"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Hacer Foggo:Derin Yoksulluk, Bir Boşluk ve Bir Derin Yokluk

  • 12 Nisan 2021

Hacer Foggo

Derin Yoksulluk Ağı



Türkiye’de yoksulluk rakamları konusunda bir veri var mı? 


Hacer Foggo: Resmi olarak TÜİK verilerini dikkate almamız gerekiyor. En son 2018 yılında açıklanan TÜİK verilerine göre Türkiye’de yoksulluk oranı, %12.7. Geçenlerde Dünya Bankası Türkiye Direktörü Auguste Tano Kouame açıklama yaptı, önümüzdeki dönemde Türkiye’de yoksulluğun 3 milyon kişi artacağını söyledi. Yani Türkiye’de resmi rakamlara göre, %15 diyebilirsiniz. Ben sahadan baktığım zaman oranın %20’lere kadar çıktığını düşünüyorum. Dünya Bankası Türkiye Direktörü’nün yaptığı açıklamayı dikkate almak lazım.  


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Covid-19’la birlikte özellikle gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun, açlığın baş göstereceğini, kırılgan grupların bundan çok fazla etkileneceğini ve bir savaş ekonomisine ihtiyaç olduğunu söyledi. Ülkemize baktığımız zaman tedbirlerin alınmadığını ve bu krizin tam olarak anlaşılmadığını görüyoruz. Sayın Bakan, “Aşırı yoksulluk yok,” diyor. Aşırı yoksulluk dediğiniz şey, 5 doların altında yaşayan insanları kapsıyor. Bizim kayıtsız çalışanlar dediğimiz günlük çalışanlar, seyyar satıcılar, müzisyenler, kâğıt toplayıcılar, sosyal güvencesiz çalışan tekstil işçileri, temizlik işçileri, garsonlar, turizm alanında çalışanlar, yevmiyeli çalışanlar. Bu insanlar 5 doların altında bir ücretle hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Bir kâğıt toplayıcısı pandemi öncesinde 50-60 TL kazanıyorsa, bugün 20-30 TL’yi çok zor buluyor. Kâğıt toplayanların sayısı arttı, çünkü işten çıkarılanlar da bu işi yapmaya başladı. Covid-19 nedeniyle aslında çok tehlikeli bir iş. Rakamlar bu şekilde. Kayıt edilmeyen ve yeni yoksullar dediğimiz bir sürü insan var. Hayatında belki hiç sosyal yardım almamış, hiç sosyal yardım başvurusu yapmamış, ücretsiz izne çıkarılmış, sigortası sözde devam eden ama işsiz, 5 kuruş parası olmayan bir sürü yeni yoksul var. Bu insanların bir de kredi borcu ve taksitleri varsa durum daha da zor. Ortada kaldıkları gibi, neredeyse gıdaya da ulaşamıyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Bize 1 milyon insan başvuru yaptı,” dediği insanların içerisinde bu insanlar da var.

Derin yoksulluk kavramını biraz açar mısınız? Derin Yoksulluk Ağı’nın çalışma modeli nedir?


Hacer Foggo: Buna geçmeden önce çok güncel olduğu Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı 2020 faaliyet raporundan birkaç veriyi paylaşmak istiyorum. Rapor, 2020’de Türkiye’de 6 milyon 630 bin hanenin sosyal yardım aldığı bilgisini paylaştı. 2019’da bu rakam, 3 milyon 282 bin 975. Bu, sosyal yardım alan hane sayısı bir yılda %102 arttı demektir. TÜİK’in verilerine girmeyen, sigortalı gözüküp ücretsiz izinde olan, bir daha işyerine dönemeyecek yeni yoksulların da başvuru yaptığını anlıyorum. Bence başvuru yapıp sosyal yardım alamayan insanlar da var ki, bu rakamın çok daha büyük olduğunu düşünüyorum. Ama sonuç olarak stratejik politikalar üretilmediği için yoksulluk azalmıyor, çoğalıyor.


Mesele sadece sosyal yardım vermekle övünmek olmamalı. İktidarın, muhalefetin ve belediyelerin birlikte çalışması, strateji geliştirmesi gerekiyor. 


Bizim derin yoksulluk dediğimiz şey, yoksulluğa sadece gelir bazında bakmak değil.  Türkiye’nin her tarafında yoksul mahalleler var, sosyal izolasyondalar. Kendi stratejileriyle ayakta durmaya çalışan birçok aile var. Derin yoksulluk, aynı zamanda bir sosyal dışlanma. TÜİK’in ya da sendikaların açıkladığı rakamlara girmeyen insanlar. Çünkü kayıtdışı işlerde çalışanlar, sokaktan hayatını kazananlar, günlük kazananlar ama böyle salgın, afet gibi olağanüstü dönemlerde tamamen aç kalan insanlar. Bütün hayatları boyunca dört temel ihtiyacı -barınma, eğitim, gıda, sağlık- gidermek için çalışanlar ve bu nedenle sosyal ya da kültürel hayatları olmayan insanlar. Yani kirasını ödüyorsa, faturasını ödeyemiyor; faturasını ödüyorsa, eve gıda alamıyor; çocuğu okula gönderiyorsa, beslenme koyamıyor; beslenme koyuyorsa, internet alamıyor. Pandemi döneminde derin yoksulluk ve yokluk artık görünüyor ve kimse bunu görmezden gelemez. 


Derin yoksulluk, bir boşluk ve bir derin yokluk. Niye? Çünkü çocuğuna mama alamayan bir annenin depresyona girmesi gibi, derin bir boşluk var onun içerisinde. Çocuğuna oyuncak alamama durumu başka bir şey. Oyuncak değil, mama istiyor çocuk. Rüyasını anlatırken “Tavuk gördüm,” diyen çocuklar var. Korkunç ve acı bir durum ama var, bir o kadar da gerçek maalesef. Tam da bu nedenle Derin Yoksulluk Ağı’nı kurduk. 11 Mart’ta ne zaman evde kal süreci başladı, aileler beni aramaya başladı. Çünkü ben 20 yılı aşkın süredir zaten sokaklarda çalışıyorum. Biz bu mahallelerde çocukların ve kadınların kapasitelerini geliştirecek eğitimlerin yapılacağı dernekler/merkezler açılsın diye uğraşıyorduk. Sadece İstanbul’da değil, başka şehirlerde de. En son Harbiye Elmadağ’da 2016 yılında evinde bilgisayar olmayan ya da annesi babası okuma yazma bilmeyen, sosyo-ekonomik olarak yoksul olan çocuklarla ilgili bir çalışma başlatmıştık. Okuldan sonra geliyorlar, derslerini çalışıyorlar, kodlama öğreniyorlar ve üç boyutlu yazıcıdan tasarımlar yapıyorlardı. Aynı zamanda annelere de okuma yazma öğretiliyordu. Bu çalışmaları yaparken geriye düştük. Çünkü bu çocuklar gıdaya erişememeye başladılar. Aileler bizi “Evde gıda yok, şeker yok, çay yok,” diye yardım istemek için aramaya başladı. Hiç beklemediğim bir durumdu ve bu denli hızlı olacağını düşünmemiştim. Sonra başka mahallelerden de aranmaya başlayınca bizim genç ekiple  “Ne yapalım?” diye düşündük. Dışarıya da çıkamıyorduk. En yakın çevremizle görüşelim ve online alışverişle evlere gıda gitsin dedik ve öyle başladık. Mesela ben sizi tanıyorsam, “Burada bir kâğıt toplayıcı var, siz online alışverişle bebek bezi, mama gönderir misiniz?” diyorum, doğrudan o adrese teslim ediliyor.  


Böylece 3.000’nin üzerinde aileye bugüne kadar gıda gönderdik, ama tabii sadece gıda da değil, bebek bezi, mama, maske, tablet, soba vs. Sobası olmayan çok fazla aile vardı, Ümraniye’de sobacıyla tanıştık, indirim yaptırdık. Destekçiler aileler için oradan soba aldı. Temel ihtiyaç neyse onu gönderdik. O arada fark ettik ki, belediyelerin verdiği kolilerin içerisinde çoğunlukla kuru gıdalar bulunuyor ve “Verelim, çıkalım,” anlayışı var. Orada bir ailenin, bebeğin, kadının ya da yatalak bir yaşlının olduğunu düşünen bir yaklaşım yok. Mesela neden kadın pedi yok? Neden o ailenin ihtiyacı olan bebek bezi ya da mama yok? Yatalak biri varsa, neden yetişkin bezi yok? Dediğim gibi, onlar ve bizler yaklaşımını değil, eşitliğin yaratılması gerektiğini göstermeye çalıştık. Destekçilere de bunu anlatmaya çalıştık: “Siz hayırseverlik yapmıyorsunuz. Bu, bir hak meselesidir. O bebeğin o mamaya ulaşması temel bir haktır.” Destekçiler de bu anlayışla göndermeye başladı. Belki hayatında hiç kâğıt toplayıcısıyla görüşmemiş, tanışmamış, çok iyi şartlarda yaşayan bir genel müdür, kâğıt toplayıcısı bir aileye destek gönderdi, onlarla yakınlaştı ve onları daha iyi anlamaya başladı. Böylece 1.000’nin üzerinde destekçimiz oldu. Sonra kısıtlama bitince sahaya çıktık. Sahadan veri de toplamaya başladık.


Araştırma bulgularından önemli başlıkları öğrenebilir miyiz?


Hacer Foggo: Yaptığımız araştırmaya geçmeden önce şunu söylemek istiyorum. Birleşmiş Milletler, Temmuz 2020 yılında “Küresel Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi Raporu” yayınladı. Bu rapor, Covid-19 başlamadan önce güvenli su, eğitim, elektrik, gıda gibi altı göstergeyi kapsayan ve gelirin ötesinde bir bakış içeren rapordu. En son yayınladıkları insani gelişme raporunda da bu var. Türkiye 2014 yılından sonra çok boyutlu yoksulluk verilerini Birleşmiş Milletler’le paylaşmadığı için bu başlık altındaki yoksulluk durumu raporda yer almadı. Zaten dünya bu yoksulluğu, çok boyutlu yoksulluk verileriyle ölçüyor. Sadece o eve gidip, “Televizyonunuz,  buzdolabınız var mı?” demiyor. Hanedeki her kişinin yoksulluğunu ölçüyor. Mesela az gelişmiş ülkelerde, “Bu evde 40 yaşından önce ölen biri var mı?” diye soruyor. Niye? Oradan yetersiz beslenmeyi ölçecek. Yine çocuğun boy kısalığı yetersiz beslenmeden kaynaklı. Yani o hanedeki otizmli çocuğun, yatalak ya da engelli bireyin yoksulluğunu ayrı ayrı ölçüyor. Bu, çok boyutlu yoksulluk dediğimiz durum. Ama maalesef veri eksikliği nedeniyle Türkiye için bunu hesaplayamadılar ve 2020 Küresel Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi Raporu’na Türkiye dahil edilemedi. 


Biz pandemide dışarı çıkmaya başladığımız zaman İstanbul’un 12 ilçesinde 103 ailenin evlerini ziyaret ederek bir araştırma yaptık.  %64’ü günlük işlerde çalışıyor, %12’sinin hiçbir geliri bulunmuyor. Günlük güvensiz işlerde çalışan nüfusun %42’sini kâğıt, hurda, naylon toplayıcıları oluşturuyor. %15’i tekstil işçisi, %8’i temizlik işçisi, %7’si seyyar satıcı ve %3’ü müzisyen. Burada en önemli verilerden biri, pandemiyle birlikte hanelerin %6’sında çocukların ev geçindirdiği. %38’i kirayı ödeyemediği için evsiz kalma riskiyle karşı karşıya. Şu anda birçok aile ev değiştiriyor ya da akrabalarına taşınıyor, konteynerde ve barakalarda kalan aileler var. Çok yakında sokakta yaşayan aileler göreceğiz. Çünkü akrabalarının evleri zaten iki odalı. Geçen gün bir programda “Dayanışma ruhu gelişiyor,” diye konuşuldu, ancak bu dayanışma değil, zorunluluktan olan şeyler. Bu, daha kalabalık bir nüfusun bir araya gelmesi demek. Sağlık açısından zaten çok riskli ama onun dışında ekonomik olarak da daha büyük bir risk. Gıdaya erişim yok. O yüzden bu durum bizim “gizli evsizlik” dediğimiz durumu doğuruyor. Böyle binlerce aile var aslında. 3-4 aydır kirasını ödeyemeyen, her gün kapısında ev sahibinin olduğu insanlar. Birbirlerine taşındıklarında iki odada kalıyorlar, ama zorunlu bir dayanışma içindeler. Oralarda da gerilim,  kavga ve gürültü başladı. Bu ailelerde 100 kişiden 14’ü gıdaya hiç erişemiyor. Çöpten gıda toplayanların sayısında büyük artış var. %74’ü bebeklerine mama ve bez alamıyor. Başta da söylediğim gibi bu, korkunç bir şey. Yarısından fazlasında çocuklar internete erişemiyordu. Ne okulla ne de öğretmenlerle bir bağlantıları var. O yüzden ben önümüzdeki öğretim yılında bir sürü çocuğun okulu bırakacağını ve gitmeyeceğini düşünüyorum.



Kadın ve çocuk yoksulluğu daha da derinleşmiş görünüyor değil mi?


Hacer Foggo: Evet, kesinlikle. Mesela eşi cezaevinde olan ya da eşinden ayrılmış anneler diğerlerine göre aşırı yoksulluk yaşıyor. Aileyle birlikte çalışan çocukların oranı %13 ama sadece çocukların geçindirdiği evler de %6. %84’ü yeterli miktarda besine ulaşamıyor. Çöpten yiyecekler toplanıyor.  %57’si uzaktan eğitimi takip edemediğini söylüyor. %60’ında en büyük engel, bilgisayar ya da EBA TV’yi çeken televizyon olmaması. %54’ünde internet bağlantısı yok. O yüzden sürekli evde olmak çocukların psikolojisini de bozmuş. Yine 103 aileden %53’ünde ebeveynlerin kendilerine ait bir odaları yok. %82’sinde de çocukların ayrı bir odaları yok. Dediğim gibi, bir -iki odalı yerler. %56’sı soba kullanıyor, %67’sinde en az bir bireyin kronik hastalığı bulunuyor ve bunların %29’unu çocuklar oluşturuyor. Bu kronik hastalıklar da koşullardan kaynaklı. Çünkü çok kötü koşullarda, rutubetli evlerde, bodrum katlarında yaşıyorlar. Birçok bebeğe ve çocuğa hava makinesi aldık. Bebeklerde astım var. Hastalıkların çoğuna yoksulluk neden oluyor. 


Gecekondu, baraka, apartman ama hepsi gecekondu tarzı yapılar. Aileler düzenli gelirlerinin %64’ünü kira için kullanıyor. Bebek ihtiyaçları %49’u tutuyor, %76’sı hijyen malzemelerine erişemiyor. Mesela el sabunu bulamadığı zaman bulaşık deterjanıyla elini yıkayan anneler var. Bulaşık deterjanını çamaşır makinesinde kullanan anneler var. Bebeğin bezinden kadın pedi yapanlar, atlet parçasını ped olarak kullananlar var. Lüks yani onlar için. 103 haneden %63’ünün düzenli bir şekilde ped ihtiyacını karşılayamadığını söyleyebiliriz. %37’si karşılayabiliyor, ama pandemi döneminde destek olmadığında %82’si pede erişemiyor. Çünkü biz aynı zamanda ped gönderiyoruz. 



Yerel yönetimler akut duruma el uzatmada aslında hızlı davrandı diyebiliriz. Şimdi daha da kronikleşen ve artan bir durum var. Sizce yerel yönetimler bu süreçte nasıl inisiyatif alabilir? Kalıcı politikalar neler olmalı? 


Hacer Foggo: Aile ve Çalışma Sosyal Politikalar Bakanlığı önderliğinde Türkiye’deki bütün belediyelerin,  muhalefetin, sosyal politikalarla ilgilenen sivil toplum örgütlerinin Birleşmiş Milletler’in dediği gibi savaş ya da afet ekonomisine geçmek üzere mutabakat sağlaması ve bunun gereği için harekete geçmesi gerekiyor. Bakan diyecek ki, “Yoksulluk var, bu da bir afet dönemi ve bir araya gelerek seferberlik ilan ediyoruz.” Herkesin bunu kabul ederek bir araya gelmesi ve strateji oluşturması gerekiyor. Elimizdeki verileri bir araya getirip bütün bu mahalleler için acil bir eylem planı hazırlanması lazım. Olması gereken bu. Süreç bir irade ve kapsayıcılık istiyor. Böyle bir anlayış olsa, buradan ne çıkar? Arjantin’in, İspanya’nın, İngiltere’nin yaptığı gibi, zenginlerden vergiyi alırsınız, temel bir gelir yaparsınız. En son Yeni Zelanda, ülkede asgari ücreti saatte 20 dolara yükseltti. Eş zamanlı olarak ülkenin zengin kesiminden alınan vergileri de %39’a yükseltti. Neden yaptı? Bu sorunu çözmek için. Sonuç olarak yapılması gereken şey, bunun üzerinde düşünmek. Tek kurtuluş bu. Yoksa şu anda Covid inanılmaz derecede arttı, Sağlık Bakanı bu gerçeği inkâr edemez. En kırmızı mahalleler, yoksul mahalleler ve bizim çalıştığımız mahalleler. Türkiye’nin her yanında da öyle, niye? Çünkü insanlar aç ve çalışmak zorundalar. Covid dahi olsa, izolasyon biter bitmez kendisini sokağa atıyor ve yeniden çalışmaya başlıyor, niye? Çünkü ev sahibi kapıda bekliyor, çocuk okula gitmiyor, fatura ödenmemiş. Geçen gün CHP Adana Milletvekili Burhanettin Bulut, üç milyonu aşkın hanenin elektriğinin kesildiğini söyledi. Bu insanlar kimler? Karanlıkta oturan aileler, bebekler, astım hastaları, oksijen makinesi kullananlar. Dünya kadar borçlanmışlar ve bu borçların altından sabit bir gelirleri olmadan kalkmaları imkânsız. İntiharlardan söz etmek bile istemiyorum, ama maalesef böyle trajik örnekler de var. Bunlara dur dememizin tek yolu, en azından bu afet dönemi bitinceye kadar bu insanlara sabit gelir sağlamak. Bugünkü tabloda bu olmayacağına göre yerel yönetimlerin acil olmayan yatırımlarını durdurup sosyal politikalara daha fazla bütçe ayırmaları gerekiyor. Afet ve dayanışma geliri gibi. Daha fazla bütçe ayırmaları gerekiyor. Her belediye yoksulların ağırlıklı olarak nerede yaşadığını biliyor. Ellerinde veriler var. Bu insanları düzenli olarak gıdaya eriştirmek gerekiyor. Çocukların aç kalmaması gerekiyor, böyle saçma bir şey olamaz. Ben her gün “Ne yaptınız, ne yediniz, ne içtiniz?” diye soruyorum. “Bütün gün patates yedik,” diye cevap veriyorlar. “Çöpten bulduk, şunu yedik,” diyorlar. “Çocuk aç yattı,” diyorlar. Bunlar hikâye değil, gerçek. Her gün 20-30 aileyle görüşüyorum ve bir şeyler yapmaya çalışıyorum, ama bu şekilde mümkün değil. Bir taraftan da “Sürdürülebilir projeler üretmemiz gerekiyor,” deniyor. Evet, sürdürülebilir projeler üretmemiz ve bu insanların istihdam edilmesi gerekiyor, ama konuşmakla o insanların açlığını önleyemiyorsunuz. Siz, temel ihtiyaçları temin etmedikten sonra sürdürülebilir bir proje üretemezsiniz. O annenin aklında çocuğuna yemek yedirememek varsa, siz o kadına kadın sağlığını anlatamazsınız, okuma yazma öğretemezsiniz, gel meslek öğretelim burada çalış diyemezsiniz. O yüzden öncelikle bu temel ihtiyaçlarla ilgili derin yoksulluk yaşayan ailelerin tespit edilmesi ve bebek bezi, mama, gıda vb. temel ihtiyaçların düzenli olarak bu ailelere gitmesi gerekiyor. 


Bazen şu da oluyor: “Şu işi verdik, yapmadı.” Adamın bel fıtığı varsa yapamaz yani. Siz ona hamallık veremezsiniz. Bütün bunlar aslında yoksulluğu ve yokluğu ötekileştirme. Bir kere bütün belediyelerin, yerel yönetimlerin, bu işte çalışan sosyal işçilerin, müdürlükteki insanların dilini değiştirmemiz gerekiyor. Küçümseyici ve üstten bir dilin olmaması gerekiyor. İnsanlar santrale ulaştığında öyle şeyler söyleniyor ki, anlayamıyor, bana soruyor. “Ben hiçbir şey anlamadım, beni azarladı,” diyor. Karşınızdaki bir insan ve şu anda yokluk içinde. Herkesin, hepimizin başına gelebilir. Dayanışma ruhuyla konuşmak gerekiyor. Hep söylüyorum, bu insanlara verilen ve aslında hakları olan sosyal yardımlar hep bir kelepçe olarak kollarına vurulmuş, bağımlılık ilişkisi hâline gelmiş, itaat ve biat ilişkisi kurulmuş. “Sen zamanı geldiğinde benim istediğimi yapmazsan, sana verdiğim her şeyi alacağım,” denmiş. O yüzden yoksulları, yoksulluğu ve oradaki her bireyi özgürleştirmemiz gerekiyor. Bu da nasıl olur? Hangi partiye oy verdiği önemli değil, bir kere kendi özgür ruhuyla nereye verecekse versin, ama öncelikli olarak kendisinin özgürleşmesi için çaba gösterenlere güvenmesi gerekiyor. O da nasıl olur? Yapabilirlikleri nedir ve hangi işlerde çalışabilirler sorarak, konuşarak, yeteneklerine ve sağlık durumlarına bakarak iş önerilmesi lazım. Onlarla birlikte adım atmamız gerekiyor. O zaman birçok şeyin değişeceğine inanıyorum. Yine dediğim gibi, koli ulaştırıldığında şunu hissetmeli: “Evet, beni tanıyor, görüyor, biliyor ve benim yanımda. 



Belediyeler bir şirket değil, başkan da o şirketin genel müdürü değil. Siz durmadan hesap vereceksiniz. Zengine de, yoksula da hesap vereceksiniz. Zengine hesap vermek ne kadar kolaysa, yoksula hesap vermek de o kadar kolay olsun. Eşitliği sağlamalısınız, iki taraf da sizden hesap sormalı. İyi yaptığınız şeylere iyi, kötü yaptığınız şeylere de kötü deme özgürlüğünü elinde tutmalı. Yoksul bir aileye gıda götürmek mevzuata uymuyorsa, uydurun. Bu, mevzuatı çiğnemeniz anlamına gelmiyor. Çocuğun okula gitmesi gerekiyorsa, uyarılması gereken kurumları uyarın. Benim mevzuatıma girmiyor, ama bu hanede okula gitmeyen çocuk var deyin. Ben bunu yıllardır yapıyorum. Hangi partiden oldukları Beni ilgilendirmiyor. Mesela Covid’li ailelere düzenli yemek gitmeli. Soruyorum, aç bırakmışlar, aç bekliyorlar, evde su bile yok. Böyle aileler var. Şunu hissetmeliler: “Belediye beni gördü, takip etti, beni biliyor.” Derin yoksulluk yaşayan insanların bu dönemde kendilerini yalnız hissettiklerini gördüm. Her belediye için geçerli değil, ama genel hissiyat bu yönde. Bizim bunları söylememiz gerekiyor ki, daha iyi olsun. Ailelerde depresyon başladı, ailelere mutlaka psikolojik destek verilmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde evsizlik artacak. Evsizliğe karşı geçici barınma merkezleri kurulmalı.



 



Önerilen Haberler