"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Ömer Yılmaz: Kentsel Tasarımı Yeniden Ayağa Kaldırmaya Çalışıyoruz

  • 31 Mayıs 2021

ÖMER YILMAZ


Yarışmalar Koordinatörü

İstanbul Planlama Ajansı



Sayın Ömer Yılmaz’la Yarışmalar Koordinatörlüğü yapılanmasını, kamusal alanların tasarımına ve uygulamasına yarışmalar yoluyla katılımdaki kritik faktörleri, katılımın aidiyet ve farkındalık açısından taşıdığı değeri konuştuk. 


ÖMER YILMAZ: Öncelikle yarışma kavramından bahsetmek isterim. Tarihî süreci Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren çoğu tasarım, yarışma sonucu belirleniyor. Bunlardan en bilineni, Anıtkabir. Ankara’daki “Opera Evi” ve “Sayıştay Binası”, birer yarışma uygulaması. İstanbul’daki birçok büyük kamu binası da yarışma yöntemiyle yapılmış. Yarışmaları hem mevzuat açısından hem de kavramsal açıdan ele alabiliriz. Mevzuat açısından baktığımızda, yazılı kanunlar bizi belli bir yerde sınırlandırıyor. Yarışmalar, kamu ihale kanuna tabi bir araç ve ihale olarak kabul ediliyor. İhalelerden en büyük farkı ise, en iyi yapanın işi alabilmesi. Bu durum yarışma organizasyonu konusunda bizi motive ediyor. İhalede işin “iyi olması” yerine “ucuz olması” öncelikli oluyor. Özellikle mimarlık ürünlerinin kentsel tasarımı, şehir planlama ve peyzaj mimarlığı ürünlerinin satın alınması konusunda mevcut mevzuat, yarışmalara geniş bir alan açıyor. Sadece kamu kurumları bu aracı pek kullanmıyor. 


Kavramsal açıdan yarışma, kamu veya özel sektör fark etmeksizin her kurumun birden fazla kişiden hizmet alabilmesini sağlayan bir yöntem. Örneğin, Finlandiya’daki kamu kurumlarına ve mimarlar odasına göre, bir iş için iki veya daha fazla mimardan teklif alınıyorsa bu bir yarışmadır. Biz de adına yarışma dedikten sonra bu sistemi koruyabiliyoruz. Batıda ise durum tersine, gerçek anlamda bir yarışmaysa onu korumaya başlıyor. Ekrem İmamoğlu’nun da, benim de yarışma deneyimimiz var. Daha önce “Beylikdüzü Belediyesi Cemevi Yarışması”, “Köprü Yarışması” ve “Yaşam Vadisi Yarışması” açıldı. Bu yarışmalarda, şu anda büyükşehir belediyesinin yönetiminde olan birçok kişiyle birlikte ben de vardım. Oradaki tecrübe, buraya taşındı. 


Biraz da Konkur’un yapısından bahsedeyim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi büyük bir yapı. Böylesi bir yapı bünyesinde yarışma organize ederken paydaş birimleri serbest bıraktığınızda eşgüdüm sağlamak, yüksek nitelikli işler çıkarmak mümkün değil. Bu nedenle Konkur oluşturuldu. “Konkur İstanbul” adlı internet sitesinde yapılan bütün projeler görülebilir. Bugüne kadar üç farklı daire başkanlığı yarışma açtı. Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı ve Ulaşım Daire Başkanlığı da yeni yarışmalar açacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesindeki her bir daire başkanlığı büyükçe bir ilin bütçesini yönetiyor diyebiliriz. Bu daire başkanlıklarının dahil oldukları bir sistem var. Kendileri raportör atıyor, problemi tanımlıyorlar. Daire başkanı da başkanımızla birlikte danışman jüride yer alıyor. Genel sekreter yardımcıları da sürece dahil oluyor, ama esasında işin ham maliyesi tamamıyla Konkur ekibinde. Dört kişilik bir ekibiz. Benimle birlikte iki mimar ve bir şehir plancısı meslektaşım var. Çok küçüğüz aslında. Daire Başkanlığı’ndan gelen yönlendirmelerle yarışma, üretim hattına alınıyor ve süreç işliyor. 


Kamu İhale Kanunu’nun ilgili yönetmeliği, jürinin belirlenmesi konusundaki çerçeveyi net bir şekilde çiziyor. 1980’lerden kalma bir yönetmelik olsa da, düzenli çalışan bir sistem kurguluyor. Jürinin belirlenmesine, şartnameye, ödüllere kadar somut şartlar sunan ve sizi uzay boşluğuna savrulmaktan koruyan bir yönetmelik. Bu da katılımcılarda güven oluşturuyor. Güven olmadığında yarışmaya katılım sayısı veya katılımın niteliği düşüyor. Biz nitelik anlamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hiçbir yarışmasında zorlanmadık. Bunun başlı başına önemli bir başarı olduğunu düşünüyorum. 


Bugüne kadar açtığımız yarışmalar hakkında da bilgi vermek istiyorum. Halk oylamasına da giden dört tane yarışmamız var. Bunlar, Taksim Meydanı, Bakırköy Meydanı, Salacak Kıyısı ve Kadıköy Kıyısı yarışmaları. Bu dört yarışma, en önemli yarışmalarımız. Bunun dışında Haliç için ön seçmeli bir yarışma yaptık, neredeyse Türkiye’deki bütün mimarlık, şehir planlama ve peyzaj mimarlığı ekiplerine dokunduk. Yedi bölgeye böldük. Yedi bölgenin her birisi için altı ekip seçtik. Şu anda Eminönü-Alibeyköy arasındaki tramvay bölümünde kazanan dört proje uygulanıyor. Bunlar Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’yla yapıldı. Yine Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’yla iki yarışma daha açıldı. Bir tanesi, “Kent Mobilyaları.” Diğer, “Aydınlatma Ürünleri Tasarımları.” İstanbul’da kent mobilyaları görülebiliyor artık. Aydınlatma ürünleri tasarımlarında da İstanbul’a özgü aydınlatma ürünlerinin tasarımları elde edildi, ama elektrikle ilgili üretimler çok uzun sürdüğü için oradaki süreçler devam ediyor. 


Marmaray’ın Yenikapı’da yüzeye çıktığı noktada, alanın hafızada taşıdığı önemin iade edilmesi ve kullanıcılar açısından daha konforlu hâle getirilmesi için “Theodosius Limanı Arkeolojik Alanı Mimarlık Proje Yarışması” adında bir yarışma düzenledik, şu anda kurul sürecinde. “İstanbul’un Mezarları” tasarım yarışmasını düzenledik. Bu yarışma, o zamanki Kültür Varlıkları Daire Başkanı Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın projesi. İstanbul’un hafızasında önemli yer tutmuş kişilerin mezarlarını onlara uygun bir şekilde tasarlamak amaçlanıyor. Bu kişilerin içinde Alevi dedesi de var, Ermeni de var, Rum da var, kültür-sanat dünyasından futbol dünyasına, siyasetçilerden din insanlarına kadar çok çeşitli insan var. Henüz sonuçlanmamış olan yarışmalarımız da mevcut. “Mimar Sinan’ı Anmak” adıyla, Üsküdar meydanına konmak üzere modern heykel yarışması açtık. Jürisinde heykeltıraşlar, mimarlar, sanat tarihçileri var. Büyükada’da devam eden, katılımcılıkla yürüyen “Fayton Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması” var. Yine Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’nın yeni açtığı “Salgınlar ve Sağlık Emekçilerini Anma Mekânı Tasarım Yarışması” var. Pandemi nedeniyle açılan bir yarışma bu. Bir de “Sosyal Merkezler Mimari Proje Yarışması” var. Bu yarışma bizim için çok önemli. Aynı anda 5-6 tane sosyal merkez yapısını tasarlamaya çalışıyoruz. 


Katılımcılığın dozunu iyi ayarlamak lazım. Çünkü tasarım, katılımcılıkla birlikte otör bir özne gerektiriyor. Bu özne, bir grup veya kolektif de olabilir. Denge ayarlanamadığında iyi sonuçlar elde edilmiyor. Yarışmalarda ve devam eden diğer projelerde katılımcılık meselesini elimizden geldiğince masada tutmak istiyoruz. Fakat Taksim’in sahibi kim? Taksim’i kime soracaksınız? Diyarbakır’daki veya Trabzon’daki bir genç de Taksim’i kendine ait hissediyor olabilir. Bu meseleler biraz karışık. Türkiye olarak süreci öğrenme aşamasındayız bence. “Taksim Yarışması”yla ve katılımcılıkla ilgili gelen eleştirilerin hepsi haklıdır, doğrudur. Katılımcılığı daha etkin bir şekilde sağlamalıydık. Bu, tek başına sorunu çözmeye yetmiyor. Hatırlarsanız, “Taksim Yarışması”nı salgının tam başında açtık. Öncesinde “Kavuşma Durağı” yapıldı. Gönül isterdi ki, orası daha uzun süre, bütün yarışma boyunca kalsın. Ama biliyorsunuz Kavuşma Durağı, Koruma Kurulu tarafından kaldırıldı. 


Taksim Sempozyumu’nun programını bitirmiş, davetleri yapmıştık, nerede yapılacağı belliydi. Kanal İstanbul Sempozyumu gibi İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenleyecektik. Buraya siyasiler de, etnik insanlar da davetliydi. Katılımcılık açısından önemli çabalardı, ama sempozyum gerçekleştirilemedi. Katılımcılıkla ilgili en önemli çabalardan biri Taksim Yarışması’nda gösterildi diye düşünüyorum. Yarışmanın açılmasından altı ay öncesinde küçük, kapalı toplantılar yapıldı. Taksim’le ilgili öğrenci yarışması yapıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bürokratları, odaları ziyaret etti. Bazen bunlar olmamış gibi anlatılıyor, ama sahada hepsi yapıldı. Ardından da yarışmanın kurgusu oluşturuldu. Bence kurgunun kendisi katılımcılığı tarif ediyor. Herkesin istediğini yapmamız mümkün olmuyor, ama epey çaba gösterildi. Yarışmanın sistematiği de buna uygun kuruldu. Bu, uluslararası bir yarışmaydı. Bana göre, uluslararası olması doğruydu, çünkü Gezi olaylarının yaşandığı bir yerde yarışma düzenlemek kolay değil. Kendimize ait yüklerimiz var. Uluslararası olduğunda ve jürinin çoğunluğunu -yedi kişilik bir jürimiz vardı- yabancılara verdiğinizde onlara orada Topçu Kışlası’na benzeyen bir yapının inşa edilmesinin doğru olmadığını anlatmak kolay olmayacaktı. Dışarıdan bakan, olayları bizzat yaşamamış, gaz yememiş bir insan, meydanı çevreleyen bir yapıya ihtiyaç olduğunu düşünebilir. Ama bu olayları yaşadıysanız, artık sizin için başka bir anlamı oluyor. Dolayısıyla uluslararası olması önemliydi, ama jürinin çoğunluğu uluslararası üyelerde değildi. Bu yüzden de tartışmalar sağlıklı bir şekilde yapılabildi. Bu yarışma iki kademeli olarak düzenlendi. Türkiye’de yarışma jürilerinde en çok bulunan insanlardan biri olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim ve benim içinde bulunduğum yedi-sekiz tane iki kademeli yarışma arasında gerçek anlamda iki kademeli bir yarışma yürütebildiğimiz tek yarışma buydu. 


Bunun katılımcılık açısından faydası şuydu: Teknik olmayan insanlar da ilk aşamada mümkün olduğunca sürecin içinde var olabildi. İlk aşamaya katılmak için bir mühendis yetiyordu. Yirmi mühendisi ikinci kademeye taşıdık, bu da pek aşina olunan bir durum değildi. Normalde sekiz tane ödül verilecekse, sekiz mühendis taşınır, biz yirmi mühendis arasından sekizine ödül verecektik. Yirmi mühendis de ikinci kademeye geçtiği için bir miktar para verildi. Yani sayı, 100 küsur başvurudan 20 projeye indirildi. Jüri bunlar arasından 8 tane ve 3 tane de uygulama için tartışılacak eşdeğer ödülü belirledi. Bu 3 eşdeğer ödül belirlenirken, jüri zarfları açmadan önce hepsini sıraladı. Yarışmalarda bütün kimlikler gizlidir. Daha kimlikler bilinmiyorken, 3 tane eşdeğer seçildi ve jüri bunları 1-2-3 diye sıraladı, bir gizlilik anlaşması imzalayıp kenara koydu. Yani jürinin birincisi, ikincisi ve üçüncüsü belliydi. Ardından, kamu -kamu dediğimiz yerel yönetim aslında- sonuçları hazırlayarak halka anlattı ve oylattırdı. Bu, otobüs ve gemi rengi seçtirme, gemi tasarımı göstermeyle karşılaştırılamaz. Bir kere teknik çizimlerin tamamı yarışma bittikten sonra konkur.istanbul/taksim adresinde yayınlandı. Bunun dışında, 3 eşdeğer ödüle birer tane film ve her projenin maketi yaptırıldı, Taksim Meydanı’nda bir stant kuruldu. Bu stantta baskılar ve maketler sergilendi. Bunlar, web sitesinde de görülebildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kent Konseyi’nin çabalarıyla çeşitli toplantılar yapıldı. Bu ekiplere herkesin soru sormasına olanak tanındı. Sonra da toplumun projeler için oy kullanması beklendi, yüz binlerce oy kullanıldı. Oylama, T.C. kimlik numarası kontrolüyle yapıldı. 300.000 gibi bir oy kullanımı oldu. Dikkatinizi çekerim, çok önemli bir sayı. Ben kendi şirketimle böyle bir yarışma yapsam herhâlde 1.000 sayısına ulaşamazdım. Taksim için kullanılan oyla halkın seçtiği bir sıralama oluştu. Ardından idare de bir sıralama yaptı. Taksim, Kadıköy ve Salacak’ta idarenin, halkın ve jürinin seçtiği projeler üst üste çakıştı. Bakırköy’de çakışmadı. Bakırköy’de idarenin de, jürinin de, halkın da seçimi farklıydı. Bu arada Kadıköy’de, Salacak’ta ve Bakırköy’de projeler halka anlatıldı, konuşuldu ve tartışıldı. Kadıköylülerin demokratik bilinci yüksek. Konuyu belediye başkanlarıyla, ilgili görevlilerle elimizden geldiğince tartıştık. Ama Kadıköy’de önemli bir dersimiz oldu. Kadıköy’de, Taksim kadar iyi hazırlık yapmadık. Bu konuda bizi eleştirseler, haklılar. Odalarla toplantılar yaptık. Ön toplantılara Peyzaj Mimarları Odası, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası, Kent Konseyi, Arkeologlar Derneği gibi kurumlar katıldı. Toplantıların tamamında aslında Kadıköy’deki asıl sorun ortaya çıktı. Bu da belediye otobüslerinin, yani İETT’nin meydanda yarattığı büyük işgaldi. Biz konuyu yeterince iyi tartışarak olgunlaştıramadığımız için seçtiğimiz projenin cezasını çekiyoruz. Uygulamaya gitmek istiyoruz, ama ekiple uzun süren müzakereler yapmak zorundayız. İETT’yi defalarca masaya çağırıp konuşmalıydık. Yarışmaya biraz daha uzun süre ayrılmış olsa, daha fazla sayıda yarışmacı, daha iyi çözümler üretebilecekti, böyle bir durum yaşamayacaktık ve zaman kaybetmeyecektik. 


Şu anda belirlenen çalışmaların uygulama projeleri çiziliyor. Bütün projeler zaman kaybetmeden kurullara gönderildi. Kurullardan hemen olumlu bir cevap beklemiyorduk, ama en azından İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak bu işin takipçisi olduğumuzu göstermek için dört alan için de başvurularımızı yaptık.  


Anlattığınız uygulamada teknik bir jürinin verdiği “brief” sonrasında ortaya çıkan projeler halka soruluyor gibi görünüyor. Bu sürecin öncesinde, halkın oradaki meydana ya da parka yönelik beklentisi dahilinde bir şey yapılıyor mu?


ÖMER YILMAZ: Az önce bahsettiğim “Kavuşma Durağı” uygulaması, yarışmadan önceydi.  Fakat şunu da eklemek istiyorum. Sadece halka sorulmuyor. Burada üç tane güç var. Birincisi, sözünü ettiğiniz “brief”i hazırlayan ve seçimi yapan teknik ekip, jüri. İkincisi, halk. Üçüncüsü, idarenin kendisi, yani bürokrasi veya teknokratlar. Bu üç güç, uygulanacak olana karar veriyor. Kritik bir konu daha var aslında. Mimarlık, doğası gereği seçkincidir. Başka türlü iyi işler üretmek güç. Türkiye’de kentleşmenin geldiği noktaya bakılınca bu seçkinciliğin kenara itildiğini anlayabiliyoruz. Dolayısıyla jüri üyelerine “Sen seçmeyeceksin,” demek çok zor aslında. Çünkü çoğu mimara göre yarışma yapmak zaten katılımcılığın kendisi, başka bir şey yapmaya gerek yok. Yüksek nitelikli mimarlık bu katılımcılığı kolay kabul etmiyor. Ankara’dan örnek verelim. 20 ya da 25 yıl önce Ankara Büyükşehir Belediye Hizmet Binası için bir yarışma düzenleniyor. Zamanın en önemli mimarları bir projeyi birinci seçiyor, fakat Melih Gökçek seçilen projeyi uygulamak istemiyor. İnatlaşıyorlar ve jüri Melih Gökçek’in istediği projede değil, kendi belirlediği projede ısrarcı oluyor. Bunun üzerine Melih Gökçek yarışmayı bir kenara koyuyor ve bir daha Ankara’da yarışma açmıyor. Yarışma, müzakere alanı olmak zorunda. O müzakereyi yalnızca halkla değil, idareyle, teknokratlarla ve teknik ekiple de yürütmek zorundasınız. 


Aslında çok paydaşlı, zor bir süreç. Hele de konu, bir kentin alanlarını düzenlemek olunca...


ÖMER YILMAZ: Bence burada en önemli unsur, Ekrem İmamoğlu’nun enerjisi. Süreç, onun işin arkasında durmasıyla yürüyor. Beylikdüzü’nden bu yana biriken bir tecrübe var ve yeni çalışmalarda hatalarınızı ayıklayarak ilerliyorsunuz. Daha çok yolumuz var. Ülkemizde düzgün bir kentsel tasarım hemen hemen hiç yok. Zor bir konu. Biz çalışmalarımızla kentsel tasarımı yeniden ayağa kaldırmaya çalışıyoruz diyeyim. 


İstanbul’daki meydanların, parkların, kamusal alanların bir haritası ve buraların düzenlenmesiyle ilgili bir projeksiyonunuz var mı? 


ÖMER YILMAZ: O projeksiyon yavaş oluşuyor, çünkü süreçler çok başlı bir şekilde ilerliyor. Bir taraftan Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı, Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı çalışıyor, diğer taraftan da Kültür Daire Başkanlığı ve Ulaşım Daire Başkanlığı organizasyonlar yürütüyor. İstanbul’a ilişkin somut bir harita sunmak pek kolay değil. 


Kritik faktörlere gelince, belediyedeki her konuda siyaset bir katman olarak mevcut. Taksim Meydanı projesini ilk sorduklarında iki yıl sürer demiştim. Pandemi nedeniyle süreç bir yıl gecikti. Diyelim ki, üç yılda bitirmeniz lazım, ama belediye başkanının süresi beş yılda doluyor. Siyaset bizim hem en büyük dostumuz hem de düşmanımız. Süreçleri acele etmeden ama hızlı bir şekilde yürütmeniz lazım. Bana sorarsanız, karşınızdaki en büyük rakip aslında zaman. Elimizdeki zamana göre kimi projelerde çok hızlı ilerlemek zorunda kalıyoruz, kimisinde anketler gerçekleştiriyor, yerel gruplarla çalışmalar yapıyoruz. Herhangi bir meydan için ilgili en az 15-20 tane kurum söz konusu. Bunlardan en az 10 tanesinin kararlarda belirleyici rolü var. Yarışma öncesinde bu kurumlarla olan süreçleri çözmek oldukça önemli.  Gerek kentsel tasarım alanında gerek mimari alanda daha iyi yarışmalar düzenlemek için kurum içinde özel bir birimin oluşturulması da mühim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu konuda iyi bir örnek oldu diye düşünüyorum. Ankara Büyükşehir Belediyesi “Yarışmayla Ankara” adında bir platform kurdu ve yarışmalar yapıyor. Bursa Büyükşehir Belediyesi yarışmalar yapıyor. Yakın zaman önce Ordu’nun “Yarışan Ordu” adındaki web sitesini gördüm. Adana Büyükşehir Belediyesi, yapmayı düşündüğü yarışmalarla ilgili bizden bilgi almak istiyor. Yani belediyeler, yarışma için kurulan birimler aracılığıyla tecrübe biriktirebilirse, o zaman daha nitelikli bir süreç yürütülebilir. 


İyi bir ekip oluşturmak, hazırlıkları önceden yapmak ve çok çalışmak gerekiyor. Somut bir sistemimiz olmadığı için tek çaremiz bu. 





Önerilen Haberler