"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Gözde Gürsoy Hoşafçı: Dönüştürücü Turizm, Farkındalığı Artmış Turist

  • 14 Haziran 2021

Gözde Gürsoy Hoşafçı

CHP Belediye Meclis Üyesi

Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Fethiye Belediyesi



İklim krizi ve pandemi, turizm destinasyonlarını nasıl etkiledi?


GÖZDE GÜRSOY HOŞAFCI: Pandemi, turizm sektöründe daha önce yaşanmayan çeşitlilikte ve farklı düzeyde sorunu gün yüzüne çıkardı. Asıl sorun, uzun zamandır var olan ancak pandemiyle fark ettiğimiz iklim değişikliği, yani büyük ölçekli kriz. Aradaki en önemli fark, iklim krizinde sürecin yıllara yayılması, pandemide birkaç haftada tamamlanması. Pandemi, iklim krizinin ve ekolojik sorunların hatırlanmasını ve anılmasını hızlandırdı. İklim krizi kavramı yaklaşık 30 yıldır dünya gündeminde. Kavram hakkında tartışmalar olsa da, radikal ve sürdürülebilir kararların alındığını söyleyemeyiz. Pandemi, alınamayan bu kararların gün yüzüne çıktığı durum aslında.


Covid-19 pandemisi, farklı düzeylerde olsa da, toplumun her kesimini sosyal ve ekonomik açıdan kısa vadede etkileyen, sonuçlarını yine kısa vadede gördüğümüz küresel ölçekli kriz durumudur. Pandemi sürecinde anladık ki, iklim krizinden en fazla turizm bölgeleri etkilenmektedir. Bunu bütüncül yaklaşımla söylüyorum. Kastım, insan popülasyonuyla birlikte doğayı da kapsayan yaklaşım.


Turizm destinasyonlarının iklim krizi ve pandemiden nasıl etkilendiği sorusunun yanıtı geniş kapsamlı. Demografik, sosyolojik, ekonomik, hatta siyasi açıdan değerlendirmek gerekir. 


Hayatını turizmden kazanan insanların yaşadığı ekonomik kriz, etkinin görünen yüzü olduğu için bu krizi ele alarak başlayalım. Acil karar alınması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak tepeden inen, özgürlükleri kısıtlayan, dayatmacı, kısa vadeli ve günü kurtaran kararlar yerine bilim insanlarıyla politik karar vericilerin bir araya gelerek sürdürülebilir kararlar vermesi, zararı en aza indirebilirdi. Ne yazık ki, pek öyle olmadı. Bilindiği üzere pandeminin ilk aylarında önce Çin’de, ardından İtalya, İspanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde başlayan ve küresel boyuta ulaşan ülkeler arası seyahat yasakları, uluslararası turizme set çekmiştir. Bu set, en fazla büyük ölçekli turizm tesislerini, seyahat acentelerinin sahiplerini ve çalışanlarını etkilemektedir. Bu durumun bireysel seyahatler dışında kongre turizmini ya da teknik gezileri de kapsayan büyük ölçekli etki alanının da olduğu söylenebilir. Turistik işletmelerin kapalı kalması, tüketim ekonomisine zarar vermiştir. Bu, turizmle ilintili olan, tüm tüketim malzemelerini kapsayan tarımdan fabrikalarda üretilen ürünlere kadar geniş bir aralık. Bununla birlikte turizm işletmelerinde çalışan yüz milyonlarca insanın işsiz kalmasının psikolojik etkilerini de düşündüğümüzde sosyal dokuya zarar verdiğini görebiliyoruz. 


Uluslararası ölçekte BM Dünya Turizm Örgütü (UNWTO), 2020’nin küresel turizm tarihinin en kötü yılı olduğunu açıkladı. UNWTO’nun raporuna göre, pandeminin 2020 yılında turizm sektörüne verdiği zarar, 2009 ekonomik krizi sırasında yaşanan etkinin 11 katından daha fazla. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan verilere göre, Ocak, Şubat ve Mart aylarından oluşan 2021 yılının ilk çeyreğinde Türkiye’nin turizmden elde ettiği gelir, bir önceki yılın aynı dönemine göre %40.2 oranında azalmıştır. Muğla özelinde ise, düşüş eğilimi 2021 yılının ilk dört ayında kısmen de olsa durdu. Bu dönemde Muğla’ya gelen ziyaretçi sayısı geçen yılın aynı dönemine göre %16.65 oranında artış göstererek 5.590 kişiye ulaştı. 


Bu artışla beraber yaşanan olumlu-olumsuz etkilere geçmeden, pandemi öncesi bir örnekten kısaca söz etmek isterim. Bildiğiniz üzere Fethiye, deniz memleketi. Pandeminin yaşanmasından hemen önce Fethiye Körfezi’nde ciddi boyuta ulaşan kirlilik nedeniyle alg patlamasıyla karşılaştık. Bunun birçok nedeni var. En önemli sebep, insan etkisi. Tarım ve hayvancılıktaki alışkanlıklar, yayılan insan yaşamına yanıt veremeyen alt/üstyapılar, hatalı ıslah projeleri gibi insan eliyle yapılan hatalı uygulamaların çevreyi ve doğal yaşamı zora soktuğu söylenebilir. Türkiye’de uygulanan sosyal hayat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasakları ve karantina/izolasyon önlemleri sonucunda deniz ve kara turizmi durma noktasına gelmiştir. Dolayısıyla insan etkisi azalmıştır. Doğa, kendine gelmeye başlamıştır. Gözümüzle gördüğümüz net veri olduğu için bu durumdan söz ettim. Elbette o dönemde toplu taşımanın sınırlanmasıyla, kısıtlılıklarla, esnek çalışmayla, uzaktan eğitimle, bireysel taşıt kullanımındaki azalmayla birlikte gerek hava kirliliğinde gerek sera gazı emisyonlarında da azalma olduğunu biliyoruz. Özellikle son 50 yıldır nüfusun, tüketimin ve insan etkinliklerinin artması, hatalı tarım uygulamaları, ormansızlaşma gibi etkiler, biyoçeşitliliği azaltmıştır. Pandemi sürecinde insan etkisinin azalmasıyla denizde ve karada artan biyoçeşitliliği gözlemekteyiz. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek başka bir alan, tarımsal üretimin yapıldığı kırsal alanlar. Fethiye, aynı zamanda tarım memleketidir. Ekonomik olduğu kadar ekolojik sebeplerle de azalan ürün çeşitliliği, verimlilik gibi etmenler, tarımdan kopuşlara sebebiyet verdi. Bulaşın beslenmeyle ilintili korelasyonu, uzun zamandır konuşulan temiz, sağlıklı ve adil gıda kavramlarını belirginleştirdi. Pandeminin ilk döneminde gıda toplulukları, ekolojik tarım uygulamaları, atalık tohum kavramlarıyla yol alınmaya başlandı. Bunlar, insan ve doğa için olumlu başlangıçlar. Ancak ne kadar sürdürülebilir? 


Pandemiyi iklim krizinden bağımsız düşünemeyiz. Pandemiye verilen hızlı reaksiyonla, yine de olması gerektiği kadar çabuk ve etkili önlem alınamamış olmasıyla, iklim krizine dair neredeyse 30 yıldır işe yarar düzeyde harekete geçilmemesi karşılaştırıldı. Ne yazık ki, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iklim değişikliğiyle mücadele, kalkınma ihtiyaçlarıyla çelişiyor gibi düşünülmektedir. İklim krizi konusunda ülke politikası hâline gelen bütüncül bir anlayışın olmaması, pandemi sonucunda verilen ani kararlarla beraber tüm toplumu kaosa sürükledi.


Bu kaosun ekonomik boyutundan söz etmeye çalıştım. Biraz da ekolojik boyutu ele almak isterim. Biraz önce saydığım olumlu sebeplerle turizm anlayışının değişmesi birleşince Fethiye’de deniz ve villa turizmi popüler olmaya başladı. Deniz turizmiyle artış gösteren tekneler için bakım yapacak tersanenin olmaması, yat bağlama iskelelerinin talebi karşılayacak kapasiteye sahip olamamaları ciddi anlamda sorun yaratmaktadır. “Olamamaları” ibaresini özellikle tercih ediyorum, çünkü Fethiye körfezinin fiziksel yapısı, yat yanaşma iskelesi ya da kruvaziyer turizmi için uygun değil. Ne yazık ki, ekolojiden bihaber zihniyet, gelen turistin gelme sebebinin de doğa olduğunu kavrayamadığı için yat yanaşma iskeleleri yapma hevesiyle kuyruğa girmiş durumda. Çoğu projede  “ÇED Gerekli Değildir” raporlarıyla üstelik. Daha önce söz ettiğim “ölmekte olan” körfez için çevre etki değerlendirmesine gerek duymuyor bu zihniyet. Körfez, yeni bir alg patlamasıyla karşı karşıya kalacak, çeşitliliğin azalmasıyla birlikte bitmeye yüz tutan balıkçılık hiç kalmayacak. Plansız limanların yansıması olan karayolu trafiğinde tıkanmalar, yeni karbon salınımları demek. Yat çekek yerleriyle başlayan planların otel projeleriyle birleştirilmesi, halkın denize gireceği alanların azalması demek. Pandemiyle ortaya çıkan, sosyal izolasyon güzellemeleriyle yaygınlaşan “beach” kavramıyla derinleşen sosyal adaletsizlik, bizi bekleyen sonuçlardan biri. Yerleşik halkın denize girme şansı kalmıyor. “Kıyılar halkındır”, güzel bir slogan olarak kalıyor ne yazık ki.


Kendini güvende hissetme, tatilin psikolojik boyutu olduğu için villa turizminde artış yaşanıyor. “İmar barışı” sonucunda oluşan çarpık yapılaşma Türkiye genelinde olduğu gibi Fethiye’de de meşrulaştı. Meşrulaşan bu yapıların çoğu şu anda yüksek ücretli günlük/haftalık kiralamalarla turizmin parçası oldu. Can güvenliğinin bir garantisi yok, ama yüzme havuzu garantisi var. Daha vahimi, nasılsa tekrar bir imar barışı çıkacak umuduyla yapılaşmaların devam etmesi. Bu her açıdan handikap. Diğer sorunlar; çarpık, düzensiz kentleşme, yeraltı suyuyla dolan havuzlar nedeniyle tarıma su kalmaması, kalan suyun da tuzlu olması, kanalizasyon sistemlerinin ve arıtmanın yoğun popülasyonu taşıyamaması, emlak fiyatlarındaki dengesiz artış.  Emlak fiyatlarındaki dengesiz artışa rağmen ekonomik açıdan üst toplumsal sınıfa ait olan insanlar Fethiye’de yerleşik hayata geçti.


Pandemi sürecinde görüldü k,i yeşil alanlarda, sağlıklı konutlarda, havası, toprağı ve suyu temiz coğrafyalarda yaşayanlar gerek kapanmanın gerek hastalığın etkilerini daha az hissetti. Bu bağlamda biraz da sosyolojik ve demografik açıdan değerlendirmek isterim. Covid-19 ilk çıktığında, para, meslek, ün vs. kimseyi ayrıştırmıyor diye bakmıştık. Adil bir hastalıktı. Virüs kişi seçmiyordu, ancak toplumsal eşitsizliği derinleştirdiğini -belki de kaçış noktaları olan Fethiye gibi coğrafyalarda- gördük.  Temiz olan her şeyin hak görülmesiyle birlikte ekonomik açıdan daha güçlü olan insanların önce tatil sonra yaşam anlayışları değişti. Tatil için gelenlerle yerleşik halkın, yani toplumun ve doğanın yaşadığı olumsuzluklar herkesin hayatının parçası oldu.


Bu tecrübeden hareketle herkesin sağlıklı çevreye erişimini sağlayacak koruma politikalarının ve altyapı harcamalarının bütüncül açıdan değerlendirilmesi gerekir. İklim değişikliğinden kaynaklı krizler için küresel boyutta önleyici ve koruyucu kamu politikaları üretilmelidir, bunları her vatandaşın içselleştirmesi sağlanmalıdır. Tüm bunlar, insan dışı tüm canlı türleri için de geçerli ve adil olmalıdır. Turistler ve yerleşmeye karar veren turistlerle hem çevreyi hem de insanları bekleyen yeni krizlerin olduğunu söyleyebiliriz. 


Sizce turizm ve seyahat pratikleri nasıl değişiyor ve dönüşüyor? Yerel yönetimler bu sürecin neresinde?


GÖZDE GÜRSOY HOŞAFCI: Pandemi öncesi turizm destinasyonlarıyla ilgili verilen kararlar hem ekonomi bağlamındaydı hem de bireylerin sosyal hayat anlayışlarıyla ilgiliydi. Şimdi tüm bunlara psikolojik boyut da eklendi. İnsanlar, kendilerini güvende hissedecekleri ortam arayışına girdiler. Covid-19 sürecinden sonra insanların doğayla yakın ilişki içindeki tatil seçeneklerini tercih edecekleri kesin. Pandemi sürecinde insanlar, kendilerini güvende ve rahat hissetmek istediler. Bu beklentiyle insanların aşırı kalabalıktan kaçtığı ve kitle turizminden uzaklaştığı görüldü. Bunun alışkanlık hâline mi geleceği yoksa korkuyla ortaya çıkan refleksif bir tatil alışkanlığı mı olduğu hakkında henüz kesin bir şey söylenemez bence. 


Salgınla birlikte yaşanan korku, tedirginlik ve kısıtlılıklar nedeniyle uçak, otobüs gibi toplu taşıma araçlarından ziyade bireysel taşıt kullanımının tercih edilmesiyle, sosyal mesafe kavramlarıyla tatil tercihlerinin büyük oteller yerine küçük oteller, hatta otel yerine yazlık ve kiralık villa kavramları ya da deniz turizmi olduğunu söyleyebiliriz. Bu tercihlerin ekonomik açıdan olumlu yansımaları olduğunu düşünebiliriz. Gözde tatil merkezleri yerine daha az bilinen bir destinasyonda yerel halk tarafından işletilen butik otellerin tercih edilmesi, her şey dahil sistemde otel dışına çıkmayan turistlerin (her ne kadar pandemi olsa da) kenti gezmeye başlaması, yerel işletmeleri hareketlendirmiştir. Aynı zamanda bu küçük işletmelerin yerel halka yaptırdıkları gıda ürünlerini tükettirmeyi ve tekstil ürünlerinde yine yerel ürünler kullanmayı tercih ettiğini söyleyebiliriz. Özetle yerel halkın turizmin bileşeni hâline geldiğini söyleyebiliriz. Salgın öncesi tercih edilen kitle turizminde yerel halkın çıkarlarından ve haklarından söz edemezdik. Şimdi paydaş olarak çıkarları kısmen gözetiliyor, ancak haklarından pek söz edemiyoruz.


Son zamanlarda popüler olan sürdürülebilir turizmin yanında dönüştürücü turizmi ve farkındalığı artmış turist kavramını da öncelemeliyiz. Çünkü tatil esnasında esneyen davranışların olumsuz yansıması, yerel halkın haklarının ihlali anlamına geliyor.


Fethiye gibi denize kıyısı olan, tarımın turizme eşlik ettiği coğrafyalarda çevreci kitlenin tercih ettiği ekoturizm kavramı pek de masum sayılmaz. Çadır ve ahşap olarak gördüğümüz her şeyi ekolojik bağlamda değerlendirme algısıyla masum gördüğümüz bungalovlar, hassas alanları turizme açıyor. Bu da yerleşik halkı, ekonomi mi yoksa ekoloji mi denklemiyle baş başa bırakıyor. 


Bu bağlamda yerel yönetimlerin inisiyatif alması gerektiğinin bilincindeyiz. Sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarını önceliyoruz. Pazaryerlerinin üzerindeki güneş panellerini buna örnek verebiliriz. Yapılan ve yenilenen yürüyüş yollarıyla, bisiklet rotalarıyla hem karbon ayak izimizi azaltmayı hem de farklı turizm algısı yaratmayı hedefliyoruz. GEKA için Fethiye Kent Konseyi’yle birlikte yazıp yürüttüğümüz “Antik Pedal Bisiklet ve Kültür Rotaları” projesi buna en güzel örnek. Kooperatiflerle işbirliği protokolleri yapıyoruz. Tarım kooperatifiyle yaptığımız işbirliği yle hem atalık tohumla sağlıklı ve etik gıda üreten çiftçinin yanında oluyoruz hem de halkın sağlıklı gıda tüketmesinin yolunu açıyoruz. Benzer şekilde kadın kooperatifleriyle kadının ekonomik hayattaki varlığına destek vermeye çalıştığımız kadar yerel ürünlerin ulusal boyutta tanınmasını sağlamayı hedefliyoruz.


Fethiye, ekolojik değeriyle de önemli bir destinasyon. Bu bölgenin korunmasına ve kamuoyu farkındalığına yönelik STK’larla, meslek örgütleriyle işbirliğiniz var mı? 


GÖZDE GÜRSOY HOŞAFCI: Sadece Fethiye dersek haksızlık yaparız. Mikro milliyetçilik yaparak ilk sıraya Fethiye’yi yerleştirsem de, Datça, Marmaris, Bodrum ve Muğla'nın tamamı ekolojik değer konusunda çok kıymetli. O kadar kıymetli ki, adında çevre geçen bakanlığın gözü tamamen Muğla'nın üzerinde. Bizde bu güzellik, karşımızda da dağdan mermer ocakları, denizden yat limanları, ormandan linyit madenleri, dünya mirasından jeotermaller çıkartmaya çalışan zihniyet olduğu sürece örgütlenmemek mümkün değil. 


Örgütlülüğün her türlüsü değerli. Öncelikle Fethiye özelinden söz etmek isterim. STK statüsünde olan, ekoloji mücadelesini hem toplumsal hem de hukuksal alanda yerelde ve ulusalda veren Fethiye Ekolojik Yaşam Derneği var. Söz konusu dernek tarafından ÇED süreçleri takip ediliyor, askı sürelerinde itirazlar yapılıyor, ilgili tüm kurumlardan bilgi talep ediliyor, öneri sunuluyor ve gerekirse davalar açılıyor. Meslek örgütleri içerisinde TMMOB bileşenlerinin tamamı çevre davalarında taraf diyebilirim. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası başta olmak üzere meslek odaları, teknik destek verdikleri kadar dava açıyor ya da açılan davalara müdahil oluyorlar. Çevre davalarını üstlenen gönüllü avukatlar her anlamda destek oluyor. Aynı zamanda Ticaret Odası tarafından oluşturulan, içerisinde tüm meslek örgütlerinin, Deniz Ticaret Odası’nın ve belediyenin olduğu güç birliği platformunda kamuoyu farkındalığı yaratılıyor. Muğla’nın genelini kapsayacak şekilde doğanın, ortak yaşam alanlarının korunması için tüm beldelerde bir araya gelen vatandaşların sivil inisiyatif olarak kurduğu Muğla Çevre Platformu’ndan söz etmeden geçemeyeceğim. MUÇEP, doğal sit statüsünün değiştirilmesine karşı çıkmak için bir araya gelen çevre aktivistlerinin oluşturduğu bir platform. Daha önce de söylediğim gibi, talana bu denli açık olan bir coğrafyada meslek örgütlerinin, ekoloji derneklerinin, platformların varlığı önemli ve kıymetli. Bu topraklarda doğayı da, insanı da, dayanışma ve direnme yaşatıyor.


Fethiye Belediyesi’nin iklim ve turizm acil eylem planı var mı? Varsa, kritik başlıklar neler? Yoksa, neler olmalı sizce?


GÖZDE GÜRSOY HOŞAFCI: Belediyemizde turizm birimimiz yoktu. Şu anda turizm birimimiz var. Bu yeni birim ve Çevre Müdürlüğü’yle birlikte iklim eylem planını yazma yolundayız. Atıkların kaynağından ayrıştırılmasından gri su-pis su ayrımına, yenilenebilir enerji kaynaklarının etkin ve sürdürülebilir kullanımına kadar birçok veri stratejik planda yer aldı. Bunun dışında belediye birimlerinin yaptığı ve gerçekleştirdiği hizmetler kapsamında iklim değişikliğine uyum konusu dikkate alınmaktadır.


Fethiye Belediyesi olarak 5 Aralık 2019 tarihinde “İklim İçin Kentler Deklarasyonu”na imza atarak yaşanabilir bir gelecek için sürdürülebilir ulaşım, yenilenebilir enerjiye öncelik vereceğimizin, altyapıdan imar planı uygulamalarına kadar iklim krizi etkilerini önceleyeceğimizin sözünü vermiştik. Bu bağlamda Fethiye için iklim eylem uyum planı envanter çalışması devam ediyor. İklim değişikliğinin Fethiye’de turizme etkisi konusunda Yıldız Teknik Üniversitesi gibi güçlü bir ortağımızın olduğu bir proje yazdık. Onun sonucunun da olumlu geleceğini umuyoruz. Bu sayede sürecimiz kısalacak, Fethiye’de iklimi ve turizmi bir arada ele alma şansımız artacak. Umarım olumlu haberi sizinle en kısa sürede paylaşırız.


Önerilen Haberler