YÜKLENİYOR
Sizi tanıyabilir miyiz? Siyasete girme motivasyonunuz neydi?
MURAT EMİR: 1969 yılında Malatya’nın Hekimhan ilçesinde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Lise öğrenimimi Ankara’da tamamladım. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. 1992-1996 yılları arasında ise, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları alanında ihtisasımı tamamladım. Almanya'da Heidelberg Üniversitesi Lazer Fiziği Bölümü’nde yüksek lisans yaptım. Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim.
Bu dönemde hem hukukçu hem de hekim kimliğimle “Etik ve Hukuki Yönleriyle Araştırma Biyobankacılığı” üzerine çalıştım. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Tıp Tarihi ve Etik alanındaki doktoramı bu konuda yazmış olduğum tezle tamamladım. 2012 yılından bu yana Dünya Göz Hastanesi’nde operatör doktor olarak çalışmaya devam ediyorum.
Siyasi kariyerim 2014 yerel seçimlerinde CHP Keçiören Belediye Başkan adaylığıyla başlamış olsa da, aslında küçük yaşlardan itibaren CHP kadrolarının içerisinde yer aldım.
Aydınlık, çağdaş, ilerici bir Türkiye’nin ancak CHP iktidarıyla inşa edilebileceğine olan inancım, benim en büyük motivasyon kaynağım oldu.
Adaylık sürecimin ardından Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri için milletvekili adayı oldum. Seçim bölgemiz olan Keçiören’de yapılan ön seçimden birinci sırada çıkınca CHP Ankara 2. Bölge milletvekili olarak meclise girdim. Daha sonra Kasım 2015 ve Haziran 2018 seçimlerinde de yine CHP Ankara 2. Bölge milletvekili olarak siyasi hayatımı sürdürdüm. Mecliste Anayasa Komisyonu üyeliğini de yürütmekteyim. 25-26 Temmuz 2020 tarihinde gerçekleştirilen CHP 37. Olağan Kurultayı’nda parti örgütü tarafından Parti Meclisi üyeliğine layık görüldüm.
Parlamentonun işlevinin sınırlandırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Gözlemlerinizi alabilir miyim?
MURAT EMİR: İnsanlık tarihi, demokrasiye ulaşabilme uğruna verilmiş binlerce yıllık mücadelelerle dolu. Demokrasiye bir anlam yüklerken, geçmişte verilmiş ve büyük bedeller ödenmiş bu mücadeleleri unutmamamız gerekiyor. Günümüz demokrasisinin olmazsa olmazlarından biri, parlamentodur. Türkiye'de 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlayan başkanlık tipi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, meclisin yetkilerini büyük oranda kısıtladı. Türkiye, şu anda bir gecede çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yönetilmeye çalışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca görülmemiş tek adam rejimine şahit oluyoruz. Türkiye, parlamenter sistemden uzaklaşmış olmanın bedelini ağır bir şekilde ödüyor.
Ankara milletvekilliği ne demek? Meclisin, genel merkezin, il merkezinin ve ilçelerin bir arada olduğu bir yerde çalışmak ne anlama geliyor? Bölge milletvekili olarak nasıl çalışmalar yapıyorsunuz? Gözlemleriniz neler?
MURAT EMİR: Cumhuriyetin başkenti Ankara’yı TBMM’de temsil etmek ve Ankara’nın milletvekili olarak görev yapmak gurur verici. Belirttiğiniz gibi, Ankara milletvekili olmamdan dolayı yoğun bir çalışma tempom var. Pandemi öncesinden bahsedecek olursak, Ankara’da olmamdan dolayı haftanın hemen her günü seçmenleri kabul ediyor, onların sorunlarını, isteklerini, taleplerini dinliyor, seçim bölgelerimizde düzenlenen toplantılarla, etkinliklerle vatandaşla iç içe oluyordum. Pandemi koşulları nedeniyle bir süredir meclise ziyaretçi kabul edemesek de, alanda vatandaşla birlikte olmayı sürdürüyoruz. Ekonominin daha da kötüye gittiği bugünlerde vatandaşlarla dayanışma içerisinde olmayı ve bu anlayışı kesintisiz bir biçimde sürdürmeyi görev biliyoruz. Ankara milletvekili olmam nedeniyle meclis ve örgüt çalışmalarımı koordineli yürütebiliyorum.
Siz aynı zamanda tıp doktorusunuz. Pandemide sağlık çalışanlarının yaşadığı zorluklarla, aşı teminiyle ilgili mecliste açıklamalarınız ve merkezi hükümete sorularınız oldu. Bunlardan geri dönüş oldu mu? Pandemi sürecinde ve sonrasında ülkeyi bekleyen riskler neler? Bu riskler nasıl yönetilmeli?
MURAT EMİR: Pandeminin en başından beri hem bir tıp doktoru hem de siyasetçi olarak iktidarı birçok konuda defalarca uyardım. Sadece biz değil, sağlık çalışanları, hekimler, meslek örgütleri ve bilim insanları da iktidara önerilerde, uyarılarda bulundu. İktidar ne muhalefete ne de bilim insanlarına kulak verdi, ilk günden itibaren bildiğini okudu. “Başarılı bir yönetim” algısı yaratmak uğruna pandemiyle mücadelede bütün yük sağlık çalışanlarının üzerine yıkıldı. Bu süreçte hemen her gün sağlık çalışanlarıyla iletişim hâlinde olduk. Onların sıkıntılarını meclise ve kamuoyu gündemine taşımaya gayret ettik.
Diğer yandan, aşı tedariki konusunda dilimizde tüy bitti. Dedik ki, “Tek bir aşıya yönelmeyin, aşı kaynağınızı çeşitlendirin.” Ama iktidar bu konuda da kimseyi dinlemedi. Meclise sunduğumuz onlarca soru önergesinin neredeyse hiçbiri yanıtlanmadı. Sağlık Bakanı, biz “Tek aşıya yönelmeyin,” derken kötülediği, “güvensiz” dediği mRNA aşısını bugünlerde salgından kurtulmanın müjdesi olarak duyuruyor. Türkiye’de iktidar, aşı tedariki konusunda izlediği politikayı iki yanlış üzerine kurdu. Birincisi, yalnızca Çin aşısının yeterli olacağını varsaydılar. İkincisi, Nisan ayından itibaren yerli aşının devreye gireceğine inandılar. Oysa iki konuda da yanıldılar.
Muhalefetin ve bilim insanlarının önerilerine kulak tıkamasalardı, Türkiye bugün salgınla mücadelede çok daha iyi durumda olacaktı.
Bugüne kadar yapılmış hatalardan bir an önce vazgeçilmeli. Bilimin ışığında ve bilim insanlarının önerileri doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorum.