YÜKLENİYOR
Arkeolojik değerlerin ve kültürel mirasın korunmasıyla ilgili uzun yıllara dayanan emeğiniz var. Kentlerdeki kültürel varlıklarla kent dışındaki kültürel varlıkların korunması ve restorasyonu süreçlerinde ne gibi farklılıklar, zorluklar söz konusu olabiliyor? Deneyim ve gözlemlerinizi anlatır mısınız?
ZEYNEP AHUNBAY: Kentsel alanlardaki arkeolojik mirasla kent dışındaki arkeolojik alanlar arasında mülkiyet ve korunma sorumluluğu açısından fark var. Kentleri çevreleyen eski surlar, o kentin parçası olarak yerel yönetimlere veriliyor. Arkeolojik mirasın bakım ve onarımından bundan böyle yerel yönetimler sorumlu, ama kent dışındaki arkeolojik mirasın korunması daha çok Kültür Bakanlığı’yla Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğunda. Yerel yönetimlerin sorumluluğu, kent sınırları içinde kalanlar. Mesela Saraçhane Parkı’nın içinde bulunan Polieuktos Kilisesi’nin kalıntıları. Bu, arkeolojik bir varlık. Korunmasına ilişkin çalışmalar -tabii ki parkla beraber- bir ölçüde belediyeye düşüyor. Bekçi bulundurmak, çöp atılmamasını sağlamak, hava koşullarından dolayı zarar görmesini engellemek gibi. Kent surları da oldukça önemli. İstanbul'da kara ve deniz surları var. Bunlar kilometrelerce uzanan büyük yapılar ve kalıntılar. Bu yapıları bakımlı tutmak, hava koşullarından korumak, insanların zarar vermesini engellemek vs. yerel yönetimlerin sorumluluğunda. O alanları koruması ve bakımını sağlaması gerekiyor. İstanbul’daki kara surları, dünya mirası. Bakım-onarım ve güvenlik işleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. Büyükşehir belediyesi, bu yapı dünya mirası olduktan sonra özel mülkiyete geçmiş olan bazı burçları, burçların önündeki alanları dava açarak kamulaştırmaya çalışıyor. Hâlâ özel mülkiyette kalan yerler var. Yani kamulaştırma da gerekiyor. Çünkü orada insanlar hayvan besliyor veya hiç uygun olmayan faaliyetler gerçekleşiyor. Bu nedenle kültür mirasını koruyabilmek, onun değerini yaşatmak ve insanların o alanları gezip görebilmelerini sağlamak oldukça önemli. 19. yüzyılda İstanbul'a gelen yabancı seyyahlar Galata'da kalmışlar, Galata’dan Fener’e geçmişler, Ayvansaray’a gelmişler, Marmara sahilinde Mermer Kule’nin yanına kadar yürümüşler. Surların o günkü durumunu hem çizimlerle ifade etmişler hem de gördüklerini yazmışlar. Bunlar bizim için değerli kaynaklar. Günümüzde turistler de Marmara’dan Haliç’e veya Haliç’ten Marmara’ya doğru o güzergâhta yürümek istiyorlar. Merak ediyorlar, görmek istiyorlar, fakat bu alanlarda dolaşmak maalesef pek mümkün değil. Engellerle karşılaşıyorlar.
Bu konular şu an belediyenin programında ve gündeminde. Rotalar oluşturmak ve insanların arkeolojik mirası görmelerini sağlamak gerekiyor. Tabii arkeolojik mirasın yanı sıra başka süreçler de söz konusu. İstanbul’da hendeklerde, ön sur alanlarında ve surların iç kısımlarında bostanlar var. Bostanlar, yüzyıllardır var ve onların da arkeolojik mirasa zarar vermeden varlığını devam ettirmesi önemli. Bazı yerlere bakıyoruz, tam duvarın dibine incir ağacı dikilmiş veya gecekondular yapılmış. Arkeolojik bir alanı sunmak istediğinizde oraya uygun olmayan ekleri, sonradan yapılmış müdahaleleri ayıklamanız gerekiyor. Bütün bunlar ekip işi. Depremler oluyor, depremlerde oluşan hasarların giderilmesi gerekiyor. Bu çalışmalar burçlarda ve duvar kısmında başlamış durumda. Bunların devam etmesi ve uzun vadede yedi kilometrelik kara surlarının ve yer yer yok olmuş deniz surlarının da ele alınıp korunması mühim.
Topkapı Sarayı’nın sahil kesiminde, deniz sularında şu an onarım var. O bölge daha önce Kültür Bakanlığı’nın sorumluluğundaydı. Biliyorsunuz, Topkapı Saray’ı milli saraylara bağlandı. Muhakkak ki, bu çalışmalar kamu eliyle devam edecektir. Ne kadar bakarsanız, ne kadar iyi tutarsanız tarihi başarıyla yaşatmış olursunuz. Gelen insanlar da sizin tarihinize ne kadar saygı gösterdiğinizi ve değer verdiğinizi anlar. Ama hiç bakmazsanız, toz toprak içinde kalır, çöp atılır, bakımsız olur, birtakım kötü alışkanlıkları olan insanların barınağına dönüşür, dolayısıyla sur boyları itici olur. Oraya turist de gitmez, korkar ve çekinir. Bu alanların sürekli bakım görmesi ve etkinliklere açık olması gerekiyor. Böylelikle hem insanlar dolaşabilir hem de açık alanlarda kültürel etkinlikler yapılabilir. Günlük yaşama katılabilirler.
Kültürel mirası korumanın planlaması ayrı, kent planlaması ayrı gibi algılanıyor. Hâlbuki İtalya’ya baktığınızda, bütünsel planlamanın bir parçası olarak ele alındığını görüyoruz.
Türkiye’de nasıl yapılıyor? Nerede sıkıntılar görüyorsunuz?
ZEYNEP AHUNBAY: Bu alanlar, sit alanı olarak tanımlanmış. 1930’larda yasalarımızda sit kavramı yok.1973’ten sonra giriyor. 1930’larda Prost Planı’nda kara suları bandı hem içindeki alanlarla bir bant hem de dışında koruyucu bir kuşak şeklinde tanımlanıyor. Dolayısıyla plancılar, bunu korunacak bir değer olarak planlarına işliyor. 1973’teki yasa değişikliğinden sonra planlar yapılırken kentsel sit alanı, arkeolojik sit alanı veya tarihi kentsel sit alanı ayrımı tanımlanıyor ve bu korunma altına alınıyor. İstanbul’da da öyle. İstanbul’un önce doğu ucundaki arkeolojik park alanı, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet büyük saray kalıntıları, kara surları ve bütün sur içi bölgesi arkeolojik park alanı olarak tanımlanmıştı. Tarihi yarımadanın tamamı sit alanı oldu. Koruma planlarında bu durum dikkate alınıyor. Ama koruma planını bozan politik kararlar olabiliyor ve kurullardan bazı istenmeyen kararlar çıkabiliyor. Böyle şeyler de yaşıyoruz. Mesela Marmara kıyısındaki deniz surlarına bakarsak, sura çok yakın yeni yapılmış binalar görüyorsunuz. Koruma imar planına göre izin verilmiş olmaması gerekiyor, ama izin veriliyor. Politika rol oynuyor. Kamuya ait olan Four Seasons Oteli’nin bahçesindeki alanın inşaata açılması bir skandaldı. Sonradan dava açıldı ve iptal edildi. Orada bir sürü kazı çalışması yapıldı, kazı çalışmalarında bulunan yeni veriler açıklandı. Bu alanların da kamuya, ziyarete açılması gerekiyor. Ama kurulun verdiği kararlar söz konusu. Ek bina inşaatının yıkılması, orada yeni bir düzenleme ve sergileme yapılması gibi. Bu konuların da Kültür Bakanlığı tarafından ele alınması ve sonuçlandırılması gerekiyor.
Eski saray, yani Konstantin döneminde kurulan büyük saray alanı oldukça geniş. Bunun üzerine Osmanlı Dönemi’nde yeni mahalle yerleşimleri yapılmış. Buradaki eski adliye binası, tevkifhane, Four Seasons Oteli’ne çevrilen alanda tek başına kalmış olan kamu mülkiyeti. Biz bunu yapılaşmaya açarak arkeolojik parka inanmadığımızı göstermiş oluyoruz. Bu yanlış karardan geri dönülmesi gerekiyor. Konu yerel yönetim sorumluluğu değil, devletin verdiği yanlış bir karar ve geri çevrilmesi gerekiyor
Anadolu’daki restorasyon ve koruma çalışmaları nasıl? Tartışmalı durumlar görüyoruz, haberler okuyoruz. Yanlış yapılan restorasyonlar ya da Aspendos gibi kullanımı tartışılan arkeolojik alanlarda ticari kaygılarla yapılan uygulamalar var.
ZEYNEP AHUNBAY: Arkeoloji bir bilim. Arkeolojik çalışmalar da bilim insanları tarafından yapılıyor. Arkeolojik restorasyonun titizlikle ve bilimsel bir disiplin içinde yapılması gerekiyor. Arkeolojik koruma da tarihi korumaktır. Arkeoloji zaten tarih. Bu tarihi özgün değerleriyle sunmak ve fazla ekleme yapmamak gerekiyor. Ama deprem hasarı olmuştur, başka türlü riskler vardır vs., öyle durumlarda yeni ekler yaparak ayakta tutmaya çalışırsınız. Arkeolojik alanları turistik bir potansiyel olarak görüp daha fazla ziyaretçi çekmek doğru bir bakış açısı değildir. Amaç, kültür mirasını ve değişik kültür katmanlarını değerleriyle yaşatmaktır. Aspendos’taki sorun şuydu: Aspendos, çok güzel bir tiyatro. Yıllar önce İngiliz bir arkeolog gelmişti, onun dünya mirasına aday gösterilmesini teklif etmişti. Fakat fazla sayıda ziyaretçi çektiği ve etkinlikler olduğu zaman arkeolojik değer değil, kullanım değeri öne çıkıyor. Dolayısıyla arkeolojik bir kalıntıda eksik olan oturma yerleri ve basamaklar ekleniyor. Bunları tamamlamadan da orayı ziyaretçiye açabilirsiniz, ama kullanım öne çıktığında daha fazla insanın konser seyretmesi veya etkinliğe katılması durumunda başka uygulamalar söz konusu oluyor. Aspendos’ta da böyle bir durum olmuştu. Kaybolmuş basamaklar ve sıralar yeni taşla yapıldığında kontrast oluyor. Bu da göze hoş görünmüyor. Orada yeni bir şey görmek istemiyorsunuz. Arkeolojik alanın zamanın izleriyle korunması gerekiyor.
ICOMOS’un Türkiye temsilciliğini yaptınız. O dönemde hangi projeler gerçekleşti? Uluslararası kurumlarla çalışmanın kattığı değerler nedir?
ZEYNEP AHUNBAY: ICOMOS, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi. Türkiye de bu konseye 1974’ten beri üye. Bütün dünyada koruma alanında çalışan uzmanları bir araya getiriyor ve karşılaşılan sorunları çözmek için birikimler ortak biçimde değerlendiriliyor. Türkiye ICOMOS’u olarak Avrupa kıtasındaki ICOMOS’larla ortak toplantılarda yer alıyoruz. Bir ICOMOS toplantısında Hasankeyf’le ilgili durumu paylaşmıştık. O sırada Avrupa ülkeleri, Hasankeyf’in barajına destek oluyordu. Yapılacak barajın, kültür mirasını bir şekilde zedeleyeceğini anlattık. Sonra başka etkinlikler de oldu ve Avrupa ülkeleri bu projeden çekildi. Fakat Türkiye kendi kaynaklarıyla bunu yapmayı istedi, sürdürdü ve maalesef Hasankeyf sular altında kaldı. Maalesef acı bir durum.
ICOMOS, korunma alanındaki güncel ilkeleri anlatıyor ve daha fazla insana ulaşmaya çalışıyor. Tabii yerel yönetimler çok önemli. Çünkü kentleri yönetiyorlar ve kültür mirasını koruma sorumlulukları var. Dolayısıyla onlara bu ilkeleri hatırlatmak gerekli. 2005’te uluslararası surlarla ilgili sempozyumu İstanbul Belediyesi ve ICOMOS Türkiye olarak birlikte yapmıştık. Onun dışında eğitim çalışmaları oluyor. Koruma alanında çalışan çeşitli disiplinleri -sanat tarihçileri, arkeologlar, mimarlar, kent plancıları- meslek içinde yeni bilgilerle donatmak, bu tür etkinliklerle ülkemizdeki birikimi yükseltmek ve yapılan işin kalitesini artırmak mühim. Dolayısıyla ICOMOS Türkiye’yle yerel yönetimlerin her zaman bağlantısı var. 18 Nisan, ICOMOS’un Anıtlar ve Sitler Günü’dür. Kentlerde kutlamalar yapılmıştı. Mesela Antakya’da, Mersin’de, Safranbolu’da kutlanmıştır.
Kültürel mirasın gelecek nesillere aktarılmasında sizce hangi paydaşların mutlaka sürecin içinde olması lazım? Farkındalık yaratmanın ve sürdürülebilirliğin kritik tarafları kimler? Yerel yönetimlerin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
ZEYNEP AHUNBAY: Kültürel mirasa öncelikle o kentte yaşayan insanların sahip çıkması gerekiyor. Orada yaşayanların, etrafa baktıklarında gördüklerini anlaması çok önemli. Mesela geçenlerde bir taksi şoförü beni Ayvansaray’dan götürüyordu. Hemen Eğrikapı’nın üstünde bir çeşme var, çeşmeyi gösterdim, dedim ki: “Bu çeşme, Mimar Sinan’ın Kemerburgaz’dan getirdiği suların kente girdiği nokta, Savaklar Çeşmesi, oradan dağılıyor.” Taksi şoförü bunu hiç görmemiş, Mimar Sinan’ın 16. yüzyıldaki eseri olduğunu bilmiyor. Haliç Köprüsü çevre yolları yapılırken kuruldaydım. O çeşmeyi yolu genişletmek için kaldırmak istiyorlardı, engel olduk. O çeşmenin bir referans noktası olduğunu ve yerinde korunması gerektiğini söyledik. Surların iç kısmındaki okullarla -nasıl bir yerde olduklarını anlatmak için- temas kurmak gerekir. Hemen bitişiklerindeki surların anlamı nedir? Niçin değerlidir? Öğretmenlerin öğrencilere ilkokuldan itibaren bu çevre bilincini vermesi lazım. Öğrencilerin tarihi değeri görmesini sağlamak gerekiyor. Yoksa meslek insanı olarak kaç kişiyiz? Plan yapılırsa, uygulanmazsa, birileri planı altüst ederse koruma gerçekleşemez. Mevcut olanların geleceğe aktarılabilmesi için bu konuya inanan ve değer veren insanların -yani İstanbul’un tarihi yarımadasında, Beyoğlu’nda veya Boğaz’da, Üsküdar’da yaşayan insanların- yaşadıkları yerin değerini bilmesi ve bu değere sahip çıkması önemli diye düşünüyorum.
Meslek insanları en iyi proje koruma planını da yapsalar, insanlar kültürel miras yapılarına ve alanlarına zarar verirse, bu yapıları/alanları korumuyoruz demektir. İzleme sistemlerinin olması gerekiyor. Halk, kültürel mirası ne kadar bilirse ve benimserse, bu yapılar/alanlar o kadar korunabilir.