"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Aslıhan Demirtaş: Kent Bostanları Kentsel Tarımın Öncü Mekânları

  • 10 Mayıs 2021

ASLIHAN DEMİRTAŞ


Mimar





Özellikle bizim gibi ülkelerde kent peyzajını belediyelerin bir yerlere çiçek dikmesiyle, çimlere “Üzerine Basmayın” yazmasıyla tanıyoruz. Hem dünya hem Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu kentlerde yaşamaya başlayınca ekolojiyi dikkate alan ve vatandaş katılımını önemseyen anlayışlar ortaya çıktı. Bu dönüşüm kolay mı? Kent peyzajı nereye evriliyor? 


ASLIHAN DEMİRTAŞ: Kentten ve kent peyzajından ne anladığımızı düşünmekle başlayabiliriz. Kentler her zaman kırsalıyla ve peyzajıyla birlikte var oldu. Bunlar ayrı düşünülebilecek kategoriler değil. İstanbul üzerinden konuşacak olursak, bu kentte hiçbir zaman kendini besleyebilen bir peyzaj olmadı. İstanbul bugünkü megapol kapasitesine ulaşmadan önce de gıdasını başka coğrafyalardan temin ediyordu. Osmanlı, tahılını Karadeniz veya Akdeniz üzerinden gemilerle getiriyordu, hayvanını Balkanlar’dan alıyordu. Kent içinde bozulabilecek gıdalar bostanlarda üretiliyordu. İstanbul’un coğrafi konumu çok önemliydi. Kentin yeri, yaşayanları rahatlıkla besleyecek olması nedeniyle seçilmemişti. Etrafı suyla çevriliydi, o dönemin en ucuz nakliyatı gemicilik olduğu için yerel üretim bir sorun teşkil etmiyordu. Bugün İstanbul, gıdasını hem ülke içinden hem de dünyadan temin ediyor. Dolayısıyla kenti gıdanın üretildiği, suyun elde edildiği, havanın temiz olduğu coğrafyalardan ve peyzajlardan ayrı düşünmek mümkün değil. 


Her kenti ve peyzajını kendine özgü iklimi, coğrafyası, topoğrafyası gibi birçok parametreyle konuşabiliriz. İstanbul’un kent peyzajıyla Berlin’in kent peyzajının dinamikleri farklıdır. İstanbul’un kent peyzajından Marmara’dan, Karadeniz’den, Kuzey Ormanları’ndan, üzerine barajların yapıldığı akarsulardan, bu akarsuların havzalarının sahibi komşu illerden, kente gelen ürünlerin üretim coğrafyalarından söz ederek başlayabiliriz. Kısaca bir bölgeyi ve bağlantılı olduğu uzak/yakın bölgeleri tarif ediyoruz. Kent peyzajı, ormanları, koruları, boğazı, bahçeleri, 1.600 yıllık bostanları, irili ufaklı tarım alanlarını, parkları, hatta çatı bahçelerini, tümünün insan ve insan-ötesi sakinlerini dahil edeceğimiz birbirinden farklı ve karmaşık bir kavram. Dile kolay gelen ancak düşündüğümüz zaman birçok parametresi olan, çeşidi,  tipolojisi ve kullanıcısı fazla bir kavram. 


Siz Yedikule Bostanları’nda aktifsiniz. Buradaki çalışmalarınızı anlatır mısınız?


ASLIHAN DEMİRTAŞ: 1.600 yıllık tarihi Yedikule Bostanları’na ve dahil olduğu İstanbul kent bostanları ailesine kentsel tarımın öncüsü mekân diyebiliriz. İstanbul kara surlarını inşa ettiren İmparator Theodosius’un bu surların bakımından surlar boyunca bostancılık yapanları sorumlu tuttuğunu ve sur içi tarafındaki surların zemin seviyesindeki mekânlarını bostancıların kullanımına tahsis ettiğini birtakım fermanlardan biliyoruz. Kentsel tarım dediğimiz kavram bostanlardan daha yeni. Bostanlar, taze tüketilmesi gereken ve nakil sırasında çabuk bozulabilecek -marul, çilek, hıyar gibi- gıdaların kentin içerisinde ve kentten uzak olmayacak şekilde yetiştirilmesi anlayışıyla üretilmiş mekânlar. İstanbul’un bostanları bu anlamda ilginç. Çünkü 1.600 yıldan beri ustadan çırağa devam eden bir tekniği kullanıyorlar, toprağı şekillendirme tekniğiyle, tava-maşula isimli birtakım modüllerle toprağın sulanmasını, sebzenin-meyvenin hızlı bir şekilde üretilmesini sağlıyorlar. Dolayısıyla İstanbul’un bostanları, İstanbul’un biricik kültürel mirası, soyut ve somut mirasın bir arada bulunduğu bir yer.  Bostancılık pratiğini somut olmayan miras kabul edersek, somut olan mirası da sur boyunca, surun içinde var olan üretken peyzaj toprakları ve kuyuları olarak görebiliriz. İsmail Paşa Bostanı, 2013’te bir park projesi için yıkıldı, üzerine moloz döküldü. Tarihi Yedikule Bostanları Koruma Girişimi, o günden beri buradaki park projesinin anlamsızlığı, 1.600 yıllık kültürel miras olan bostanların korunmasının önemi, kaybettiğimiz bostanların geri getirilmesinin ötesinde ileriye yönelik bostanların ve bostancıların hayatının garantiye alınmasının gerekliliği üzerine çalışmalar yapıyor.


İstanbul’un yüzyıllardır sahip olduğu ve surları koruyan Yedikule Bostanları, yeni kavramlardan yeşil altyapıya örnek olabilecek bir uygulama. Yeşil altyapı, yeni üretilmiş bir kavram ve uygulama. Oysa bostanlar bu kavramın öncesinde de vardı. 


Pandemi ve iklim krizi bütün alışkanlıkları gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. Bu süreçlere kentli nasıl dahil edilebilir? Kent bahçeciliği için neler yapılabilir?


ASLIHAN DEMİRTAŞ: Kentte yaşayanları kentin peyzajına bağlayabilmek için belediyenin yaptığı kent peyzajının yapısını değiştirmekten önce kentlinin yapısını değiştirmek gerekiyor. Çünkü kentler ilk kurulduğunda gıda üretimini ve gıdanın dağıtımını fiziksel olarak içeren mekânlardı. Bu ne demek? Gıda sürekli sizin ayağınıza dolanırdı, pazarıyla, arabasıyla, nakliyatıyla, sizin kendi depolama çabalarınızla. Gıda, üretimiyle ve dağıtımıyla fiziksel anlamda kentle iç içeydi. Bu iç içelik, buzdolaplı kamyonların ve raylı sistemlerin icadıyla kentin dışına çıktı.  Dolayısıyla biz artık kentte toprağın işlemesini ve çalışmasını gıda üretimi için de olsa, başka sebeplerle de olsa kentin içerisinde göremiyoruz. Yedikule Bostanları bu yüzden oldukça önemli. Çünkü operasyonel açıdan bir peyzajı hâlâ kentin içerisinde görmemizi, gıda üretimine tanık olabilmemizi ve bunu bir sonraki nesile aktarabilmemizi sağlıyor. 


Tasarım tipolojilerini değiştirebiliriz, dönüştürebiliriz, daha çok yeşil alan ekleyebiliriz, ancak bir kentlinin çevresine, açık alanına, parkına, bostanına, ormanına, korusuna yönelik bakış açısını değiştirmediğimiz sürece gerçek dönüşümü yaşayamayız. Buna kendimiz de dahiliz. Yani bizler, kentlerde yetişenler ve yaşayanlar, dünyaya ve gezegene bakış açımızı değiştirebildiğimiz kadar dönüşümü başarabiliriz. Belediyeler hizmet veriyorsa, bu hizmetin talebinin, tarifinin ve kullanımının değişmesi de bir o kadar önemli. Bir korunun, ormanın, ağacın, bitkinin sadece kentlinin eğlencesi ve keyfi için var olmadığını, bu gezegendeki hayatı mümkün kılan döngülerin parçası olduğunu gündelik hayatımıza nasıl işleriz?


Pandemi değişim için farkındalık yarattı. Çünkü açık alanın, gıdanın, temiz havanın ne kadar gerekli ve önemli olduğunu fark etmeye başladık.

 
Kadir Has Üniversitesi’ndeki yüksek lisans dersim Kentsel Tarım İstanbul kapsamında 5.  İstanbul Tasarım Bienali için öğrencilerimle bir çalışma yapıyorduk. Adını “Agros İstanbul” koyduk. Kısa süre sonra pandemi süreci başladı ve derse evlerden devam ettik. 


Öncelikle sosyal medya aracılığıyla insanların pandemi sırasında evlerinde, balkonlarında, bahçelerinde neler yapmaya başladığına baktık. Çünkü insanlar, saksılarda bir şeyler üretmeye başladı. Biz buna “mikro tarım” dedik. Bahçede veya saksıda fasulye, domates, dereotu, maydanoz yetiştirmeye başlamak, temelde bizi hayata bağlayan, kendimizi besleme zorunluluğumuzun anlık endişesiyle kentli tüketiciliğin bir nevi sorgulamasıydı. Bu, önemliydi. Sorunuz bu anlamda mühim bana kalırsa. Belediyeler bunun bir tarafı. Diğer tarafı, bu konuda farkındalık oluşması ve vatandaşların kendilerini sorgulaması. Çünkü bir süpermarkete gidip paketlenmiş gıda alıyor, seralarda üretilip kamyonla nakledilmiş ürünlerin olduğu pazardan alışveriş ediyoruz. Öte yandan, gıda toprakta yetişiyor. Ben çocukken süpermarket yoktu, pazara giderdik, çiftçiler kent çeperinden gelirdi, bahçesinde ineğini otla besleyen sütçüden süt alıp, kaynatıp içerdik. Ben bu geçiş sürecine tanık oldum. Pandemi sürecinde kente -tüketim mekânı olmasının ötesinde- bir üretim alanı ve başka canlıların evi olarak bakabilmeye başladık. Hayvanları, ağacı, çiçekleri, bu gezegende hayatı paylaştığımız bizim dışımızdaki tüm canlıları fark ettik. Tüm canlılarla paylaştığımız bir gezegende kültive edilmiş, mevsimsel bitkilerden söz etmenin, yani gözümüze güzel görünecek bir peyzaj olmasının ötesine geçmek isteyelim, talep edelim. Neden? Çünkü artık ağaçların, arıların ve çiçeklerin ekoloji içerisinde yerleri olduğunu öğrenmeye başladık. Kent, bu sistemin ve döngülerin parçası olmalı, karşıtı değil. 


Bahçeciliğin ve yapay peyzajın mucidi diyebileceğimiz İngiltere’de kent peyzajına yeniden yabanlaştırma kavramıyla yaklaşıldığını görüyoruz. Çünkü bilimsel araştırmalar ve iklim krizi, peyzaj veya ekoloji dediğimiz karmaşık sistemin içerisinde tekil olarak hiçbir şeyi ayrıştıramayacağımızı gösterdi. Ormanın sadece ağaç demek olmadığını, içerisindeki geyiğin, onu parçalayan kurdun veya kaplanın, toprağın, toprağın içindeki mantarların ve bakterilerin, polinasyonu yapan arıların birbirine dolaşık olduğu muazzam karmaşık bir yapıyı ve bir döngüyü fark ettik. 



Kentler, yapılaşma sorunuyla pandemiden önce yüzleşmeye başladı. İklim krizi, kentlerin yapılaşma dinamiklerindeki yanlışları görünür hâle getirdi, pandemi pekiştirdi. Benim umudum şu ki, apartman bahçelerine çim ekmek yerine toprağı kendi hâline bırakacağız ve envai çeşit doğal bitkiyi görmeyi tercih edeceğiz. Parklarda ekilmiş, grafik sanatı şeklinde çizilmiş birtakım peyzaj tasarımları yerine İstanbul’a kendi bitki örtüsünü gösterebilmesi için izin vereceğiz. Bu konuda Prof. Dr. Ünal Akkemik’in “İstanbul’un Doğal Bitkileri” adında bir kitabı var. Kitaba baktığınızda “Bu bitkiler nerede?” diyorsunuz. Hepsi İstanbul’un doğal bitkileriyse neden göremiyorum? Dikkat etmediğimiz ve gözümüz alışkın olmadığı için göremiyoruz. Yabani deyip küçümsediğimiz ve kentin merkezinden çeperlere itelediğimiz için göremiyoruz. Bu bitkileri kentin içine geri döndürmenin zamanı. Kentte daha fazla alan açmanın, sert zeminleri azaltmanın, toprağın iyileştirmenin, bitki örtüsüne izin vermenin ve tüm bunlardan keyif almanın vakti diye düşünüyorum. 


Kent/topluluk bahçeciliği ve bostancılık, insanların bir araya gelip hem sosyal ilişkileri pekiştirmesine hem dayanışmaya dair kuvvetli bağlar oluşturabilmesine hem de kentin bereketine tanık olabilmesine imkân tanıyor. Bu nedenle Yedikule Bostanları’na park yapmak yerine bostan olarak kalması için her türlü desteği vermeliyiz. Bostancılar yoksa bostanlar da yok. O peyzajı yapmayı ve 1.600 yıllık toprağı şekillendirme tekniğini bostancılar biliyor. Bostancılara güvenceli bir hayat sağlamayı, toprağa ilişkin pratiklerini sürdürülebilir kılmayı, bostanları ve bostancılığı yaygınlaştırmayı, bu anlamda yeni alanlar açmayı sorumluluk kabul etmeliyiz. Roma Bostanı ve Fenerbahçe Topluluk Bahçesi gibi kıymetli alanlarımız var. Agros İstanbul dahilinde “Üretken İstanbul” haritası yapmıştık. “Üretken İstanbul” haritasına Silivri, Çatalca gibi İstanbul’da tarım yapılan daha büyük çiftlikleri, onların yanında haritada gözükmeyen, niteliksel açıdan büyük ve değer taşıyan tarihi bostanları, topluluk bahçelerini de işledik. Kentsel tarım, aynı kentsel peyzaj gibi birçok dinamiğe ve farklı yöntemlere sahip. Doğanın biyoçeşitlilik ilkesiyle hareket ettiğimiz zaman topluluk bahçesinin de olmasını arzu edeceğiz, 1.600 yıllık bostanlara da destek vereceğiz, daha büyük kentsel tarım alanları da açmaya çalışacağız, çatıda da bir şeyler üretmenin fena fikir olmadığını düşüneceğiz. Bunların hiçbiri tek başına yeterli değil. Farklılığı ve çokluğu birleştirici unsurlar olarak görmek gerekiyor.


Sizin mikro tarım diye adlandırdığınız süreç, balkonunda veya bahçesinde ürün yetiştiren insanların farkındalığını artırmaya katkıda bulunacak. Yoksa sadece sivil toplum gönüllülerinin çabasıyla sınırlı kalacak. Mikro tarımla ilgili yerel yönetimler adım atıyor, fideler ve tohumlar veriyor. Bu uygulamaların daha bütüncül olması için önerileriniz var mı? Sizce bunu bir harekete çevirmek mümkün mü? 


ASLIHAN DEMİRTAŞ: Sivil toplum örgütleri bu konuda daha aktif. Aynı zamanda eğitim ve bilgi verme konusunda öncülük yapıyorlar. İstanbul Permakültür Kolektifi, Buğday Derneği, Slow Food-Fikir Sahibi Damaklar, Sinek Sekiz gibi. Bir arkadaşım, Sinek Sekiz’in yayımladığı Permakültüre Giriş kitabını pandemi döneminde okuyarak kendi bostanını kurdu. Harika bir şekilde devam ediyor. Okudukça ve işin içine girdikçe yerel tohum konusuna (tohum çoğaltma, takas etme) yöneldi, kendisi gibi bu konularla ilgilenen kişilerle iletişim kurmaya başladı. Dolayısıyla dediğiniz doğru, mikro tarımla başlayan deneyimi büyütmek değerli. Tükettiğimiz gıdaların tohum olduğunu fark etmek mühim. Bir demet maydanozun kaç günde yetiştiğini ve nasıl emek verildiğini fark etmek aydınlatıcı. Bu aynı zamanda kentlinin dünyaya bakışının değişmesi demek. Hepimiz çiftçi, marangoz, mimar olmayacağız. Benim toprakla uğraşan bir kişiye göre tecrübem az, fakat bu durum bilgim ve tecrübem olmasın anlamına gelmiyor. 


Kentler, işbölümünün yapıldığı yerler. Oysa siz köyde evinizi de inşa edersiniz, gübrenizi de yaparsınız, gıdanızı da üretirsiniz. Bir ağacı kesip, kerestenizi üretip ahşap kullanmayı da becerirsiniz, burada bir işbölümü yok. İşbölümü kentlerde. Kentte gıdayı üreten, çocuğunuza eğitim veren öğretmen, sağlığınız için çalışan doktorlar ve hastaneler vardır. Hem iyi hem de kötü bir dönüşüm. Çünkü bazı özelliklerimiz, hayatın başka işlevlerine körleşmiş durumda. Öte yandan, uzmanlaşma söz konusu. Bitkiyi tohum hâlinden yiyebileceğiniz noktaya getirmeyi denemek, sizin için o bitkiyi kıymetli kılıyor, körlüğü onarıyor. O zaman maydanoz demetinizi çürütmemeye başlıyorsunuz. Onu çöpe atmamaya çalışıyorsunuz. Çürüyen bir şeyi komposta çevirmeyi deniyorsunuz. Çünkü o bitkinin çürümüş hâlinin bile gezegendeki döngünün bir parçası olduğunu görmeye başlıyorsunuz.  Dolayısıyla evinizde çöpleri karışık olarak toplamak yerine organik çöpleri başka şekilde toplamaya başlasanız, arka bahçede bir kompost düzeneği kursanız, bir apartmanın organik atığını gıdaya dönüştürmeyi becerebilirsiniz. Aynı zamanda apartman bahçenizde ektiğiniz ve sulamak zorunda olduğunuz başka süs bitkileri varsa bunların yerine İstanbul’un kendi istediği bitkileri üretmesine izin verirseniz, büyük bir değişimin parçası olabilirsiniz. 


İklim krizi ve pandemiler birbirleriyle bağlantılı. İnsan türünün girmemesi gereken ekosistemlere girmesiyle, tüketmemesi gereken ekosistemleri tüketmesiyle oluşmuş. Bu nedenle kentlerin tekrar ele alınması gerekiyor. Kırsala taşınarak bu problemi çözemeyeceğiz. Kenti dönüştürmediğimiz sürece bu problem her krizde büyüyecek. Dünya nüfusunun çoğu kentlerde yaşıyor, yapılaşma artıyor, kırsalı sıkıştırıyor. Yani kentin nüfusu, büyüklüğü, tükettiği kaynakları, peyzajı vs. revize etmesi gerekiyor. Bunun için sadece belediyelerin değil, kentlilerin de bakış açısını gözden geçirmesi gerekiyor. İklim krizi sonucunda gezegendeki dengeler değişirse, insan türü yaşayamazsa, gezegen bir şekilde dengesini bulacaktır ve devam edecektir. 



Önerilen Haberler