"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Nardane Kuşçu:

  • 10 Mayıs 2021

NARDANE KUŞÇU 


Narköy Organik Tarım Çiftliği




Siz 60 yıldır tohum topluyorsunuz, bu sürecin hikâyesini anlatır mısınız? Narköy’e nasıl karar verdiniz ve orada neler yapıyorsunuz? 


NARDANE KUŞÇU: Ben Çukurova’da babaannemin yönettiği bir çiftlikte doğdum. O zaman tarlaya gidebiliyordum, koşturuyordum, her yer temizdi.  Kadınlar pamuk toplarken yorulursa diye tarla içine karpuzlar atıyorduk. Kadın çiftçiliği önemlidir. Bu emeğin görülmesi lazım. Savaş zamanlarında kadınlar, çiftlikleri yönetti; evini, ailesini, cephedeki çocuğunu doyurmak için gerekirse otlardan ilaç yapmak için. Benim ailemde böyle bir tıp geçmişi de var. Bir gün zehirler geldi. Çocuk gözüyle işler farklı görünüyor. Hele ki bu kadar doğanın içindeyseniz. Ben Yörük kökenliyim, eğitimi ve teknolojiyi severim, ama doğa vazgeçilmezimiz. Anneannem çok şey öğretirdi. Güneydoğu’dan ve diğer yerlerden çalışmaya gelen arkadaşların çocuklarıyla oynardık. Kulağım Arapçaya, Kürtçeye yatkındı. Topladıklarımızı yerdik, hep beraber sofralar kurardık. Bugün kaybettiğimiz şeyler. Pamuğun bir miktarını, ürünü olmayanlar, çalışmaya gelenler ve okumak isteyenler toplardı. O pay onlara bırakılırdı. Bizim traktörlerle çırçır fabrikasına giderler, ya parasını ya da pamuğu alırlardı. İmece, sosyal hayat, eğlence ve dostluk vardı. Zehirler geldiğinde hayat değişti. Ölenler oldu, yanlış kullananlar oldu. Çocuklara yasaklandı. Babaannem yapmadı, ama zehirler uçaklarla atılıyordu. Hatta şöyle söyleyeyim, babamın İncirlik’ten Amerikalı av arkadaşı vardı. Onlarla az az İngilizce de konuşurdum. Değişimin onlarla geldiğini düşündüm. Onlarla konuşmayı kestiğimi hatırlıyorum. “Kızım sen bizi seviyorsun, biliyorsun.” “Artık sevmiyorum, kötü adam, adını unuttum.” 


O arada babaannem gibi tohum toplamaya başladım. Evinin etrafında el altı bahçesi vardı. Hemen toplansın gelsin gibi. O gün bugündür tohum topladım, her gittiğim yerde ekmeye çalıştım. Dağ bayır gittim, ninelerle sohbet ettim. Tohumların büyük çoğunluğu dünyada da, Türkiye’de de kadın eliyle toplanıyor. Bu, çok önemli. Atalık tohumları sürdürebilmek için elimden geleni yaptım.

 

1972 mezunu bir ilkokul öğretmeniyim. Tarım dersi ciddi bir dersti. Okulların döner sermayesi vardı. Öğretmenlik yaparken gittiğimiz köylerde de kurardık. Bu tohumu neden topladığımın tam açıklaması bende yok. Bir gün burada belgesel çekerken arkadaşlar dediler ki:  “Tohum sizin için nedir hocam?” Bir an düşündüm.  Hep birlikte tarlaya koşmak, birlikte yemek yemekti, yardımlaşmaktı, hepsiydi. Tohumlarla onları gerçekleştirmeyi umut etmişim. 


Narköy’ün Düşü de 1996’da okul bahçeleri beton olduğunda kuruldu. Süreç adaletsizdi. Çocuklar ve öğretmenler metalaşmıştı. Anneler, hele de eğitimli anneler,  “Benim çocuğum hangi okulu kazanacak, ne olacak?” derdine düştü.  Ben çocukları her zaman doğaya çıkarmanın bir yolunu buldum. Kısıklı’da çalışırken çocukları Küçükçamlıca’ya götürüyordum. Çünkü doğaya ihtiyacımız ve koşmaya ihtiyacımız var. Bakın verimlilik için bile arada temize çıkmalısınız. İşimizi yaparken araya 10 dakika ara koymazsak, beynimiz bilgileri işleyemez, kullanamaz. Harekete ihtiyacı var. Bir gün okulun bahçesinde bir çocuk düştü, dizini parçaladı. Oysa toprakta düştüğünde tükürüğüyle kendini iyileştirir. Olmazsa da nöbetçi öğretmen müdahale eder. Çocuğun kendini iyileştirme kabiliyetini, oynamasını, hareket ihtiyacını, o kadar çok şeyi elinden aldık ki. O çocuklar da bir tohum, bizim egomuzu tatmin için değil, kendilerini gerçekleştirmek üzere yaratıldılar. 

Bu adaletsizlik, Narköy’ün Düşü’nü yazmama sebep oldu. “Eğitim ve organik tarım çiftliği kuracağım,” dedim. Hayatım boyunca çevremdekileri eğitmeye gayret ettim. Duvar bahçeleri yaptım, balkona ektim. Komşular zehir atmasın diye yazlıktaki anneme gittim, onlara da tohum, fide verdim, onların bahçelerine de baktım vb. Narköy böyle kuruldu. Çocuklara ve ailelere destek vermek için bir eğitim şirketi kurduk. Amacımız, çocukları kendine getirmek ve onların kendilerini gerçekleştirebilmesi için ailelere ulaşmaktı. Sonra gelinim, oğlum, kızım herkes katıldı, gençler geldi ve limited şirkete dönüştük. Narköy’ün arkasında bizim hayat boyu öğrendiklerimiz, Nar Eğitim Danışmanlığı’nın katkıları var. Çocuklarımı da her yere taşımıştım. Doğaya, yaylalara, her yere. “Sizi kötü emellerime alet ettim,” diye onlara takılıyorum. 


“Eğitim organik tarım çiftliği kurmak istiyorum,” dediğimde “Neden beraber kurmuyoruz?” dediler. Onun içine ekosisteme uygun otel koysak dedik. Ekosistem prensiplerine uygun olarak 2007’de Kandıra’da bu çiftliği hayata geçirdik. Biz net bir prensip üzerinden ilerledik: Ulaşılabilecek kadar yakın, doğal olabilecek kadar uzak bir yer lazım. Kimseye “Kırsala git, kente git,” demek istemiyoruz. Bir köprü olmak ve farkındalık yaratmak istiyoruz. Burada ekim-dikim yapıyoruz, çevreden arkadaşlarla çalışıyoruz. Onlar modellemeye başladı. Okuyan çocuklarımız köylerine dönüp sahip çıkmaya başladı. Ekoloji/eğitim odaklı kurumlar, çocuklar ve aileler geliyor. Buradaki köylerden arkadaşlarımızın çocukları eğitimlere katılıyor. Gönüllülük projesi var. Burası aynı zamanda Ta Tu Ta-Buğday Derneği Projesi çiftliği. 6.000 küsur gönüllü ağırlamışızdır. Farklı kültürler bir araya geliyor, kültür alışverişi yapılıyor. Buradaki çocukların okuma oranları, cesaretleri artıyor. Köyü küçümsemek yerine sahip çıkıyorlar. Velhasıl özet olarak durum böyle. 


Türkiye’de ilk örnek olduğu için kurumlar arası iletişim kopukluğu nedeniyle yurttaş olarak bu konuda şikâyetim var. İşimiz, kamu kuruluşlarını ve yerel yönetimleri ilgilendiriyor. 1.5 yılımızı aldı. Organik tarım sertifikamız var. Doğal üretimi bozmasaydık buna ihtiyaç yoktu. Victor’un ruhu şad olsun, Buğday Dergisi’ni çıkardığı zaman “Yaşasın benim gibi birileri daha var,” demişti. Yerelde uygulama yapıyoruz. Daha global bir kesime ulaştık. Akademik anlamda bunu önemsiyorum, Türkiye’de ve yurtdışında ilgi çekti. Pek çok makale, tez yazıldı ve devam ediyor. Kaliteli gıda, canlı su, nefes almak lazım, gökyüzüne bakıp düş kurmak lazım. Düşü olmayanın işi olmaz. Sloganımız budur. Su konusunda hassasım, takıntılıyım. Atalık tohumları yoldan çıkarırsak olmaz. Onlar derine gitmezse, kökler su aramazsa içerik verimliliği olmaz, verimsizleşir. Biz burada yağmur sularını toplarız. Binalarımız ona uygundur. İçinde üç yeşil yıldızlı, doğayla uyumlu bir otelimiz var. Bunun yanı sıra başka gönüllü konaklama alanlarımız bulunuyor. Gücümüzün yettiği kadar yavaş yavaş yapıyoruz. Kullandığımız suyu doğal bakterilerle arıtıyoruz, bunu İstanbul’a da öneriyorum. Bir gölette topluyoruz, üzerinde su mercimekleri var, tavuklar ve ördekler yiyor. Su mercimeği önemlidir. O suyu da döngüsel ekonomi anlamında sulamada dikkatli kullanıyoruz. Çünkü dediğim gibi, hem içerik verimliliği hem de suyun dikkatli kullanımı açısından önemli. Benim bu konuda İstanbul’a mesajlarım var. Burada bir baraj yapılıyor, %30 suyu veriliyordu. Şimdi daha fazlası yapılacak, 900 yıldır orada olan köyler yerinden edilecek, o köylerde yaşayanlar gitmek zorunda kalacak, İstanbul’a gelecekler. 


Oldukça önemli bir Atalık tohum bankanız var. Kaç çeşit Atalık tohumunuz var? Bunları nasıl takasa sokuyorsunuz, buraya gelip gidenler dışında insanlara nasıl iletiyorsunuz? Yerel yönetimlerle işbirliğiniz var mı?

 


NARDANE KUŞÇU: Pandemi sürecinin öğretici olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz doğanın parçası olduğumuzu kabul etmek yerine onun efendisi olduğumuzu zannettik. Yerel yönetimlerle parti ayrımı yapmadan, temiz çalışma koşuluyla çalışıyoruz. Kandıra’da da benzer bir şey yapıyoruz. Kandıra, eskiden İstanbul’un manavıydı. İBB’nin tarımsal bölümüne her zaman gelemiyorum, ama kapım ve gönlüm açık. Ege’den, Eskişehir’den yerel yönetimlerden arkadaşlar geldi. Emin olmam lazım, tohumları kız verir gibi veriyorum. Gözümle bakıyorum. Takas yapıyoruz, yapmak zorundayız. Tohumculuk yasasının değişmesi gerekiyor. Durulmuş tohumdan söz ediyorlar, durulmuş tohumu iklimdeki değişime nasıl uyduracaklar? Oysa Atalık tohum, geçmiş bilgilerini kullanarak yapacak. Bu ilgi iyi, çoğalsın ve umut daim olsun. Ailece hiçbir bilgiyi saklamayız, paylaşırız. 


İklim değişikliğini takip etmek ve bu değişikliğe uyumlanmak gerekiyor. Atalık tohumlarım 1.200 çeşitten fazladır. Örneğin, bir domateste 100 kadar çeşit var. Çocuklarla ve kurumlarla deneyimlerimiz oluyor. Biz, ezber bozan eğitimleri severiz. Misak-ı Maarif öğretmeniyim, öyle yetiştirdiler. 


Bence yeşil mutabakat da belediyelere daha çok inisiyatif veriyor. Artık en kritik konu, ekolojidir. Ekoloji olmazsa, ekonomi de yok, biz de yokuz. Dolayısıyla ihracat yapamayacağız, kurallar var. 


Eğitimlerinizde neler yapıyorsunuz? Kamu kuruluşlarından, Tarım Müdürlükleri’nden gelip bu konuda eğitim alabiliyorlar mı?


NARDANE KUŞÇU: Bir takvim doğrultusunda görüşülür, tabii ki verilir. Gönüllü yaptığımız işler var, ama onların sahası bu değil. Büyükşehir belediyesiyle yapıyoruz. Gönüllü olarak verdiğimiz eğitimler var. Onlar da çok önemli, çünkü bilinçlenmeye ihtiyaç var. Bunun dışında şirketlerle yapıyoruz. Mesela gelinim, hem bizim finansımıza bakıyor hem de balkon bahçeciliğine teşvik için kitler hazırlayıp online eğitimler veriyor. İnsanlar kendi tohumlarını nasıl alır, nasıl çoğaltır? Bu konularla ilgileniyor. Kızım ve damadım ekolojik yaşam alanları oluşturuyor. Birisi iç mimardır, Türkiye’de ve Avrupa’da sürdürülebilir yaşam alanları yapıyorlar. Dolayısıyla birlikte ilerleyeceğiz. 


Belediyeler yeşil mutabakatı iyi değerlendirmeli. Bir araya gelip konuşmalıyız. Belediyelerin yetkileri artacak. Dolayısıyla iyi olacak.








Önerilen Haberler