"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Selva Gürdoğan: Kente Üç Yaşindaki Bir Çocuğun Gözünden Bakmayi Deneyin

  • 26 Nisan 2021

SELVA GÜRDOĞAN


Mimar

İstanbul Planlama Ajansı  

Kamusal Tasarım Ofisi Danışmanı 






Çocuk odaklı mimari üzerinde çalışıyorsunuz. Bu alana geçmeye nasıl karar verdiniz? Çocuk odaklı kamusal alan düzenlemesi ne demek? 


SELVA GÜRDOĞAN: 2006 yılından bu yana İstanbul’da mimarlık yapıyorum. 2017 yılından beri küçük çocukların ve bakım verenlerinin kentteki ihtiyaçları üzerine İstanbul95 adlı bir projeye katkı veriyoruz. Bu projenin uluslararası bölümü var, Bernard van Leer Vakfı tarafından destekleniyor. Bernard van Leer Vakfı, dünyada erken çocukluk dönemi konusunda özellikle sahada çalışmak isteyen kişilere hem bilgi hem de fon sağlayan bir kurum. 2017-2020 tarihleri arasında Türkiye’de İstanbul95 adında bir proje yürütüldü. Biz de bu projenin parçalarından biriydik. 


İstanbul95, dört ilçe belediyesiyle başladı, içerisinde yazılıma ve donanıma yönelik uygulamalar var. Birçok kent hizmetinde yazılımı ve donanımı bir arada düşünmek zorundayız. Sadece oyun parkını yapmakla bitmiyor, çocuklar ve bakım verenlerine evde verilecek destekler, oyun programları gibi birçok hizmetle beraber geniş düşünülmesi gereken bir konu.


İstanbul95 kapsamında dört ilçe için önce ev ziyaretleri planlandı. Bu kapsamda Maltepe, Sultanbeyli, Sarıyer ve Beyoğlu’yla çalışıldı. Boğaziçi Üniversitesi’nin geliştirdiği aile destek programı uygulandı. Bilimsel açıdan kontrol grubu olan, iki yıl süren ve çıktılarının yayınlandığı/yayınlanacağı bir proje oldu. 


Bu proje ve yaklaşım neden önemli? Çünkü bebek beyninin ilk üç yılı, insan beyninin en hızlı büyüdüğü ve geliştiği dönem. “Bebek ya bir şey anlamaz,” dediğimiz bu dönemde aslında beyin çok hızlı bir şekilde gelişiyor. O dönemde kaçırılan imkânlar zor yerine konuyor. Bu konuda pek çok bilimsel araştırma var. Buna hatta inşaat üzerinden şöyle bir örnek veriyorlar. Nitelikli bir projeniz olabilir, yani DNA’nız ve kalıtımsal özellikleriniz çok iyidir, ama iyi bir müteahhittin eline düşmediyseniz, yani sizinle etkileşim kurulan bir ortamda olamadıysanız, o proje hiçbir zaman olması gerektiği gibi inşa edilemiyor. Beyin hiçbir zaman olması gereken kapasitede gelişmiyor. Çocuk okul çağına geldiğinde aslında iş işten geçmiş oluyor. Bu nedenle hamileliğin son haftasından itibaren başlayan ve iki haftada bir gerçekleştirilen ev ziyaretleri bu projenin ana konusuydu. 


Biz bir yandan da kent mekânlarında neler yapılabilir, kente küçük çocukların gözünden baktığımız zaman neler var konusuna odaklı çalışmaya başladık. Bun anlamda ilk olarak oyun parkları gündeme geliyor. Uyun parklarının bile küçük çocuklar için tasarlanmadığını çok çabuk görüyorsunuz. Oyun parkları, motor gelişimini tamamlamış beş-on iki yaş çocuklar için tasarlanıyor. “Daha erken dönem için ne yapılabilir?” sorusu dahilinde Sarıyer ve Sultanbeyli Belediyesi’nde birtakım pilot uygulamalar yaptık. Aynı zamanda belediye oyun hizmetini sadece parkla mı götürebilir diye düşündük. Danimarka örneğine sıklıkla bakıyoruz. Orada oyun, bir program ve hizmet şeklinde veriliyor. İngiltere’de de buna benzer birçok örnek söz konusu, oyun işçileri veya sahada oyun kurucular var. Belediyelerle benzer işler yapılabilir mi diye çalıştık. Seyyar oyun parkları diye bir hizmet geliştirdik. 


İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul95 programını benimsemesiyle hedefler ve uygulamalar on kat büyüdü. Ev ziyaretleri programlarını ve seyyar oyun parklarını İSADEM’ler devraldı ve kadro oluşturdu. Tabii ki pandemi dönemine adapte olmak zorunda kaldılar, ev ziyaretleri ve telefonla görüşmeler yeniden planlandı. 


Kente baktığınızda oyun parklarıyla beraber diğer önemli konu hemen ortaya çıkıyor: Parklara erişim. Kentlerde bir parka erişim için ebeveynlerin üç tane cadde geçmesi gerekiyorsa, iki çocukla parka gitmek tabii ki annenin gözünde büyüyor. Çünkü rahat gidemeyeceğini biliyor, o parkta oturacak yer, tuvalet, çocuk bezi değiştirecek alan yok. Dolayısıyla haklı olarak üşeniyor. İstanbul’da çocuğu olan herkesin buna benzer anıları vardır. Anne ve baba için park aslında eziyettir, benim için öyleydi. Ama siz götürmezseniz çocuğun başka biçimde parka gitme şansı yok. O yüzden anne-baba veya bakım veren kimse için kolay erişim önemli oluyor. Bu konuyla ilgili olarak Maltepe Belediyesi’yle birlikte Zümrütevler’de trafik yavaşlatma uygulaması yaptık. 


Şimdi de İBB’nin Yaya Şefliği’yle beraber birtakım alanlar belirleyip İstanbul95 programı dahilinde trafiğin yavaşlatılması, geçişin kolaylaştırılması ve yaya öncelikli kent tasarımı nasıl olabilir üzerine beraber çalışıyoruz. Yaya Şefliği’nin kurulması da çok güzel. Çünkü çocuklar şoför değil, ancak yaya olarak hakları savunulabilir. 


Trafiği yavaşlatmaktan kastımız, mahalle içerisinde trafiği yavaşlatmak. Bu konuda da oldukça önemli bilimsel araştırmalar var. Saatte yirmi kilometre hızla giden bir araç yayaya çarptığı zaman yayanın hayatta kalma şansı %90. Oysa elli kilometreye ve daha yüksek hıza geldiğinde bu şans %10. Hız, belirleyici ve mühim.


Çocuk ve kent dediğimiz zaman oyun parkı ve yeşil alan en önemli konuymuş gibi görünüyor, ama bence ulaşım ve çocukların hareket özgürlüğü bir o kadar önemli. Çok basit örnekler var: Bir anne çocuğuyla yürüyorsa daha yavaş yürüyor. Yeşil ışıkta karşıya geçme süresi daha uzun. Yeşil ışığı değiştirmek için olan düğmeler hep yetişkin boyuna göre ayarlı. En azından okul çevrelerinde çocukların boyunu gözeterek düğmelerin aşağıya yerleştirilmesi gibi çok basit ama çocukların hayat kalitesi ve güvenliği için değerli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bu uygulamalar çocukların kente aidiyet hissetmesi açısından da önemli. Bu süreçlerin birlikte planlanması gerekiyor.


Üçüncü konu, hava kalitesi. Üç yaşında bir çocuğu doksan beş santim diye düşünün, tam egzoz boyutunda oluyor. Yani yetişkin olarak aynı derecede hissetmiyorsunuz, ama egzoz gazına çocuklar birebir maruz kalıyor. Bu nedenle çocukları korumak için küçük ölçekte yapılacak birçok müdahale var. Okul çevresi trafiğinin yavaşlatılması, hava kirliliği açısından da önemli. 


Bunlar ana konular. Oyun parklarının iyileştirilmesi, programlama yapılması, park olmayan yerlerde seyyar parklar gibi oyun parklarının kurulması, erişimin kolaylaştırılması, yaya erişiminin düşünülmesi gerekiyor. 


Kente 95 santimden, yani üç yaş grubundaki çocukların gözünden bakmayı farkındalık açısından detaylandırır mısınız?


SELVA GÜRDOĞAN: Bölge bölge düşünelim o zaman. Trafikle ilgili bir okul etrafında yapılabilecek şeyler var mı diye düşünelim. Dediğim gibi, trafiğin yavaşlatılması önemli, bunun için araçların dönüş yarıçaplarının daraltılması lazım. Şu an bizdeki dönüş yarıçapları, beş-altı metre, otoyol yarıçapları gibi. Onları daralttığımızda ya da dikleştirdiğimizde araç mecburen yavaşlıyor. Bu aslında bir levha koyma işi değil, tasarımla çözülmesi gereken bir konu. Yolun geometrisiyle alakalı. Bu, kolaylıkla yapılabilecek uygulamalardan. Yaya geçitlerinin yerleştirilmesi, yayalar için yeşil ışık sürelerin uzatılması ve düğmelerin aşağıya indirilmesi lazım. 


Okula yürüyerek giden bir sürü çocuk var, genellikle annesiyle gidiyor. Okul kapılarının önünde daracık kaldırım vardır. Aslında bu alanların yayayı önceleyerek yapılması, banklar yerleştirilmesi gibi çok basit düzenlemeler yapılabilir. Şunu da gözetmek lazım. Bakım verenler ve çocuklar, işe gidip gelen bir yetişkine göre mahalle içinde daha fazla hareket ediyor. Anneanneye, eczaneye vs. uğruyor, bir şey alıyor, birden fazla noktayı kapsayan bir yürüyüş pratiğine sahip. Bunu pandemi döneminde de gördük. Mahalle içlerinde olabildiğince oturma imkânı sağlamak lazım. Bu kadar da basit aslında. Çünkü çocuk yoruluyor: “Ayakkabımın bağı çözüldü. Şurada biraz dinlenelim. Dondurma istiyorum,” diyor. O yürüyüşü keyifli hâle getirecek birçok unsur var. Ama bunlara imkân verilmiyor, genelde hep stres konusu oluyor. “Yavrum yapma, gidiyoruz hadi, araç geliyor.” Bu sahneleri biliyorsunuz, siz de yaşadınız. Hem çocuğun sosyalleşmesi hem kent aidiyeti vs. araç trafiğine ve şehrin karmaşasına feda ediliyor. Yoksa mahalle içerisinde şehir karmaşası diye bir durum pek yok aslında. Mahalle içinde park etmiş bir sürü araba var. Park etmiş arabaları düzenlediğinizde başka bir hayat başlıyor. Bize şu an hayalmiş gibi geliyor, ama çocuklar okula neden bisikletle gidemesin? Bu röportajı okuyacak çoğu belediyenin hizmet verdiği yerler İstanbul gibi tepelik ve sıkışık değil. Belediye için okul yollarına bisiklet yolu yapmak zor değil. 


İstanbul’da bazı bölgelerde kişi başına düşen yeşil alan neredeyse bir metrekareye indi. Çocuklar değil parka, yeşil alana bile erişmenin zor olduğu bir metropolde büyüyor. Bu kadar karmaşık ve kaotik bir yer için nasıl çözümler üretiyorsunuz?


SELVA GÜRDOĞAN: Size Zümrütevler fotoğrafını göstermek istiyorum. Çünkü Zümrütevler ve Maltepe, dediğiniz gibi yeşil alanı olmayan bölgeler. Burada çöp konteynerleri ve altı-sekiz tane araca ayrılmış bir yer vardı. Tek yaptığımız, bunları yerinden etmek oldu. Yer yok değil. Yapılan düzenleme sonrasında mahalle meydanı artık tanımsız ve tekinsiz bir kavşak değil. İstanbul’da bunun gibi düzenlenme bekleyen birçok kavşak var. Bunlar ufak bütçelerle hızla yapılabilecek ve yaşam kalitesini artıracak müdahaleler. 



İstanbul’da artık “Oyun Şefliği” var. “Oyun Şefliği”, ait bir alt kurum olarak kuruldu. Hatta bildiğim kadarıyla Park ve Bahçeler Müdürlüğü üç alt marka geliştiriyor: “Yeşil İstanbul”, “Oyun İstanbul” ve “Yaban İstanbul”. Oyunun hak ettiği yeri bulmasından dolayı mutluyuz. Kendi aksiyon planlarını alabilecek bir kurumun olması çok iyi. Kurumun başında harika bir insan var, umuyorum güzel işler yapılacak.


“Oyun İstanbul”, oyun stratejisi geliştiriyor. Oyun parklarının envanteri tekrar gözden geçirildi; bu envanterle ilgili bir değerlendirme formu oluşturuldu ve form içerisinde “Parkın çocuklar için oyun değeri nedir?” gibi sorular var. Ebeveynlere yönelik imkânları değerlendirecek soruları yer alıyor. Böylece İBB’ye ait tüm parklar için tekrar bir değerlendirme yapılıyor. Beraberinde de bir stratejik plan geliştirildi. Bu planın ilk versiyonunun lansmanı da sanıyorum yakın zamanda yapılacak.


Bernard van Leer’de o dönem koordinatör olan Yiğit Aksakoğlu ve ekibi -Neslihan Öztürk, Fikret Tokgöz- olmasa bu proje olmazdı, bu denli büyümezdi. İlçe belediyeleriyle başlayarak, sonra ikna edici deliller oluşturarak büyük şehirleri projeye dahil etmek için çok emek verdiler.


Düşünün, Sarıyer’de puset teftişi yapıyoruz. Puset o yollarda nasıl ilerler? Çocuk nelere maruz kalır? Ebeveyn ne zorluk yaşar?  Aile ziyaretleri programına katılan anneler ve bebekler var. İstanbul’un herhangi bir sokağında pusetle yürümek kolay değil. Bu teftişte belediye başkan yardımcısı da bize eşlik etti. Bunu bir dayanışma içerisinde yapmak, “Bakın biz bu konuyu sahipleniyoruz,” demek oldukça önemliydi. Sarıyer’deki güzel uygulamalar devam etti. 


İlk uygulamaların yapıldığı pilot dönemden sonra İstanbul, İzmir ve Gaziantep Belediyeleri’yle de çalışıldı. Aslında her birinin projenin bir parçasıyla ilgili geliştirdiği uygulamalar var. Bildiğim kadarıyla Gaziantep’te ev ziyaretleri devam etti. İzmir, ulaşımla ilgili düzenlemelerde çok iyi çalışıyor. Az önce bahsettiğim aile ziyaretleri, yani “Ebeveyn Destek Programı”, veri tabanlı karar verme, kamusal alanların gelişimi ve mobilite hakkında çalışılıyor. 


Birçok saha gezisi yapıldı, Hem Kopenhag hem de Hollanda görülmesi gereken yerler. Kamusal alanı hayal etmek bazen çok zor. O yüzden gidip görmek gerekiyor. Gördükten sonra da, bu basit düzenlemelerin hiçbir zorluğunun olmadığı anlaşılıyor. 


Çocuk, kolay bir müşteri değil. Çünkü hemen ikna olmuyor. Konfor alanının dışına çıkarmak zor. İlk başta “Fikir Rehberi” hazırlamıştık. Bütün oyun parkları için her aşama aslında bir oyun imkânı. 


Hazırlık için kendimizi de eğittik. Sonra pilot uygulamalar yapıldı. İmalat süreçleriyle alakalı pek çok yerde bazı zorluklar var. Çünkü belediyeler, özellikle büyükşehirler toplu ihalelere çıkıyor. İhaleyi alan ekipler, zemin ekipleri ve ekipman ekipleri olarak ikiye ayrılıyor. Kimi işleri yapacak alt taşeron olmuyor. Yapılabilecek işlerin önünde birtakım saçma pratik engeller var. Mesela Sarıyer’de belediyenin kendi usta ekibi yaptı.


Biz ihale için şartname yazarken bazı durumlarda fiyat teklifi almakta bile zorlanıyoruz. Çünkü bu işi yapacak kişinin tanımı yok. Oysa Sarıyer Belediyesi akıl davrandı; tam seçim öncesiydi, hızlı yapmak istedi, kendi ekipleriyle çalıştık, belediyenin marangozları yaptı. Orada, bir tek trambolin dışarıdan geldi, bir de zemindeki EPDM uygulamasını alt taşeronlardan biri yaptı. Onun dışındaki her şey belediyenin ustalarıyla yapıldı.


Böylece maliyeti de düşürmek mümkün. Plastik üç nesneyi götürüp koymak, çocuk parkı yapmak değil. Tasarım gözünün iyi olması lazım. 


Türkiye’de Avrupa standartları -TS EN1176 diye geçiyor- uygulanıyor. Bu standart, altmış santime kadar olan yükseklikten düşen bir çocuğa -betona bile düşse- bir şey olmayacağını kabul ediyor. Altmış santim, küçük bir çocuk gözünden baktığınızda büyük bir macera aslında. Bir annenin altmış santim yükseklikten düşecek çocuğuna bir şey olmayacağını bilmesi ne kadar rahatlatıcı olur. 


Bu konuda ebeveynlerin farkındalığını artırmaya yönelik çalışmalar yapıyor musunuz?


SELVA GÜRDOĞAN: Sarıyer’deki park için bir bilgilendirme levhası için çalışma yapıldı. Bu konuyu bir ihtiyaç olarak Park ve Bahçeler Müdürlüğü Daire Başkanı Sayın Çağatay Seçkin’le konuştuk. Oyunun değişmesini istiyorsak, İstanbul’da bunun iletişimini çok iyi kurgulamak lazım. 


Oyun parkları tasarlayan, çok sevdiğimiz bir tasarımcı var: Helle Nebelong. Pandemi öncesi belediyelerin de olduğu bir eğitim etkinliği yaptık. Adına “Tasarım Deparı” dedik. Belediyede çalışan tasarımcılar, üzerinde çalışmakta oldukları parkları getirdi, beraber tasarladık.


Tabii bu tasarımları yaparken güvenlik standartlarını bilmek önemli oluyor. Herkes üretim ve tasarım yapabilir dediğimizde kanunları ve standartları göz ardı etmemek gerekiyor. Bu konuyla ilgili eğitimler de düzenledik. 


Seyyar oyun parklarını nasıl yapıyorsunuz? 


SELVA GÜRDOĞAN: Evet, farklı ölçeklerde yaptık. Boş alanda, spor sahasında yaptık. Yapmaya başladığımızda bizim için de önce cesaret gerekiyordu. Çünkü sonuçta biz de ofis insanıyız. Oyun parkı tasarlamak daha kolay, ama kırk tane karton kutu alıp mahalleye çıkmak bizim gibiler için daha zor. İlk Tophane’de başladık, bizim ofisin yakınında Beyoğlu Belediyesi’ne ait bir halı sahada. Yol boyunca konunun uzmanlarıyla da konuştuk. Biz oyunu programlamaya çalışıyorduk. Aslında ne kadar az programlarsak, o kadar iyi olduğunu, imkân ve zaman verdiğimizde çocukların asıl isteğinin kendi oyunlarını tasarlamak olduğunu, ne kadar az müdahale edersek o kadar iyi olacağını öğrendik. Başta oyunu yönlendirmeli miyiz gibi dertlerimiz vardı. Aksine, oyunu olabildiğince özgürleştirmek gerekiyor. 


Haftada bir gün mahallelerdeki halı sahalarda saat on-on iki arası bu etkinlik olsa, anneler için de sosyalleşme ve dışarı çıkma şansı söz konusu olur. Bu işin maliyeti ne olabilir ki? Kolaylıkla yapılabilecek işler ve maliyeti sıfır. 


Bunu pandemi döneminde de denedik. Yaz aylarında kurduğumuz ilk oyun suyla sabunla oynama üzerineydi. Bu proje çok hızlı büyüdü. İstanbul Gönüllüleri, projenin bir parçası, şimdi kendileri de yapıyor. İSADEM’in etrafında on tane mahalle belirlendi; iki haftada bir olacak şekilde seyyar oyun parkı programı kurgulandı, eğitimleri de neredeyse bitti, uygulama için pandemiyi bekliyoruz.


İstanbul95 programının içerisinde öğrenilen birçok şey var. Ev ziyaretlerinden tutun, seyyar oyun parklarına kadar birçok süreç var. Bu deneyim hem Türkiye’de hem de dünyada yaygınlaştırılabilir. Çünkü İstanbul’un kent üretme deneyimi o kadar zengin ki. Avrupa’daki metropollerle karşılaştırdığınızda İstanbul, mevcut sorunlarıyla uğraşan -iyi anlamda söylüyorum- ve sürekli çözüm üretebilen bir şehir. Ama ürettiği çözümlerin kaydını tutmuyor. Kayıt tutarak, etkisini ölçerek uygulamaların nasıl yaygınlaştırılacağıyla ilgili kafa yoran bir kuruma ihtiyacı var. Kentsel Tasarım Ofisi’nin böyle bir yer olmasını arzu ediyoruz. Yani böyle bir kentin AR-GE departmanı gibi çalışsın. Bu tür uygulamaları yapsın, sivil topluma ve başka belediyelere destek versin. Ama ölçsün, faydasını anlatsın ve yaygınlaştırma planlarını yapabilsin. O yüzden yazılım ve donanım çok önemli. İstanbul, çok güzel yazılımlar üreten bir şehir. Aktif vatandaş değiliz diyoruz, ama bence son derece aktif bir vatandaş kitlesi var. Bu coğrafya öyle bir yer. İşin içinde olan insanların yaptıklarına kıymet vermek, destek olabilmek, ürettiklerini ve öğrendiklerini paylaşabilmek önümüzdeki dönemde hem İPA’nın hem de İPA içerisindeki Kamusal Tasarım Ofisi’nin öncelikleri olacak. 



Önerilen Haberler