"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Bahattin Yücel ve Özcan Biçer: Daha Bireysel, Doğaya Röportaj Yakın, Çevresel Unsurlara Dikkat Eden Bir Turizm Dalgası Geliyor

  • 7 Haziran 2021

BAHATTİN YÜCEL

Turizmci


ÖZCAN BİÇER

BİMTAŞ Genel Müdürü 

İstanbul Turizm Platformu Direktörü


Türkiye turizmde iyi bir yol aldı mı? Fırsatları iyi değerlendirebildi mi? 


BAHATTİN YÜCEL: Değerlendirdiği söylenebilir. Kriz öncesinde bunu rakamlarla ispatlamak kolaydı. 2019’a kadar olan süreçte bazı kesintiler var, ama yabancı turistin gelişi açısından dünyada 6. ülkeydik. Bu, büyük bir rakam. Dünya sıralamasında Türkiye ekonomisinin büyüklüğü 17. ve 20. sıra arasında gidip gelir. Kayıtdışı ekonominin büyük bir bölümü kapsadığı dikkate alınırsa, 17. ve 18. sıralardayız. Ancak turist gelişi açısından 6. sırada olmak bence önemli bir başarıdır. Başta Avrupa olmak üzere dünya turizm hareketinin %60’tan biraz daha fazlası Akdeniz çevresinde gerçekleşiyor. 


%70’i Ege ve Akdeniz kıyılarında, biraz da Marmara’da olmak üzere -sadece kıyı bandını bile alsak- toplam yatak kapasitemiz -şimdi değiştiriyorlar onu da neden değiştiriyorlar bilmiyorum- 1.5 milyon. 1970’lerin sonlarına doğru 40-45.000 aralığında olduğunu düşünürsek, 1983 yılından başlayarak Türkiye’nin önemli bir hamle yaptığını söyleyebiliriz. 


Ancak önümüzdeki dönemi tasarlarken dikkate alınması ve eleştirilmesi gereken taraflar söz konusu. Mesela Akdeniz’de, herkesin bulunduğu bir alana yeni oyuncu olarak girmenin getirdiği zorluklar var. Çünkü Türkiye sadece güneşi, denizi, kumu pazarlaması gerekmiyor, tarihsel ve arkeolojik değerleri de var. Anadolu, özellikle 7-8 temel uygarlığın doğduğu, yerini bir başkasına bıraktığı, olağanüstü kültürel varlıkları olan bir yer. Göbeklitepe gibi arkeolojik değerlerin olduğu yerleri de düşünürsek, kıymetli bir kültürel mirasa sahibiz.


Türkiye, kültürel varlıkların envanteri açısından dünyanın en eşsiz ülkesidir. Şimdiye kadar ilk uygarlıklara, ilk yerleşimlere ilişkin arkeolojik ve tarihsel verilerle uygarlığın Mezopotamya’da Sümer’de başladığı, Mısır, İyonya, Anadolu ve Batı Anadolu, Girit, Yunanistan ve Romanya gibi bir dizi yol izleyerek yerleşik uygarlığın ortaya çıktığı var sayılırdı. Ama Göbeklitepe’de yapılan kazılar günümüzden 11.000 yıl önce Anadolu’da yerleşim olduğunu gösterdi. Bu yerleşimin neyin merkezinde olduğuna ve hangi amaca hizmet etmek için orada kurulduğuna ilişkin tartışmalı tezler var, ama Göbeklitepe buluntuları uygarlığın Anadolu’da başladığını gösteriyor. Keza yine aynı yere çok yakın alanda buğdayın ehlileştirildiğini, ekilebilir hâle getirildiğini, tohumların işlendiğini, yerleşik tarımın da Anadolu’da başladığını gösteren önemli bulgular var. O yüzden Türkiye’nin kıyı bandına %70 potansiyelini ayırmakla belki kısa vadede bir hareketlilik yaratması mümkündü, ama bu kültürel ve tarihsel değerleri koruyarak günümüze kadar gelseydi, daha farklı konular konuşabilirdik. Orada da birtakım sıkıntılarımız var. Çünkü kişi başına elde etmiş olduğumuz gelirle harcama arasında dünyada maalesef 13. sıradayız. Böyle bir çelişki söz konusu.


Dünyadaki turizm sektöründe özellikle iklim değişikliğinin getirdiği yeni yaklaşımlara ve hareketlere bağlı olarak yeni vizyonlar ortaya konuyor, buna ilişkin hazırlıklar yapılıyor. Bir de pandemi var. Türkiye, dünyada olduğu gibi, turizm sektöründe pandemi koşullarında ikinci sezonu yaşıyor. 2021 için söylenecekler sınırlı sanırım. 2022’ye ve sonrasına dair nasıl bir hazırlık ve vizyon gerekiyor? 

BAHATTİN YÜCEL: Türkiye’de pek tartışılmıyor, ama dünya yeni bir çağa girdi. Sayısal teknolojinin gündelik hayatımıza etki ettiği ve bütün dünyanın kullandığı bir enstrümana dönüştüğü bir döneme girdik. Buna dijital/sayısal çağ diyoruz. Türkiye, bu sürece göre konumlanmalı. Teknolojiyi gündelik hayatın farklı alanlarında kullanmaya başladığımızda turizmin de bundan etkilenmesi kaçınılmaz olacak. Turizm, tek başına farklı ve ayrı bir sektör değil. Aslında turizm sektör bile değil. Turizm, çok disiplinli bir ekonomik olgu. Bu ekonomik olgunun bileşenleri, toplumsal standartla yakından ilişkili. Turizm, Türkiye toplumuna bütünsel anlamda tutulmuş bir ayna. O aynadan ne yansıyorsa, turizm onu değerlendiriyor, ekonomik etkinlik hâline getiriyor. Şu anda Türkiye’nin yaptığı en büyük hata, -ki bedelini sektör ödeyecek, sektörün sessizliğini de anlamakta zorlanıyorum- pandemi süreciyle ilgili. Zannediyorlar ki, turizm çalışanlarını aşılarsak, içlerinden bazı otelleri seçerek, eskinin deyimiyle bunları tahkim ederek güvenlik sertifikası verirsek insanlar oralara gider, kendilerini rahat hisseder, biz de bu işten para kazanırız. 


Turizm, asla tek başına bir ekonomik etkinlik değil. Türkiye’yi yönetenlerin -buna yerel yönetimler de dahil- bunu kabul etmesi lazım. Turizm, insanların kendi yaşadıkları çevrenin dışına isteyerek ve bütçelerinin el verdiği ölçüde çıkarak bir başka toplumun gündelik yaşamına karışmak için katıldıkları bir etkinliktir. Belli bir dönem için sizin gündelik yaşamınızı satın alırlar. Burada temel bir hata var. Bence bu da yerel yönetimlerin alanına giriyor. Ukalalık etmek de istemiyorum, ama söylemek istiyorum. Turizmciler, her milletten, her kesimden insanın, gelir düzeyine bakmaksızın herkesin kendi ülkelerini ziyaret etmesini ister. Her bütçeye hizmet etmek isterler, fakat burada bir ayrım var, bunun altını mutlaka çizmeliyiz. Gelenler kendi ülkelerindeki alışkanlıklarını değil, sizin süregelen gündelik alışkanlıklarınızı paylaşmak amacıyla gelmeli. Kendi alışkanlıklarını bize dayatırlarsa, diretirlerse -daha önceki yıllarda Boğaz turlarından lokantalara, hizmet eden araçlardan otellere, otellerde kalış biçimlerinden sokaktaki davranışlarına kadar kendi yaşam biçimlerini ellerindeki kısıtlı bütçeleriyle bize dayatmak isteyen bir anlayışla karşı karşıya kaldık-  bu bir erozyona ve arabeskleşmeye yol açar. Bunun bence en kötü örneği, Taksim’e yapılan camidir. Aslında iktidar bunu 1908’deki İkinci Meşrutiyet’le hesaplaşmak, 31 Mart’ın intikamını almak amacıyla yapmıştır, öyle anlaşılıyor. Maalesef iktidar dışındaki siyasal hareketlerimiz buna yeterli tepkiyi gösteremedi.


Hiç kimse muhafazakârları dışlasın demiyoruz. Muhafazakârlarla birlikte yaşayacağız, aynı atmosferi paylaşacağız, aynı çevrede olacağız; ama ne onlar muhafazakârlıklarını ne de diğerleri onlara kendi anlayışlarını dayatsın, diretsin. Böyle bir anlayışsızlık oldu bence. Başka bir örnek, Ayasofya. Turizmi etkileyeceği için söylüyorum. Ayasofya’nın müze hâline getirilmesi, verilmiş en mükemmel karardı, barışçıydı. Müze olması, bizim sınırlarımızın dışında kalan ama geçmişte yakın ilişkiler kurduğumuz, bir dönem üzerinde egemenlik olduğumuz topraklarda yaşayan toplumlarla ilişki kurabilecek önemli bir adımdı. Ayasofya, bu topraklarda yaşayan kültürlerin bileşkesi gibiydi. Şimdi onu, sadece ve sadece siyasal çıkar amacıyla birdenbire camiye çevirmenin o kadar kötü etkileri var ki. Ortodoks dünyasında tepki aldık. İstanbul’da -hatta Türkiye’de- en fazla ziyaret edilen müze, Ayasofya’ydı. 4 milyona yakın ziyaretçisi vardı. Bunları kaybettik. Kaybetmekle kalmayıp yaklaşık 1500 yıllık Jüstinyen döneminde yapılan, imparatorların ibadet etmek amacıyla geldikleri ahşap kapıyı da paramparça ettik. Bu, vandallıktır. Buna sahip çıkmayan herkes suçludur. Çünkü Ayasofya bizim değil, insanlığın ortak malıydı. Biz kültürel değerlerimize ve varlıklarımıza insanlığın ortak değeri, mirası gibi davranmazsak, bedelini ağır öderiz. Zaten öyle de oldu. Ayasofya’ya getirilen kitlelerin pandemiyi ne kadar fazla desteklediği ortaya çıktı. Çünkü hastalık yayıldı. Bunları dile getirmemiz lazım. 


Bu söylediklerimin, özellikle gündelik yaşam biçiminin, kentin karakterinin, bizim ortak kültürümüzün, ortak paydalarımızın yansıdığı yaşam biçimlerimizin yerel yönetimler tarafından gözetilmesi gerekiyor. Bunu yaparken de dünyanın kabul ettiği standartları uygulamalıyız, o standartların sürdürülebilir olması için eğitim desteği vermeliyiz. Bunu belediyeler açısından söylüyorum. Dünya tarafından örnek alınabilecek bir standart olması için çaba harcamalıyız. Bu hem işletmelerin farkındalığını artıracak hem de ortak yaşam tarzımızın güvencesi olacak.

 

Özcan Bey, İstanbul Turizm Platformu önemli bir çalıştay düzenledi. Çalıştayın sonuçları ve buna bağlı hedefler ne oldu? Dünya kullanabiliyor mu? Bununla ilgili ne tür önlemler düşünülüyor? 


ÖZCAN BİÇER: Platformu kurarken global açıdan turizm sektörünün içindeki durumu, İstanbul’un ve Türkiye’nin potansiyelini araştırdık. Araştırma sonucunda İstanbul’un önümüzdeki 30 yıl boyunca -dünya üzerinde- turist çekme kapasitesi en yüksek olan iki kentten biri olduğu ortaya çıktı. Uluslararası bir araştırmaydı. Ama sonuç raporu önemli konulara vurgu yapıyordu.  İstanbul’un bu potansiyeli değerlendirebilmesi için yatırımları geliştirmesine ve Bahattin Bey’in dediği gibi özgürlükçü, inançları, düşünce biçimlerini ve yaşam tarzlarını baskılamayan bir anlayışla yatırımlar yapması, kenti de bu anlamda örgütlemesine dair notlar vardı. Çalıştayı da bu araştırma raporunun hemen sonrasında yaptık. 18 Kasım 2019’da. Fakat ardından pandemi geldi. Bizim o çalıştayda ortaya koyduğumuz 114 proje vardı. Yaklaşık 600 kişi toplantıya katılmıştı, 300 kişi de emek vermişti.


Turizmin genel sorunları olarak gördüğümüz zorluklar devam ederken  pandemi süreciyle birlikte bu yılı %20-%30 kapasiteyle kapatacağımızı düşünüyoruz. Turizm sektörü kötü yönetildi. Neye dayandığı belli olmayan açma-kapamalar, kararlardaki değişiklikler vb. yanlış yönlendirmeler neticesinde turizm sektörü almaması gereken yaraları aldı. Turizm sektörü zaten zor durumdaydı, yanlış yönetim yüzünden daha da zor duruma düştü. İnsanlar, bu yönetime güvendi, onların dediklerini yaparlarsa her şey düzelecek zannettiler, şimdiye kadar söyledikleri, geçen yaz söyledikleri, bu yıl söyledikleri de dahil her şey tam tersi oldu. Ne süreci görüp okuyabildiler ne de iyi yönetebildiler. Dolayısıyla benim gözümde sektöre ekstra zarar verdiler. 


Potansiyelle ilgili kısma gelecek olursak; İstanbul, uzun zamandır turizm anlamında yatırım almamış ve destek görmemiş. Oysaki potansiyelinin açığa çıkması anlamında yapılabilecek birçok şeyin olduğu bir kent. Şöyle düşünün, kara surları var, kara surlarıyla ilgili ne düzgün bir rota ne destinasyon ne müze ne de turistin dolaşabileceği bir alan var. Yarımburgaz Mağarası gibi antropolojik bir varlığa sahibiz, şimdiye kadar hiç ilgilenilmemiş. Orada duruyor. Spor kulüplerine ait sloganların yazıldığı bir mağaraya dönüşmüş durumda. Anemas Zindanları’yla ilgili başka birtakım varlıklarımız var. Sultanahmet Meydanı’nın altında bir hipodromumuz var. O hipodromun varlığı bırakın gelen turisti, kentliler tarafından bile bilinmiyor. Bu alanlarda yapılabilecek bir sürü iş var. Mesela Haliç kıyılarını ele aldık. Haliç Altın Boynuz destinasyonunda kıyıda yaya yeri, toplu taşıma tramvay sistemi ve mümkünse Sultanahmet’e bağlanabilecek bir sistem olsun diye çalışıyoruz. 


Adalar’da çalışmaya başladık. Adalar’da genel bir kentsel planlama çalışması yapmaya, bu tür konuları ele almaya başladık. Kadıköy Meydanı, Taksim Meydanı vb. diğer alanlarda yapılabilecekler üzerine çalışıyoruz. Bunları yaparsak potansiyel artar, ama herkesin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi ve stratejilerini hazırlaması gerekiyor.  


Kentin genel stratejileri nedir? Biz bundan sonra hangi roller içine gireceğiz? İlkelerimiz nelerdir? Kentlerin kendi vizyonlarına sahip olacakları, kendi eylemlerini üretecekleri bir norm sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bence pandeminin turizme verdiği önemli bir ders var. Turizm sektörü, merkezi hükümete olan bağımlılığıyla aslında ne kadar kırılgan ve güçsüz bir yapı olduğunu gösterdi. Ben bu kadar büyük bir sektörden 13-14 milyon ziyaretçiye ve 15 milyar dolarlık gelire sahip İstanbul için bakanlık nezdinde bu tür krizleri yönetecek akıllıca kurgulanmış bir yapı, stratejik bir bakış açısı olmasını beklerdim. Zamanında bomba patladığında da turizm düştü. Dolayısıyla bu krizleri atlatabilecek bir deneyim olması gerekir diye düşünüyorum. Bu anlamda işbirliği içinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Merkezi hükümette kim olursa olsun, kendi geleceğine sahip çıkacak bir sigorta, bir önlem ya da destek politik kurgu mekanizması olması gerekir. 


Bu iş, bugün kazanıyorum işler yolunda, yarın zor gün gelince bana destek verin şeklinde olmamalı. Kazandığı iyi günden, kötü güne ayıracak, kendini bütçelendirecek ve dinamik kılacak bir yapı kurulması lazım. Bu anlamda turizm sektörü, aslında içindeki insan kaynağıyla oldukça kaliteli bir sektör, yapabilecek gücü de var, ama her ülkenin genel alışkanlıklarından kaynaklı kırılganlığı da söz konusu. Şu anki tablo da bunun somut bir örneği oldu. Turizm sektörünün kendi yapılanmasını gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum.


Pandemi ve iklim krizi, tam da bu konuya işaret ediyor. Çünkü biz, tesisler, deniz ve kumsal varsa her şeyi hallederiz sanıyorduk. Oysa böyle olmadığını görüyoruz. İnsanların artık başka talepleri olduğunu görüyoruz. Bu konuda yerel yönetimlerin nasıl bir inisiyatifi olabilir? Bu bağlamda İstanbul’un acil eylem planı nedir? Değişen seyahat pratiklerini değerlendiriyor ve buna hazırlık yapıyor mu?


BAHATTİN YÜCEL: Ben sektörün, özellikle bakanlığın bu konuda yetersiz kaldığını düşünüyorum, hatta kibarca ifade edecek olursak, henüz yeterli hareketliliğe geçmediğini düşünüyorum. Pandeminin ortaya çıkardığı bu sonuçlar, ciddi ve kökten bir değişikliğin zorunlu olduğunu gösteriyor. Kökten değişmek lazım. Bir kere şunu söyleyeyim. Bu süreçte sadece pandeminin de etkisi yok, dünyadaki değişimin kaçınılmaz sonucu. 100 yıldan daha yaşlı tur operatörleri, finansal enstrüman üreten kuruluşlardır. Havayolları şirketleri, kiralık oto işletmelerinin en ünlüleri, en büyükleri, en fazla müşteri portföyüne sahip olanları iflas etti, kapandılar. Bugün yoklar. Bu, şunu gösteriyor bize. Şu anda bölgede finans üreten ülke tüketicisi Almanlar’dır. Almanların da büyük operatörleri ya iflas etti ya büyük zorluklarla karşı karşıya kaldı. Uzun ve orta vadeli kamu yardımı almazlarsa, risklerini karşılamaları, hayatlarını sürdürmeleri söz konusu değil. 


Kitle turizminin yerini insanların bireysel kararlarıyla belirleyeceği yeni bir dönem alacak. Bunun birkaç tane özelliği ve yerele düşen ciddi fonksiyonlar var. Bunlardan biri, insanların kontrol edebilecekleri büyüklükte, hijyenik koşullarda, güvende hissedecekleri alanda tatil yapması. Yani daha küçük ölçekli tatil köyleri, siteler söz konusu olacak. Türkiye’nin uyuyan bir potansiyeli var. Vergi kanunlarında gerçekçi ve hızlı değişiklik yapılırsa, ikinci konutlar yeniden ekonomik fonksiyonlara kavuşabilir. 600.000’in üzerinde ikinci konutumuz var. Bunun aşağı yukarı 400.000’i kıyı bandında, bu çok önemli. Ortalama dört kişiyle çarparsak, birdenbire muazzam bir yatak kapasitesi çıkıyor. 1.6 milyon yatak, ciddi bir rakam. İnsanlar buna yönelecek. Bu aşamada da yerel yönetimler öne çıkacak. Çünkü bütün hizmetlerin denetlenmesini, sınıflandırılmasını, sürdürülebilir standart hizmetlerin verilmesini sağlayacak kurumlar, yerel yönetimlerdir. Yerel yönetimlerin sektörle, sektörün bileşenleriyle, paydaşlarıyla bir araya gelerek bu konuyu ele alması ve harekete geçmesi gerekir. Bu, tartışılan bir konu. 


Pandemi sürecine ilişkin varsayımlarla 2025 yılında 2019 koşullarına dönülebileceği düşünülüyor. Şimdi 2021’deyiz. Önümüzde dört sezon var. Öyle düşünelim. Özcan Bey, güzel değerlendirdi, insanlara yanlış bilgi vererek umutları yeşertmek siyasi bir model ve yönetim biçimi olamaz. Yapmamız gereken, dünyadaki bu gelişme karşısında Türkiye açısından da herkesle eşit durumda olduğumuzu gösterecek biçimde davranmak. Yunanistan, bu konuştuklarımızı yaşadı. Bu konuları 1.5 yıldır konuşuyoruz.


İstanbul, bireysel turizm açısından insanların seçeceği yerlerin başında geliyor. İstanbul, bir mücevher, fakat biz o mücevheri çok yonttuk, değerini de düşürdük. İstanbul hâlâ direniyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni yönetimi böyle bir atılımı gerçekleştirmek için çalışıyor. İstanbul’un yeniden iyi bir çekim merkezi olacağını düşünüyorum. Ama bunu yaparken dikkat etmemiz gereken şu: Bunu turistler için yapmamalıyız. Bunu İstanbul’da hep birlikte yaşayan İstanbullular için yapmalıyız, turistler de bu standartlara istediği zaman gelir, katılır. İnsanlar, ulaşımda kolaylık yaşarsa, sağlık koşullarından emin olursa, yediği yemeğin, kaldığı otelin, yaptığı alışverişin, gittiği müzenin uluslararası standartta olduğunu görürse zaten gelir. Hizmeti belli standartlarda veya yerel yönetiminin patronajında düzenlersek, sürekli ve sürdürülebilir hâle getirirsek İstanbul’un dünyada rekor kırmaması, daha iyi olmaması, daha fazla talep almaması için hiçbir neden yok. İstanbul, -çoğunu bildiğim ve biraz da ilgilendiğim için söylüyorum- ne New York’la ne Londra’yla ne Paris’le kıyaslanabilir. Biz şimdiye kadar onu yok etmek için elimizden geleni yaptık. Umarım bundan sonra kurtarabildiklerimizle farklı ve nitelikli bir turizm destinasyonu hâline getirebiliriz İstanbul’u.


ÖZCAN BİÇER: Çanakkale’den bir örnek vereyim. Anzaklar, geçtiğimiz yıllarda 30-40.000 kişi gelip, bir hafta kalıp, sabah güneş doğarken törenlerini yaparlardı. Arada bir-iki tanesi alkol almış da, öteki de kavga etmiş diyen merkezi hükümet tarafından Anzakların alkol almasına yönelik yasak getirildi. Şu anda -geçen yıl itibarıyla söylüyorum- buraya gelen kişi sayısı, sekiz. Turizm, yerel bir kavramdır. Merkezi hükümet tarafından genel ilkeler getirilir, ama zenginliğin yaratılmasındaki gerekli çaba yerelde birikir ve bunun sahibi yereldir. Tüm dünyanın yerel dinamikleri güçlü kullandığı bir dönemde merkezi hükümet oturup da ben her şeyi bilirim, her şey benden sorulur kafasıyla özellikle turizm gibi çeşitlilik ve zenginlik içermesi gereken bir sektör konusunda rol almaya kalkarsa -Turizm Teşvik Yasası adı altında mecliste olan yasa taslağı gibi- korkunç durumlarla karşı karşıya kalırız.  


BAHATTİN YÜCEL: 2006’da çıkarılan yasada değişiklik yaparak turizm işletmelerini, daha doğrusu yerel yönetimlerin elindeki turizmle ilgili bütün her şeyi almaya çalışıyorlar. 


ÖZCAN BİÇER: Belediye plajının yönetiminde bundan sonra bakanlık söz sahibi, siz anlayın artık.


BAHATTİN YÜCEL: Dünya yerelleşirken Türkiye’yi merkezileştirmeye çalışıyorlar. Facia bu.


ÖZCAN BİÇER: Orman Bakanlığı’ndan bir yer kiralamak istiyorsanız bundan sonra Orman Bakanı’na sormayacakmışsınız. Son 20 yıldır Türkiye’de dikeyleşen yönetim yapısı, turizm sektörünü mahvediyor. Çünkü turizm sektörü, yatay bir yapıdadır. Dünyanın her yerinde böyledir. Turizmin dikeyleşmesi, turizmi yok ediyor. Pandemiyle birlikte “Mass Turizm” denen turizm türünün sürdürülebilir olacağını da düşünmüyorum. Daha bireysel, doğaya yakın, çevresel unsurlara dikkat eden bir turizm dalgası geliyor. Bunun karşısında da alternatif yaratacak bakış açısının olduğunu düşünmüyorum. Büyük bir hata yapıyorlar. 


Merkezi yönetim, özellikle kıyıların olduğu yerdeki rant alanlarına göz dikiyor, bunu hepimiz biliyoruz. Bu yasa değişikliğinin altında da bu var. Peki yerel yönetimlerin tepki vermelerinde de bir sıkıntı var mı sizce? Merkezileşme, yerel yönetimlere elindeki yetkileri kaybetme korkusu yaşatırken uzlaşma için zorlayan bir Demokles Kılıcı mı? Bu nasıl aşılabilir? 


ÖZCAN BİÇER: Yerel yönetimler, turizm sahasında yetki anlamında pek söz sahibi değil. Yerel yönetimlerin kapasitelerinin ve yetkilerinin sınırlı olmasından kaynaklı bir sorun da var. Örnek vereyim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde turizm şu an bir müdürlük üzerinden yürütülüyor. Bütçesi sınırlı, 10-15 kişilik bir müdürlükten bahsediyoruz. Dolayısıyla hem yetki hem insan kaynağı hem de finansman sorunu var. Küçük ölçeklerdeki turizm, belediyenin temel işlerinin dışında bir konu gibi görünüyor. İlçe belediyesi belki biraz daha yakın olabilir. Çünkü ilçe belediyesi en azından bir otele vs. ruhsat verebiliyor, ama büyükşehir belediyesinin dışında kalıyor, bunu da söylemek zorundayım. Biz, İstanbul’da yaklaşık 300 insanın içinde olduğu platformu aslında tam da bu eksikliğin farkında olarak kurduk. Yani belediyenin yetki alanında olmayabilir, ama ilgi alanında olmak zorunda. Bu kentte olan biten, gelen misafirlerin yaşadığı deneyimler bizim kentimizin de imajını etkiliyor. Yeri geliyor bizim kentsel yaşamımızı, trafiğimizi etkiliyor. Dolayısıyla bu işe ilgi duymamak, bu konuyu izlememek, bu konuda sektörün hâlini anlamamak mümkün değil. O yüzden harekete geçtik. Diğer kentlerde de hareket olduğunu düşünüyorum. İzmir, yanlış bilmiyorsam, geçen yıl bir daire başkanlığı kurdu. İzmir Vakfı’nın üzerinde bir aplikasyon geliştirdiler, İzmir’le ilgili turizm geliştirme stratejisi yayınladılar. 


BAHATTİN YÜCEL: İzmir’in çalışmaları önemli, ama alacakları sonuçla değerlendirmek daha doğru olur. Mesela Çeşme yarımadasıyla ilgili yeni bir işgal planı uygulanıyor. Böyle bir hazırlık var. 


ÖZCAN BİÇER: Teşvik Yasası, muhtemelen içerdiği, kullandığı araçlar itibarıyla o projenin revize edilmesi için özellikle çıkarılmak istenen bir yasa. 


BAHATTİN YÜCEL: Çeşme yarımadasıyla ilgili konu gündeme geleli bir yıl oldu. Ben karşı çıkmıştım. O zaman örgütlü bir biçimde karşı çıksalar, bunu bir yatırım değil, yağma girişimi olarak değerlendirselerdi o bölgedeki halkın desteğini de alırlardı. Haziran ayında İzmir’de bir toplantı olacak. O bölgenin katılımıyla karşı çıkılacak. Çünkü istenen, 20 tane golf alanı, yat limanları gibi projeler. O bölgenin ilgi çekmesinin temel nedeni, günümüze kadar korunmuş olmasıdır. Bunu ortadan kaldırmak demek, oturma ve yapılaşma izni demek, orası elden çıkar. Yapılması gereken, herkesin ortak malı olan doğal güzelliklerin rant hedefiyle bozulmasına karşı çıkmak. Bu, bir sorumluluk. O bölgedeki yaşam biçimine duyulan tepkiyi de dikkate alarak değerlendirmemiz lazım. Ben, bölgede yaşayan insanların bu yağmaya karşı çıkacaklarına inanıyorum. Çeşme yarımadası projesine karşı çıkmak, sadece o bölgede yaşayanların değil, hepimizin boynunun borcu. Bu, bence İzmir’in de en önemli işi. 


İstanbul’un acil eylem planı nedir? Kentler, özellikle iklim krizi ve pandemi vesilesiyle her şeyi gözden geçiriyor. Kent turizmi önemli bir yer tutuyor. İstanbul’un gelecek projeksiyonunda ne var?


ÖZCAN BİÇER: Acil kısmında biz bu yıl bir şey olacağını düşünmüyoruz. 2022’yi açılış sezonu olarak görmeye başladık. Gelecek sezonun açılışına yönelik ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Önümüzde birtakım fırsatlar var. Mesela İstanbul, UNESCO tarafından ilan edilmiş “Dünya Tasarım Kenti” unvanına sahip. Bu, pandemi yüzünden ertelendi. Bu yıl olacaktı normalde. Alınan global kararlarla bir sonraki yıla aktarıldı. Dolayısıyla bir sonraki yıl, kültür aktivitelerinin, tasarımla ilgili aktivitelerin önde olduğu, tasarım merkezi gibi altyapıların, tesislerin açılacağı bir yıla giriyoruz. Bunun da turizmde bir karşılığı olur mutlaka. Çünkü UNESCO Tasarım Kenti olan bir kent, normal zamanlardan daha çok ilgi çekiyor.  Bu süreç için hazırlık yapıyoruz. Bir taraftan bir tasarım merkezi yapılıyor. Öte yandan, kentin nerelerinde tasarım odaklı farklı işler yapılabilir, projeler geliştirilebilir diye tasarım ekosisteminin içinde olduğu bir çalışma başladı. Bunu bir fırsat olarak görüyoruz ve değerlendirmek için elimizden geleni yapıyoruz. 


Taksim Meydanı, Kadıköy Meydanı, Üsküdar’da Salacak Sahili, Haliç kıyıları, Yenikapı dolgu alanı, Yedikule Gazhanesi, Hasanpaşa Gazhanesi, Karasuları gibi projelere İstanbul Turizm Platformu eklemlendi. Eklemlendiğimiz için o projelerin standart bir kentsel alan düzenlemesinin yanı sıra turistlere hitap edecek normlarla geliştirilmesi, uygun altyapılarının olması için de gözden geçiriyor, geliştiriyoruz. Bulgur Palas da geliştirmeye çalıştıklarımızdan bir tanesi. Rum Yetimhanesi’nin restorasyonu içerisindeyiz. Dolayısıyla standart kentsel işleri turizm tarafından zenginleştirip gelecek yıla turistin de en üst seviyede yararlanacağı bir normda olması için çaba gösteriyoruz. 


Büyükşehir belediyesini uluslararası iletişim ağlarına dahil etmeye başladık. Gastronomi, engelsiz turizm vb. uluslararası ağlarda görünür olmaya başladık. Bu üyelikler biraz vakit alıyor, onlar tamamlandı. O tarafta ilerledik, turistlerin görebileceği referansların, ağların paydaşı hâline geldik. 


Dediğiniz gibi, iklim krizi ve pandemi sonrasındaki davranış biçimleri bireysel turizmin öne çıkacağını gösteriyor. Bu anlamda karavan camping, karavan parking, doğa içinde grand parking denilen yeni turizm türlerini inceliyoruz. Yenikapı, Maltepe gibi yerlerde belirli alanları karavan parking için, bizim yeşil alanlarımızda kalan Büyükçekmece, Sarıyer bölgesindeki alanı karavan camping için ayırmak gibi bu turizme yönelik altyapılar geliştirmeye başladık. Bunlar bizden önce yapılmamıştı. Kendi içimizde de turizm aplikasyonu çalıştırmaya başladık. 


İstanbul’da yaklaşık 35.000 kültür envanteri, varlığı var. Bu varlıkların nerede olduğu biliniyor, ama kimin için ne anlam ifade ettiği bilinmiyor. Mesela Ortodoks bir Ukraynalı geldiğinde patrikhaneye bağlı olduğu için öyle yerler görmek istiyor. Ama bununla ilgili bir ayrım, bu varlıkların nerede olduğuna dair bir sunum yoktu. Onu fark ettik. “Turistten Bul” adında turistik aplikasyon geliştirmek için yapılanıyoruz. Turistin kente geldiği andan itibaren hem bizim İstanbul kartın mobil versiyonu üzerinden bir turist kartı için ödeme sistemlerine sahip olacağı hem de ihtiyaç duyacağı zamanlarda ve alanlarda dijital hizmet alabileceği -Bahattin Bey’in önerisiyle başlattığımız, eğlence restoranlarının da içinde olduğu- bir kalite programı. Tesislere gittiğinde orada kendi istediği standartlarda hizmet alabileceğine dair bir akreditasyon programı diyelim buna. Gittiği yerde yabancı dil bilen, servis kalitesi ya da engelli hizmeti standartlarını da içeren bir programla entegre edeceğiz. Sonuçta gelen turist istediği kalitede, hesapta yanıltılmayacağı, alacağı serviste belli bir kaliteyi yaşayacağı mekânları bulabilecek. Bir de “emergency” kısmı koyuyoruz. Bir turist, başı belaya girdiğinde nereyi arayacağını bilmiyor. Bu aplikasyon üzerinde acil durumlar için bir işlev olsun istiyoruz. Yani dijital bir platform da geliştiriyoruz. Bu da büyük bir iş. 


Sonrasında sektörle dikey çalışan yapıları işbirliğine, birlikte çalışmaya, ortak proje yapmaya çeken bir yapıyı koordine etmeye çalışıyoruz. Hatta en zor yaptığımız iş bu. Çünkü bu, bakış açılarında değişim gerektiriyor. Şimdiye kadar yapılan işleri, farklı şekilde ele almanızı gerektiriyor. Az önce dediğimiz gibi, yetki sınırları olan bir belediyeyle her şeyi yapmak mümkün değil, ama insanların bir araya gelmesiyle doğacak gücün ne kadar önemli olduğunu insanlara ve kurumlara hatırlatmamız gerekiyor. Biraz o tarafta çaba gösteriyoruz. 


Kentte turistik bir harita yok. Engelli bir insan kente geldiği zaman içine gireceği binanın nasıl olduğunu bilmiyor. Mesela görme engelliyse dokunabileceği bir maket koymanız gerekiyor, içine girmeden hiç olmazsa elleriyle dokunarak hissedebilsin diye. Bunlar, mikro projeler, o tarafta da çalışıyoruz. 


Tarihî yarımadada sirkülasyonla ilgili sorunlar gördük, otobüsler bir yerden giriyor, bir yerden çıkıyor, nereye park ettikleri belli değil. Tarihî yarımadada turistik bir ulaşım planı yapmaya başladık. Bundan sonra tüm operatörlerin rahat edeceği, kimin nasıl davranacağını bileceği bir düzen getirmeye çalışıyoruz. O çalışma başladı. Eskiden kalma turizm master planımız var, 12.000 sayfalık bir rapor. Kentte pek bir işe yaramamıştı. Biz, sektörle birlikte ortak kararların alındığı bir master plan yapıyoruz. Ona başlıyoruz. Burada da her sektörün birlikte davranacağı, karar alacağı, taşın altına elini birlikte koyacağı, yeri geldiği zaman yatırım için dahi aksiyon alabileceği bir normda olması için düzenliyoruz. Belediye tarafından yapılıp sektöre sunulan akademik bir çalışma değil, gerçekten işe yarayan bir iş planı istiyoruz. O konuda da sektör bize destek oluyor. Bu konuyu çalışıyoruz. 


114 tane proje var. Bu 114 projeyi İstanbul Turizm Platformu’na sorarak derecelendirdik. Yani acil olanlar, önemli olanlar, acil olan ama önemli olmayanlar hangileri diye sorduk. Dolayısıyla sektörün de bu projeleri aşamalandırmasına imkân verdik. İç programımız da biraz oradan çıkıyor. Bu fikirleri idareyle test ediyoruz. Yatırımlara, insan kaynaklarına ve önümüzdeki düzenlere ilişkin karşılaştırmalara, örtüşmelerine bakıyoruz. Sonra projeler kendi kendilerine mobilize olmaya başlıyor. 


Mesela İstanbul’da bir helikopter turu yok. Bu turla ilgili bir analiz çalışması yaptık. Nerede yapabiliriz böyle bir şeyi? Hiç olmazsa Galata Port’la bağlantılı olarak kısa süreli gelen turistin kent üzerinde bir tur sahibi olabilmesi, kenti en azından yukarıdan da olsa görebilmesi için. 


Rotalar çalışmamız var. İstanbul’daki tüm doğal rotaları, gastronomi rotalarını, kültür rotalarını, inanç rotalarını ayrıştırıyoruz. Bu çalışmayı İstanbul Rehberler Odası’yla yapıyoruz. 


Tarihî yarımada da önceki dönemden Ulaşım, Trafik Komisyonu tarafından açıklanan birtakım yayalaştırma kararları var. Bunlar turiste yönelik idari karar olarak alınmış, ama kentin içinde bu alanlarla ilgili hiçbir düzenleme yapılmadığı için bölük pörçük kâğıt üzerinde duruyordu. Şimdi onları birbirine entegre eden, biraz da tarihî yarımadada yaya ve bisiklet odaklı, hatta dizel yakıtlı araçların giremeyeceği, elektrikli araçların girebileceği bir mekânsal düzenlemeye de başlıyoruz. O da önemli, çünkü onlarca yıldır alınmış kararlar ve hiçbir şekilde uygulanmamış nedense. Kültür varlıkları tarafında belediyeye ya da tüzel kişilere ait, deprem riski yüzünden şimdiye kadar hiçbir şekilde belgelenmeyen, dijital belgesi yapılmayan varlıklar olduğunu saptadık. Onları belgelemeye çalışıyoruz. Turizm tarafındaki hazinemiz, kültür varlıkları. Bir deprem olursa, onları yeniden yapabilecek, restore edebilecek bir dijital belgeleme sürecinin tamamlanmasını düşündük. 




Önerilen Haberler