YÜKLENİYOR
ŞULE SUMER
Çevre Koruma ve Kontrol Müdürü
Kadıköy Belediyesi
Siz, büyük bir metropol ilçesinde “Çevre ve Kontrol Müdürü”sünüz. Bu, ne demek?
ŞULE SUMER: Bu, farkındalığı yüksek bir çevre yöneticisi için oldukça önemli bir sorumluluk. İstanbul ölçeğinde toprak, su ve hava açısından ciddi kirlilik yaşıyoruz. Bunun yanı sıra görüntü ve gürültü kirliliği, pişirmeden ve ısınmadan kaynaklı koku/duman kirliliği, elektro manyetik kirlilik, atık yönetimi gibi uğraşılması ya da çözülmesi gereken birçok farklı başlık var. Bir ilçe belediyesinin “Çevre Müdürü”, kendisine yetki verilirse ve yapabileceklerine de güveniyorsa müthiş bir çalışma sistemi oluşturmak zorunda. Yaklaşık 20 yıldır bu görevdeyim. İlçemde, biraz önce söylediğim tüm başlıklarla ilgili bir kontrol ve denetim sistemi oluşturdum.
20 yıl hem kötü anlara hem de süreçleri toparlamak için yapılan çalışmalara tanık olduğunuz anlamına geliyor. Denizle ilişkisi olanlar, Marmara Denizi’nin ağır bir kirlenmeyle karşı karşıya olduğunu biliyor. Bu süreçteki gözlemlerinizi anlatır mısınız?
ŞULE SUMER: Bunun birçok farklı sebebi var. Geçtiğimiz 20 yılda İstanbul’u yönetenlerin bakış açısı bence biraz sıkıntılıydı. Betona dayalı, rant odaklı ve plansız bir gelişme modeli izlendiği için hem karada hem de denizde ciddi kirlilik yaşanıyordu. Nerede bir boş alan varsa, bakanlığın yetkisiyle ciddi yoğunluklu bir alan hâline getirildi. Bunun en bariz örneği, Taş Yapı’nın bir yüzyıldır burada olan bir meteoroloji istasyonunu yok ederek bölgenin en güzel yeşil alanına yaptığı dört büyük kule. Orada İstanbul’un ısı adası etkisi görülebiliyordu ve iklim değişikliğiyle ilgili ısı değişimleri ölçülebiliyordu. Ne yazık ki, bu noktayı kaybettik. Aynı şekilde kentin farklı noktalarında, örneğin Haydarpaşa’da da aynı sorun oldu. Şimdi Kalamış’ta aynı sıkıntıyı yaşıyoruz. Hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin metropol planlama kararlarına hem de ilçe belediyesinin gelişme stratejilerine aykırı süreçler yaşandı. Bu durum bence kirliliğin en önemli sebeplerinden biri.
Türkiye’de “gelişilsin de, nasıl gelişilirse gelişilsin, çevreyi bir ara koruruz, attığımız atıkları da şimdilik dereye veya denize dökelim, sonra bir arıtma tesisi yaparız” gibi bir bakış açısı var. Oysa daha en başında yatırım yapılırken çevresel etkilerin planlanması, maliyetlerinin hesaplanması ve projenin de buna göre gerçekleştirilmesi gerekiyor. 1990’larda Kadıköy’ün nüfusu azdı, bahçeli konutlar çoğunluktaydı; fakat rant odaklı gelişim sürecine engel olunamadı ve nüfusu hızlı bir şekilde arttı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Mühürdar’da bir tesisi var. Buradan Kadıköy’de, Üsküdar’ın bir bölümünde, Ataşehir’de, Ümraniye’nin bir kısmında yaşayan 800.000’den fazla insanın atıkları deşarj ediliyor. Atıklar, hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan kalın ızgaralardan geçiriliyor ve 200 metre ileriye, Karadeniz akıntısına derin deşarj yönetimiyle veriliyor. Hiçbir yeni strateji geliştirilmeden bugüne gelindi. Artık nüfus 20 milyona dayandı. Atıkların %70’i hâlâ derin deşarj yöntemiyle denize veriliyor. Müsilaj sorunu göz göre göre geldi. Bu çevre felaketinin daha önce fark edilmesi ve ileri biyolojik arıtma tesisleri kurulması gerekiyordu. Biliyorsunuz, bu konularda ilçe belediyesi olarak yetkili değiliz, İSKİ yetkili. 2017 yılında atığın %75’i derin deşarj sistemiyle denize veriliyordu. O zamanki İSKİ danışmanlarından bir hoca, toplantılarda derin deşarj yönetiminin başarılı bir yöntem olduğunu savunuyordu. Bunu anlayabilmek mümkün değil. Geldiğimiz noktanın en önemli sebeplerinden biri budur. İkincisi, toplumsal farkındalığın düşük olması. Bugün bir marinaya gidin, milyonluk teknelerin çöplerin içinde durduğunu görürsünüz. Çünkü insanlar atığını denize atmaktadır. Deniz, bizi besleyen ve doğal dengemizi sağlayan bir sistemdir. Bizim çöplüğümüz değildir. Toplumsal farkındalık çok önemli.
Yerel yönetimlerin sorumluluklarından ilki, kirlilik yükünü azaltmak. İSKİ’nin arıtma tesislerine giden kirlilik yükünü büyükşehir belediyesinin ve ilçe belediyelerinin azaltması gerekir. Kendi yetki bölgemizdeki oto yıkamalar, üretim tesisleri, sanayi tesisleri gibi suyu kirletebilecek her türlü tesisle ilgili önlemlerin alındığından emin olmalıyız. Makro ölçekte bakanlık yetkiliyken, ölçek düştükçe büyükşehir ve ilçe belediyeleri yetkili oluyor. Her kurum, sorumluluk alanındaki kirletici işletmeleri kontrol etmeli, arıtma sistemlerinin kurulduğundan emin olmalı. Kentin genel arıtma sistemlerindeki kirlilik yükünün azaltılması hedeflenmeli. Şu anda bakanlık yüzeysel bir temizlik yapıyor. Açıkçası, bunun faydalı bir şey olduğunu düşünmüyorum, sadece psikolojik etkisi var. Diyor ki, bak ne güzel çalışılıyor, toparlamaya çalışıyoruz. Fakat durumun ne kadar ciddi olduğunun anlaşılması gerekiyor. Herkesin taşın altına elini sokması gerektiği konusunda kamuoyu oluşturulmalı ve kentte yaşayanlara da sorumluluk verilmeli diye düşünüyorum. Yalnızca atık değil, su sorunumuz da var. Şimdilik yağmur yağıyor, ama iki-üç yıl böyle yağmur yağmazsa bu büyüklükte bir kentte kaos yaşayabiliriz, çünkü sürdürülebilir bir sistemimiz yok. Bu konularla ilgili ciddi önlemler alınması gerekiyor.
Biz seçmenler olarak kendi ilçemizdeki olumsuzlukların faturasını ilçe belediyelerine çıkarıyoruz. Örneğin ben Kadıköy’de yaşarken Suadiye’den denize akan atıkları gördükçe veya Kurbağalıdere’nin sivrisinekleri evimize geldikçe Kadıköy Belediyesi’ni suçlardım. İlçe belediyelerinin atık konusunda yetkisi yok mu? Yetkinin tamamı büyükşehir belediyesinde mi?
ŞULE SUMER: Denizle, sahillerle, plajlarla, arıtma sistemleriyle, dere ve kanallarla ilgili yetki büyükşehir belediyesinde. Aslında yetkiyi delege edebilirsiniz, paylaşabilirsiniz, sorumluluk verebilirsiniz. O, yetkiye sahip olanın ve kurumun bakış açısıyla ilgili. Ben, kent ölçeğinde kendi ilçemdeki alanlardan sorumluyum. Kurbağalıdere, dört ilçeden geçiyor. Yani diğer ilçedeki dere yatağının yanında bulunan kaçak gecekonduları, insanların atıklarını kontrol edemem. Bunlar, diğer ilçenin sorunu. Kurbağalıdere özelinde düşünürsek, ilk doğduğu noktadan denize kavuşuncaya kadar bir havza yönetimi planlanmalı. Büyükşehir belediyesinin de bunu koordine etmesi lazım. Bu, ilçe belediyeleri sürecin tamamen dışında demek değil. İlçe belediyelerinin de sorumlulukları var. Bir araya gelip koordineli bir çalışma yürütebilirler. Bölgelerin koruma altına alınması, deşarjların kaçak olarak verilip verilmediğinin kontrol edilmesi aşamalarında ortak çalışmalar yürütebilirler.
Kurbağalıdere’de ne oldu? Nasıl bir süreç izlendi? Bugünkü durumu nedir?
ŞULE SUMER: Kurbağalıdere’deki süreçler, az önce söylediğim sistemle yürütülmedi. İlçe ve büyükşehir arasında sağlıklı bir koordinasyon sağlanamadı. Bunun yanı sıra iklim değişikliği nedeniyle yaşanan ani ve yoğun yağışlar da hesaplanamadı. Altyapıların bu hesaplamalara göre yapılması gerekiyordu, fakat bizim anladığımız kadarıyla birkaç yıl öncesine kadar Kurbağalıdere’ye kaçak deşarjlar olmaya devam ediyordu. Şu anda ancak o süreç kontrol altına alınabildi. Büyük bir altyapı çalışması tamamlanmak üzere.
Peki deşarjlar kesildi mi?
ŞULE SUMER: Kesildiğini düşünüyoruz. Buradaki deşarjların tamamı atık su sisteminin içinde kapalı olarak dönüyor ve dereye bulaşmadan gidiyor. Bütün sahilin bu şekilde olması gerekiyor. Yıllarca sıkıntı çektik. Hatta birkaç kere Kurbağalıdere ve Yoğurtçu Parkı civarlarında ciddi taşkınlar, sel baskınları yaşadı. Son yapılan altyapı çalışmalarına göre olmayacağını görüyoruz. İlçemizdeki en önemli sorunlardan biri de atık yönetimi ve çöplerin bertarafı. Odaklandığımız konu bu. Çöp miktarını azaltmak için çalışmalar yapıyoruz.
İlçemizde her gün 550 ton çöp düzenli depolama sahalarına gidiyor. 10 tonluk 55 tane kamyon. Öncelikle bu çöp miktarının azaltılması için çalışmalar yapılması gerekiyor. Çünkü düzenli depolama sahaları dolduktan sonra yeni ağaçlık alanlar kesiliyor, çöpleri oraya götürüyoruz. Yani bitki örtüsüne bir şekilde zarar veriyoruz. Ne kadar az atık üretebilirsek, çöp miktarımız ne kadar azalırsa, doğayı o kadar koruruz. Bu nedenle atıksız yaşam hareketi başlattık. Geri dönüşüm tek başına yeterli değil. Bizim önce atığı reddetmemiz, yani bu ürüne gerçekten ihtiyacım var mı diye düşünmemiz, aşırı tüketimden uzaklaşmamız gerekiyor. İkincisi, yeniden kullanma. Atığı atmadan önce bunun bir işe yarayıp yaramayacağını düşünmemiz gerekiyor. Birine yardım edebiliriz ya da başka bir fonksiyon için kullanabiliriz. Mesela cam kavanozları değerlendirebiliriz. Daha sonra da atığı azaltma geliyor. Atığı azaltabilmek için birtakım malzemeleri kullanmayı reddetmemiz gerekiyor. Bunların başında da tek kullanımlık plastikler geliyor. Tek kullanımlık plastikler bir kere kullanıldıktan sonra çöpe atılıyor ve geri dönüşüm sistemine girmiyor. Plastik poşetler, pet şişeler, pipetler vs. Bunları kullanmaya gerçekten ihtiyaç var mı? Mutlaka kullanılması gerekiyorsa, cam ya da metal alternatifler var. Tek kullanımlık plastiklerin çöpteki miktarı %10’dur. Bu da az bir oran değil. Bunları yaptıktan sonra geri dönüşüm aşamasına geliyoruz. Çağdaş bir dünyada geri dönüşebilir atıklarını ayrıştırmayan ve ekonomiye kazandırmayan insanların olması anlaşılır bir şey değil. Alana çıktığımızda 10 binadan 3’ü toplamak istemiyorum diyor. Ekiplerimiz haftada bir düzenli olarak geri dönüşüm atıklarını teslim alıyor. Beşinci aşamada kompost geliyor. En büyük hayalimiz, kompostun büyük ölçekte olması. İstanbul’da sadece bir tane kompost tesisi var, o da Kemerburgaz’da. Anadolu Yakası’na yetecek büyüklükte ve sayıda kompost tesisi yapılmasını istiyoruz. Çünkü kendi ilçemizde bu tesisi kurabileceğimiz bir yer yok. Bu tesisler kurulursa, insanların kendi bahçelerinden, parklardan, pazarlardan, marketlerden çıkan yeşil atıklar sisteme entegre edilebilir. Yeşil atıklar, çöpün neredeyse %50’sini oluşturuyor. Dolayısıyla atığın azaltılması için yapılması gereken en önemli iş, kompost tesisleri kurmak. Bunun da aynı şekilde büyükşehir ve ilçe belediyeleriyle koordineli yapılması gerekiyor.
Toplumsal farkındalık için çalışmanız var mı?
ŞULE SUMER: Farkındalığı artırmak için Feneryolu Sabit Pazar’da “Atıksız Yaşam Dükkânı” kurduk. Burada atık üretmeden bir satış sistemi oluşturduk. Ambalaj yerine doldurma sistemleri var. Bu sayede vatandaşlar, bez torbasıyla ya da cam kavanozuyla tahılını, bakliyatını vs. alabiliyor. Burada organik ve ekolojik ürünler satılıyor. Ağırlıklı olarak kadın kooperatifleriyle, tarımsal kooperatiflerle, desteklenmesi gereken köylü kooperatifleriyle çalışıyoruz. Onlardan ürün alarak hem onları destekliyoruz hem de sağlıklı ve doğal tohumlardan üretilmiş, sağlıklı şartlarda yetiştirilmiş ürünleri vatandaşla buluşturuyoruz.