"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Arzu Erturan: Kamusal Alanlar, Topluluk Olma ve Aidiyet Hissi Demek

  • 31 Mayıs 2021

ARZU ERTURAN 

Şehir Plancısı

Sokak Bizim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

 

Sokak Bizim Derneği, “Sokaklar kentlerin oturma odalarıdır,” diyor. Bunu biraz açar mısınız? Kamusal alanlar kentli için neden önemli?


ARZU ERTURAN: Kent yaşamının sahnesi olan kamusal alanlar, kentte yaşayan farklı toplumsal grupların bir araya geldiği, karşılaştığı, etkileşime girdiği ve iletişim kurduğu çok önemli yaşam alanlarıdır. Kentte meydanlar, parklar gibi farklı açık kamusal alanlar mevcut, bunların arasında sokaklar ayrıca önemli. Kenti ev metaforu üzerinden ele alırsak, nasıl ki evdeki odalar kişilerin özel alanları, ailenin bir araya geldiği ve sosyalleştiği alanlarsa, kentteki sokaklar da aynı işlevi görüyor. Bir başka deyişle sokaklar, kentin oturma odasıdır. Herkes yaşadığı evden dışarı adım attığı anda sokaktaki ortak yaşama, yani kamusal alana dahil oluyor. Tıpkı odasından çıkıp oturma odasına geçtiğinde olduğu gibi. Dolayısıyla kamusal mekânların ve kentin en temel birimi olan sokakların, kentteki toplumsal yaşam açısından hayati bir rolü var. Kentlerin kamusal alanları herkese açık ve insan odaklı olduğu zaman sosyalleşme ve iletişim mümkün oluyor, toplumsal ilişkiler güçleniyor. Dahası, kamusal mekânlar sayesinde topluluk olma ve aidiyet hisleri pekişiyor, kentle aramızdaki bağ kuvvetleniyor. Yaşadığınız sokakla, kentteki kamusal alanlarla ne kadar bağ kurarsanız, bu mekânlarda ne kadar çok vakit geçirirseniz, yaşadığınız alana dair aidiyet hissiniz de o oranda artar, sahip çıkmaya başlarsınız. Müşterek yaşamın kurulduğu ve kent kültürünün inşa edildiği kamusal alanların içindeki sokakları, kent yaşamının aktığı nehirlere veya insan vücudundaki damarlara benzetebiliriz. Dolayısıyla sokaklardaki ortak yaşam ne kadar zengin ve güçlüyse, bir kent de o kadar canlı, sağlıklı ve yaşam kalitesi yüksek bir kent olur.

 

Kentlerin ekonomik değeri arttıkça kamusal alanlar, kamunun tehdidi altında kalabiliyor. Bu alanların kentli tarafından sahiplenilmesine yönelik acil eylem planı ne olmalı sizce?


ARZU ERTURAN: Kamusal alanlar, özelleştirme, araç odaklı politikalar veya kentsel dönüşüm gibi çeşitli projelerden olumsuz şekilde etkileniyor. Bu alanlar, gün geçtikçe azalıyor. Kamusal alanlara sahip çıkmamız için öncelikle o alanları benimsememiz ve aidiyet hissetmemiz gerekiyor. Bunun için de kentteki kamusal mekânlarla aramızda bir bağın gelişmesi çok önemli. Bu bağın oluşmasında ise, o mekânları nasıl deneyimlediğimiz ve kullandığımız, ne kadar vakit geçirdiğimiz etkili oluyor. Yani kentin sokaklarında yürümek, parklarında arkadaşlarımızla veya ailemizle piknik yapmak, sinema veya tiyatrolarına gitmek, hafızamızda önemli bir yer etmesi ve bağ kurmamız açısından oldukça etkili. Dolayısıyla acil eylem planı olarak kamusal mekânların insan odaklı olması ve sokakların araç odaklı olmaktan çıkması en önemli adımdır. Kentlerimiz araç odaklı hâle geldi, sokaklar özel otomobillerin hâkimiyetinde, yaya kaldırımlarında bile araçların park ettiğini görüyoruz. Eskiden çocukların güvenle ve keyifle oyun oynadığı, komşuların sokakta oturup sohbet ettiği, yayaların rahat ve güvenli yürüdüğü sokakları kaybettik. Bu durumu tersine çevirmek için hem kentlilere hem yerel yönetimlere hem de sivil toplum kuruluşlarına çok iş düşüyor. Kentlerde yayalara ve bisikletlilere daha fazla alan açacak insan odaklı politikalara ve uygulamalara ihtiyacımız var. “Ayda Bir Gün Sokak Bizim”, bu kapsamda gerçekleştirdiğimiz etkinliklerden biri.

 

Kentin çeşitli semtlerinde düzenlediğiniz “Ayda Bir Gün Sokak Bizim” etkinliklerinizi anlatır mısınız? Sosyo-kültürel farklılıklar etkinliklerde nasıl bir etki yaratıyor?


ARZU ERTURAN: “Ayda Bir Gün Sokak Bizim” etkinliğinde sokağı bir günlüğüne araç trafiğine kapatıp kentliye veriyoruz ve herkesin özgürce vakit geçirebileceği bir alan yaratıyoruz. Bisikletliler özgürce bisikletine binebiliyor, yaşlılar, çocuklar ve sokakta yaşayan tüm sakinler, bir günlüğüne o sokakta daha yaşanabilir, daha güvenli ve daha özgür bir mekânı hep birlikte deneyimliyor. Yani sokağı araç odaklı olmaktan çıkarıyoruz, insan odaklı hâle getiriyoruz. Bu hem sokakta yaşayanlara hem de yerel yönetimlere farkındalık oluşturmak için bir araç oluyor. Bu etkinlikler, unutulan sokak kültürünün yeniden ortaya çıkmasını ve kentlilerin böyle bir günü yaşayarak nefes almasını sağlıyor.


Her sokağın karakteri farklı olduğu için yaptığımız etkinliklerin her birinin atmosferi de farklı oluyor. Kurgu aynı bile kalsa mekâna bağlı olarak yerel pratikler ve davranış biçimleri değiştiği için etkinlik de şekil değiştiriyor, mahalleli tarafından yeniden yorumlanıyor. Belli bir mahalleye, semte, ilçeye ve hatta kente bağlı kalmayıp mümkün olduğunca farklı sokaklarda etkinliği deneyimleme isteğimizin arka planında bizi heyecanlandıran etmenlerden biri de bu farklılaşma. Örneğin, İstanbul’da Fatih, Zeytinburnu gibi yerleşimlerde sokak kültürü hâlâ canlı olduğu için etkinliklere ilgi daha fazlayken Etiler gibi yerleşimlerde araç odaklı yaşamın ve kaybolan sokak kültürünün etkisiyle etkinliğe katılım daha az olmuştu. Gelir seviyesinin yükselmesine paralel olarak araç sahipliğinin artması, kişilerin yaşadıkları sokakla bağ kurmasını zorlaştıran etmenlerden biri. Neticede sokak, kişiyi yalnızca A noktasından B noktasına ulaştıran işleviyle ön plana çıkıyor ve sosyal-kültürel boyutu zayıflıyor. Biz de bu etkinliklerle sokağın sosyal ve kültürel boyutunu yeniden canlandırmayı hedefliyoruz.  


Bu etkinliği şimdiye kadar İstanbul’da pek çok ilçede, 15 farklı sokakta, daha sonra da Sinop’ta beş farklı sokakta gerçekleştirdik. Sinop da bizim için farklı ve öğretici bir deneyim oldu. Sinop gibi orta ölçekli bir kentte bu etkinliklerin etkisini daha hızlı şekilde görmek mümkün. Sinop’ta ilk kez birlikte çalıştığımız paydaşlarla “Ayda Bir Gün Sokak Bizim Etkinliği Nasıl Düzenlenir?” eğitimi düzenledik. Biz olmadan da bu etkinliği hayata geçirmelerine ve sürdürmelerine yönelik bir adım attık.

 

Kentlilerin katılımı nasıl?


ARZU ERTURAN: Etkinliğe katılım ve geri dönüşler genelde olumlu oluyor, çünkü insanların bildiğimiz, özlediğimiz sokak kültürünü tekrar yaşamaya ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Bu kültür özellikle İstanbul’da ve diğer metropol kentlerde kaybedildi. Etkinliklere genellikle ilk olarak sokaktaki çocuklar katılım sağlıyor, ebeveynlerini de getiriyorlar. Çocukların bu tür etkinliklere daha açık olduğunu ve sokakların keyfini çıkarmaya hazır olduklarını görüyoruz. Çocuklar, yaşlılar, gençler, engelliler, kısacası pek çok farklı grup, bu etkinliklere katılma ve sokağı birlikte deneyimleme şansını yakalıyor. Etkinlik sonunda “Bir daha ne zaman geleceksiniz?” şeklindeki sorularla karşılaşıyoruz.  

 

Yerel yönetimlerle işbirlikleriniz var mı? Yerel yönetimler, kamusal alanların düzenlemesi sürecinde katılımı daha geniş kitlelere açmak için nasıl bir inisiyatif kullanabilir sizce? Sivil toplum kuruluşlarına düşen sorumluluğu nasıl değerlendiriyorsunuz?


ARZU ERTURAN: Sokak Bizim Derneği’nin bugüne kadar geliştirdiği ortaklıklar ve işbirlikleri sayesinde faaliyetlerimiz geniş kitlelere ulaşabildi ve katılımlı bir süreçle hayata geçti. Bu sebeple sivil toplumun ve kolektif çalışmanın gücüne inanıyoruz. Bugüne kadar farklı dönemlerde farklı paydaşlarla birlikte çalıştık. Yerel yönetimler, bu paydaşların başında geliyor. Yerel yönetimlerin kamusal alanları düzenleme aşamasında farklı paydaşları sürece dahil etmesini önemli buluyoruz. Katılımı geniş kitlelere açmak için sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği gerçekleştirmek, birlikte projeler yapmaya davet etmek, kente dair yürütülen tüm çalışmaları şeffaf bir şekilde paylaşmak ve sivil toplumu bir paydaş olarak sürece dahil etmek mümkün. Bu noktada sivil toplumun önemli ve iki taraflı bir rolü var. Birincisi, gerçekleştirdiği etkinliklerle, kampanyalarla farkındalık yaratarak halkı harekete geçirmek, aktif vatandaşlığı teşvik etmek. İkincisi, yerel yönetimlerin halkın taleplerine karşılık vermesine kendi uzmanlığıyla ve bakış açısıyla destek olmak. Dahası, sivil toplum kuruluşları bu süreçlerin bir parçası olmayı talep edebilir, kentteki meselelere dair farkındalık oluşturarak yerel yönetimleri birlikte çözüm üretmeye davet edebilir. Çünkü daha yaşanabilir kentler istiyorsak, değişimi hep birlikte gerçekleştirebiliriz.  

 

 



Önerilen Haberler