YÜKLENİYOR
Bahadır Özgür
Gazeteci
Gazete Duvar
Özelleştirme ya da kentsel dönüşüm adı altında satılan, imara açılan veya imar planı değiştirilen arazilerin büyük çoğunluğu büyük kentlerin merkezlerinde. Bunların bazısı tarım arazileri. Bazıları da turizm rantına gidiyor. Sizin bu konuda dikkat çekici yazılarınız oldu. Süreci ve bugünkü tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Bahadır Özgür: Arsa rantı yaratmak ve inşaat, 1994’te İBB başkanlığı koltuğuna oturduğu günden bu yana Recep Tayyip Erdoğan’ın temel politikası oldu. Henüz seçimden önce TÜSİAD’ın Görüş Dergisi’ne verdiği bir röportajda ne sorulursa sorulsun, İstanbul’daki temel sorunları dönüp dolaşıp “imar meselesine” bağlıyordu. Çatalca’dan Gebze’ye kadar yeni bir imar dalgasından ve bu işleri de kendi tabiriyle “dürüst” inşaatçılarla beraber yapmaktan söz ediyordu. Yani Erdoğan siyasi ittifaklarını, söylemini, yol arkadaşlarını, partisini ve hatta rejimi bile değiştirdi, ama inşaat ve arsa rantı üzerine kurduğu ekonomi politikasını zerre değiştirmedi. Onun bu siyasetinin koçbaşı da daima TOKİ oldu.
Nitekim arsa rantı üretmenin hızlanmasıyla 2004’te TOKİ’nin yapısının ve işlevinin kanun değişikliğiyle yenilenmesi arasında bir ilişki var. Orta ve alt gelir gruplarına yönelik konut üretmek için kurulmuş bir kurum, onun elinde fetih için bir “savaş arabası”na dönüştü. Partisine yakın inşaatçılar ve bizzat parti üyelerinin kurduğu şirketler özellikle Anadolu’da siyasi rant uğruna her yere konut dikerken İstanbul’da da 1994’te bahsettiği o imar dalgası için kentsel dönüşüm başlattı. Bir süre sonra iş, yeni arsa üretmeye uzandı. Hazine, Maliye Bakanlığı vb. elindeki kamu arazileri TOKİ’ye devrediliyor, sonra buraların imar statüsü değiştiriliyor ve ardından Emlak GYO vasıtasıyla özel şirketlerle imzalanan “gelir ortaklığı” gibi yöntemlerle devasa inşaatlar başlatılıyor. AVM’ler, ticaret merkezleri, lüks villalar inşa ediliyor. Hatta deprem riski için çıkarılan yasalar bile bahane olarak kullanıldı, kullanılıyor. Esenyurt’ta, Başakşehir’de ve artık pek çok bölgede üzerinde dikili taş olmayan arsalar riskli alan ilan edilip imar statüleri değiştiriliyor. Avrupa’nın en büyük AVM’si denilen İstanbul’daki Mall Of İstanbul’un ve Ali Sami Yen Stadı’nın yerine dikilen Torunlar Center’ın hikâyesini biliyoruz. Boş arazi riskli alana dönüştürüldü, sonra ticari alan statüsüne getirildi. Yapan inşaatçı da malum: Başkent doğalgaz özelleştirmesini şaibeli alan, Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşının şirketi. Önce küçük bir gıdacıyken nerelere kadar uzandı. Bu tür örnekler sıradan oldu artık.
Bugün İstanbul’un kuzeyini (havalimanı, köprü, otoyol) ve tamamıyla şehri devasa bir şantiyeye çeviren fikir yeni değil, inşaat yapmak ve arsa rantı üretip dağıtmak tutkusunun ürünüdür. Şimdi de Kanal İstanbul bu sürecin parçası.
Kentsel dönüşüm ve deprem riski derken bu sürecin ikinci önemli ayağı da 2007’de başladı. Özellikle kent merkezlerinde arsa azalınca askeri alanlara göz dikildi. Dönemin siyasi atmosferinin de etkisiyle askeri arazilerin TOKİ’ye devirleri başladı. Askeri arazi denildiğinde sadece kışlalar akla gelmesin. İstanbul’un yeşil alan coğrafyasının büyük kısmı askeri alan statüsündeydi, yani dokunulamazdı. Mesela hemen ilk örneği hatırlayalım: Maslak’taki Fatih Ormanı’nın bir kısmı askeri araziydi. Orası Ali Ağaoğlu’na verildi, 1453 Maslak kuruldu. İlçe ilçe baktığımızda, Başakşehir’in %16’sı, Esenler’in %50’si, Çekmeköy’ün %8’i, Beşiktaş’ın %13’ü askeri arazi. Esenler’de alınan arazinin 720 hektarı hemen imara açılmıştı ve onlarca site inşa edilmişti. Bu süreci de hızlandıran gelişme, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın bunu “Allah’ın lütfu” olarak kullanması oldu. Genelkurmay ile TOKİ arasında arazi karşılığı inşaat protokolü imzalandı. İstanbul’da askeriyeye ait yaklaşık 195 alan bulunuyordu. Bunun 170’i kent merkezinde. %25’e yakını da orman. Çoğu gitti. Beşiktaş’taki Jandarma Dikimevi Müdürlüğü’nün 3 hektarlık alanının, Zeytinburnu’nda 12 hektarlık denize sıfır alanın, Florya’daki 34 dönümün, Yeşilköy’de 4 hektarın TOKİ’ye devri bazı örnekler. Ne oldu oralarda? Hepsi yine inşaatçılara verildi. Lüks konut, AVM vs. yapılıyor. Çarpıcı bir örnek daha vereyim. Pandeminin başladığı aylarda iktidardan hayli ihale alan bir şirketin “Türkiye’nin ilk sağlıklı kenti” diye bir reklamı döndü uzun süre. Ormanköy adlı bu ultra lüks yerleşim merkezi Çekmeköy’de, bir kısmı hazineye diğeri askeriyeye ait bölgede kuruldu. Orası tamamen ormandı. Zaten reklamında “bahçeniz orman olacak” deniyor. Üstelik İstanbul’da artık nadir kalmış geyiklerin de son mekânlarından. Onu da “Çocuklarınız elleriyle geyik beslesin,” diyerek kullanmışlar. O ormanda aynı zamanda İstanbul’un su havzalarından birisi var. Bu örnekler hayli fazla.
Arsa rantında bir üçüncü ayak da 2012’de çıkan 2B Yasası oldu. Bahane neydi? Zamanında orman olan ama köylünün bir ev kurduğu, tarla açtığı veya kent merkezinde kalarak orman vasfını yitirmiş yerlerin satılması. 2B’nin nasıl bir yağmaya dönüştüğünü anlatmak gerçekten uzun sürer. Sadece İstanbul’da Beykoz’un ne hâle geldiğine bakmak yeterli.
Şimdi de kıyılara, sit alanlarına göz diktiler. Burada 2014 yılında sit alanlarını daha iyi korumak adına başlatılan bir girişime dikkat çekmek lazım. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 22 adet sit alanı için “ekolojik temelli bilimsel rapor” hazırlanması için bir ihale düzenledi. Bu kadar üniversite varken bilimsel raporun ihaleyle yapılması bir garabet. Ama asıl garabet, ihalelerin çoğunu inşaat ve gayrimenkul şirketlerinin alması. Hatta aralarında temizlik şirketi bile var. Bu raporlar kamuoyundan ısrarla gizlendi, ama bir kısmı ortaya çıktı. Muğla bölgesinde neler hedeflendiğini öğrendik. Öncelikle raporlara dayanılarak sit alanlarının koruma dereceleri değiştiriliyor. Böylece yapılaşmanın önü açılıyor. Mesela 1. derece olan Gökova Körfezi, nitelikli koruma alanı statüsüne geçirildi. Neye yol açıyor bu? Kıyıda çadır ve kamp alanlarından başlıyor, otel kurmaya kadar uzanıyor. Yani Kaş’a kadar her yer tehlike altında. Nitekim Kaş’ta Kargı Koyu’nda hazine arazisi, otel inşaatı için satışa çıktı. Bodrum’da Göl Köy’de zeytinlik olarak geçen iki devasa alan ihale edildi vs.
En son turizm teşvik yasası önerisi hazırlandı ve 7 Nisan günü TBMM komisyonunda kabul edildi. 32 maddelik tasarı korkunç sonuçlar doğuracak. Teklif yasalaşırsa milli parklarda, tabiat parklarında, tabiat anıtlarında, tabiatı koruma alanlarında, doğal sit alanlarında ve sulak alanlarda Turizm Bakanlığı’nın onayıyla 5 yıldızlı otel ve tatil köyleri de dahil turistik tesisler kurulabilecek. Denize kıyısı olan ilçelerdeki milli parklara da otel ve turistik tesisler yapılabilecek. Meraların, yaylakların ve kışlakların turizme açılması da kolaylaşıyor. Esasında en önemli konulardan biri, her alanda olduğu gibi burada da kültür ve turizm koruma ve geliştirme bölgelerindeki iradenin tek kişiye (Cumhurbaşkanı) bağlanması.
Teklifin 5. maddesinde, “Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ve turizm merkezleri içinde yer alan korunan alanlarda her ölçekteki plan teklifleri sadece bakanlığa sunulur,” deniyor. Bu da yerel yönetimlere siyasi bir darbe anlamına geliyor. Çünkü hedeflerden birisi, yerel seçimde tamamını kaybettiği kıyı kentlerindeki muhalefet partilerinin elindeki belediyelerin yetkilerini almak. Böylece seçmene çevre politikaları vb. konusunda taahhütte bulunuyor, kıyıları vatandaşa açmayı vaat etmiş belediye başkanlarının eli kolu bağlanıyor. Zaten bu iş zorla, fiilen veya birtakım dolaylı araçlarla sürdürülüyordu. Mesela Muğla’da Çevre Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanı’na bağlı bürokratların ve valinin yöneticisi olduğu Muğla Çevre Vakfı’nın (MUÇEV) marifetleri ortada. Bu vakfın kurduğu şirkete Kaş’tan Tekirdağ’a kadar kıyılardaki pek çok tesisi işletme veya işletmesini devretme yetkisi verildi. Bazı yat limanları dahi devredildi.
Özetle, 19 yıldır arazi yağması bu iktidarın temel politikasıdır. Ama artık iş öyle bir noktaya geldi ki, ekonomik kriz dolayısıyla kaynak bulmakta zorlanmaya başlamasıyla beraber ne var ne yok hızla satışa sokuyor. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün sitesinde her gün onlarca ilanda binlerce metrekare hazine arazisi ihaleye çıkarılıyor.
Ne kadar arazinin satıldığını öğrenmek de gerçekten güç. Devletteki istatistik sistemi her kurumda bozulduğu, mesele arsa rantı olduğu için dolaylı yollar ve insanın aklına dahi gelmeyen hileler kullanıldığından sağlıklı rakam bulmak hayli zor. Ama 2014-2019 arası Milli Emlak Genel Müdürlüğü verilerine bakıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: 6 yılda 2B ve tarım arazileri hariç hazineye ait 74 milyon metrekare arazi satılmış. Adet olarak 31.000’i buluyor. Buradan elde edilen gelir, 12.3 milyar TL. 2B’de ise, 2012’den bu yana 2.1 milyar metrekare satılmış. Adet olarak bu da 560.000 civarında. Gelir ise, 12 milyar TL. Tarım arazileri 575 milyon metrekareyi aştı. 53.000 adet aşağı yukarı. Gelir, 800 milyon TL.
Elde edilen toplam gelir aslında çok komik. Buraların rantına bakarsak, özelleştirmelerde devletin ve ülkenin lehine olacak sonuçlar elde edilmemiş.
Bahadır Özgür: Elbette komik. Sadece sürekli davet usulü ihale alan 5 şirkete birkaç ay ihale vermeseniz gelir tasarrufu yaparsınız. 128 milyar dolarlık rezervi tüketmiş bir iktidar var ortada. Yani “70 cente muhtaç” hâle geldi. Ama başta da konuştuğumuz gibi, Erdoğan’ın ekonomi politikası inşaat ve arsa rantına kuruludur. Orası kesildi mi partisini bir arada tutan kaynak dağıtım mekanizması arızalanır. İnşaat ve arsa rantı en kolay, en hızlı ve en yüklü kamu kaynağını adrese teslim transfer etmenin yoludur. Dolayısıyla yatırımla veya üretken alanlara kaynak aktararak sonucunu beklemeye sabrı yok. Her ne pahasına olursa olsun arazileri satmak mecburiyetinde, bunu durdurması mümkün değil.
Bahadır Özgür
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü’nde okurken 1995 yılında stajyer olarak Evrensel Gazetesi Ankara Bürosu’nda gazeteciliğe başladı. Ardından İstanbul’a gelerek aynı gazetede ekonomi şefliği ve köşe yazarlığı yaptı. 2005 yılından itibaren de sırasıyla Referans, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde ekonomi editörlüğü görevini yürüttü. 2017 yılında Hürriyet’ten istifa etti. Hâlen dijital yayın Gazete Duvar’da ekonomi yazıları yazıyor.