"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Hasibe Akın: Çatıları Dönüştürmenin Ekolojik ve Sosyal Etkileri Var

  • 10 Mayıs 2021

HASİBE AKIN


Peyzaj Mimarı

Çatı Çiftliği Kurucusu





Son yıllarda “çatı çiftliği” kavramı dünyada karşılık bulmaya başladı. Siz çatı çiftliğini ülkemizde ilk uygulayanlardansınız. Çatı çiftliği nedir,  kent peyzajındaki yeri nedir? 


HASİBE AKIN: Hepimizin bildiği gibi, özellikle metropolitan kentlerde nüfus artıyor. Nüfus arttıkça zemindeki arazilerin fiyatları da bir hayli yükseliyor. Bu, bir rant alanı oluşturuyor. Bununla beraber kentte kullanılmayan, atıl birtakım alanlar var. Çatı, bunlardan bir tanesi. Çatıların iklim değişikliği nedeniyle yeşil çatı olarak kullanılması da söz konusu, ama bizim çatı bahçeciliği ya da çatı çiftliği dediğimiz kısımda hayvan sistemlerini de buna entegre ediyoruz. Yani orası sadece bir gıdanın ya da yeşil alanın entegre edildiği sistemler değil, yeşil çatıyla en temel farkı bu. Yeşil çatılar şu anda dünyada çok yaygın. Türkiye’de bu konuda hâlâ yeterli yatırım yok. 


Ben mimarım. Yüksek lisansım mimari tasarım, doktoram peyzaj mimarlığı üzerine. Peyzaj konusu mimarlığa sonradan eklenen bir öğe gibi, ama şu anda kentin içerisinde özellikle kamusal alanların tasarlanmasında peyzaj mimarlığının önemi büyük. Çünkü peyzaj dediğimiz, kamusal alana da hizmet ediyor. Bu anlamda kültürel bir öğe olarak devreye giriyor. 


Çatı çiftliği ise, çatıları kentin farklı atıl noktalarında gıda üretim alanı ve sosyal merkez şeklinde tasarlamak açısından kıymetli. Kentlerde yeşil alan çok az. İstanbul bazında, beyaz yakalılar üzerinde bir araştırma yaptık. Beyaz yakalıların %92’si kırsala göç etme hayali kuruyor. Üstelik bu, pandemiden önceydi, 2020’in başı 2019’un sonuydu. Pandemiyle beraber kimbilir bu oranlar ne oldu? Yani 100 kişiden 92’si “Ben kırsala göç etmek istiyorum. Şehirde, doğaya erişemiyorum,” diyor, ama bu %92’nin %88’i kırsala gitse ne yapacağını bilmiyor. Yani ne iş yapacağını bilmiyor. Dolayısıyla çatı çiftliği, iklim değişikliği, gıda tedariki ve güvenliği, buradan gıdayı sağlayarak kente sunmak gibi süreçleri de içeriyor. Öte yandan, bizim kendi amacımız şu: Üç kuşak var. Üç nesilden bahsediliyor. Paul Taylor, toprak uzmanı. Hocamız der ki: “68 kuşağı bir şekilde doğayla ve toprakla ilişki içindeydi. Araya X kuşağı girdi. Kente göç eden bu kuşağın toprakla, tarımla, gıdayla bağlantısı zayıf. Bu nedenle o bellek kente aktarılamadı. Şimdi üçüncü ve dördüncü kuşak var. Y ve Z kuşağı. Bu kuşaklar tarıma ve toprağa dönüyor, bunlara üçüncü nesil çiftçiler diyoruz. Ama bu kuşakların tarımla ve gıdayla olan ilişkisi daha farklı. Çatılardan başlayarak kentin atıl alanlarında kentsel tarım yapmanın en önemli nedenlerinden biri, doğayla ilişkisi kopuk ve belleği aktarılamamış olan nesile tarımı, gıdayı bu sefer daha doğal ve ekolojik yollarla anlatmak, tanıtmak ve bunun kentte yapılabileceğini göstermek. 


Çatı bahçeleri farklı amaçlarla tasarlanabiliyor. Direkt ticari amaçlı endüstriyel kullanımları var. Ticari amaçla kullanılan gıdanın alınıp satıldığı alan olabiliyor. Bizim amacımız, çatılardan başlayarak atıl alanları dönüştürmek. Buna sosyal bir girişim olarak özel bir ad verelim dedik, Çatı Çiftliği adını böyle koyduk. Hedefimiz, çatı çiftliğinin Türkiye modelini oluşturmak. Çünkü her bölgeye ve kente göre değişiyor. İki önemli kriter var: İnsan ve atık. Bu insanlarla ne yapacağız? Bu atıklarla ne yapacağız? Atıklarla ilgili yaptığımız projeler var ve insanlarla da çatı çiftliklerinin inşasıyla ilgili süreçleri kurguluyoruz. Dünyada neden çatı çiftliği ve bahçeciliği var? Neden önemli? Fiziki açıdan açıklanıyor, ama kuşaklar arası diyalog için denmeli. Türkiye bazında söylüyorum, projelerin uygulama alanı olarak çok iyi bir araç. Mesela İzmir’de toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine bir proje sürecinde gerçekleştireceğiz. Bizim için kent tarımı, kentsel tarım, iklim değişikliği üzerine yaptığımız atık projesi bu çalışmalar için bir araç. 



Sizin kent peyzajı üzerine uzmanlığınız var. Kent peyzajında doğayla ilişkilendirmeye dönüş var. Bunu çatı bahçeciliğine nasıl aktarıyorsunuz? Yani ikisi arasındaki bağı nasıl kuruyorsunuz? Maliyetleri açısından karşılaştırma yaptığınızda nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?

 

HASİBE AKIN: Bu dönüşümü yapmak bence peyzaj mimarlarının işi değil. Böyle bir alan var, bu çok önemli bir kısım. Benim bu uygulamanın ilhamını aldığım ve bu sosyal girişimi Türkiye’de geliştirdiğim yer, Global Ecovillage Network, yani Küresel Ekoköyler Ağı. Küresel Ekoköyler Ağı, sürdürülebilirliği beş boyutta tanımlar. Oysa biz ne diyoruz?  Ekolojik sürdürülebilirlik, ekonomik sürdürülebilirlik ve sosyal sürdürülebilirlik. Sürdürülebilirliğin üç boyutu vardır. Küresel Ekoköyler Ağı, iki boyutu daha var diyor. Bir,  kültürel sürdürülebilirlik (bütün dünya görüşü) boyutu. Beşinci boyut, bu dört parametrenin harmanlandığı bütüncül sistem tasarımı boyutu ve bu boyutlara ait araçları anlatıyor. Ben bu araçları anlatan eğitmenlerinden biriyim. Permakültür tasarımı, ekolojik boyutuna ait bir araç. Şiddetsiz iletişim, sosyal boyuta ait bir araç. Dolayısıyla bir projenin sürdürülebilirliğinden bahsediyorsak, bu boyutlara ait araçları kullanarak ve ekipler kurarak bir araya gelmemiz lazım. Peyzaj mimarlarının “Ben burada neyi değiştirmek istiyorum?” sorusunu sorması gerekiyor. Yani etki odaklı bir bakış açısına geçmek gerek. Bu iş, sosyal bir değişim. Yeni bir kültürün oluşması için bir alan oluşturmayı gerektiriyor. Biz peyzaj mimarlığında ve mimarlıkta bunu öğrenmiyoruz. Yapıyı kurmayı ve o alana ait olan peyzajı, yeşil alanı dizayn etmeyi öğreniyoruz. Dolayısıyla bu bahsettiğim, felsefi bir bakış açısı değil. Aksine, özellikle iklim değişikliğinde ve pandemi döneminde, yerel yönetimlerin gıda güvenliği konusunda yurttaşın katılımıyla bir proje inşasına bu kadar ihtiyaç duydukları süreçte son derece önemli bir noktada. Tabii ki Park ve Bahçeler Müdürlükleri’yle, Çevre Müdürlükleri’yle, Fen İşleri’yle ve iletişim departmanlarıyla birlikte çalışıyoruz. 


Uygulama maliyetleri hakkında sorulan iki soru var. Statik açıdan çatım buna müsait mi? İzolasyonumuz ne durumda? Bu iki soru da teste tabi tutulan konular. Biz statik verileri onlardan alıyoruz. Yani döşeme, kriş ve kolon taşıyıcılıklarına göre dizayn sürecini kurguluyoruz. Bu, en kolay kısmı. 


Öncelikle mekânla ilgili ön araştırma yapıyoruz. Bu aynı zamanda sürecin tasarımıyla ilgili bir araştırma. Çünkü sadece tasarımını ve uygulamasını yapmak, sürdürülebilirliği kurgulamadan çıkmak, oranın işletmesini kendi kaderine bırakmak oluyor, bunun örneklerini farklı peyzaj projelerinde, hobi bahçeciliği projelerinde görüyoruz. Bu nedenle uygulamanın bir sistem şeklinde tasarlanması gerekiyor.


Maliyet sorunuza geleyim. Çatıdaki ve yerdeki maliyetlerden önce ne iş yapıldığı önemli. Çatıdaki alanda sadece malzemelerin yukarıya taşınması söz konusu. Avantajları var. Ekolojik açıdan yerdekine göre avantajı şu: Çatılar, beton alanlar, kent için ciddi bir ısı adası oluşturuyor. Yani kente yukarıdan baktığınızda o beton alanların yaydığı ısı, iklim değişikliğine sebep oluyor. Bu alanların yeşil bir örtüyle kaplanması, ısı aralarının oluşmasını engelliyor. Bu, bir tarafı. Diğer tarafı, yerde tarım yapmak yerine çatıda tarım yapmak toksik etkiyi azaltıyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kentte hava kirliliği ve ağır metaller var. Bunların içinde tarım nasıl yapılacak? Gıda nasıl daha sağlıklı olacak? Çatı tarımında ağır metale ya da toksik etki yaratacak herhangi bir etkiye rastlanmıyor. Yerde yapılan araştırmalara göre, çatının böyle bir avantajı var. Bir çiftliğin çatıya taşınması sürecinde yataya göre dikey açıdan bir taşıma da söz konusu. Bize her ne kadar zor gibi görünse de, çatıda çalışmak yerde çalışmaya kıyasla daha kolay. Çünkü yerde yapılan herhangi bir projede bütün gözler üzerinizde oluyor, ama çatıdayken bunu korunaklı bir alanda yapıyorsunuz, daha rahat ilerliyor. Maliyet açısından birtakım lojistik maliyetleri olabiliyor, o kadar. Suyu tutup, geri dönüşüme katabiliyoruz. Yağmur suyu hasadını yapabiliyoruz. 


Bizim temelde hayata geçirdiğimiz beş önemli aşama var. Birincisi, bahçenin tematik olarak şekillenmesi. İkincisi, atık dönüşümü. Üçüncüsü, yağmur suyu hasadı. Dördüncüsü, hayvan sistemleri. Beşincisi, rekreasyonel ihtiyaçların giderildiği alanlar. Bu bahçenin içerisinde sulu tarım, susuz tarım, topraklı tarım, horticulture dediğimiz birkaç tanesinin entegre edildiği yöntemler uygulanabiliyor.  Hidroponik sistem, sulu tarım. Bu beş temayı yerel yönetimler bazında, yerel yönetimler stratejilerine göre oluşturuyoruz. Örneğin, en önemli konularından biri yaşlılıksa şu soruyu soruyoruz. Çatı çiftliği, yaşlılık projesine nasıl hizmet edebilir? Çünkü derdimiz, orada tarımı ve gıdayı bunun için kullanmak. Dolayısıyla bu şekilde ilerleyen bir süreç. Umarım çatıyla yerin farkını anlatabilmişimdir. 



Hayvanların entegrasyonu, çatıda nasıl oluyor? Atık yönetimi, yeni bir alan açabilir. Kentin atığını komposta çevirip kullanmak mı demek? Entegre edilebiliyor mu? 


HASİBE AKIN: Bizim buradaki hayvanlarımız biraz farklı. Mesela arıları pet hayvan olarak görüyoruz. Yani arılar, bizim buradaki arkadaşlarımız. Bu proje süreci, arılarla, solucanlarla, tavuklarla hiç ilgilenmemiş birilerinin bu canlılara ve onların çıkardığı ürünlere karşı farkındalıklarının yükselmesi anlamına da geliyor. Yani ekolojik okur yazarlıkların oluşması için son derece değerli katkı sunuyorlar. Çünkü arı denince aklımıza ilk gelen şey, bal. Arıcılık -şu anda bizim New York’ta yaptığımız projeler de dahil olmak üzere- kentlerin çatılarında yapılıyor. Ama biz arıyı daha ziyade projelerimizdeki eğitim programlarında kullanıyoruz. Eğitim programı sadece kentte arıcılık üzerine değil. Mesela liderlik eğitimi. Bu eğitimi yerel yönetimler de alıyor, hatta eğitimciler genellikle hiçbir konuda liderlik yapmamış oluyor, ama liderlik anlatıyorlar. O yüzden diyoruz ki: “Biz buna karşıyız, gelin doğadaki en iyi liderden liderliği öğrenin.” Kim bu? Kraliçe arı. Acaba kraliçe arı bir kovanı nasıl yönetiyor? Bir solucanın dünyası nasıl? Bir tavuğun dünyası nasıl? Hayvan sistemlerini entegre ediyoruz dediğimizde sözünü ettiğimiz hayvanlarımız bunlar. 


Atık sistemine gelecek olursak, orada şöyle bir problem var. Türkiye’de organik atık toplanması yerel yönetimlerin stratejik planları arasında. Kompost tesisleri kuruluyor. Bu tesisler ciddi maliyetlerle kuruluyor ve operasyonel yükleri var. Operasyonel tarafın gereklilikleri karşılanmadığında atıl bir şekilde beklemeye alınıyor. Bizim atık sistemini entegre ettiğimiz süreçte ise, yerinde ayrıştırma önemli. Bu nedenle yurttaşın kendi atıklarını kendi evinde ayrıştırarak toprağını ve kompostunu üretebilmesi için bir sistem tasarladık.  Aslında benim derdim, organik atıklar. AVM’deysek, AVM’deki organik atıkları, belediyenin bir alanındaysak, oradaki organik atıkları yerinde kompostlaştırmak. Bunun için farklı teknikler kullanıyorduk. İnsanların kendi evlerindeki atıklardan kendi toprağını üretebilmesiyle ve bu toprağın içerisinde beslenebilirliğiyle ilgili eğitim veriyorduk. Bunu yaparken de diyorduk ki: “Bunu kendiniz evinizde de yapabilirsiniz.” Fakat nasıl yapacaklar? Herkesin o kadar şeyi üretebilmesi pek mümkün olmuyor. Nasıl yapabileceklerini anlatıyoruz. Ama sonunda yurtdışındakiler kadar estetik, aynı zamanda erişilebilir fiyatlı yerli malı bir ürün tasarlayalım. Madem mimarız, tasarımcıyız. Toprak probiyotiği dediğimiz bir probiyotik var. Bu probiyotiklerle o organik atıkları tasarladığımızda kutunun içinde fermente ederek dönüştürüyoruz. Bu iki haftanın sonunda, dolduğunda bir yerde bekletiyoruz, ikincisine geçiyoruz. Organik atık iki hafta beklerken fermente oluyor, mucize burada gerçekleşiyor. İki haftanın sonunda toprağa boşaltıldığında evinizdeki bir saksıda çiçek ya da sebze yetiştirebilirsiniz. Yani bu, probiyotiklerle gerçekleşen bir durum. İşin ilginci, bunu yapan insanlar bunu üretebildiğini de görüyor. Yani kendi evimdeki atıktan toprağımı üretebiliyorum. Bu, benim için şu açıdan kıymetli: Evimden çıkan atığım ne ise, toprağıma girdiği, onun mineralini aldığı için bitkim de o vitaminlerle büyüyor. Kendi bitkimi toprağımdan başlayarak besliyorum. Evlerimizdeki organik atık maalesef ayrıştırılarak toplanmıyor. Yani belediyeler en fazla cam, plastik, kâğıt ve metal ayrıştırabiliyor. Organik atığın ayrıştırılmamasının sebebi şu: Benim kâğıdım, camım bekleyebilir, ama organik atık beklemez. Organik atık beklediğinde içindeki zararlı mikroorganizmalar artmaya başlar. O yüzden belediye, dolar dolmaz almak durumunda. Biz, “Tamam, iki hafta süremiz var. İnsanlar bunları kendi evlerinde bu şekilde yapsınlar,” diyoruz. Böylece ara çözüm sunuyoruz. Bu anlamda atık sistemini de yaptığımız projelere dahil edebiliyoruz. Mesela Karşıyaka’da bizim çatımızın toprağı bu sefer yurttaşın katılımıyla üretilecek. Bunlar çatımıza taşınacak. Dolayısıyla daha proje başlamadan, uygulama sürecinde “O çatıdaki toprak benim çöpümden yapıldı,” diyecek. Proje hayata geçtiğinde “Benim parkımın, bahçemin organik maddesini, besinini ben kendim evimde üretiyorum,” diyecek.


Yani tarım, ziraat mühendisliği için toprağı sürmek, ekmek ve dikmek demek. Çatı çiftliği olarak biz mimari tarım ve tasarımcı ziraat mühendisliğinden oluşan bir ekibiz. Sürece bakışımız, “Bize atığını söyle, sana kim olduğunu ve ne yediğini söyleyelim.” Kentte en çok bulunan, insan ve atık. O zaman bu atıklar bizim için bir çözüm olabilir mi? Sorun gibi gördüğümüz, çözümümüzün bir parçası olabilir mi? Peyzaj mimarlığı anlamında bu süreçleri kurgularken atığıyla yurttaşın katılımını sağlamak ve kentin sorunlarını çözmek için peyzajı bir araç olarak kullanmak oldukça önemli diye düşünüyorum.


Türkiye’de AVM çatısında yaptığınız bir çalışma var. O çalışma sürdürülebilir oldu mu?

HASİBE AKIN: Bu projeyi 2014 yılında alışveriş merkezinin terasında tasarladım ve uyguladım. AVM’ler, Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi İstanbul’da özellikle başı çekiyor. İstanbul’un her yerinde bir AVM var. Bu kadar AVM’ye ihtiyaç yok. AVM’ler de dönüşmek ve değişmek zorunda, dünyada da böyle. Yurtışından döndükten sonra AVM’lerin inovasyonu hakkında çalışırken bütün AVM’lere ait bir proje önerdim, sadece çatısı için değil. AVM’nin içini de kapsayan, bütün binaya ait bir proje. AVM, önerdiğim projeyi son derece ütopik buldu. Sadece 400 metrekarelik, arkada mekanik ekipmanların olduğu, kimsenin yüzüne bakmadığı ve çirkin görünen alanların arasında bu projeye başladık. Tasarım sürecinden başlayarak oradaki rezidansların, ofislerin, AVM’lerin ve Etiler bölgesindeki halkın katılımıyla bütün süreci kurguladık. İnsanlar bu sürecin içerisinde olduğu için aidiyet hissi oluşuyor.  Bu, çok önemli. 


Buradaki rezidanslarda, ofislerde, AVM’lerde dünyaları birbirinden farklı gruplar vardı. AVM bazında rehber sorumuz şuydu: Lezzetli bir sofranın etrafında herkes buluşabiliyor. Dolayısıyla birbirinden farklı segmentlerde olan bu kitleyi nasıl buluşturabiliriz? Sürdürülebilirliğin dört boyutuna ait araçları kullandık. Bu dört parametreye ait kullandığımız araçlar, tasarımcı katılım sistemini yaratıyor. Çünkü en önemli konularımızdan birisi, katılımcı demokrasi. Proje sürecine yurttaşı katmak ama nasıl? Bunu uygulayabileceğimiz aracımız yok ki. Bu araçları dahil ettiğimiz zaman insanların kendilerini bu sürece ait hissetmesi ve katılımı mümkün oluyor. 2014 yılı ve pandemi yok. Türkiye’de yeşil çatılar konusu da yeni. Ben “Çiftlik yapacağız,” dedim. Peyzaj mimarları, “Yeşil çatılar altında alalım bu konuyu,” dediler. Bunun çerçevesi benim için bir peyzajın ötesindeydi. “Bir kültürün inşası için bu işi yapıyoruz ve ben Türkiye’de bunun modelini oluşturmak üzere varım,” dedim. Uzun ve zahmetli bir süreç oldu. Verilen emek sonunda alan yavaş yavaş dönüşmeye başladı. Statik testleri, su, yalıtım testleri, burada çalışacak olan ekip, uygulama süreçleri, alana ait olan analizler, coğrafi analizler, ısı, yağmur, hâkim rüzgâr yönü vs. Atıkların buraya nasıl getirileceğini, nelerin dönüştürüleceğini çalıştık. Bu alanlarda yükseltilmiş yataklardan susuz tarım alanları, şifalı bitkiler bahçeleri yaptık. Mesela bir sera da eklendi. İnsanlar, kendi Atalık tohumlarını alıp geldi, alan birlikte inşa edildi.


AVM projesi sürecinde şunu fark ettim: “Bir dakika, bizim ülke buna hazır değil, o hâlde hazırlamak lazım.” Bu konuda farkındalık yaratacak bir programa ihtiyaç var, ama ben eğitmen değilim, mimarım. Bir anda bütün bu alanlarda eğitim veren biri oldum. Eğitim veren partnerlerle birlikte çalıştım. Peyzaj, böyle bir iş. Yapayım, çıkayım olmuyor, bakımı gerekiyor. Bu proje, çatıları ya da kentin içerisindeki mekânları tarım aracılığıyla sosyal mekâna dönüştüren bir proje. Bu sebeple sosyal alanın işletilmesi ve sürdürülmesi çok önemli. Gönüllüler ordusu var. 2015 yılında AVM bu konuda hiç iletişim kurmadı. Sadece biz, yurttaşı da bu sürece dahil ederek iletişimi sağladık. AVM’nin renovasyonu bittiğinde yönetim projeyle ilgili sayısız telefon ve mail aldı. İnsanlar AVM’nin biten renovasyonuna gelmiyor, bu alanı görmek için gelmek istiyorlardı.  “Biz bu alanda çalışmak istiyoruz, şöyle dahil olmuştuk, neden burası kapalı?” diyorlardı.  Bu proje AVM için belki sadece bostandı, ama  önemli bir pazarlama değeri olduğunu fark ettiler. Bunu fark etmeleri üç yıllarını aldı. 2018 yılında projeyi sosyal sorumluluk projesi olarak konumlandırarak lansmanını yaptılar. 


Pandemiyle beraber konu biraz daha değişti. Bu tarz konularda ekolojik olmak vs havalı bir şeye dönüştü. O yüzden algıyı dönüştürerek yapmak çok önemli. Yurttaşın algısı nedir? Bu konuda ne duymak onu daha çok cezbeder? Benim derdim, kentte tarımın mümkün olabildiğini göstermek. İnsanların bunu nasıl yapabileceğine dair projeler üretmek. Bunlar, bu projeleri yapmak için sadece bir araca dönüşüyor. Eğitim gerektiğinde eğitimleri devreye sokuyoruz. 


İzmir Karşıyaka Belediyesi’yle bir projeye başlayacağız. Bu işi yapma amacımızla örtüşen bir proje olacak. 


Son olarak bir şey eklemek istiyorum. Kentte -özellikle Y ve Z kuşağı için söylüyorum- ciddi bir anlam arayışı var. Yaptığımız işte kendimizi değerli hissetmek, yaptığımız işin gerçekten birilerine dokunması, bir faydanın parçası olmamız bizim nesil için çok önemli. Öte yandan, 68 kuşağı diyebileceğimiz başka bir nüfus var. Onlar evde, yalnızlar, kendi deneyimlerini anlatmaya o kadar ihtiyaçları var ki. Bu yüzden tarımı bu iki nesili birbirine buluşturacak şekilde kurgulayabiliriz. Bu, bizi heyecanlandırıyor.





Önerilen Haberler