YÜKLENİYOR
Uzmanlar, dünya su rezervinin ancak % 2.6’sının tatlı sulardan oluştuğunu, bunun da çok büyük bir kısmının kutup bölgelerinde buzullar hâlinde bulunduğunu belirtiyor. Tatlı suların az bir bölümü ise, atmosferde buhar, yer kabuğunda yüzey ve yeraltı suyu şeklinde yer alıyor. Dünya nüfusunun artmasına bağlı olarak 20. yüzyılda su tüketiminin 6 kat arttığı belirtiliyor. 1950’de kişi başına düşen su tüketim miktarının 16.800 metreküp olduğu ve bu miktarın 2000’de 7.300 metreküpe düştüğü dile getiriliyor. Dünya nüfusunun 8 milyarı bulmasının beklendiği 2025 yılında ise, kişi başına su tüketiminin yaklaşık 4.800 metreküpe düşeceği tahmin ediliyor. ABD’den Ortadoğu’ya, Güney Asya’ya kadar geniş bir alanda küresel ısınmaya da bağlı olarak susuz ülkelerin sayısının giderek arttığı ifade ediliyor. Erişilebilir tatlı su miktarının, dünyanın toplam su varlığının %1’inden bile az olduğunu bilmek, insanlığı bekleyen tehlikeyi anlamaya yeter.
Dünyada 2.7 milyar insan, yılda en az bir ay su sıkıntısı çeken havzalarda yaşıyor. 2050 yılında dünya nüfusunun %40’ından fazlasının su stresi çeken havzalarda yaşaması bekleniyor. WWF’nin 2010 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre, 2007 yılı itibarıyla 1.8 milyar insan internet erişimine sahipken, 1 milyar insan içme suyuna erişimden yoksundu. Su sorunu sosyal, ekonomik ve çevresel alanlarda kendini giderek daha fazla hissettiriyor. Dünya Ekonomik Forumu için hazırlanan Risk Raporu’na göre, su kıtlığı dünyadaki en önemli üç risk arasında yer alıyor. Bu durum yalnızca su sıkıntısı çekilen havzaları değil, birçok üretim sürecini de etkiliyor. Artan uluslararası ticaret hacmiyle birlikte su artık yerel değil, küresel bir kaynak olarak kabul ediliyor. Bu nedenle tatlı su kaynaklarının sürdürülebilirliği yalnızca sosyal ve çevresel açıdan değil, aynı zamanda ekonominin sürdürülebilirliği açısından da kritik öneme sahip.
Yeterli miktarda ve iyi kalitede suyun varlığı, tatlı su ekosistemlerinin olduğu kadar gıda güvencesinin ve sürdürülebilir kalkınmanın, dolayısıyla insanlığın geleceğinin de temel koşulu.
Yine çok önemli bir gerçek daha var ki, o da dünya üzerinde var olan su miktarının sabit olduğu. İşte, bu gerçek hepimiz için çok önemli bir noktayı işaret ediyor. İnsanlık, su kaynaklarını bu hoyratlıkla kullanmaya devam ederse, kendi sonunu hazırlayacak.
Tablo ülkemiz için de hiç parlak değil. Türkiye, sanılanın aksine, su zengini bir ülke değil. Kişi başına düşen 1.519 metreküplük su miktarıyla “su sıkıntısı çeken” bir ülke olarak kabul ediliyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı öngörüsüne göre, kişi başına düşen su miktarının 1.120 metreküp/yıl olması bekleniyor. Diğer bir deyişle, artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve büyüyen kentleriyle Türkiye, “su fakiri” olma yolunda ilerliyor.
14 yeni büyükşehirin kurulmasıyla birlikte Türkiye nüfusunun %91.3’ü (TÜİK, 2013) artık belediye sınırları içerisinde yaşıyor. Artan kentsel nüfusla birlikte içme suyu arzının da büyük bir sorun hâline geldiğini biliyoruz. Uzmanlar, ortaya çıkan su yetersizliğinin havzalar arası su transferiyle kapatılmaya çalışılmasının daha büyük ekolojik sorunlara yol açtığını her defasında vurguluyor.
Su kaynakları, evsel, endüstriyel ve tarımsal atıklarla her geçen gün daha da kirleniyor. Sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimimiz gün geçtikçe riskli hâle geliyor. Türkiye’deki 3.225 belediyeden sadece 296’sının atık su arıtma tesisi bulunması, tablonun vahametini anlamaya yeter. Kirlenen su kaynakları yalnız biyolojik çeşitliliği değil, aynı zamanda geçim kaynakları suya bağlı olan çok sayıda insanı da doğrudan etkiliyor. Büyük Menderes Nehri, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü, Eber Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltası kirlilikten etkilenen sulak alanların sadece birkaçı.
22 belediye başkanımız bu tabloyu değiştirmek, su kaynaklarımızın yönetimindeki paradigmayı yeniden kurgulamak üzere çok önemli bir manifesto hazırladı ve bu manifestoya imza attı. Ülke nüfusunun yaklaşık %60’ının yaşadığı kentlerimizde “Başka bir su yönetimi mümkün!” dediler. Bu, değeri gelecek yıllarda daha iyi anlaşılacak tarihi bir adımdır. CHP, bu ülkenin kaynaklarının, insanının temiz gıdaya erişiminin, gelecek nesillerinin bu topraklarda güven içinde yaşamasının sahibi olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Su, ancak siyaset üstü olursa yönetilebilir. Sürdürülebilir tarım, gıda ve kent su olmadan mümkün değil. Ekoloji ve biyoçeşitlilik suyun varlığıyla mümkün.
Bu nedenle belediyelerimiz büyük bir sorumluluk üstlenerek ellerini taşın altına koymuşlardır. CHP, yerel yönetimleriyle bir kez daha ülkesinin geleceği için üzerine düşen sorumluluğu almaya hazır olduğunu göstermiştir.
“Su Manifestosu”nda altına imza attığımız her şeyin arkasında olduğumuzu gösterecek kararlılığımız var. Bunu gelecek günlerde herkes görecek.
Kategoriler: HİZMET, ÇEVRE
Taglar: Seyit Torun, Sürdürülebilirlik, Kırsal Kalkınma, Su