"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Gürkan Akgün: Kamusal Alan Hepimizin Mülkiyeti

  • 31 Mayıs 2021

GÜRKAN AKGÜN


İmar ve Şehircilik Daire Başkanı


İstanbul Büyükşehir Belediyesi



Yerel yönetimler açısından kamusal alanlar neden önemli? İstanbul’un tarihe mal olan kamusal alanları var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kamusal alanlara ilişkin politikası ve gelecek vizyonu nedir? 


GÜRKAN AKGÜN: Kamusal alanlar, kentteki insanların bir araya gelebildikleri, herhangi bir sınır olmadan karşılaştıkları, bir anlamda kendilerini anonim olarak ifade edebildikleri alanlardır. Dolayısıyla kentin demokratikleşmesi açısından önemli mekânlardır ve kimlik öğeleridir. Kentteki hangi alanların kamusal olarak kullanılması gerektiği uzun bir tartışma konusu aslında. Özellikle meydanların ve açık alanların kentte önemli kamusal işlevleri üstlendiğini, kamusal alan olarak ön plana çıktığını görebiliyoruz. Nitekim İstanbul’da da Taksim Meydanı, Kadıköy Meydanı, Beyazıt Meydanı, Üsküdar Meydanı gibi tarihsel özelliğini zaman içerisinde toplumsal olaylarla birlikte geliştiren alanlar mevcut. Bu alanlar aynı zamanda birer kültürel miras alanı olarak da çok kıymetli. Meydanları ve kamusal alanları tarihsel bağlamı içerisinde, bulundukları bölgelerde kattığı kimlik doğrultusunda değerlendirmek gerekiyor. Bu kimlik değerinin geliştirilmesi gerektiğini de biliyoruz. 


İstanbul meydanlarının uzun zamandır katılımcı olmayan bir şekilde planlandığını, bir ilk dönem inşaat alanı olarak kaldığını ve kimliklerini kaybettiğini de gördük. Göreve geldikten sonra bu saydığım meydanlarla başlayarak İstanbul’a dinamik bir kamusal yaşam ve neşeli bir ortam kazandırmak, bir kimlik öğesi olarak bu mekânların gelişmesini sağlamak için yaptığımız işlerden biri, katılımcı bir şekilde, yarışmalar yoluyla buraları tekrar kamuoyunun gündemine taşımaktı. Bu yarışmaları, konuyla ilgili teknik bilgisi bulunan profesyonel insanların girip katılabilecekleri bir süreç şeklinde tasarlamak yerine buraları birer tartışma konusu olarak ele almak istedik. Taksim’de neredeyse uzun yıllardır hiçbir etkinliğin yapılamadığı bir alanda “Kavuşma Durağı” gibi bir yapıyı kurguladık. O yapıda çeşitli forumlar, etkinlikler düzenlendi. Sonra kurul kararıyla oradan kaldırmak zorunda kaldık. Ama Taksim Meydanı belki çok uzun zamandan beri ilk defa sivil bir etkinlik alanına kavuşmuştu. Bununla birlikte çeşitli yayınlar, kitaplar, pandeminin el verdiği ölçüde düzenlediğimiz etkinlikler aracılığıyla meydan konusunu hem üniversitede hem de birebir vatandaş nezdinde tartışmaya açmak istedik. 


İstanbul Planlama Ajansı’nın lansmanını da yine kamusal alan tartışması üzerinden yaptık. Bu konuda yetkin akademisyenlerden Richard Sennett, Saskia Sassen ve İlhan Tekeli’nin katılımıyla, Sayın Ekrem İmamoğlu’nun “Biz bu alanlara nasıl yaklaşıyoruz?” deklarasyonuyla süreci başlattık, katılımcı bir anlayışla ilerledik, halkın ve kamuoyunun oylamasına açtık. Bu alanların sahiplenilmesini istedik. Kamuoyunda da bunun sadece teknik bir mesele olmadığının anlaşılmasını amaçladık. Şu anda bu çalışmaların ve uygulama projelerinin kurul süreçleri yürütülüyor. O süreçler de tamamlandıktan sonra katılımcı bir şekilde bu alanları halkımıza, kültürel mirasımıza kazandırmayı hedefliyoruz. Çünkü hiç kimse betonlaşmış ve kullanılmayan alanlardan mutlu değil. Biz, bunları profesyonel bir tasarımcı gözüyle, aynı zamanda halkın talepleri ve ihtiyaçları doğrultusunda, geçmişten günümüze kadar gelen kimlik öğelerini bütünleştirecek şekilde tasarlamak istiyoruz. Tasarım sürecini belli bir aşamaya getirdik. Gerekli izinleri ve kurul süreçlerini tamamlayıp uygulamaya geçmeyi planlıyoruz ki, bu alanlar yaşasın. Taksim Meydanı, Kadıköy Meydanı, Üsküdar Meydanı, Eminönü Meydanı, Beyazıt Meydanı canlansın, insanların buluştuğu, kaynaştığı, etkinlikler yaptığı, özgürce kendilerini ifade ettikleri alanlara dönüşsün diye bu süreci yürütmeye devam ediyoruz. 


Hem deprem riski hem de pandemi aslında açık/kamusal alanların değerinin anlaşılmasını sağladı. Bu konuda toplumsal bir farkındalık oluştu. Bir yandan İstanbul’un kültürel mirası olan meydanları yeniden düzenleniyor, bir yandan da kentsel dönüşüm devam ediyor. Bu dönüşen alanlarda kamusal alanları nasıl planlıyorsunuz? 


GÜRKAN AKGÜN: Kentsel dönüşüm konusu önemli. Afet yönetimi açısından toplanma alanlarının ve açık alanların yeniden kazandırılması da mühim. Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı, ilk etapta bu toplanma alanlarını tespit etti, kamuoyuna açıkladı, farkındalık yaratma ve bilgilendirme süreci yürüttü. Kentsel dönüşüm, birebir bina bazında yürüyebilen bir süreç olmakla birlikte büyük ölçekli, ada bazında, tasarım yapılabilecek şekilde de sürdürülebiliyor. Bu anlamda koşullar uygun hale gelmişse -özellikle bu dönemde KİPTAŞ eliyle- kentsel dönüşümü gerçekleştirme yolunda adım atmaya çalışıyoruz. 


Yakın zamanda Eyüp-Yeşilpınar’daki bir alanın mülkiyet sorunu çözüldü. Oradaki insanlar, tapulu-tapusuz hak sahibi sayılacak, dayanıklı bir konutta yaşayacaklar ve içinde kreşi, parkı, toplanma alanı olan sağlıklı bir yaşam alanına kavuşacaklar. Tuzla ve Bağcılar’da da böyle bir çalışmaya başladık. Yani etap etap bu süreci büyütmek için çalışmalarımız sürüyor. Vatandaşın size güvenmesi de önemli. İstanbul’un en büyük sorunu, deprem. Binaların yenilenmesi lazım. Bu anlamda riskli yapıların dönüşümü için kolaylaştırıcı plan notlarını meclise sunduk. Bunlar çeşitli ilçelerde uygulanmaya başladı. Hayati bir mesele olduğu için binanın sağlıklı ve dayanıklı hâle gelmesi açısından kritik. Bina yıkılıp tekrar yapıldığı takdirde yeni kamusal alanlar kazanabiliyor muyuz? Kazanamıyoruz açıkçası. Dolayısıyla bu işe bütüncül planlar üzerinden bakmak lazım. İstanbul’un birçok bölgesindeki nazım imar planlı çalışmalarımızı bu durumu gözeterek yapıyoruz. Buna yönelik plan notları oluşturmaya çalışıyoruz ki, kamusal alanları oluşturabilecek yenilenmenin önü açılsın. İnsanların bir araya gelmesi açısından kolay bir süreç değil. İkincisi, İstanbul çok yoğun bir kent. Boş alan bulmanız, binaları yıkıp, bir finansman modeliyle yeniden yapıp, bir de kamusal alan kazanmanız gerçekten zor. Bu ilkeleri önümüze koyarak küçüklü-büyüklü alanlarda dönüşümü de gerçekleştirmeye başladık. 


İstanbul’un hem kültürel miras hem de kamusal alanlarına merkezi yönetimin müdahalesi ve bu alanlarla ilgili tasarrufları söz konusu. Vatandaşların farkındalığını artırmaya yönelik faaliyetleriniz var mı? Bu konuda yakın tarihteki Gezi Direnişi bir kilometre taşı oldu diyebilir miyiz?


GÜRKAN AKGÜN: Bu, doğru bir tespit. İstanbul’da farklı kurumların plan yapma ve uygulama yapma yetkisi, İstanbul’un yönetiminin bütüncül bir şekilde planlanmasını sekteye uğratıyor. Özellikle kamu arazilerinin kaybedilip belirli imar rantları ve imar artışları sağlanarak yapılaşmaya açılması, bu tip plan değişiklikleriyle gerçekleşti. Göreve geldiğimiz günden bu yana hem hukuki açıdan hem de kamuoyu nezdinde mücadelemizi sürdürüyoruz. Bunların en büyüğü, Kanal İstanbul’dur. Kanal İstanbul’da İstanbul’un %7’si büyüklüğünde bir alan bakanlık nezdinde planlanıyor. Bizim bilimsel gerekçelerle karşı çıktığımız bir süreçte yaklaşık 1.5 milyon, hatta bunu da zamanla aşacak bir nüfus buraya taşınıyor. Bu nedenle İstanbul’u planlamanız ve dayanıklı bir kent hâline getirmeniz mümkün değil açıkçası. Çünkü bütün kurgunuz bozuluyor. İstanbul’un kuzeye büyümemesi gerektiği, doğal alanlarının sınırına geldiği, nüfusun artık planlanması gerektiği gibi temel argümanların, üst ölçekli planla belirlenen temel ilkelerin tam tersi kararlarla karşı karşıya geliyorsunuz. Bu, kültürel miras alanlarında da böyle. Galata Kulesi, yıllardır İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde olmasına rağmen bir günde elinizden alınıyor. Gezi Parkı gibi kente mal olmuş ortak kamusal alan, bir vakıf mülkiyetine veriliyor. Kamusal bir alan, hepimizin mülkiyeti olmalı. Oysaki bir vakfın mülkiyeti hâline getiriliyor. Tabii ki davalarımızı açtık. Kamuoyunu bilgilendiriyoruz. Buralara sahip çıktığımızı söylüyoruz. 


Geçmiş dönem, özellikle Gezi Parkı’nda vatandaşın kamusal alanına nasıl sahip çıktığını bize gösterdi. Bu anlamda kamusal alanlarımıza sahip çıkmayı, kültürel miras olmaları nedeniyle korunmasını ve bu alanları yaşatmayı istiyoruz. Gezi Parkı da bunlardan biri. Mücadelemiz, hukuki açıdan ve kamuoyu nezdinde sürüyor. 


Sanırım kamusal alanlarına sahip çıkmada İstanbul’un önündeki en büyük sınav, Kanal İstanbul. Yeni parametre bu olacak gibi görünüyor değil mi? 


GÜRKAN AKGÜN: Kesinlikle öyle. Kamusal alan derken, kamu mülklerine referans veriyoruz. O bölgedeki mera alanları ve kamu mülkleri, kanun değişikliğiyle TOKİ’ye devredildi. TOKİ, imar uygulamalarıyla orada mülkiyet oluşturuyor. Sonrasında çeşitli hasılat paylaşımlarıyla bu el değiştirecek ve özelleştirilecek. Yani bu mülkiyetin ve kamusal alanın nasıl özelleştirildiğini özellikle Kanal İstanbul ve Yenişehir projesinde net bir şekilde görüyoruz. 


İki yılı tamamlıyoruz. Planlama ve şehircilik anlamında katılımı bir ilke olarak önümüze koyduk. İstanbul’un plan sürecini en üst ölçekte, İstanbul Planlama Ajansı ve Vizyon 2050 Ofisi’yle beraber, bütün aktörleri dahil ederek ve kamuoyunu bilgilendirerek yürütüyoruz. Alt ölçekteki çalışmalarda ise, çalışmayı hangi ilçede yapıyorsak oradaki tüm hemşerilerimizi kapsayacak şekilde, çalıştaylar, tematik toplantılar, anket çalışmaları gibi yöntemlerle katılımcı bir plan süreci yürütüyoruz. Bu bakış açısı kentin demokratikleşmesi için doğru kararlar almak üzerine yoğunlaşıyor. Kapalı kapılar ardında iki-üç kişi oturup, çizim yaparak bir kenti tasarlayamazsınız, doğru olmaz, yanlış kararlar alırsınız. Biz bu süreci büyütmek istiyoruz. İleriki dönemlerde bu anlamda olumlu katkılar yapacağımızı düşünüyorum.


Önerilen Haberler