"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Prof. Dr. F. İlter Türkdoğan: Arıtma Kademeleri Artırılmalı ve Atık Suyun Geri Kullanımı Sağlanmalı

  • 21 Haziran 2021

Prof. Dr. F. İLTER TÜRKDOĞAN


Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 

Çevre Mühendisliği Bölümü



Atık suların uzaklaştırılmasının kritik faktörleri nedir? Nehirlerin ve denizlerin kirlenmesi neden engellenemiyor? 


F. İLTER TÜRKDOĞAN: Evsel kullanımlar ve küçük/orta/büyük ölçekli endüstriyel faaliyetler sonucu oluşan atık sularda kirlilik söz konusudur. Biz bunları fiziksel, kimyasal, bakteriyolojik özelliklerde “kirlilik parametresi” adıyla tanımlarız. Evsel kullanımlar için suyun asidite değerini veren pH, organik madde içeriğini belirten biyolojik/kimyasal oksijen ihtiyacı (BOİ/KOİ), azot ve fosfor, bu parametrelerin önde gelenleridir. Endüstriyel kullanımlarda faaliyet türüne göre değişen kirlilik parametreleri (mesela ağır metaller, yağ gres), suyun karakterinin, yani kirlenme derecesinin göstergeleridir. Kirliliğin kontrolü, kirlilik parametrelerinin ilgili yönetmeliklerle sınırlandırılmasıyla gerçekleşir. Arıtma tesisine giren sular, yönetmeliklerin müsaade edeceği limit değerlerin altına indirilerek “alıcı ortam” dediğimiz yüzeysel su kaynaklarına tekniğine uygun şekilde deşarj edilir. Alıcı ortamlarda (deniz, nehir gibi yüzeysel su kaynakları) kirlilik neden oluşur? Sorumuz bu. Kirliliğin başlıca nedenlerini çoğaltmak mümkün, ancak temel nedenleri ana hatlarıyla aşağıdaki gibi sıralamak mümkün:


-   Kontrolsüz, yani arıtma tesislerinin bulunmadığı yerlerden ham su olarak deşarj, 

- Kaçak deşarjlar, arıtma tesisi olmasına rağmen sanayi tesislerinden, otel vb. gibi işletmelerden yapılan gizli deşarj,  

- Tarımda gübreleme, zirai mücadele faaliyetlerinin sonucunda yağmur sularıyla birlikte topraktan süzülerek veya nehirler vasıtasıyla yüzeysel su kaynaklarına karışan kirlilikler,

- Arıtma tesislerinde çıkış parametrelerinin, yönetmeliklerin müsaade ettiği değerlerin sağlanamaması.


Son maddeyi biraz açmak gerekirse, yetersiz arıtmanın altında birçok neden olabilir. Bunların bazıları istemsizdir. Aşırı yağışlar, teknik sorunlar, çevresel şartlara bağlı olarak oluşabilecek arıtma yetersizliği gibi. Kısa süreli gerçekleşir, uzmanlar ve tecrübeli kadrolarla alınacak acil tedbirlerle sorun bertaraf edilir, alıcı ortama önemli hasarlar bırakmaz. İstemli yapılanlar da vardır. Bunun asli nedeni de maliyet kaygısı, eğitimsizlik, bilinçsizliktir.


Saydıklarımız, kirliliğe sebep olan faktörlerdir. Diğer bir faktör, suyun deşarj edildiği alıcı ortamın kendi karakteristiğidir. Atık suyun/arıtılmış suyun deşarj edildiği ortamlar, birçok canlıyı belirli bir döngü içinde dengede bulunduran dinamik ve yaşayan su kütleleridir. Bünyesine kabul edebileceği kirlilik limit değeri, yani istiap haddi vardır. Kritik nokta, istiap haddinde başlar. Kırılma noktası, bu sınırdır. Bu sınıra kadar verebileceğiniz kirlilik yüklerini tolere eder, çünkü kendi kendine tasfiye, yani arıtım gücü/yeteneği vardır. Yönetmeliklerin hazırlanmasında da aslında bu sınır değerler belirleyici unsurlardır. Bu değerlerin üzerinde kirliliğe sahip atık sulara sürekli maruz kalan alıcı ortam, sonunda bu yüklerin altında kalır; kendi kendini arıtamaz ve o kirliliğin bir parçası olur. 


Buraya kadar ifade ettiklerimizin ışığında sorunuza dönecek olursak, bir nehir veya deniz kirlenmişse, kirlenmenin saikleri bellidir. Teknik açıdan bu şekilde izah edebiliriz. Bu kirlenmenin önüne geçmek için reçete bellidir: Arıtma tesislerinin, tesise giren suyun karakteristiğine göre dizayn edilmesi, ileri arıtma yöntemlerine geçilmesi, yönetmelik değerlerine uyulması, denetlemenin adil ve tarafsız olması, mümkünse sürekli veya ani (denetlenenin haberi olmadan) izleme yapılması, cezaların caydırıcı ve uygulanabilir olması. 


Dünya metropollerindeki yenilikçi uygulamalar neler? Türkiye’deki genel tablo nedir? 


F. İLTER TÜRKDOĞAN: Sorunuzu, evsel ve endüstriyel faaliyetler sonucu oluşan atık suyun doğaya zarar vermeden su döngüsüne karışmasını nasıl sağlarız olarak tanımlayalım. Bu tanımlamanın içine giderek azalan tatlı su rezervlerimizin korunmasını da dahil edelim. Böylelikle daha bütüncül bir çerçeve oluşturabiliriz. Bu bağlamda dünya genelinde uygulanan bazı modeller var. Önce bunlara kısaca değinelim.

 

  • Yeşil alanların (park, bahçe gibi peyzaj alanlarının) sulanması,

  • Bazı ticari alanlarda (araç yıkama gibi) kullanım,

  • Endüstrilerde soğutma suyu, proses suyu gibi kullanımlar,

  • Rekreasyon amaçlı kullanım,

  • Yeraltı suyunu besleme,

  • Tarımda sulama maksatlı kullanım.


Her bir madde için “hangi alanlara uygulanmalı, hangi çekincelere tatminkâr cevap vermeli” konusu önemli. Detaylı bir şekilde açıklanabilir, ancak burada özellikle son üç başlık sosyal bileşenlerin de rıza göstermesini gerektirecek cinsten. Arıtılmış atık suyla büyümüş bir tarım ürününü tüketmek için tüketicinin ikna olması, başlıca bir sorundur.


Suyun ikinci, hatta üçüncü kez kullanımında yukarıda belirttiğimiz çekinceleri açmak istersek, halk sağlığı ve nihai alıcıda kirlenme başlıca endişe kaynaklarıdır. İlk soruda ifade ettiğimiz kirlilik parametrelerine tekrarlı su kullanımlarında risk oluşturacak mikrokirletici (ilaçlar, hormonlar, pestisitler gibi) diye adlandırdığımız kirletici türlerini de ilave etmemiz gerekiyor. Mikrokirleticiler, arıtma sonrasında tam olarak giderilememekte, alıcı ortamlardaki canlılar üzerinde olumsuz etkiler göstermektedir. Özellikle milyonda bir, milyarda bir büyüklükteki kirleticilerin su/katı ortamlarda varlığının tespitinde kullanılan cihazların gelişimine paralel olarak mikrokirleticilerin miktar tespiti ve verdiği zararlar üzerine çalışmalar da hız kazanmıştır. Akabinde de arıtım yöntemlerine yönelik çalışmalar yoğunlaşmaktadır. Ozonlama, membran teknolojileri ve bazı kimyasal yöntemler gibi uygulamalarda olumlu sonuçlar alınmaktadır, mevcut arıtma tesislerine entegre edilerek mikrokirleticilerin giderimi sağlanabilmektedir.


Dünyadaki, özellikle gelişmiş ülkelerdeki uygulamaları bu şekilde özetleyebiliriz. Ülkemiz için ise, yerleşim yerinin ölçeğine bakmadan tüm yerleşim alanlarını kapsayan tedbirler düşünmeliyiz, arıtma tesisi sayılarının azlığının yanı sıra mevcut tesisleri sağlıklı işletebilmek için karşılaştığımız önemli sorunlardan birisi bu oluyor. Arıtma kademelerini artırmak ve atık suyun geri kullanımını özendirici tedbirler almak gerekir. Bu tedbirleri alırken kendi gerçeğimizi de göz ardı etmemeliyiz. Maliyetler, önemli bir sorunumuzdur. Bu nedenle mümkün olduğunca düşük maliyetli, işletimi kolay, verimi yüksek ve döngüsel ekonomi tanımına dahil olabilecek tedbirler almak, uygulamak, uygulayıcıları kontrol etmek oldukça önemlidir. Atık su yönetiminde önerileri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:


  • Gri su kullanımının teşvik edilmesi, inşa edilecek yapılarda zorunluluk hâline getirilmesi,

  • Yağ tutucu sistemlerin bina içi (özellikle mutfaklarda) tesisata entegre edilmesinin teşvik edilmesi, zorunluluk hâline getirilmesi,

  • Düşük nüfuslara hitap edebilecek doğal arıtma yöntemlerinin yaygınlaştırılması, 

  • Arıtma tesislerinin (özellikle yüksek nüfuslu alanlarda ve sanayi alanlarında) kademe sayılarının artırılması, yani mikrokirleticileri de giderecek ünitelerin ilave edilmesi,

  • Yukarıda saydığımız maddelerin (yeşil alan sulama, sanayi kollarında kullanım, yeraltı suyunu besleme vd.) yapılabilirlik durumuna göre uygulanması.


Arıtılmış atık suyun yeniden kullanımı için 2010 yılında 27527 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Atık Su Arıtma Tesisleri Teknik Usuller Tebliği”, gerekli alt bilgiyi vermektedir.


Ülkemizde suyun ve toprağın kirlenmesiyle ilgili verileri değerlendirmek gerekirse, acil önlemler için neler söylemek istersiniz?


F. İLTER TÜRKDOĞAN: Toprak kirliliği de su kaynaklarının kirliliği kadar önemli. Zira toprak, bizi besleyendir, barındırandır. Toprak kirliliğini oluşturan etmenler de suyla benzerlik taşımaktadır. Burada dramatik olan suyu koruyabilmek için arıtma yapabilme şansımız varken toprak için eşit şanslara sahip olamayışımızdır. Kirlenmiş bir toprağın ıslahı çok uzun zaman alır. Biyoıslah yöntemleri (bioremediation) aracılığıyla toprağın kendini arıtma gücünü kullanarak (reaksiyonları hızlandırıcı bazı maddeler eklemek suretiyle) temizlenmesini beklemekten başka elimizden fazla bir şey gelmiyor. İyi özellikleri haiz bir toprağın oluşumu için 2.000 ila 10.000 yıl gerektiği bilinmektedir. Dolayısıyla toprağı korumak, önceliklerimizin içinde olmalıdır. Toprağın önemini bu şekilde belirttikten sonra kirletici kaynaklarını sıralayalım. Bu kaynaklar içerisinde tarımsal faaliyetler (tabii burada tarımsal faaliyeti aşırı gübre-suni gübre, pestisit kullanımı olarak anlamalıyız), özellikle sanayi bölgelerine yakın ve hava kirliliğinden de etkilenen arazilerde ağır metal, SOx, NOx vb, tehlikeli/evsel atık depolama, mikrokirleticiler, arıtma çamurlarının depolanması, petrol ve türevleri, asit yağmurları, patlayıcı maddeler, maden çıkarma faaliyetleri, yanlış sulama politikalarından kaynaklanan çölleşme, akla ilk gelenlerdir.

 

Ülkemizde toprak kirliliğine dair çalışmalar yapılarak kirli ve kirliliğe aday bölgeler haritalanmaktadır. 2010 tarih ve 27605 nolu Resmî Gazete’de yayımlanan “Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair Yönetmelik”le web tabanlı bir yazılım aracılığıyla yetkili kişilerin envanter bilgisine ulaşabilmeleri hedeflenmiştir. Ancak bu çalışmaların sonuçlarına ait bilgiler yetersiz kalmaktadır. 


Aslında yukarıda su kirliliğiyle ilgili olarak alınması gereken önlemlerden bahsettik. Kamuoyu, bu önlemlerin neler olduğuna dair ön bilgiye sahiptir. Bakanlığın hazırladığı eylem planlarında da yapılması gerekenler belirtilmiştir.


Toprak ve su kirliliğinin önlenmesi amacıyla alınması gerekli tedbirlerle ilgili gerekli teknik, bilimsel, akademik tüm bilgi birikimine sahibiz, çok iyi projecilerimiz, uygulamacılarımız var ve yönetmeliklerimiz yine teknik anlamda yeterli. Çözüm için gereken, gönüllülük ve samimiyet duygularıdır. Yürütmenin, tüm erkleriyle birlikte harekete geçmesine ihtiyacımız var. Geçici değil, kalıcı, sürekli uygulanabilir ve kurum hafızasına kazınmış çözümleri uygulamak zorundayız. Denetleyicilerin tecrübeli uzman olması ve yasalar tarafından belirlenen geniş yetkilerinin bulunması önemlidir. ABD’de Çevre Koruma Ajansı denetleyicilerinin şerif rozetiyle herhangi bir tesise istediği zaman giderek numune alma yetkisi örnek olabilir. Ceza veya belki vergi indirimi gibi teşvik sistemleri üzerinde düşünülebilir. Teknolojinin geldiği bu noktadan geriye dönemeyeceğimize göre bizlere düşen görev, oluşan zararları en düşük seviyede tutmak olacaktır. 


Bunların haricinde ülkemizde arazi kullanımının plansız olması da başlıca sorunlardan biridir. Tarım arazilerinde sanayi faaliyetlerinin, turizm bölgelerinde madenciliğin yapılması gibi, farklı örneklerle de çoğaltabileceğimiz bu plansızlık, bizi birçok anlamda sıkıntıya sokmaktadır. Marmara Denizi’nde yaşadığımız son çevre felaketi, bölgenin her türlü atık oluşturan faaliyete maruz kaldığının en çarpıcı örneğidir. Ülkemiz nüfusunun hemen hemen üçte birini egemenliği salt bize ait olan iç denizimizin etrafında yaşatmaya çalışmak ve yegâne cazibe merkezi hâline getirmek, problemin kaynağını oluşturmuştur. Trakya’nın paha biçilmez tarım topraklarında sanayi faaliyetlerinden oluşan her türlü atığın, yine tarım açısından değerli arazilere sahip Tekirdağ, Kocaeli, Yalova, Balıkesir gibi kentlerde yoğunlaşan, neredeyse Türkiye’nin endüstrisinin yarısının alıcı ortam olarak kullandığı Marmara Denizi, bununla kalmayıp 25 milyona yakın insanın evsel atık suyuna da maruz kalıyor. Ayrıca tarımda aşırı/bilinçsiz kullanılan gübreye zirai mücadele ilaçlarını da ilave ettiğinizde ortaya nasıl dehşet verici bir tablonun çıktığını görmekteyiz.  Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorunu 2000’li yıllarda tespit edilmiş, literatüre girmiş, ancak ihmal edilmiştir. Yetkili kurumların bu konulara da dikkat etmesi önem arz etmektedir.


Bu kadar stres faktörünün bir arada olduğu bu coğrafyada uzun ve kısa vadeli bazı çözümler ön plana çıkmaktadır. Uzun vadede, ekonomik ömrünü tamamlayan sanayi kuruluşlarının bölge dışına taşınması, nüfusun azalmasıyla birlikte kirlilik yükünü azaltacaktır. Kontrollü tarım uygulamalarına geçmek ve bilinçli zirai ilaç kullanmak, su kalitesini yükseltecektir. 


Kısa vadede, mevcut arıtma tesislerinin ileri arıtma yapacak şekilde revize edilmesiyle deşarj edilecek olan kirlilik yükleri düşecektir. Bunun yanı sıra uygun yerleşim yerlerinde köy tipi arıtma tesisleri ve çıkış sularında azot, fosfor yüklerini düşüren sistemler inşa ederek daha düşük debili atık suları arıtmak, doğal arıtma yöntemlerinden istifade etmek önemli avantajlar sağlayacaktır. Her iki yöntemle arıtılmış suyun endüstriyel tarım ürünlerinde veya yeraltı suyunu besleme maksatlı kullanılması, daha kontrollü sağlanacaktır. Ancak burada denetim mekanizmalarına oldukça fazla yük binmektedir.


OSB’lerin kontrolü neden yapılamıyor? Yerel yönetimlerin acil eylem planının kritik başlıkları sizce ne olmalı?


F. İLTER TÜRKDOĞAN: Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) içerisinde farklı işkolları bulunmaktadır. Üretim faaliyetleri sonucunda çok çeşitli ve yüksek konsantrasyonlarda kirlilik parametrelerine sahip atık sular oluşmaktadır. Kendi bünyelerinde arıtma tesislerine sahip olmakla ve arıtma tesisi çıkış sularını deşarj ettikleri ortam limitlerine göre indirmekle mükelleftirler. OSB’ler, atık sularını bulundukları yerleşim bölgesinde mevcut olan kanal sistemlerine deşarj ediyorlarsa ilgili kurumun deşarj limit değerlerini sağlamaya, yüzeysel su kaynaklarına deşarj ediyorlarsa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kontrol sistemine tabi olmaktadırlar. Cezai müeyyide ve denetleme yetkisinin değişkenlik arz etmesi, yetki karmaşasına neden olarak kontrol gücünü zayıflatmaktadır. Denetim mekanizmasının yönetiminin ve etkinliğinin artırılması, öncelikli çözüm yoludur. 


Yerel yönetimlerin acil eylem planlarında olması gerekli kritik başlık, denetimlerin titiz bir şekilde yapılmasıdır. Kaçak deşarjlara müsaade edilmemelidir. Yönetim anlamında da öncelikle yeterli sayıda çevre mühendisi istihdam etmek faydalı olacaktır. Meslek içi eğitimlerle akademik ve uygulama bilgilerini sürekli üst seviyeye çıkartmak, süreci sağlıklı ve verimli kılar. Mevcut tesislerin revizyon çalışmaları kapsamında üniversitelerle işbirliği içerisinde kalarak yeni teknolojileri uygulayabilirler. Gri su ve suya talebi düşürmek için yağmur suyunu kullanmak için projeler geliştirebilir, bu konuda teşvik edici kararlar alabilirler. Sahip oldukları arıtma (su-hava) tesislerinin yönetimini zafiyete müsaade etmeden gerçekleştirmeliler, öz denetimlerini sürekli izlenebilir (online) bir şekilde yapmalılar. 


image





illustration showing how water recycling works in a neighbourhood equipped with water recycling stations






industrial wastewater treatment and water resuse


Önerilen Haberler