"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Devrim Barış Çelik: Yereldeki Tepkiler Her Zaman Sandığa Yansımıştır

  • 10 Mayıs 2021

DEVRİM BARIŞ ÇELİK

CHP PM Üyesi





Öncelikle sizi tanıyalım. Siyasete nasıl girdiniz, nasıl ilgi duydunuz?


DEVRİM BARIŞ ÇELİK: Siyasete girmedim, siyasetin içine doğdum diyebilirim. Ben doğduğumda rahmetli babam Türkiye’deki kamu sendikacılığının başlangıcı kabul edilen bir derneğin yöneticisiydi. Annem de Türkiye’de devrimci mücadelenin önemli siyasi hareketlerinden birinin neferiydi. İki farklı sol siyasi geleneğin ifadesi olarak ismim hem Devrim hem Barış. Dolayısıyla siyasal toplumsallaşma sürecim ailemde başladı, CHP Gençlik Kolları’nda devam etti diyebiliriz.

1978 yılında ailemin memuriyeti nedeniyle Kayseri’de doğdum. Birçok memur çocuğu gibi farklı şehirlerde okudum. Şanslıyım, ilkokul beşinci sınıfta tayinimiz İzmir’e çıkınca ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite eğitimimi İzmir’de tamamladım. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldum. Daha sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasal Davranış Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptım. Aynı anabilim dalında doktora tez çalışması yürütmekteyim. Bir TÜBİTAK projesi vesilesiyle yerel yönetimlere ilgim artınca Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yerel Yönetimler Bölümü’nde Mahallî İdareler ve Yerinden Yönetim Anabilim Dalı’nda da yüksek lisansa devam ettim. Akademik ilgi alanlarım, seçim coğrafyası, sosyal-siyasal araştırmalar, seçmen davranışı, siyasal iletişim, seçim hukuku. Hâlen seçim coğrafyası, sosyal ve siyasal araştırmalarla ilgili veri analizi çalışmalarımı sürdürmekteyim. Yerel yönetimlere olan ilgim ise, yerel seçimlerdeki seçmen davranışı, yerel yönetimlerin mali tablolarının analizi ve mali disiplini, kamu yönetimi sistemimizdeki yeriyle sınırlıdır.


Siyasal davranış uzmanı olarak Türkiye siyasi tarihini nasıl değerlendirirsiniz?


DEVRİM BARIŞ ÇELİK: Türkiye siyasi tarihi çok uzun bir süreç. Ben tanıklık ettiğim dönemle ilgili konuşmak isterim.


Çocukluk ve gençlik yıllarımda Türkiye, siyasal yelpazenin farklı taraflarındaki siyasi partilerin oluşturduğu koalisyonlarla yönetilen bir ülkeydi. Ben bu dönemi, farklı siyasi görüşlerin temsil edildiği, ülkenin temel sorunlarıyla ilgili siyasal aktörlerin farklı iş yapma biçimleri olsa da, uzlaşabildiği bir dönem olarak okuyorum. Siyasette azami nezaketin olduğu, siyasi zekânın ve nüktedanlığın liderlerin görünür özellikleri arasında yer aldığı bir dönemdi.


Son yirmi yıllık sürece baktığımızda ise, farklı toplumsal kesimlerin siyasal taleplerinin hiçe sayıldığı, siyasal çoğunluğun getirdiği şımarıklıkla uzlaşmadan çok dayatma anlayışının hüküm sürdüğü ve adım adım tek adam rejimine evrilen bir süreç söz konusu. “Neo-patrimonyal Sultanizm” olarak ifade edilen, şahsına münhasır bu yönetim anlayışında asgari nezaketin bile olmadığı, zekânın yerini kurnazlığın aldığı, bırakın nüktedanlığı bağırma, aşağılama, ayrıştırma ve ayar verme anlayışının egemen olduğu bir siyasi yapı var. Bu, Türk siyasal yaşamının baskın siyaset yapma biçimi hâline geldi. Kamu hizmetlerinin kamu yönetimi nosyonu olmadan, devlet ciddiyetinden uzak, temel siyasal ahlak değerlerinden yoksun yeni tip idareciler eliyle yapılması sadece merkezi idarede ve buna bağlı taşra kuruluşlarında değil, seçilmiş mahalli idarecilerdeki siyasal ahlak sorunlarını da görünür kıldı. Özetle, bu dönem siyasal ahlaksızlığı sıradanlaştırmıştır. Bana göre, ilerleyen yıllarda Türkiye siyasi tarihini değerlendirenler için bu dönem, hem idari hem de siyasi açıdan dejenerasyonun görünür olduğu bir dönem olarak yerini alacaktır.



Yerel yönetimler alanında çalışmalarınız var. Dünyadaki yerelleşme eğiliminin tersine, bir merkezileşme süreci işliyor. Buradaki riskler sizce neler? Yerel yönetimler yasasında ve mevzuatında acil düzenlemeler neler olmalı?


DEVRİM BARIŞ ÇELİK: Bu sorunuza biraz uzun cevap vereceğim. Çünkü merkezileşme süreci, CHP Parti Okulu’nda 2014 yerel seçimleri öncesinde, yani 6360 sayılı yasa yürürlüğe girmeden, partimizin yerel yönetici adaylarına “Belediye ve İl Özel İdareleri”yle “Muhtarlık Sistemi”ni anlatırken ısrarla vurguladığım bir konudur. Bugün konuşulan tek adam rejiminin altyapısıdır ve öncesinde “reform” adı altında yapılan değişikliklerdir.


AKP iktidarı döneminde yaşanan bu değişikliklerin temel amacı, “seçilmiş sayısı”nı azaltmaktır. Yereli daha az sayıdaki seçilmişle ve her yönüyle merkezden “kontrol etme” anlayışının tezahürüdür. Bakın burada “yönetme” demiyorum dikkat ederseniz, “kontrol etme” demeyi tercih ediyorum. Kontrol etme anlayışı ve benzeri niyetlerle yapılan düzenlemeler “temsiliyet kaybı”na neden olmuştur, bu da merkezileşmeyi körüklemiştir. 


Özetle, yerel yönetimlerdeki fiziki ve mekânsal genişleme, temsiliyeti aynı oranda geliştirmedi. Aksine, kentsel alan hacim olarak büyürken, anayasada tanımlı yerel yönetim ünitelerinin varlığı nitelik açısından sona erdi, içi boşaltıldı. Köylerin ve alt kademe belediyelerin tüzel kişiliğinin sona ermesi, nüfusa oranlanan temsiliyeti ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla demokrasinin gelişimi açısından geriye gidilmiştir.


Büyükşehirlerdeki il özel idarelerinin kaldırılması, kırsalın hizmete ulaşmasını engellemiştir. Bu durum Ekim 2020’de 5018 sayılı kanuna eklenen “kırsal mahalle” tanımlamasıyla giderilmeye çalışılmıştır. Uygulama sadece vergi vb. muafiyet getiren bir düzenlemenin ötesinde değildir. Yerel demokrasi, merkezi karar ve uygulamalar karşısında geriye düşmektedir.


AKP iktidarı yıllardır yerel yönetimlerdeki tecrübesiyle ve başarısıyla iktidara geldiğinin propagandasını yapmaktadır. Ancak yirmi yıllık süreç bize göstermiştir ki, herhangi bir tecrübe söz konusu değildir. İktidarın ilk on yılı koşulsuz bir yerelleşme söylemiyle geçti. Son on yıl ise, freni patlamış bir merkezileşmeye sahne oldu. Yerel yönetimlerde tecrübeli olduğunu iddia eden bir siyasi partinin bu tarz savrulmalar yaşaması kabul edilebilir değildir.


Bu durumun en önemli örneklerinden biri, mülki idare amirleriyle yerel yönetimler arasındaki ilişkinin düzenlenmesidir. Yerelleşme söyleminin hâkim olduğu dönemde valilerin ve kaymakamların idare hukukunun bir gereği olan vesayet yetkilerini tamamen ortadan kaldırmaya çalışan iktidar, günümüzde belediyelere kayyım atar hâle gelmiştir. PM Üyesi olarak Doğu ve Güneydoğu Koordinatörlüğü görevim sebebiyle sorumluluk alanıma giren bölgelerde halk tarafından seçilmiş tek bir yöneticinin olmadığı iller ortaya çıkmıştır. Bunu sadece belediye başkanları ve milletvekilleri olarak düşünmeyin. Valisinden kaymakamına, rektöründen garnizon komutanına, iktidar partisinin il başkanından milletvekiline kadar herkes atanmıştır. Merkezileşme sürecinin en büyük risklerinden biri işte budur: Her yerel yöneticiyi doğrudan ya da dolaylı olarak merkezden belirleme. 



Türkiye’de yerel yönetimler alanındaki yasa ve mevzuat değişikliği parçacıl/palyatif çözümlerle çözülemeyecek hâle gelmiştir. Demokratik, katılımcı, eşitlikçi bir çerçeveye ve yerel yönetim yasasına ihtiyaç vardır. 2004-2005 yılında etkin, verimli, hesap verebilirlik, özerklik, yönetişim gibi süslü kavramlarla hazırlanan yerel yönetim yasaları, on altı yılda amacına ulaşmaktan uzak kalmıştır. 


Bunun yanında siyasi saiklerle yeni yasaların ruhuna uyumsuz değişiklikler yapılmıştır. Mevcut yerel yönetim modelinin en önemli sorunu, kompakt bir yapıdan uzak olmasıdır. İktidara yarayacak eklektik değişikliklerin gerçekleştirilmesi, özellikle büyükşehir yönetim modelini karmaşıklaştırmıştır. Kırsal mahalle statüsü bile tek başına sistemin ne kadar plansız ve günü kurtarmaya yönelik olduğuna güzel bir örnektir.


Mevcut durumda yerel yönetimlerdeki sorunlar ancak çerçeve bir yerel yönetim yasasıyla çözülebilir. Kırsal ve kentsel alanların uyumlu şekilde yönetilebilmesi için belediyelerin, büyükşehirlerin, il özel idarelerinin ve köylerin birlikte ele alınması kamu yönetiminin temel ilkelerine daha uygundur. Bu konuda da 2019 yerel seçimleri öncesi Mülkiyeli hocalarım ve akademisyen arkadaşımla başladığımız bütüncül bir yerel yönetimler yasası hazırlık çalışmalarımız devam etmektedir.


Özellikle büyükşehir belediye meclislerinin oluşumunda temsildeki adalet sorunlarının ortadan kaldırılması, belediyelere yapılan devlet yardımlarının nesnel ilkelere bağlanması, köy yönetimlerinin yeniden düzenlenmesi, kırsal alanlarda yaşayanların vergi/harç gibi sorunlarının çözülmesi, belediyelerin genel bütçe vergi gelirleri tahsilatı toplamından aldıkları payın artırılması ve anayasal güvenceye kavuşturulması, mali özerkliğin sağlanmasına yönelik yasa/mevzuat düzenlemelerinin yapılması gerekmektedir.



31 Mart seçimleriyle birlikte Türkiye’nin %50’lik nüfusu CHP’li belediyeler tarafından yönetiliyor. Bu durumun yarattığı fırsatlar ve tehditler sizce neler?


DEVRİM BARIŞ ÇELİK: 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra büyükşehirlerin önemli bir kısmı CHP’li belediye başkanları tarafından yönetiliyor. İki yıllık CHP belediyeciliği deneyimi ve saha araştırmaları bize göstermiştir ki, şimdi seçim yenilense bazı istisnalar dışında diğerleri de CHP’li belediye başkanları tarafından yönetilecektir.


Türkiye siyasi tarihine baktığımızda yereldeki tepkiler her zaman sandığa yansımıştır. Bu bakımdan toplumsal değişim rüzgârı, CHP’nin sosyal belediyecilik anlayışı noktasında pozitif yönlüdür. Ancak meclis bileşenlerine bakıldığında, başkanın ve belediye meclisinin çoğunluğunun farklı siyasal temsiliyetle oluşması, süreci kitleme riski taşımakla beraber CHP’li belediye başkanlarının daha aktif etkili, yerinde hizmet anlayışının önünü tıkamaktadır.


Siyasal davranış alanında çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, halk bir siyasal değişimi yerelde sınamaktadır. Bu siyasal değişimi domine etme yönünde CHP’li belediyelere önemli bir görev düşmektedir. CHP’li belediyelerin katılımcılıkla beslenen sosyal belediyecilik anlayışı ve hizmetleri daha büyük bir siyasal kırılmanın tetikleyicisi olabilir.


Üç büyük kentimizden örnekler vermek isterim. Bu süreçte mesai yapma fırsatı da bulduğum İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Planlama Ajansı ve İstanbul İstatistik Ofisi, kent yönetiminde veri temelli bilgiyle yönetsel kararların güçlendirilmesi için bir karar destek sistemi niteliğine dönüşmüştür. Sadece bu dönemi değil, geleceği de -AKP belediyeciliğindeki anlayışın aksine- bilimsel açıdan planlama imkânı yaratmıştır. Aynı şekilde Ankara Büyükşehir Belediyesi, pandemi koşullarında ortaya çıkan yerel, müşterek, olağandışı ihtiyaçların karşılanmasında hızlı ve etkin çözüm önerileriyle, örgütlenmesiyle kriz belediyeciliğinin özgün örneklerini vermiştir. Diğer taraftan İzmir Büyükşehir Belediyesi, deneyimli bürokratlarıyla ve kurumsal kapasitesiyle bir yönetim döneminde çok nadir görülen pandemi, deprem, sel gibi krizlere ilişkin sorunları merkezi idareden önce, hızlı ve etkin çözümlerle yönetmiştir. Bu esnada tarım ve hayvancılıkla uğraşan yerel üreticiler desteklenmiştir, vatandaşın ucuz ve kaliteli ürünlere ulaşması kolaylaştırılmıştır. 



PM üyesi olarak daha önce milletvekili adayı olduğunuz İzmir’le ilişkileriniz nasıl? Yerel yönetimlerin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?


DEVRİM BARIŞ ÇELİK: Ankara’daki eğitim dönemim de dahil olmak üzere 1987’den beri ikametim hiç değişmedi. Balçova’da aynı adreste ikamet ediyorum. Ankara’ya haftalık olarak gidip geliyordum. Yeni görevim nedeniyle yaklaşık iki aydır yine Ankara’ya gidip geliyorum. Bu nedenle Cuma’dan Pazartesi’ye kadar İzmir’de kalabiliyorum. Bu durum İzmir’i özlememe neden olurken kenti dışarıdan izleme fırsatı da veriyor. Belediye başkanlarının çoğunluğu partili belediye başkanı olsa da, kent sorunlarına karşı dikkatliyim, uyarılarda ve önerilerde bulunabiliyorum.


İzmir’e geldiğimiz yıldan bu yana, kent suçu olarak tanımladığım örneklerin olduğu yedi yıllık dönem hariç, sosyal demokrat belediye başkanlarının belediyecilik anlayışına tanıklık ettim. Her belediye başkanı kendi bakış açısıyla bu kente katkı sağladı. Birçok kentin merkezinde trafik karmaşası yaratan minibüsleri kaldırmasıyla Yüksel Çakmur’un, kent estetiği yaratma çabasıyla Ahmet Piriştina’nın, kent kültürüne ve kültürel etkinlik yapı stokuna katkısıyla Aziz Kocaoğlu’nun icraatları hep aklımdadır. 


Tarımsal üretimi desteklemesiyle öne çıkan, pek gündeme gelmese de belediye başkanları arasında ulaşım altyapısına en büyük yatırımı yapan, kentine aşkla bağlı belediye başkanı Tunç Soyer’e görev sürecinde başarılar diliyorum. Daha önemli hizmetlere imza atacağına eminim.


Ayrıca ilçe belediye başkanlarının çabalarını ve CHP’nin yerel yöneticilerine model olan uygulamalarını yakından takip ediyorum.



Önerilen Haberler