"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Oktay Kargül: Kamusal Mekânlarda Söz Her Zaman Halkındır

  • 31 Mayıs 2021

OKTAY KARGÜL


Genel Sekreter Yardımcısı

İstanbul Planlama Ajansı


Bir kent için kamusal alanlar, parklar, meydanlar, merkezler neden önemli? Kamusal alanların bir kentin ortak hafızasını, kültürünü ve kimliğini oluşturmadaki önemi nereden geliyor?


OKTAY KARGÜL: Aslına bakarsanız, bunun kavramsal olarak ortaya çıkışı, Jürgen Habermas’ın 1960’lı yılların başında yazdığı “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü” adlı kitap. Habermas, bu kitabında kamusal mekânı tarif ediyor, bu mekânın toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği, geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanı olduğunu söylüyor. Kamusal mekânı en güzel ve en sade özetleyen tanım bence budur. Çünkü kamusal mekân, gerçekten de düşüncelerimizi başkalarıyla paylaştığımız ve ortak paydada buluştuğumuz alanlardır. Tabii kamusal alan 1960’larda ortaya çıkmadı. Helenistik dönemde kentleşmenin en önemli yapısal organlarından biri, “agoralar”, yani meydanlardı. Bu anlayış Helenistik dönemden sonra Osmanlı döneminde de devam etti ve günümüze kadar geldi. Cumhuriyetin yenilikçi olan kısmında da meydanlar önemli bir yer tutar. Kamusal alanların -özellikle de günümüzde- önemli olmasının bir diğer nedeni, özel mülkiyet kavramından arındırılmış olmasıdır. Kamusal alanlar, herkesindir. Kimsenin üzerinde hak iddia edemeyeceği, herkesin düşüncesini ifade edeceği yerlerdir, bu nedenle de çok kıymetlidir. Cumhuriyet dönemindeki meydanlaşmanın incisi, Taksim Meydanı’dır. Daha önceki ortak alanları tanımlamak gerekirse, bir yaşam alanı ve kamuoyu oluşturmak, bu hayat alanında süreci, mekânı, yapısal araçları tartışmak önemlidir diyebiliriz. Modern toplum kuramlarında da toplumun ortak yararlarını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik tüm bu düşünce ve söylemlerin üretildiği mekân olarak işaret ettiğimiz mekânlar buralardır. Bu mekânlar her türlü çıkardan arınmıştır, özel mülkiyetin ve devlet otoritesinin baskısının dışındadır, sermayeden bağımsızdır. 


Bu mekânlar kamuya ait olsa da, yerel veya merkezi yönetimin buraların geleceği hakkında tasarrufları oluyor. Mesela Gezi Parkı olayları, Türkiye’de vatandaşın ilk kez kendi alanına sahip çıkmasının bir örneğiydi. Tarafların bu mekânlar üzerindeki söz hakkını nasıl değerlendirirsiniz?


OKTAY KARGÜL: Kamusal mekânlarda söz her zaman halkındır. Avrupa, belli dönemlerde bunu burjuvazi sınıfıyla sınırlandırdı ve ciddi eleştirilere maruz kaldı. Günümüzde -her ne kadar burjuvazi sınıfı olmasa da- kolluk kuvvetleri tarafından çevrelenmiş meydanlarla karşı karşıyayız. Meydanlar ve kamusal mekânlar, mücadelenin savaş dışı yollarla karara bağlandığı, proleter alanlardır. Yani düşünce özgürlüğünün en şeffaf ve açık şekilde ifade edildiği alanlardır. Türkiye tarihinde bunun en önemli göstergelerinden bir tanesi, 2013’te yaşadığımız olaylardır. Çünkü 2013’te biz toplumsal ilişkileri mekân üzerinden kurduk. Ortak bir söylemle yola çıktık ve bu ortak söylemle bir mücadele verdik, direniş gösterdik. Bu direnişin amacı, Taksim’in meydan kimliğiyle halkın kullanımında kalması ve Gezi’nin kamusal bir mekân, park olarak varlığını korumasıydı. Topçu Kışlası bağlamında buranın ticarileştirilmesine karşı gerçekleştirilen başarılı bir direnişti. Taksim Meydanı, törenlerin, kutlamaların, kitlesel mitinglerin, yürüyüşlerin ve protestoların mekânıdır. Siyasi tarihimiz için oldukça önemlidir. 1 Mayıs 1977’yi, 31 Mart 1978’i düşününce bu meydanın önemini açıkça görürüz. 

Aslında bu mekânlar, demokratik hakların kullanılması açısından bir zemin oluşturuyor. Ne kadar merkezileşme ve totaliter yaklaşım varsa, kamusal alanların bir tehdit gibi görülmesi de o kadar artıyor diyebilir miyiz?


OKTAY KARGÜL: Diyebiliriz. Çünkü meydanlar, siyasi iktidar açısından her zaman güçlerini sergiledikleri, denetim ve gözetim altından tutmaya çalıştıkları mekânlar olarak görülmüştür. Demokratik halk tepkisi, bu algının yıkılmasına veya sarsılmasına neden olur. Kamusal mekânlar, halkın sesini en iyi duyurabildiği yerlerdir.  Öte yandan,  herkese mal olmuş, herkesin kullanımına açık mekânlar yerine sınırlı ve tanımlı alanlarda olmak zaten demokrasi kavramına baştan aykırıdır.  


İstanbul özelinde konuşacak olursak, kamusal alanların daha geniş kesimler tarafından sahiplenilmesinde, tasarımında ve düzenlemesinde bünyenizdeki Kamusal Tasarım Ofisi nasıl çalışıyor?


OKTAY KARGÜL: Kamusal alanlar, halkın kendi arasında sosyalleştiği, etkileşime girdiği alanlardır. Herhangi bir sınıf ayrımının olmadığı, kent yaşamının örneklem alanlarıdır. Kamusal mekânlar, bizim öncelikli konularımızdan birisidir. İstanbul Planlama Ajansı bünyesinde kurduğumuz Kamusal Tasarım Ofisi’nin temel görevi, kentin kamuya mal olmuş mekânlarını birlikte tasarlamaktır. Mekânları sadece belli kurum, kuruluş ve kişilerle değil, kullanıcılarıyla tartışarak, onların görüşlerini alarak ortak akılla tasarlamak için hareket ettik. Dört ana meydan diyebileceğimiz Salacak, Bakırköy, Kadıköy ve Taksim Meydanları’nın yeniden tasarlanması için yarışmalar düzenledik. Meydan ölçeğinde olmasa bile birçok farklı alanda yarışmalarımız oluyor. “Teorisis Liman Alanı”, “İstanbul’un Mezarları”, “Kent Mobilyaları”, “Haliç Kıyıları” tasarım ve mimari yarışmaları var.  En son “Sosyal Merkezler Mimari Proje Yarışması”nı duyurduk. İstanbul’un beş ayrı yerinde birbirinden farklı fonksiyonları olan bu kamu yapılarını yarışmayla tasarlıyoruz. Bu yapıların içinde kreş, kütüphane ve yaşlılar için yaşam alanları var. Süreci idari kararlarla değil, “İstanbul, bu alanları nasıl düşlüyor, nasıl tasarlamak ve kullanmak istiyor?” sorusuyla yürütüyoruz.  Dört meydan için yarışan tasarımları oylamaya açtık ve halk kendi meydanına karar verdi. Üç yüz binin üzerinde oy kullanıldı. Bu sürecin öncesini de tasarladık. Örneğin, Taksim’le ilgili insanları bir araya getirdik. Ortak tartışma zemini hazırladık. Online anketler düzenledik. Mekânın tarihiyle ve kullanımıyla ilgili videolar yayınladık. Tasarlanacak alanları olabildiğince çok insanla tartışmak için birden fazla yöntem denedik. Şu an “Büyükada Fayton Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması”nın ikinci etabı devam ediyor. Bu yarışma, katılım açısından çarpıcı bir örnek. Yaptığımız çalıştaylarla şartname sürecini şekillendirdik. Jüriler, çalıştayların çıktıları doğrultusunda şartnameyi hazırladı. Mekânda bir danışma ofisi açtık ve yarışma süreciyle ilgili sürekli güncel bilgi aktardık. Seçilen projeler ve sonrası için birinci ve ikinci etap arasında bir çalıştay daha yaptık. Yarışma sonuçlanana kadar mekânda sergi gibi etkinlikler yapmayı sürdürüyoruz. Buradaki temel amacımız, insanların hafızasında iz bırakmış, o kentin belleğine yerleşmiş mekânları hem kullanıcılarının fikirlerini alarak hem de kent kimliğine uygun şekilde tasarlayabilmek. Bu süreç kolay değil elbette. Bir firmaya verseniz projeyi yapar, siz de uygulamayı başlatırsınız. Fakat biz bunu ortak akılla, katılımla ve şeffaflıkla yapmak istiyoruz. 


Sadece yarışmalarda değil, diğer önemli meydanlarda da benzer bir amaç güdüyoruz. “Mecidiyeköy Senin” projesi kapsamında online anketler düzenledik ve kullanıcıların isteklerini tespit ettik. Tasarım da tümüyle kullanıcı isteklerine göre geliştirildi. Herhangi bir tasarımdan önce mutlaka anket çalışması gerçekleştiriyoruz.  Çünkü tasarım bazen çok mekanik kalabiliyor ve kullanıcının isteği, o mekanikliğin önüne geçebiliyor.  İstanbul’daki meydanlara baktığımızda silme betondan oluşan alanlar görüyoruz. İstanbul’un ihtiyacı bu değil. Bağcılar Meydanı, Taksim Meydanı’ndan daha büyük bir beton alan. Yazın güneş ışınları yansıdığı için orada kimse vakit geçiremiyor. Hâlbuki kent tarihine baktığınızda bu meydanların, insanların bir araya geldiği mekânlar olduğunu görürsünüz. Biz de daha yeşil, yaya dostu ve erişilebilir meydanlar tasarlıyoruz. Bunu da Projeler Daire Başkanlığı, Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı, Fen İşleri Daire Başkanlığı ve İPA olarak ortaklaşa yapıyoruz. Bütün aktörler masaya oturuyor ve sonrasında yereldeki sivil inisiyatiflerle, mahalle muhtarlarıyla, meclis üyeleriyle, meslek örgütleriyle, ilgili ilçe belediyeleriyle görüşüyor. 


“Taksim Yarışması” sürecinde bir almanak hazırladık ve tarihsel bir sergi kurgusu yaptık. “Kavuşma Durağı”nda ortak fikirlerin paylaşıldığı alanlar oldu; meslek odalarıyla konuşuldu, oylama yapıldı, fakat süreç bitmedi. İstanbul Kent Konseyi, bu yarışmaların uygulanması konusunda tartışmayı sürdürmek için forumlar düzenleyerek oradaki esnafla, simitçiyle, çiçek satıcılarıyla, çevre mahalle örgütleriyle tekrar konuşacak. Yani süreç tamamlanana kadar birlikte düşünüp üretmeye devam edeceğiz. 


Kamusal alanların tasarımıyla ilgili diğer belediyeler destek istediğinde yardımcı olabiliyor musunuz? İPA’nın böyle bir perspektifi var mı? 


OKTAY KARGÜL: Var. Sadece Kamusal Tasarım Ofisi’nin değil, diğer birimlerin de var. Yalnızca ilçe belediyelerine değil, Türkiye’deki bütün belediyelere hizmet anlamında elimizden gelen katkıyı veriyoruz. 




Önerilen Haberler