YÜKLENİYOR
Doç. Dr. AHMET UHRİ
Dokuz Eylül Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı
Kültürel mirasın korunması konusu akademisyenlerin ve duyarlı kamu yöneticilerinin hassasiyetlerinin ötesine nasıl taşınabilir? Bu konudaki farkındalık için kültürel miras nasıl birleştirici bir rol oynayabilir?
AHMET UHRİ: Felsefe hocamız Ahmet Arslan’ın söylediği çok güzel bir söz vardır, der ki: “Kültürler, devletler, topluluklar, cemaatler, ne derseniz deyin, bilgiyle değil, inançla, mitolojiyle, hikâyelerle kurulur. Anlatılan hikâyelerdir, bilgi değildir.” Dolayısıyla insanları kültürel mirasın korunması konusunda teşvik edeceksek şunu da aktarmamız gerekiyor. Bütün bunların ortak özelliği, kültürel mirası oluşturması. Yani o hikâyeler, anlatılan masallar, bir yörenin folkloru ve yemek kültürü bu kapsamda. Böyle başlayınca ne oluyor biliyor musunuz? İnsanlar için bir kilisenin, caminin ya da Antik yerleşimin korunması da önem kazanıyor. İnsanlar, gönüllü oluyor. Size daha güzel bir örnek vereyim Göbeklitepe’de rastladığım bir şeyi anlatmak isterim. Oraya “ilk tapınak” dendi. Aslında tam anlamıyla tapınak değil. Ritüel merkezi diyoruz, yani ritüeller gerçekleştiriliyor, ne olduğunu bilmiyoruz. Ama “Burası ilk tapınaktı, burası dinlerin merkezi, dinler buradan çıktı,” gibi söylemler nedeniyle Urfalılar orayı korumaya başladı. Sonra tarihteki rolü sebebiyle saygı duyulan bir yer oldu. Elinde Kur'an-ı Kerim’le gelip okuyan teyzeler gördüm. Çarpıcı bir şey bu. Dindarlar ve mütedeyyin insanlar Göbeklitepe’ye tur yapıyor, orada büyük bir ağırlıkları var. Belki de bu sayede orası daha fazla korunuyor. Bu nedenle soyut dediğimiz kısım öne çıkıyor.
Bu duruma güzel örneklerden biri de Efes. Meryem Ana olmasa, dünyada bu kadar tanınmayacaktı. Dolayısıyla soyuta verilen ağırlığın somutu da koruyacağını düşünüyorum. Prof. Dr. Ferhat Kentel’le konuşuyorduk, O da buna benzer şeyler söylüyor. Sosyolojik olarak duygu birlikteliğinden söz ediyor. Bu durumda bizim ne yapmamız gerekiyor? Hikâyeler, masallar, folklor, yemek kültürü vb. her tür soyut araç bu ortak paydayı oluşturabilir, koruma duygusu böyle aktarılır.
Tabii arkasından tanıtımın gelmesi gerekiyor. Evet, biz bunları yapalım da insanlara nasıl ulaşacak? Bunun sağlanması için ben hep yerel yönetimleri savundum. Bu işi yerel yönetimler yapacak. İzmir için söyleyecek olursak, Akdeniz Akademisi son derece önemli. Akdeniz Akademisi, İzmir’in kültür ortamında bulunan insanları hiç ayırt etmeden, herkesi bütüncül olarak kucaklayan bir oluşum. Bence Akdeniz Akademisi, İzmir Kültür Platformu Girişimi gibi yapıları artırabilirsek yerel yönetimler bu işi başarabilir.
Kültürel mirasın sürekliliğini sağlamada yerel yönetimlerin, sivil toplumun ve akademisyenlerin ne tür sorumlulukları ve inisiyatifleri olabilir?
AHMET UHRİ: Yerel yönetimler, bağımsız sivil toplum örgütleriyle işbirliği yaparsa katılımı doğru bir yöntemle sağlamış olur. Tabii ki belediye’nin kurduğu Akdeniz Akademisi veya Ahmet Piriştina Kültür Merkezi olsun. Ama bunun yanı sıra Bisikleti Sevenler Derneği ya da Ege Çağdaş Eğitim Vakfı da var. Yerel sivil inisiyatifler değerli. Birlikte hareket edildiğinde sonuçlar daha etkili oluyor. EÇEV, mahallelerdeki gençlere yönelik eğitim faaliyeti yapar. Üniversiteye hazırlanan gençler için hazırlık kurslarının yanı sıra resim ve müzik kursu vardır. EÇEV’in yeri de belediyeye ait, belediyeden kiralanmış yerlerdir. Belediyeler bu tür çalışmalarını ya da alt toplumsal sınıfların yaşadığı yerlerde eğitim faaliyetlerini yaygınlaştırırsa, insanları kente daha fazla entegre eder. Alt toplumsal sınıfların yaşadığı yerlerdeki gettolaşmayı önlemenin yolu, oradaki insanların kente inebilmesini ve kentle temas kurarak yaşamasını sağlamak. Bunun için sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılabilir ya da belediyeler örgütleyebilir. Ayrıca kentin çeperinde yaşayanların merkeze inmesini sağlayabilir, İzmir bunu başardı. Nasıl başardı? Basit bir yöntem uyguladılar, doğru bir bakış açısıydı. Toplu taşımada bir buçuk saat uygulaması yaptılar. Bu sayede insanlar bütün gün kentte kalabiliyor, sosyalleşiyor, kenti görüyor ve tanıyor. Bu tür uygulamalar oldukça önemli.
Siz Hititlerin yemek kültürünü inceleyen bir kitap çıkardınız. Yaşadığımız coğrafya pek çok kültüre ev sahipliği yapmış. Bu topraklardaki kültürlere ait soyut kültürel mirasları içselleştirmek, bütüne sahip çıkmak için bir araç olabilir mi?
AHMET UHRİ: “Boğaz Derdi” adında bir kitabım daha var. Arkeolojik kazılarda çıkan gıda maddelerinin tarihini yazıyorum. Elmayı araştırırken elmanın Hurrice, Hurri dilinde Hinzuri olduğunu kitaplardan öğrendim. Hititçe ve Hurrice. Hurriler’le Hititler ayrı dil olmasına rağmen neredeyse iç içe. Sonra internete girdim, ne çıkacak diye Hinzuri yazdım. Amasya’nın Hitit coğrafyasında bir köyün web sitesi çıktı. Köy muhtarlığı hazırlamış. “Köyümüzün eski adı Hinzuri’dir, elmalık bir yerdir, elma bahçeleriyle meşhurdur” yazıyor. Amasya’nın elması ünlü. Hurrice’de “Hinzuri” elma demek. İnternette böyle bir bilgiye ulaşınca çok sevindim ve köyün muhtarlığına yazdım. “Ben hocayım, bu durumu araştırdım. Elma anlamına geliyor, Hurrice’dir. O coğrafyada sizin ne kadar eskiye gittiğinizi gösterir,” dedim. Şöyle bir yanıt geldi: “Biz Türk’üz, başka bir şey değiliz.” Sayfadan bu bölümü kaldırdılar. Bu, eğitimsizlik. Bu işler eğitimle olur. Bahsettiğim eğitim yalnızca formel değil, informel de olacak. Burada ne oluyor bakarsak, her seçim gecesi gördüğümüz haritanın neden öyle olduğuna kadar gideriz. Kıyılar ve içerisi. Prof. Dr. Eyüp Özderen’in “Akdeniz’de Bir Doğu” adında bir kitabı var. Kitabın içinde bu durumu güzel anlatıyor. “İki kültür var,” diyor, “biri liman kültürü, biri kervan kültürü.” Liman kültürü dediğimizde yetmiş iki ülkeden çok sayıda denizcinin geldiği kozmopolit bir yerden bahsediyoruz ve haber kaynağı çeşitli. Ama kervan kültürü dediğimizde iç bölgelerdeki kültürlerden bahsediyoruz, yalnızca kervancıyla karşılaşma söz konusudur ve haber tek kaynaklıdır. Aynı kervancılar, sürekli aynı yolu kullanır. Dolaysıyla haber kaynağı kısıtlı olunca, eğitim sınırlı kalır, bakış açısı da muhafazakâr ve tutucu olur. Bu durumu aşmanın yolları var. Nedir onlar? İnternet, sosyal medya vs. Bu konuda Kültür Bakanlığı’na iş düşüyor. Kazı yaptığımız için söylüyorum. Kazıya gittiğimiz köyler, biz oradayken değişiyor, dönüşüyor. Köydekilerin zihni açılıyor. Ne yapıldığını anlatıyorsun. Çünkü yalnızca kazı yapmıyoruz, gittiğimiz yere katkı sağlıyoruz. Orada yalnızca toprakla uğraşan ve kazı yapan gençlerden birisi üniversite okumak istiyor, bizimle konuşuyor, “Arkeolog olacağım, mutlaka okuyacağım,” diyor. Van’dan turizm animatörü çıktı mesela. Çocuk, yedi dil öğrendi. Bizim kazımızdandı, adı Nizamettin Çiçekel. Bu vesileyle onu da andım. Benzer durumlar, insanların köylerini fark etmesine yol açıyor. Asos’ta da aynısı olmuştu, orada bir DNA analizi yapıldı, köylülerle Roma mezarlarından çıkan DNA’ların aynı olduğu ortaya çıktı. “Sizin akrabanız onlar,” dendi, bozuldular, Sagalassos yani Ağlasunlular. Araştırmada bir sürü sorun çıktı. “İşçilerin DNA’sı karıştı da ondan öyle çıktı,” dediler vs. “Biz gâvur muyuz, Romalı mıyız, Türk’üz,” dendi. Bu olumsuzlukları gidermenin en önemli yöntemi, eğitim. Eğitim sürecinde yerel yönetimlere çok iş düşüyor.
Kültürel miras yoluyla dünyayla entegrasyonda ve iletişimde nasıl bir yol alınabilir? Hem iletişim kurmada hem de bunu bir ekonomiye dönüştürmede nasıl bir rol oynar?
AHMET UHRİ: Bilirkişilere gidiyorduk, yalnızca İzmir’deki değil, Ege’deki arkeolojik kaçak kazılara. Ege’de gittiğim en ücra yer, Uşak’ın Karahanlı ilçesiydi. Cuma günü öğle saatlerinde vardım, ortada kimse yok. Herkes namazdaymış. Sonra çıktılar, geldiler. Oldukça muhafazakâr ve kendi içine kapalı bir ilçe. Burada insanlar nasıl yaşar? Gördüm ki, onların ayrı bir dünyası var. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Memduh Şevket Esendal, kitaplarında bu durumu çok güzel anlatır.
Özel kültürel niteliklerin tanıtılmasında yine yerel yönetimlere görev düşüyor. İletişim yönü kuvvetli, en azından bir yabancı dil bilen insanlarla çalışılması gerekiyor. Yüksek lisansı, doktorası olanlar tercih edilmeli. Böyle insanlar çalışırsanız belediyenin ortamı da gelişir ve değişir. Bu sayede kültürel mirasın korunmasına yönelik güzel işler yapılabilir.