"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Burcu Karakaş: Türkiye’de Her Çocuk Risk Altında

  • 26 Nisan 2021

BURCU KARAKAŞ

Gazeteci

Deutsche Welle Türkçe





Sizi risk altındaki çocuklarla ve çocuk haklarıyla ilgili haberlerinizle tanıyoruz.  Gazeteci olarak gözlemlerinizi anlatır mısınız? 


BURCU KARAKAŞ: Şöyle söyleyeyim, ben insan hakları alanında haber yapan bir gazeteciyim. Çocuk hakları da tabii ki bunun bir parçası, ayrı değil. On bir yıldır gazetecilik yapıyorum ve on sekiz yaş altı, çocuk dediğimiz grupla ilgili haberler yapıyorum. Türkiye’de kanunen herkes her ne kadar eşit sayılsa da, çocuk hakları kapsamında koruma altında olsa da, her alanda olduğu gibi bu alanda da çeşitli ihmallerin olduğunu görüyoruz. Gerekli uygulamaların yapılmıyor.


Bugüne dek daha çok kız çocuklarıyla ilgili haber yaptığımı söyleyebilirim.  Nedeni, kadın sorunuyla ilgili olması. Yani kadın haklarının giderek gerilediği bir ülkede kız çocuklarının hakları da daha dezavantajlı duruma düşüyor. Ama yeni bir şey de değil bu. Aslında Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri var olan bir durum. Bir şekilde bu konuyla ilgili iyileştirmeler yapılıyor, ancak uygulama sorunu söz konusu. Bu ne demek? Her çocuk eğitim görmek zorunda, bu çok net bir şey. Ama biz görüyoruz ki, kız çocukları -durumları eskiye göre iyileşmiş olsa bile- eğitim açısından çok ciddi sorunlar yaşıyor. Özellikle 4+4+4 eğitim sisteminden ve pandemiyle birlikte gelen uzaktan eğitimden sonra kaç kız çocuğunun eğitimden ayrı düştüğünü bilmiyoruz. Bununla ilgili bir haber yapabilmem için bir sayı olması lazım. Benim bildiğim ve araştırdığım kadarıyla bununla ilgili bir sayı yok. Sayı toplamak da kolay değil. Sadece bu da değil. İmamlara nikâh yetkisi verildi. Buna karşı çıkıldı. Neden? Biz “Bakın bu, çocukların hayatını bitirir,” dedik. Ben bir gazeteci olarak bugüne kadar Türkiye’nin pek çok yerine gittim. Türkiye’yi biraz gezmiş olan biri köylerde, kırsalda olayların nasıl işlediğini bilir. Bir köyde bir kız çocuğu evlendirilse devletin haberi olmuyor ki. Ailesi kızı okuldan alıyor, sonrasında da evlendiriyor. Yani 4+4+4 eğitim sisteminin, imamlara verilen bu yetkinin ve üzerine gelen uzaktan eğitimin kız çocuklarının eğitimini ciddi şekilde etkilediğini düşünüyorum. 


Onun yanı sıra çocuk işçiliği. Bana gözlemimi soruyorsunuz, benim gözlemim de pek önemli değil aslında. Türkiye’de herhangi bir kişi sokağa çıktığı zaman görür. Özellikle büyükşehirlerde -büyükşehirler ekonomik olarak daha da zorlayan yerler olduğu için- kâğıt toplayıcıların çoğu çocuktur. Bu çok net bir durum. O çocuklar, topladıkları kâğıtları kendilerinden büyük bir arabada taşımaya çalışıyor. Türkiye’de bu normal gözüküyor. On üç-on dört yaşında kimi tarlada, kimi sokakta çalıştırılan çocuklar. Çocuk evlenmez, evlendirilir. Çocuk çalışmaz, çalıştırılır. Çocukların sokakta oynayacak yaşlarda, çocukluklarını yaşayamadan erişkin hayatın içine atıldığını görüyoruz. Tabii ki bu, ülkenin koşullarından ayrı bir durum değil. Ciddi oranda işsizlik var. Şöyle düşünün, beş kişilik bir aile, diyelim ki anne baba çok yaşlı ve çalışamıyor, ki zaten kadınlar genelde çalışmıyor, üç tane genç/çocuk varsa hepsi bir şekilde çalışmak zorunda kalıyor. Çünkü eve ekmek getirilmesi, faturaların ödenmesi lazım. 


Son olarak göçmen çocuklar. Suriye göçü onuncu yılını doldurdu. Bu, önemli bir insani kriz. Sadece Türkiye için değil, birçok ülke için. Göçmen olmak başlı başına dezavantajlı. Türkiye’de yaratılan yanlış bir algı var; bu ırkçı bir söylemdir, nefret söylemidir, bunu her siyasi parti yapıyor ve insan haklarına aykırı. Suriyelilerin Türkiye’den maaş aldıkları gibi yanlış algılarla beraber vatandaşlar galeyana getiriliyor. Ben on yıldır Suriyeliler’le ilgili haberler yapıyorum, böyle bir kişiye rastlamadım. Bir kere çocuklar ülkeye geldiği zaman otomatik olarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Haftaya çıkacak video için biriyle görüştüm. On iki yaşında ailesiyle beraber Türkiye’ye gelmiş, çobanlık yapmaya başlıyor. Çobanlık kolay bir iş gibi düşünülüyor, ama değil. Hayvanları kaldırıyor, indiriyor ve “Çok zorlandım. Akşam sekizde uyuyakalıyordum, sabah beşte kalkıyordum,” diyor. İstanbul’a geldikleri için garsonluk yapmak zorunda kalıyor. Mobilya alanında çalışıyor vs. Göçmen çocuklar için dünyanın her yerinde böyle ama burada ne yazık ki daha zor oluyor. Zaten okuldan ayrı düşüyorlar. Eğitim almak çok zor. Ailenin bir birikimi yoksa çalışmak zorunda kalıyorlar. 


Türkiye’de çocuk hakları sistematik biçimde ihlal ediliyor. Konuyla ilgili bir şey yapan, adım atan birkaç vekil dışında, durumu düzeltecek meclis ve mekanizma yok. Bu nedenle çocuklar tamamen yalnız bırakılmış durumda diyebilirim, yanlış olmaz.


Risk altındaki çocuklar -göçmen çocuklar da tabii- bir şekilde belediyelerin sınırları içerisinde yaşıyor. Sizce yerel yönetimlerin alması gereken acil önlemler ne olmalı?


BURCU KARAKAŞ: Bana sorarsanız, Türkiye’de her çocuk risk altında. Çünkü okulda lavabonun üzerine düşmesiyle de bir çocuk ölebiliyor. Böyle bir ülkeden bahsediyoruz. Çünkü inanılmaz bir ihmal ve ihlal var. Çocuğu koruyan bir sistem yok. İstismar için de böyle. Çocuğu istismardan, çalışmaktan koruyan bir sistem yok. O yüzden ben Türkiye’de her çocuğun risk altında olduğunu düşünüyorum ne yazık ki. 


Göçmen kısmına gelirsek, yerel yönetimlerin öncelikle ırkçı davranmaması gerekiyor. Bence bu, çok net ve açık. Ama biz bunu medyada göğsünü gere gere savunan insanlar görüyoruz. Hakikaten olacak iş değil. Mesela Bolu Belediyesi CHP’li bir belediye. Belediye başkanı yerel seçimler sonrası “Biz gelene kadar burada Suriyelilere yardım edilmişti,” gibi bir açıklama yapmıştı. Ben bir gazeteci olarak Bolu’ya, Tanju Bey’in yanına gittim.  Dedim ki: “Bana gösterin, belediye ne yapmış? Parasını gösterin.” Irkçı söylem çok tehlikeli. AKP’li belediyelere de bakıyorsunuz “Benim canım Müslüman kardeşim,” diyor. Türkiye’de insan hakkı olarak görülmüyor. O benim kardeşim ya da bu niye geldi Türkiye’ye? İki bakış açısı da sorunlu. Bir kere göçmen ya da değil, on sekiz yaş altı herkes çocuktur ve hepsinin eşit hakkı vardır. Belediyeler çok önemli ama iş sadece onlarla da bitmiyor. Çünkü göçmen sorunu daha büyük bir sorun. Bu kişiler misafir demek de doğru değil. Misafir dediğiniz gelir ve gider. En başta bu yanlış anlatıldı. Göç böyle bir şey değil. Almanya’ya giden Türkler buraya döndüler mi? Bu bakış açısından sıyrılıp hak odaklı bir yaklaşım oluşturulması gerekiyor. Bir insana, insan olduğu için destek vermeye yönelik politikalar üretilmesi lazım. Bununla ilgili bütçe gerekli ama belediyelerde bütçe var mı onu bilemem. 


Bizde çocuk insandan sayılmıyor. Çocuk, sözü dinlenmemesi gereken, bir kıymeti olmayan, hakkını savunmasını bilmeyen biri. Bir birey olarak ele alınmıyor. Erişkin demiyorum, birey. Çünkü çocuğun da hakları vardır ve bunu bilmesi lazım. 



Önerilen Haberler