı? Kayıtsız ve yoksul hanelerin herhangi bir destek almamasından kaynaklandı. Bu kesimler çeşitli kategorilerdeki sosyal yardımlara yöneldi. Tabii Türkiye’de kayıtsız sistemde çalışanlar açısından bir merkezi primsiz sigorta sistemi yok. Bu yardımlar büyük ölçüde sosyal yardımlaşma ve dayanışma fonlarından yapılıyor. Bu nedenle de düzensiz, şahsi ve bazen de politik bağlantılar kullanılarak yapılan yardımlar. Dolayısıyla bunun bir tür sosyal güvenlik kolu ya da dalı olarak uygulandığını söylemek oldukça zor. Pandemi, çalışanların büyük bir bölümü için -kayıtsızları da eklediğimiz zaman- ciddi bir gelir kaybına yol açtı. Bu durum yoksulluğun derinleşmesi anlamına gelecek. Sürecin etkilerini Ekim ayındaki gelir ve yaşam koşulları araştırmasının sonuçlarında net olarak göreceğiz. Bakanlığın raporunda bir veri yer alıyor. 3 milyon 200 bin kişilik yoksul hane başvurusu 6 milyon 600 bin kişiye yükseldiyse pandeminin yarattığı yoksulluğun boyutunu tahmin edebiliriz
Liberal ekonomi geçtiğimiz 40 yılda herkesin “Evet, bulduk!” dediği bir sistem olarak görünüyordu ve küreselleşme de buna eklenmişti. Fakat hem BM’nin raporlarında hem de yapılan araştırmalarda sosyal devlete dönüş, hiçbir güvencesi olmayan geniş kesimleri sahiplenme ve onlara bir gelir sağlama süreçleri yeniden konuşuluyor. Sizce pandemi nasıl bir dönüşüm sağlayacak? Sosyal devlet temelli bir yapı için umut var mı sizce? Türkiye bunun neresinde kalacak? Ülkemiz açısından gerçekçi acil eylem planı ne olabilir?
Aziz Çelik: Neoliberalizm, pandemi öncesinde de ciddi bir biçimde tartışılıyordu. Küresel ve toplumsal açıdan yarattığı eşitsizlik/tahribat nedeniyle, bizzat bunu savunan uluslararası kurumlar da içinde olmak üzere, bir revizyon tartışması -özellikle de 2008 krizi sonrası yaşanan büyük durgunluktan sonra- vardı. Mesela Joseph E. Stiglitz’in Eşitsizliğin Bedeli kitabı aslında neoliberalizme ana akım iktisat içerisinden yapılan bir eleştiri olarak da okunabilirdi. Pandemiyle birlikte daha görünür hâle geldi. İtirazlar ve eleştiriler artmaya başladı. Neoliberalizm, çoğu ülkede sağlık sisteminin tahrip edilmesinden dolayı Covid-19 karşısında yetersiz kalmaya başladı. Pek çok hükümetin pandemi sürecinde nakdi transferleri gündeme getirmeye başladığını, bu transferlerin ülkelerin ortalama ulusal gelirinin %12’sine kadar çıktığını ve bazı ülkelerde %20’lere yaklaştığını görüyoruz. Biden’ın ABD’de açıkladığı son paket çok ciddi bir kamusal müdahale ya da destek anlamına geliyor. Henüz neoliberal paradigmanın tümüyle terk edildiğini söylemek mümkün değil. Pandemiyle birlikte devletin sosyal, düzenleyici, toplumsal destek sağlayıcı fonksiyonlarının yanı sıra sosyal devlet misyonunun da yeniden güçleneceğini düşünüyorum.
Bu yönde işaretler de var. Çünkü pandeminin etkisinin daha uzun süreceğini, pandemide ortaya çıkan eşitsizliğin ve derinleşen yoksulluğun devam edeceğini düşünüyorum. Bu nedenle bu tür politikalar öne çıkacak. Benzer biçimde gelir destekleri tartışmasının da gündeme gelmeye başladığını görüyoruz. Asgari gelir desteği uygulaması, kritik bir uygulama. Çeşitli adlarla ifade etmek mümkün. Evrensel temel gelir tartışması da bunun içerisinde. Kendi içlerinde farklılıkları var elbette. Uluslararası Çalışma Örgütü, bu uygulamayı 102 sayılı sözleşme 202 sayılı tavsiye kararıyla daha çok asgari gelir desteği olarak tarif ediyor. Yani hanelerin ya da bireylerin gelirinin belli bir seviyenin altında olması durumunda bunu destekleyici bir kamusal sosyal güvenlik mekanizmasının kurulması. Tabii, bunun dağınık ve keyfe keder bir mekanizma olmaması gerekiyor. Bu tartışma Türkiye’de de epeydir gündemde. Zaman zaman aile sigortası kapsamında dile getiriliyor. Aile sigortasından ziyade asgari gelir desteği sigortası kavramının daha uygun olduğunu düşünüyorum. Yani belli bir gelir seviyesinin altındaki bütün yurttaşlara kamusal/sosyal güvenlik desteğinin verilmesinin ve iktisadi, sosyal vb. risklere karşı korunmasının mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu konuda evrensel düzenlemeler var. Bir yandan kayıtdışılık bir yandan eğreti istihdam nedeniyle primsiz sistemlerde de böylesi bir desteğin yaygınlaşması gerekiyor.
Türkiye’de pandemiyle birlikte yerel yönetimlerin akut durumu çözmek için geliştirdiği dayanışma hareketleri oldu. Fakat pandemi kronikleşecek gibi görünüyor, en azından bir süre için böyle. Yoksulluğun ve zor durumda kalan insanların kamuyla karşılaştığı ilk yer belediyeler oluyor. Sizce yerel yönetimler bu süreci aşarken yoksulluğa ilişkin geliştireceği politikalarda neleri öncelikli hâle getirmeli? Nasıl inisiyatifler alabilir?
Aziz Çelik: Yerel yönetimler, merkezi ve koruyucu bir kamusal/sosyal güvenlik sistemi oluşturduklarına tamamlayıcı olabilirler. İhtiyaçları dahilinde yurttaşların merkezi bir sosyal güvenlik programından destek görmeleri biraz zaman alabilir, belediyeler bunu hızla gerçekleştirebilir. Yerinde müdahaleler söz konusu olabilir. Dolayısıyla belediyelerin bu konudaki fonksiyonlarının tamamlayıcı olması gerektiğini düşünüyorum. Asıl yük ve etkili program, merkezi sosyal güvenlik sisteminde olmalı. Belediyeler, yurttaşla birebir ilişki kurmaları nedeniyle bu sürecin tamamlayıcısı olabilir. Belediyelerin daha özerk davranabilmesinin önünün açılması gerekiyor. Burada merkezi idarenin desteği esas olmalı. Merkezi idarenin belediyeleri yapacakları faaliyetler konusunda engellememeleri lazım.
Belediyeler kendi olanakları ve iletişim ağları aracılığıyla destekleyici programları sürdürebilmelidir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren AK Parti belediyeciliği böyle işlemeye başladı. Merkezi kurumsallaşmış bir sosyal güvenlik sistemi yerine yerel ilişkilere dayalı, kayırmacılığın öne çıktığı bir sosyal yardım ağı kuruldu.
Türkiye’de çok dağınık bir sosyal yardım ağı ve sistemi var, büyük paralar dönüyor. Bu sistemin aslında sosyal güvenlik sistemi bünyesinde bir sigorta kolu olarak aynı koşuldaki yurttaşların eşit biçimde yararlanabileceği bir sosyal güvenlik sistemine, yani asgari gelir desteği sistemine dönüştürülmesi gerekir.