"Benim iki büyük eserim var; biri Türkiye Cumhuriyet'i diğeri Cumhuriyet Halk Partisi."

Oktay Özel: Önleyici Koruma Kavramı, İstanbul Gibi Tarihî Kentler İçin Hayati Önemde

  • 12 Temmuz 2021

OKTAY ÖZEL

Kültürel Varlıklar Daire Başkanı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi


Yaşlanan kentler ve atıl alanlar konusu özellikle Avrupa’da ele alınıyor. Bu alanların bir kısmı endüstriyel miras olsa da, anladığımız anlamda tarihî değer taşımıyor. Bu kentlerden biri de İstanbul. Atıl alanların kamuya yeniden kazandırılması konusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin politikalarını ve çalışmalarını anlatır mısınız? İstanbul’da bir envanter var mı?


OKTAY ÖZEL: İstanbul’daki kültürel miras konusu oldukça geniş kapsamlı. Farklı nitelikte birçok kültürel miras alanı/eseri var. UNESCO, somut olmayan kültürel mirasın korunmasına yönelik çeşitli adımlar attı. Bu konu, korumacıların gündeminde merkezî bir konuma yerleşecek. Koruma, kültürel miras ve kent ölçeğinde tarihsel değerleri yaşatma konuları çok katmanlı. Bir kültürel mirasa nasıl müdahale edilir? Nasıl yaşatılır? Nasıl korunur? Hepsi ayrı bir uzmanlık gerektiriyor. Öncelikle kent nelere sahip bunu bilmek lazım. Bu da envanterle mümkün. İstanbul’da fazla sayıda kültürel miras eseri bulunuyor. İBB’de, Kültür Daire Başkanlığı’nda sadece bu işi yapmakla görevli bir müdürlük var: Kültürel Miras Müdürlüğü. Kültürel Miras Müdürlüğü, İstanbul’daki somut ve somut olmayan kültürel mirasın envanterini çıkarıyor. Somut olmayan kültürel mirası da dahil edecek şekilde süreci genişlettik ve ciddi bir aşamaya getirdik. Somut 35.000 eserin kültürel miras envanteri yapıldı. Kale, sur, çeşme, cami, sivil mimari eserler ya da sanatsal eserleri de içerecek geniş kapsamlı çalışma yapıldı. Bu çalışma yakın zamanda yazılı ve görsel olarak dijital platformda paylaşılacak. İstanbul’a ait envanter çalışmasını ilçe belediyeleriyle, Kültür Bakanlığı Koruma Bölge Kurumları’yla, Vakıflar Genel Müdürlüğü’yle, talep eden diğer kurumlarla paylaşıyoruz, paylaşmaya da devam edeceğiz. Bu envanterin devamlı yenilenmesi gerekiyor. Envanterin ve kültürel mirasın mevcut durumunu değiştirecek birçok faktör var: Yıpranmalar, yıkılmalar, afetler. Dolayısıyla oluşturduğumuz ekip, envanteri sürekli güncelliyor, bu güncel verileri kamuoyuyla, bilim camiasıyla paylaşıyor. Konuyu envanterin çıkarılmasıyla sınırlı tutmak mümkün değil. Kritik faktör, envanterin varlığıyla eserlerin sürdürülebilir şekilde korunması ve yaşatılması. Bu, önemsediğimiz bir konu. Mahir Bey’in daire başkanlığı döneminde bu konu hakkında yoğun bir şekilde çalışıyorduk. Daha sonraki süreçte de bütün mesaimizi hemen hemen buraya odakladık. Ekrem İmamoğlu’nun da vizyonunda bu var.  İstanbul, yaşayan, tarihiyle, tarihî sokaklarıyla dünya kültür turizmi için önemli ve bütünlüklü bir kent olacak. 


Bu alanda çalışan ekipten bahsetmem gerekir. Kamuoyunun yakından bildiği İBB Miras ekibi. İBB Miras ekibi, bir restorasyon ekibi değil. 191 kişiden oluşuyor. 191 kişinin önemli bir kısmı tarihî camilerin temizliği aşamasında çalışıyor. Hepsi alanında uzman. Bir kısmı İstanbul’un kör bir sokağında yok olmaya yüz tutmuş bir çeşmenin onarımında çalışıyor. Bir kısmı da Rumeli Hisarı’nda restorasyon yapıyor. Bir yandan Çatalca’da tahrip edilmiş bir kale kalıntısında güvenlik önlemi alıyor. Bir yandan da Kasımpaşa’da bir türbe duvarındaki kötü muameleyi ya da tarihî yapılara atılmış çöpleri temizliyor. Ekibin önemli bir kısmı buralarda çalışıyor. Esas önemli olan kısım, bu müdahalelerin sürdürülebilir şekilde takibini yapan bir ekip. Az önce bahsettiğim envanter çalışmasını yapan ekip de bu ekiple iletişim kuruyor. Bu ekip, İstanbul’u üçe böldü, 18 ayrı rota çıkardı, haftanın altı günü üç ayrı bölgede, 18 ayrı rotada, yaklaşık 1.200 somut noktada çalışıyor. Bu rakamlar, gelen ihbarlarla, sosyal medyadan yapılan başvurularla artıyor. 


Ekipler, gözleme gittiklerinde tahribat görüyorsa müdahale ediyor. Daha kapsamlı onarım yapılması gereken konularda diğer ekipleri olay yerine çağırıyor. Böylece İstanbul’daki tarihî alanların sürdürülebilir bir şekilde korunmasına yönelik altyapı da oluşturmaya çalışıyoruz. Bu, daha önce denenmiş bir uygulama değil. 


Türkiye’deki korumaya yönelik geçmiş tecrübeler daha ziyade “Son aşamaya kadar bekleyelim, tahribat artsın, yüklü bir ihaleye çıkalım, bir yüklenici gelsin, yükleniciyi sıkıştıralım iki-üç yılda restorasyonu hızlıca bitirsin, idareye teslim etsin, kullanıma açılsın,” şeklinde olmuş. Sonra da sahipsiz eserler yumağı oluşmuş. Çok sevdiğim küçük bir müdahale örneğini sizinle de paylaşmak isterim. Tarihî Beyazıt Camisi’ni ya da Süleymaniye Camisi’ni düşünün, Türkiye’deki en nadide sanat eserlerinden, mimari eserlerden ikisi. Bu eserlerin tahribatı -deprem, afet gibi konuları saymazsak- aslında küçük sebeplerden oluşur.   Kubbesindeki bir oluktaki yaprakların tıkaması sonucunda yağmur suyunun içeriye sızması çok basittir. Bir karganın ceviz atması sonucu kurşunun delinmesiyle içeriye su alır. Kolay müdahale edilebilen durumlardır, ama bu kültürel miras eserleri sahipsizdir. Duyarlı insanların inisiyatifiyle bugüne kadar belli aşamalara gelmiştir. Yine diğer önemli bir örnek: İstanbul’un sokaklarını süsleyen çeşmeler. Çoğunun suyu akmaz, insanlar bu alanları park ve çöp alanı olarak kullanır. Bu eserleri İBB Miras ekibiyle düzenli gözlemliyoruz. Önleyici koruma kavramlarını da içerecek şekilde ele alıyoruz. İstanbul’daki atıl alanları nasıl dönüştürebiliriz, gelecek nesillere sağlıklı olarak nasıl aktarabiliriz konuları üzerine çok düşündük. Ekibi oluşturma sebebimiz de bu. 191 kişinin tamamı İBB çalışanı. Hepsi liyakatıyla, eski eser konusundaki tecrübesiyle bu ekibe dahil oldu. Özveriyle çalışıyorlar. Onlar, İstanbul’un kültürel miras muhafızları. Her yerdeler. Bu ekibi geliştirmek, temel hareket noktamız. Önleyici koruma, özel bir kavram. Geçmiş yıllarda UNESCO’nun özellikle kara surlarıyla ilgili yaptığı toplantılarda vurguladığı bir kavram. Bu kavram, dünya kültürel miras korumacılığında sıklıkla dile getirilmiş. Önleyici koruma kavramıyla şunu yapmak istiyoruz. İstanbul’un gerçek sahipleri bu eserleri sahiplenmeli. Önleyici koruma ekipleri ve sivil inisiyatifler olmalı, bu eserlere gözü gibi bakmalı, gelecek nesillere sağlıkla aktarmalı. Bu eserleri önleyici koruma teknikleriyle sürekli gözümüzün önünde tutalım ki, bu eserlerde tahribatlar oluşmasın, oluşacaksa da uzun yıllarda olsun. 50 yılda bir, 20 yılda bir bu eserlere büyük restorasyon müdahaleler yapmak yerine 100, 150, 300 yıl gibi zamanlara yayabilelim. Çünkü bu eserlere her dokunuş bir tahribat. Kirlenmiş bir duvar görüyorsunuz, dışarıdan bir bakışla diyorsunuz ki: “Bunu da nasıl temizlemezler?” Temizlenmeli, ama kumlama dediğimiz teknik, o taşın üzerinden bir patina almaktır, 2,3 milim bir patina alıyorsunuz. Bunun sürekli ve belli rutinlerde devam ettiğini düşünürseniz, taşın özgün yapısına müdahale etmek ve kesitini daraltmak demektir. Önleyici koruma kavramı, İstanbul gibi tarihî kentler için hayati önemde. 


Bildiğimiz “tarihî eser” kapsamında olmayan endüstriyel mirasların işlevli hâle getirilmesine yönelik nasıl bir yol izleniyor?


OKTAY ÖZEL: Önümüzdeki hafta Hasanpaşa Gazhanesi’nin açılışı var. Gazhaneyle ilgili dönüşüm hikâyesi bize yol gösteriyor. İstanbul’daki kent kültürünü gösteren alanlar, UNESCO Kültür Miras Alanları önemli, ama biraz da utandığımız konular. Girmeye çekindiğimiz alanlar. İstanbul’da dört tane Dünya Miras Alanı var. 1986 yılında listeye girmiş. Zeyrek, Süleymaniye yani İstanbul’un göz bebeği olması gereken alan. Süleymaniye miras alanına gidemiyorsunuz. Gidince kafamız yerde dolaşıyoruz. Ne yazık ki, çöküntü alana dönüşmüş. Geçtiğimiz hafta bir yangın çıkmış, bir bina çökmüş. Kendi kendine çöken binalar sahipsiz kalmış, hayalet alana dönüşmüş, gece saatinde giremediğimiz yerler. Zeyrek de öyle. O kadar ağır faaliyetler yürütülmüş ki, Zeyrek’i tanımak mümkün değil. Sultanahmet ve çevresi, turistik bir alan olması nedeniyle korunmuş, ancak orada da bu tarz bir örnek var, yakın zamanda çalışmaya başladık. Bukoleon Sarayı hayaletti. Yüz binlerce insanın sahil yolundan geçerken bakıp fark edemediği bir alan, çevresi ve kara surları. Kentin göz bebeği bir alan. 1986’dan beri miras listesinde bulunuyor. 30 yıldır hiçbir şey yapılmamış, yok olmaya, çökmeye bırakılmış. Göreve başladığımızda sabaha karşı bir burcun kendiliğinden çöktüğü haberine koştuğumuzu hatırlıyorum. Müdahalesiz, başıboş bırakılmış, insanlar yakınından gidemiyor bile. Tel örgülerle çevrilmiş, demir kapılarla kapatılmış. Kentin merkezinde, miras alanında olan bir yapıya yapılmaması gereken müdahaleler yapılmış. Bu alanlar, dünya mirası listesine girmeli. Eyüp Sultan hazine alanı, mezarlığı, Pierre Loti, Adalar vs. daha birçok alan var. 


Miras kavramanı genişletmek ve çalışmaları ilerletmek, asli görevimiz aslında. Bu görev sadece İstanbul tarihi için değil, Avrupa tarihi için de önemli. Yarımburgaz Mağarası. 400.000 yıl öncesine ait insan kalıntılarının olduğu düşünülen bir alan. Şu an gidemezsiniz. Gitseniz, içeri girseniz, arabanız darp edilir ya da içeride neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Ayrıca her gün bir haber geliyor. İçeride kazı, define arayışları, tahribatlar vs. yapılan bir alan. Miras korumacılığı böyle. Yarımburgaz da insanlık adına sorumluluğumuz olan bir alan. Orayı da korumamız ve yaşatmamız gerekiyor. Korumak tek başına yetmez, ekip göndeririz, temizlenir, restorasyon yapılır, ama yine aynı duruma düşer. O alanları yaşatmamız da mirasın bir parçası aslında. 


İstanbul, tarihî değeri olan yapılarına bile sahip çıkmakta zorlanan bir kent. Oysa dünya endüstri devriminin mirasına bakıyor. Artık yakın tarih de bir tarih mirası. Bu mirasın içinde sadece yapılar yok, çevre, kültür ve sosyolojik yapı da var. Bu anlamda İstanbul, Türkiye için önemli bir kent. Sanayinin ilk girişimlerinin doğduğu bir bölge. Bomonti’nin olduğu yerler, Paşabahçe, Haliç ve Beykoz değerli endüstriyel tarihî eserleri barındırıyor. Bu konuyla ilgili neler yapılıyor? Soylulaştırılmış o bölgeler sadece bir semt adı olarak mı kalacak? 



OKTAY ÖZEL: Endüstriyel miras yapılarında da çalışmalarımız var, olmaya da devam edecek. Bunlardan en önemlisi, önümüzdeki hafta Cuma günü açacağımız Hasanpaşa Gazhanesi. Mekân, her detayıyla sosyal/kültürel dönüşüm hikâyesi. Geçmiş dönemde başlayan çalışmalara içerik açısından eklemeler yaptık. Restorasyon, %20-%30 seviyelerindeydi, hızlıca tamamladık ve alanı açıyoruz. Alanın çok yönlü birimleri var. İçinde iki tane iklim müzesi bulunuyor. Müze, fosil yakıt üretim merkezinin kontra bir bakışla dünyadaki iklim değişikliğine, ülkemizde ve dünyadaki kötüye gidişe dair bir hatırlatma mekânı. Çocuk Bilim Merkezi var. Burası da enerjinin dönüşümü, özellikle iklim üzerine bilgi içerecek eğlenceli bir mekân. Geçici sergi binası var. İlk sergi, Kent Üçlemesi adıyla fotoğrafçı Serkan Taycan’ın uzun yıllardır Kanal İstanbul çevresindeki dönüşümü belgelediği fotoğraflardan oluşacak. Alan, İstanbul Kitapçısı’nın, tiyatroların, açık hava alanlarının, restoranların, kafelerin yer aldığı, kültür faaliyetleriyle 24 saat yaşayan bir kültür mekânına dönüşüyor. Güzel bir örnek oldu. 


Yakın zamanda çalışma başlattığımız başka endüstriyel miras alanları da var. İstanbul’daki gazhaneler özel ve simgeleşmiş yapılar. Anadolu Yakası’nı aydınlatan Hasanpaşa Gazhanesi, Avrupa Yakası’nda Yedikule Gazhanesi, Dolmabahçe Gazhanesi, Kuzguncuk Beylerbeyi Sarayı’nı aydınlatan gazhane yapılarının önemli bir bölümü kısmen de olsa hayatta. 


Yedikule Gazhanesi’nde bir dönüşüm hikâyesi başlattık. Önümüzdeki hafta ihalesini gerçekleştiriyoruz. Kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatıyoruz. Her gittiğimizde yüreğim burkuluyor, ciddi hasar var. Çatı yok olmuş, duvarlarında çatlaklar var. Hasanpaşa Gazhanesi’nde olduğu gibi bir alan oluşturacağız. Yedikule Gazhanesi’nin bizim açımızdan önemi, kara surlarına komşu olması. Mermer Kule’nin hemen bitişiğinde. Yedikule Gazhanesi’nin içinde yer alacak olan müze, İstanbul surları için ziyaretçi merkezi olacak, açık hava müzesinin ilk noktasını teşkil edecek. Diğer bir gazhane yapısı, Dolmabahçe Gazhanesi.  Gazhane için hazırladığımız rölöveler kurul tarafından onaylandı. Şimdi bunu kurula bir restorasyon projesi olarak sunuyoruz. Gazometre yapısı kaldı bir tek, onu da ileteceğiz.  İstanbul’daki gazhanelere yönelik aktif çalışmalarımızlar gazhaneler hem yaşayacak hem gelecek nesillere aktarılacak hem de yaşayan bir mekâna dönüşecek. 


Eyüp’teki Feshane binaları da önemli endüstriyel miras alanları. Burada daha önceki dönemde tasavvuf müzesi çalışması yapılmış. Bu çalışmanın içeriğini yeniliyoruz, yeni vizyonla çalışmayı geliştiriyoruz, tasavvuf projesini devam ettiriyoruz. Restorasyon ilerledi. Çalışmaya başladığımızda fiziki gerçekleştirme, %2-%3 dolaylarındaydı. Şu anda %50’lere ulaştı. Bir yıl içinde orada kullanımı başlatmayı hedefliyoruz. Bu yıl açmak istiyoruz, ama çok geniş bir alan. Tamamen tasavvuf müzesi olmak için oldukça büyük. Dolayısıyla İstanbul Edebiyat Müzesi’yle birlikte ikili kullanım yönünde çalışmamız devam ediyor. Yine önemli endüstriyel miras alanlarından biri İSKİ’ye ait. Yakın zamanda İBB Kültür Dairesi’ne tahsis edilmiş bu iki önemli yap: Terkos tarihî alanı ve Cendere binası. İkisi de çok değerli kültürel miras eserleri. Özellikle geç dönem sanatsal yaklaşımı ortaya koyan etkileyici alanlar. Bu iki alanda çalışmalarımız devam ediyor. Cendere, birkaç ay içerisinde sanat galerisi olarak çalışmalarına başlayacak. Önemli isimler bu alanda çalışıyor. İlk sergisine başlayacak. Terkos’la ilgili çalışmamız devam ediyor. Orada İstanbul Su Tarihi Müzesi içeriğiyle bir doğa tarihi müzesi açılacak. Endüstriyel mirası alanlarından bir tanesi de Haliç Tersanesi. Bu, çok özel bir nokta.


Bu konular Haliç Port’la nasıl çözülecek?


OKTAY ÖZEL: Hemen miras alanının yanında rant açısından bir değerlendirmeyle nasıl bir hâle geleceğini, kültür, sanat, sosyal fonksiyonu olan düzenlemeyle port alanının nasıl yan yana duracağını göreceğiz. Haliç Port, devam ediyor. Orada yoğun bir ticari yaklaşım da söz konusu. Haliç Port’la ilgili diğer acı bir hatıra, karakol binasının birkaç gecede yok olması.  Ne yazık ki, böyle anacağız. Çünkü çok üzgünüz. İstanbul’daki kültür mirasını korumakla yükümlü en üst mercinin göz yumduğu bir yıkım olayı. Yakın zamanda herkes takip etti, eminim siz de takip ettiniz. Artık yok olmuş değerli bir mirastan, İstanbul ve Kasımpaşa için simgeleşmiş bir mirastan bahsediyoruz. Dolayısıyla sorumluluk hissediyoruz. Yetkili bakanlığın ve bakanlık koruma kurulunun da bu sorumluluğu hissetmesi gerekiyor. Yazık oldu. Bizim Haliç Tersanesi’nde yürüteceğimiz çalışmalarda tersane fonksiyonu devam edecek. Teknik tabirle Faz 1, Faz 2, Faz 3 diye tarif ettiğimiz, havuzların böldüğü alanlar var. İlk havuzla cadde arasındaki kısımda kalan, tarihî yapının da olduğu alanda kültür sanat fonksiyonu olacak, diğer alanlarda tersane faaliyetleri devam edecek. O alanda İBB tarafından restorasyon çalışmaları yürütülüyor. Orada da İstanbul Sanat Müzesi merkezi olacak.  İBB’ye ait bütün sanat eserlerinin, özellikle yakın zamanda İBB’ye kazandırılan Fatih portresiyle Kanuni portresinin de sergileneceği bir sanat müzesi olacak. İstanbul Sinema Müzesi, İstanbul Fotoğraf Müzesi, İstanbul Müzik Müzesi’nin yer alacağı bir strüktür vadisi olacak. Hemen karşısında yine endüstriyel miras olmayan ama ölmeye yüz tutan yapılar var. Kadir Has Üniversitesi’nin önünden başlayan, orta refüjdeki tarihî yapılar. Bunlar, bekâr odaları diye de adlandırılan Ceneviz Evleri. Bulgar Kilisesi’ne kadar devam eden altı tane yapıdan bahsediyoruz. Bu yapılar, strüktür çalışmalarıyla Haliç Tersanesi’ndeki İstanbul Sanat Müzesi’nin bir parçası olacak. Burada da restorasyon çalışmalarına başladık. Dolayısıyla Haliç Tersanesi’ndeki dönüşümle kent merkezinde kültür sanat fonksiyonuyla yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz.


Endüstriyel mirasın bir kısmı deniz hattında. Buralarda rant çok yüksek. Buradaki mevzuat ve sahiplik konularını nasıl çözüyorsunuz? Bir kısmı özel mülk, bir kısmı da merkezi yönetimin el koyabildiği alanlar. 


OKTAY ÖZEL: Mülkiyet sorunu, Türkiye’deki koruma anlayışının en büyük açmazı. Sadece endüstriyel miras için geçerli değil. İstiklal’e çıkıyoruz, oradaki Botter Apartmanı’nı düşünün. İstanbul’daki en önemli kültür mirası eserlerden bir tanesi mülkiyet sorununa kurban olmuş durumda. Aynı süreç endüstriyel mirası alanları için de geçerli. Ne yazık ki, 2008-63 mevzuatında mülkiyet odaklı bir yaklaşım var. Türkiye’deki ihale mevzuatının da mülkiyet odaklı bir yaklaşımı söz konusu. İBB’ye ait olmayan bir alanda bizim nakdi bir harcama yapmamız mümkün değil, yapamıyoruz. Ancak bu durum, oradaki eserlere sahip çıkamayacağımız anlamına gelmez. 2008-63’ün bize sağladığı imkânlar var. Koruma, Uygulama, Denetim Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı tarafından İstanbul’daki bütün tarihî yapıları denetlemekle yetkilendirilmiş denetmenlerden oluşuyor. Dolayısıyla bizim her yerde elimiz var. İstanbul’da yürütülen her türlü restorasyon çalışmasına dahil olmaya çaba gösteriyoruz. Denetleme faaliyeti yürütmek istiyoruz. Mülkiyet sahibi olsa da, bu eserler tüm insanlığa ait. UNESCO Kültür Mirası kavramı da bunu net olarak ortaya koyar. Türkiye, bu kavramlara imza atmış, ortak olmuş bir ülkedir. Dolayısıyla insanlık mirası olan eserlerin mülkiyetine bakılmaksızın yok olmasının ve tahrip edilmesinin önüne geçecek her türlü çalışmayı yaparız, yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. Bu alandaki en önemli argümanımız, 2008-63 sayılı koruma yasasının İBB’ye verdiği yetki. 


Buradaki kritik konu, kurumsal denetimimizin dışında toplumsal bir duyarlılık olması. İstanbullu büyük bir güç. 16 milyon insan, eserlerine, mirasına sahip çıkarsa kimse bu eserlere zarar vermeye cesaret edemez. Kişisel kullanımdan çıkar, kamusal alana dönüşür. Paşabahçe örneğini verdiniz. Beykoz’da vurgulamak istediğimiz örneklerden bir tanesi de Beykoz’daki silolar ve silolardaki atıl kalmış alanlar. Bunlar hem doğal alanlar hem de kültürel miras alanları. Silolarla ilgili yakın zamanda bir çalışma başlattık. Çalışmalarda kamusal alanı ön planda tuttukça özel sektör de bunu yapacaktır. İnsanlardan bu yönde talepler gelecektir. Bunu da biliyoruz, ama yapılan her müdahaleyi denetim elemanlarımızla, denetleme faaliyetlerimizle takip ediyoruz. Bunun da özellikle bilinmesini isterim.


Endüstriyel tarih için demiryolları ve garlar, demiryollarının geçtiği yerde oluşan kültürel değerler var. İstanbul, Sirkeci Garı ve Haydarpaşa Garı’yla önemli bir bölge. Buradaki ihtilaflarla, Haydarpaşa’nın ne olacağıyla, demiryolları rotasıyla ilgili bir girişim ve çalışma var mı? 


OKTAY ÖZEL: Haydarpaşa ve Sirkeci, az önce konuştuğumuz sorunun bir parçası. Mülkiyet konusu devreye giriyor. Ulaştırma Bakanlığı’nın yetkisindeki alanlar. Ancak Haydarpaşa’nın dönüşümü ve restorasyonu sonrasında başlayan arkeolojik kazı, mülkiyet konusunu da aşmış durumda. Oradaki buluntular, bildiğimiz tarihi aşacak ve yeni bir tarih yazımına götürecek. Hepimizi ilgilendiren konular. Biz de arkeolojik alandaki çalışmaları yakından takip ediyoruz. Bildiğim kadarıyla önemli verilere de ulaşıldı. Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü tarafından yürütülen bir kazı çalışması var. Daha önceki ihale süreçleri ve hukuki süreçler devam ediyor. Bir kazanım var. Bildiğim kadarıyla ihale iptal edildi. Biz de merakla kazıların sonucunu bekliyoruz. 


Sirkeci’yle ilgili banliyö trenin aktifleşmesi, hayal ettiğimiz ve beklediğimiz bir konu. Çünkü kara surlarında başlatacağımız çalışmayla, İstanbul’un yaşayan açık hava müzesine dönüşmesiyle alakalı önemli bir aşamayı oluşturuyor. İstanbul’daki tarihî mirasın yaşamasını isteyen herkesin bu konuya sıcak bakacağını biliyorum. Oradaki bürokratların da bu konuda hassasiyet göstereceğini düşünüyorum. Vakit kaybı yaşamadan o hattın yeniden aktif hâle getirilmesi, İstanbul tarihî hafızası açısından kıymetli olacak. 


Kara surlarının demiryolları güzergâhıyla birleştirilmesi, UNESCO’nun endüstriyel miras rotalarına örnek oluşturacak. Oradaki çalışmalar ne durumda? 


OKTAY ÖZEL: Bu, önemsediğimiz konulardan biri. Göreve başladığımız ilk günden beri Mahir Bey’in kafa yorduğu, üzerinde çalıştığı bir konu. Ekrem İmamoğlu’nu da vizyon projesi. Onun talimatıyla bu yola girdik. En son restorasyon yaklaşık 30 yıl önce küçük bir alanda yapılmış. O restorasyonu yapan hocamız, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay. Bilim kurulu üyemiz. Son restorasyonu Mermer Kule’yle Altıncı Burç arasında yapmışlar. Yedinci Burç’a geçerken dönüşüm süreçleri yarım kalmış, durmuş. Uzun bir süre restorasyon çalışması yapılmamış. Bu süreçte Prof. Dr. Feridun Çılı, Zeynep Ahunbay, Engin Akyürek ve Baha Tanman’ın yer aldığı bilim kurulu oluşturduk. İstanbul surları, 11 kilometre. Kara surları 7.1 kilometre, çok fazla burç var, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bütçe, zaman ve süreç açısından değerlendirdik. Yaklaşık 1-1.5 yıl projelerimizin onaylanmasını bekledik, onaylandı. 20 tehlikeli burç belirledik, yani çökme tehlikesi olanlar. Bunların sekiz tanesinin çok tehlikeli olduğunu tespit ettik ve acil restorasyona başladık. Bunların beş tanesi, restorasyon çalışmalarını yürüttüğümüz Yedikule ve Belgrad kapı arasındaki T-15, T-16, T-17, T-18, T-19 burçları. Sulukule kapının yanındaki üç burç ve Sulukule kapı. Bu çalışmalar, bilim kurulu denetiminde devam ediyor. Geriye kalan diğer tehlikeli 12 burçtaki restorasyon çalışmalarına önümüzdeki günlerde aşama aşama başlayacağız. 


Restorasyon alanlarını da İstanbul’da yaşayanlara açarak bir rota oluşturmak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde bunu duyuracağız. Artık İstanbullu kendine ait mekânda kendini nasıl bir görselin beklediğini deneyimleyecek. İstanbul Surları Açıkhava Müzesi projesiyle İstanbul surlarını gezilebilir hâle getireceğiz. Belli etaplarda ziyaretçi merkezleri olacak. İlk nokta, Yedikule Gazhanesi’ndeki alan. Ancak şu an fiziki açıdan gezilebilir ilk ziyaretçi merkezi, Mevlana Kapı Kule Karakolu. Burası, İstanbul surları ziyaretçi merkezi olacak. Gezilebilir sağlam durumdaki burçlara ve sur duvarlarına insanları çıkarmak, gezdirmek, surları ve etrafını yaşatmak istiyoruz. İki yılın sonunda bu 20 tehlikeli burç sağlamlaştırılacak, İstanbul’u bekleyen depreme karşı daha dirençli olacak, insanların kullanımına açılacak.


En önemli koruma aşaması, İstanbul’da yaşayanları sürece dahil etmek. Bizdeki en büyük yanlış, korumanın yalın bir bilimsel çalışmayla sınırlı olduğu kabulü. Kentte yaşayanları İstanbul’un kültürel mirasını koruma sürecine nasıl dahil ederiz konusunda çaba sarf etmemiz lazım. Bu nedenle İBB Miras’ın İstanbul sokaklarında yaptığı çalışmaları iş güvenlik şartlarını gözeterek mümkün olduğunca açık yapıyoruz. Galata Kulesi’nin hemen altındaki Bereketzade Çeşmesi’ne gidenler, oradaki çalışmaya şahit olacaklar. Perşembe Pazarı’na gittiklerinde 2. Mahmut Çeşmesi’nde yapılan çalışmayı ya da Botlar sütununda yürüttüğümüz çalışmayı açık şekilde izleyecekler. Açık restorasyonu önemsiyoruz. İBB’nin şantiyeleri artık İstanbullulara açık. Cumartesi günleri Bukoleon Sarayı’nın arkeolojik ve restorasyon alanında gezi düzenliyoruz. Bu hafta ikincisini düzenleyeceğiz. Geçtiğimiz hafta 40 kişiyle yaptık. Bir hafta içinde 2.000’den fazla başvuru oldu. Teknik altyapıyı bu kapsamda geliştirmeye çalışıyoruz. Bukoleon Sarayı’nda başlattığımız açık restorasyon çalışmasını bir sonraki etapta İstanbul kara surlarında, Anadolu Hisarı’nda, Rumeli Hisarı’nda yapmak istiyoruz. İnsanlar restorasyon sürecini deneyimlerse, eserlere, mekânlara sahip çıkacaklar. Herkesi denetleyecekler. Bu eserlere gözleri gibi bakacaklar. Bunu biliyoruz.


Önerilen Haberler