"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Esra Huri Bulduk: Yoksulluk sadece İstanbul için değil, tüm Türkiye için en gerçek gündem

  • 12 Nisan 2021

Esra Huri Bulduk

İPA Genel Koordinatörü


2020’de İstanbul Kent Yoksulluğu Araştırması yayınlandığında tablo çarpıcıydı.  %50’lik kesim düzenli bir gelire sahip değildi. %53’ünün sigortası yoktu. Pandemiyle geçen bir yılın sonunda tabloya eklenen işsizler ve işsizlik ödeneği kesilenler var. İstanbul, Türkiye’nin bir kesiti gibi. İPA’nın İstanbul için hazırladığı “Yoksulluk Haritası”nda hangi veriler ortaya çıkıyor? Bu çalışma nasıl hazırlandı, devamında bir stratejiye ve eylem planına dönüşüyor mu? 


Esra Huri Bulduk: Her şeyden önce Türkiye’de %30’ların üzerinde kayıtdışı istihdam olduğunu bizzat Sosyal Güvenlik Kurumu’nun paylaştığı verilerden biliyoruz. Üstelik bu oranın pandeminin hemen öncesinde paylaşılan son veri olduğunu hesaba katarsak, şu an içinde bulunduğumuz güvencesizlik tablosunu tahmin etmek zor değil. Yaptığımız çalışmayla güvencesizlikle iç içe geçmiş yoksulluğun Covid-19’la beraber daha kalıcı olma eğilimine girdiğini gördük. Nasıl gördük bunu?  Pandemi tedbirleri kapsamındaki büyük kapanmalar sebebiyle ev işçilerinin, sokak ekonomisinde hizmet veren seyyar satıcıların, müzisyenlerin, kâğıt toplayıcılarının ve diğer pek çok sektörde çok kısıtlı gelirle güvencesiz çalışan insanların işleri durdu. Bu, pandeminin ilk etapta ekonomik olarak kısıtlılıklarına rağmen bir şekilde günü kurtaran geçim kaynaklarını vurması ve bu sektörlerde çalışan insanlar için yoksulluğun kalıcılaşması riski demekti. Meselenin ilk boyutuna ve pandemide artan kent yoksulluğuna dair en çok konuştuğumuz konu, derinleşen yoksulluğun kalıcılaşma riski oldu. 


Diğer yandan, Dünya Bankası’nın Türkiye’de büyümenin azaldığını açıklamasıyla birlikte yoksulluğa dair daha fazla konuşmamız ve görmemiz gereken bir diğer meselenin de formel ekonomilerde giderek artan işsizlik olduğunu düşünüyoruz. Yoksulluk hem güvencesizler hem de daha güvenceli alanda çalışanlar için derinleşti,  güvenceli alanda çalışanlar yoksulluk sınırına, güvencesizler ise açlık sınırına sürüklendi. Peki, yoksulluğu nasıl tanımlıyoruz? Derinleşen yoksulluk diye konuştuğumuz muhtaçlık durumunun neye işaret ettiğini anlamak için yoksulluğu anlamlı bir şekilde tanımlamak gerekiyor. Bizim yoksulluğu tanımlamak için kullandığımız en temel referansımız gelir oluyor. Yoksulluğun farklı boyutlarını ölçme noktasındaki tüm kısıtlılıklarına rağmen bunun hâlâ anlamlı bir referans olduğunu düşünüyoruz. Dünyada yoksulluğun daha incelikli bir şekilde nasıl ölçülebileceğine dair yapılan teorik tartışmaları yakından takip ediyor ve yeni yaklaşımlardan besleniyor olsak da uygulanabilirlik, teoriyi hep geriden takip eder. Örneğin, BM Kalkınma Programı 1997 yılında yayınladığı İnsani Gelişme Raporu’nda yoksulluğu her yerden ortadan kaldırmanın ahlaki bir seçim değil, bir zaruret olduğunu söylüyor ve 2010’da 1000 yıllık kalkınma hedefleri zirvesinde aşırı yoksulluğun ve açlığın kaldırılması konusu öncelikli politikalar hâline geliyor. 2015’te de sürdürülebilir kalkınma amaçlarından ilki olarak yoksullukla mücadele tanımlanıyor. Ancak bu tartışmalar genellikle hane geliri üzerinden yürütülüyor. Dünya, yoksulluğu öncelikle hane geliri ya da kişi başı gelir üzerinden ölçmeye ve anlamaya çalışmış olsa da, bu anlama ve ölçme çabası derinleştikçe yoksulluğun katmanları ve çok boyutluluğu keşfedilmiştir, yoksulluğu yeniden tanımlamaya yönelik devasa bir literatür ortaya çıkmıştır. Bugün baktığımızda yoksulluğu anlamak ve ölçmek için başvurabileceğimiz çok fazla unsur var. Ekonomik göstergeler, sosyal/kültürel ve mekânsal faktörleri gözeten başka araçlar vs. Hepsi yoksulluğun hayatın tüm alanlarına nasıl yansıdığını politik bir bakış açısıyla ve bütüncül bir yaklaşımla görebilmemizi sağlıyor. 


Bir sosyal politika uzmanı olarak ben de gelir yoksulluğunun yoksulluk durumunu anlamak için tek başına yeterli olmadığını düşünenlerdenim. İnsani yoksulluk perspektifinin mevcut ölçme yöntemlerine adapte edilmesi gerekiyor. İnsani yoksulluktan kastım nedir? Uygulamaya yönelik konuşursak, en temelde iki şeyi kastediyorum. İlk olarak yoksulluğu ölçerken gelirin yanı sıra eğitim ve sağlık gibi insani gelişimin temelini oluşturan hizmetlere erişimin de odağa alınması gerekmektedir. İkincisi ise, insana yakışır bir hayat için belirli tüketim örüntüleri tarif etmek ve yoksulluğu sahip olunan metalar üzerinden ölçmek yerine kişilerin kritik yaşamsal alanlarda ne kadar alternatife, seçme özgürlüğüne ve yapabilirliğe sahip olduğunu anlamaya çalışmak gibi bir aşamaya geçmek gerekiyor. Elbette bunlar için hem kurumların hem de veri toplama/derleme/analiz etme sistemlerinin yerel ve merkezi düzeyde olgunlaşması gerekiyor. Günün sonunda yoksulluğa dair perspektifimiz şu detayları görebilmeli. Örneğin, geliriniz belki sayısal olarak tanımlanmış “yoksulluk” sınırındadır ve yaşamınızı öyle ya da böyle idame ettirebilmenize imkân tanımaktadır. Ancak eğitime ve sağlık hizmetlerine erişemiyorsanız, sizin yaşadığınız yoksulluk durumunu bu tip yoksunlukları görecek şekilde de okumamız gerekiyor. Bunun önemini uluslararası örneklere bakınca daha iyi anlıyoruz. Mesela Latin Amerika’nın gelir yoksulluğuyla mücadelesi, insani yoksulluğu azaltma noktasında sergilediği performansı geriden takip ediyor. Yani düşük gelirlere rağmen temel hizmetlere erişim oranı yüksek görünüyor. Bazı ülkelerde ise, durum tam tersi. Gelir yoksulluğu görece daha azdır, fakat haklara ve hizmetlere erişim açısından insani yoksunluğun yüksek olduğunu görürüz. Bu bize şunu söylüyor: Yoksulluğu ölçmek, matematiğin ötesini görebilmekle, farklı refah rejimlerini ve ülke bağlamlarını geçip mahalleye kadar inen incelikli bir okumayla mümkün oluyor.

 

“Yoksulluk Haritası” çalışmasına gelince, kentini tanıyan sosyal politikacılar olarak sürecin başından itibaren bazı öngörülerimiz vardı elbette. İstanbul’da zihinsel bir ilçe kümelemesi yaptığımızda hangi ilçelerin daha düşük gelire sahip olduğunu ya da hem ekonomik hem insani yoksulluğun nasıl yaşandığını az çok tahmin edebiliyorduk. Ancak “Yoksulluk Haritası” bizim bu fotoğrafı net bir şekilde görmemize vesile oldu. Nasıl vesile oldu kısmını biraz anlatmak istiyorum. Mart 2020’de “Covid Türkiye’ye geldi,” dendikten sonraki ilk süreci hem merkezi hükümet hem yerel yönetimler büyük bir şok durumu olarak yaşadı. Biliyorsunuz, yerel yönetimlerin stratejik planları pek çok afet ihtimalini göz önünde bulundurur, ancak olağandışı durumlar daha çok sel, deprem gibi doğal afetler üzerinden tanımlanır. Bu planların bir salgın öngörüsü yoktur. Mart 2020’de bambaşka bir şeyle karşılaştık. Bu da kent dayanıklılığında en büyük faktörlerden birinin de sağlık hizmetleri olduğunu gösterdi. 


Mart’ta Covid-19 dünyamıza girdikten sonra “İBB olarak nasıl bir aksiyon alabiliriz?” sorusuna hızlıca cevap aradık. Farklı sektörlerde çok hızlı işten çıkarmalar olduğu için yoksulluğun yanında açlıkla mücadele gündemi de masamızın önceliği hâline geldi.  Mücadele ettiğimiz şey, artık bildiğimiz anlamda yoksulluk değil. İşten çıkarılmış ve yarına pişirecek yemeği olmayan, kirasını nasıl vereceğini bilmeyen insanlarla, akut bir yoksulluk durumuyla karşı karşıya geldik. Öncelikle sosyal yardım başvurularını hızlıca ve daha erişilebilir bir platforma taşıdık. “Birlikte Başaracağız” kampanyası başladı, bu çift yönlü bir kampanyaydı. Bir yönü toplumsal dayanışmayı örmek için başlayan bağış süreciydi, diğer yönü de sosyal yardım başvurularının platform üzerinden alınmasıydı. 3 Nisan 2020’de platformu devreye aldık ve 3-10 Nisan arasında 470.000 İstanbullu sosyal yardıma ihtiyacı olduğunu beyan edip başvuru yaptı. Bu şunu gösteriyor: Covid-19 pandemisi çok hızlı bir şekilde vatandaşın kaygı düzeyini artırdı ve vatandaşlar başvurabileceği kanallara sarıldı. Ancak bu kaygı, insanların geçim kaynakları kısıtlandığı ya da sonlandığı için psikolojik faktörlere indirgenemeyecek kadar somut temellere dayanıyordu. Covid-19 pandemisinin ilk bir ayında güvencesizlerin net kayıpları oldu, kitlesel işten çıkarmalar gördük. Bu da doğal olarak sosyal yardım başvurularına yansıdı ve bugüne kadar 1 milyon 100 bine yakın başvuru oldu.  Bu başvuruların hane bazlı başvurular olduğunu hatırlatmak isterim. İstanbul’da 4-4.5 milyon hane olduğunu düşünürsek, İstanbul içinde her 4 haneden 1’i sosyal yardıma ihtiyacı olduğunu beyan etmiş durumda. Bu oldukça çarpıcı bir tablo. 


“Birlikte Başaracağız” platformunu kurarken birinci amacımız, bu başvuruları mümkün olduğu kadar pratik bir yöntemle ve hızlıca almaktı. İnternet başvurusu için gerekli olan araçlara ulaşamayan ev işçileri, kâğıt toplayıcıları gibi gruplarla özel iletişim kurarak onların başvurularını aldık. Yani yoksulluğun bir de teknolojik imkânlardan yoksunluk ve teknolojik kanallarla sağlanan hizmetlere erişememe boyutu var.  Dolayısıyla ilk olarak sosyal yardım başvurularını hızlıca almayı ve aynı şekilde ulaştırmayı amaçladık. Diğer yandan, bu sarsıcı süreci daha iyi anlamak gibi bir sorumluluk da hissettik. İstanbul’da her 4 haneden 1’i artık sosyal yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Süreci netleştirmek, veriyi görselleştirmekten geçiyordu. Veriyi görselleştirdikten sonra durumla yüzleşmek daha da kolaylaştı. İstanbul’un küçük Türkiye olduğunu düşünürsek, gördüklerimiz bize aslında merkezi hükümetin sakladığı bir şeyi gösterdi: Yoksulluk yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. 


Platform üzerinden yapılan sosyal yardım başvurularının %52.8’i erkeklerden, %47.2’si kadınlardan geldi. Başvuranların %50.4’ü 30-44 yaş aralığındaydı, ama yaş ve cinsiyet değişkenlerini karşılaştırdığımızda kampanyaya en yüksek oranda başvurunun %26’yla 30 ve 44 yaş arası kadınlardan gelmiş olduğunu gördük. Yoksunluk ve yoksulluk sürecinden en çok etkilenen öncelikle kadınlar oluyor, çünkü güvencesiz alanlarda çalışanların çoğu zaten kadın ve işten çıkarma süreçlerinde ilk olarak gözden çıkarılanlar yine onlar. Dolayısıyla bu veri bizi bildiğimiz bir gerçeklikle yeniden karşı karşıya getirdi. Öngördüğümüz ve elimizdeki veriyle bir kez daha kanıtlanan bir diğer gerçeklik ise, gençlerin durumu oldu. 30 yaşına kadar olan başvuruların %82’si kirada yaşıyor. Geliri neredeyse en düşük olanlar, yine onlar. Bu bize genç işsizliğini ve yoksulluğunu da net bir şekilde gösterdi.  


Bu verilerin yoksulluk haritasıyla nasıl mekânsal bir nitelik kazandığını anlamakta fayda var. 1.1 milyon haneden başvuru aldık ve buradan çıkan demografik ve mekânsal bilgileri İstanbul haritasına yansıttık. Böylece yoksulluğun İstanbul’un belli başlı ilçelerinde nasıl kırmızı alarm verdiğini ve ekonomik olarak orta sınıf diyebileceğimiz mahallelerde dahi ciddi bir yoksullaşma eğiliminin nasıl yükseldiğini çok net görebildik. Hazırladığımız haritayla bu eğilimleri ve alarmları görselleştirmiş olmak oldukça önemli. Görselleştirmek, neyle karşı karşıya olduğumuzla politik anlamda da yüzleşmemiz demek. 



Bir sonraki aşamada elimizde böyle bir verinin ve fotoğrafın var olduğunu bilerek bunun üzerinden ne yapabileceğimizi düşündük. Bu ikinci aşama benim için çok anlamlı ve değerli.  Haritayı bizim için fotoğraf olmaktan çıkaracak bir çalışma yapmak üzere harekete geçtik ve sosyal politika alanındaki kararlara referans olan bir yöntem geliştirdik. 


Ekrem İmamoğlu’nun ortaya koyduğu kreşler, mahalle evleri, bölgesel istihdam ofisleri gibi vaatler, bu kentte yaşayanların temel sorunlarına dair üretilmiş çözümler.


Örneğin, Sayın Ekrem İmamoğlu’nun 150 tane kreş açmak gibi bir vaadi var. Bunun için şöyle bir yol izlenebilir: “Burada boş arazi var, minimum masrafla vaat gerçekleştirmiş olayım, kreşi buraya yapayım,” denebilir.  Belki o mahallede hiçbir çocuk bu açtığınız kreşten yararlanamaz, ama siyaseten skor elde edersiniz ve günün sonunda o vaadinizi gerçekleştirmiş olursunuz. İBB, bu skor siyasetine karşı sosyal faydayı önceleyen bir hizmet yönetimi aracı olarak haritalardan yararlanıyor. Örneğin, kreşleri nereye ve ne kadar kapasiteyle açacağımıza karar verirken 0-6 yaş çocuk sayısı, sosyo-ekonomik durumu vb. kriterler üzerinden bu hizmete en çok ihtiyaç duyan mahalleler belirleniyor. Dolayısıyla sadece sayıyı artırarak siyasi skor elde etmeyi değil, en çok ihtiyaç duyulan yere isabetli sosyal politika üretmeyi amaçlıyoruz. Bu yüzden hedefimiz, daha çok “Yuvamız İstanbul” açmak değil, en çok ihtiyacı olan yere daha çok “Yuvamız İstanbul” açmak. 


Yoksulluk haritasıyla sosyal politikayı veriye dayalı bir yöntemle gerçekleştirme refleksi kazandığınızda bu metodolojinin farklı karar verme süreçlerine dair de nasıl yol gösterici olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, “Bölgesel İstihdam Ofisleri” bu dönemin en önemli projelerinden biri. 15.000’den fazla insan İstanbul'da Bölgesel İstihdam Ofisleri vasıtasıyla iş buldu. Daha çok insana iş bulmak amacıyla devreye alınan mobil istihdam ofislerinin rotasını yoksulluk haritası verisi üzerinden hazırladık. Böylece en ihtiyaç duyan bölgeye siyasi hiçbir hedef gözetmeksizin en hızlı şekilde ulaşmayı hedefledik. 


Dolayısıyla sosyal politikalar alanında verilen kararlarda yoksulluk haritası her zaman bizim için iyi bir referans noktası oldu. 


Haritayı aynı zamanda bir verimlilik aracına da dönüştürdük. İstanbullu’nun ihtiyaç duyduğu hizmetleri yaygınlaştırmak için yapılan mekânsal analizlerle İBB’ye ait tesislerde bütüncül ve çoklu hizmeti nasıl sunabileceğimiz üzerine de düşünme fırsatımız oldu. Örneğin, mahalle evi ihtiyacı olduğunu tespit ettiğimiz alanlarda kültür merkezilerini analiz ettik, kullanılmayan alanları o mahallenin ihtiyacına uygun bir şekilde yeniden tasarlayarak içine “Mahalle Evleri” kurabileceğimizi anladık. Bu çalışmanın hem kentsel mekânın verimli kullanımına hem de vatandaş için sağlanacak sosyal faydanın maksimum olmasına katkı sunduğunu söyleyebilirim.

 
Yoksulluk sadece İstanbul için değil, tüm Türkiye için en gerçek gündem. “Yoksulluk Haritası” vasıtasıyla yoksullukla yüzleşmekle kalmıyor, aynı zamanda sosyal politika alanındaki kararlarımıza referans olarak kullanıyoruz. Veri temelli çalışma ekseninde yoksulluk haritası modelinin tüm yerel yönetimlerde yaygınlaşmasını diliyoruz.



Önerilen Haberler